21.06.2005 - Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Konuşma Metni

21 Haziran 2005

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün Türkiye’de görüntü ve şekil bakımından bir hükümet olmasına rağmen fiiliyatta çok ciddi bir yönetim zaafı ve boşluğu bulunmaktadır. Bu durumun her alandaki olumsuz etkileri giderek derinleşmektedir.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu ağır sorunların temelinde, dürüst ve samimi olmayan, meşruiyet sorunu ve kimlik bunalımı içinde bocalayan liyakatsiz kadroların işbaşında olması yatmaktadır.

Türkiye’nin bu yükü daha fazla taşıması artık mümkün değildir. Bu garabetin bir an önce son bulması ve yeni bir onarım ve normalleşme sürecinin başlaması Türkiye’nin en öncelikli meselesidir.

Siyasi hayatımızda çok önemli bir kavşağa, kalıcı etkileri ve sonuçları olacak bir dönüm noktasına hızla yaklaşıldığını buradan ifade etmek istiyorum. Türkiye’de siyasetin yeniden şekilleneceği bir sürecin son aşamasına girilmektedir.

Türkiye’nin bugün yaşadığı ağır bunalımlar böyle bir değişimi artık kaçınılmaz hale getirmiştir. Aziz milletimizin AKP’nin temsil ettiği sakat anlayışa dur demesinin zamanı artık gelmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaz tatili sonrası dönemde bu yöndeki gelişmeler hız kazanacak ve milli iradenin AKP’yi tasfiye süreci yakında sonuçlandırılacaktır.

Bugünkü basın toplantımızda Milliyetçi Hareketin bu konudaki tespitlerini ve görüşlerini dile getirmek ve ileriye dönük değerlendirmelerini aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Basın toplantımıza katılan medyamızın değerli mensuplarını ve bütün arkadaşlarımı bu vesileyle en samimi duygularla selamlıyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye bugün yorulmuş ve hırpalanmış, ezik ve çaresiz bir ülke haline getirilmiştir.

Siyaset kirlenmiş ve ahlaki temellerden yoksun bir kapkaç siyaseti anlayışı Türkiye’ye hakim kılınmıştır.

TBMM itibar kaybına uğramış, siyaset kurumu yara almıştır. Devlet kurumları da sistemli gayretlerle yıpratılmıştır.

AKP’nin Türkiye’ye yerleştirmeye çalıştığı tehlikeli siyaset modeli bugün devleti kuşatma altına almıştır.

Türkiye içerde ve dışarda çok ağır sorunlar ve tehlikelerle karşı karşıya bırakılmıştır.

Ülkenin milli birliği ve kardeşliği çok ciddi tehditlerin hedefi haline getirilmiştir.

Kanlı PKK terörü yeniden hortlamış, şehit tabutları Anadolu’ya gelmeye başlamıştır. Ayrılıkçı terörü destekleyen ihanet yolcuları, AKP’nin hazırladığı zeminden yararlanarak, siyasi maske arkasında yeniden sahneye çıkmıştır.

Türkiye dış ilişkiler alanında çok ağır kan kaybına uğramıştır. Dış politikada tam bir çöküntü yaşanmaktadır. Türkiye her cephede zemin ve itibar kaybetmiştir. Milli çıkarlarımız tehlikeye atılmış, milli onur ve haysiyetimiz yaralanmıştır.

AKP kadrolarının maddi ve manevi tahribatı Türkiye’yi bir yangın yerine çevirmiştir.

Türk Milleti bugün ümitsiz ve çaresizlik içindedir. Tedirginlik ve bıkkınlık had safhaya ulaşmıştır. Çok ağır ekonomik ve sosyal sıkıntıların pençesinde kıvranan Türk halkının gelecek ümidi yok olmuştur.

Türkiye heyecanı taşımayan AKP yönetiminin iki buçuk yıllık yıkım döneminin bilançosu maalesef budur.

“Tek başına-işbaşına” sloganıyla Türk Milletini aldatarak iktidar olan AKP, vurgun, talan ve yolsuzluk alanında hiç vakit geçirmeden işbaşı yapmıştır.

Devlet kaynaklarını yağmalamada, kendi yandaşlarına peşkeş çekmede ve bizzat kendi suç sicilleri de dahil olmak üzere vurguncuları ve soyguncuları aklamada bir hizmet yarışına girmiştir.

Türkiye bugün işte böyle vahim bir tabloyla karşı karşıyadır. Yaşanan bütün bu yıkıntı ve tahribatın Türkiye’nin karşısına seçim sandığı getirmesi bu bakımdan artık kaçınılmazdır.

Bu sürecin iç dinamikleri harekete geçmiş, erken seçim ufukta gözükmüştür. Bu, artık sadece bir vade meselesidir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Siyasi iflası artık tescil edilmiş olan AKP’nin mukadder sonu geciktirmek amacıyla her yola başvurarak direnmesi sonuç vermeyecektir.

Aslında hesap verme gününün geldiğini, kader anının giderek yaklaştığını AKP yönetimi de görmektedir. Bunun bütün belirtileri tüm açıklığıyla ortadadır.

Başbakan Erdoğan’ın ezberinin bozulması, akıl, insaf ve izan ölçülerini iyice kaybetmeye başlaması, hırçın üslubu ve tavırları bunun inkar edilemez göstergeleridir.

Başbakan’ın ve AKP yöneticilerinin son dönemdeki davranışları, aslında bu hazin tükenişin ruhlarında yarattığı çöküntü ve hesap verme korkusunun dışa yansıması olarak görülmelidir.

Zira, ülkesini dışarda şikayet konusu yapmanın ve aşağılamanın; basını ve muhalefet partilerini dışarıya jurnal etmenin; milli hassasiyetleri çağ dışı duygular olarak görüp bunları samimiyetle dile getirenleri topyekün marjinal gruplar olarak göstermeye çalışmanın, akli ölçüler içinde başka bir izahı bulunmamaktadır.

Aynı şekilde, bir Başbakan’ın Türkiye’nin Kıbrıs’a uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan ahdi müdahalesini gayri meşru işgal olarak göstermesinin ve Kıbrıs’ta Türk askeri varlığını Suriye’nin Lübnan’daki işgal güçleriyle bir tutmasının hukuk ve mantık ölçüleriyle açıklanması mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ölçüyü ve ayarı iyice kaçırarak dış baskı ile Türkiye’nin Kıbrıs’tan “kuzu kuzu çekileceğini” söyleyebilmesi ise, örneğine hiç rastlanmayan esef ve utanç verici bir hezeyan olmuştur. Bu sözler AKP’nin kafa yapısını ve gerçek hüviyetini ortaya koyan bir itiraf olarak görülmelidir.

Bütün bunlara bakıldığında, Türkiye’nin AKP kamburunu artık taşıyamayacağı açıkça ortadadır. Bu kamburdan kurtulmak ve siyaseti temizleyerek Türkiye’nin önünü ve ufkunu açmak bu nedenle ülkenin en önemli ve öncelikli meselesi haline gelmiştir.

Türkiye heyecanı duymayan, kapkaç ve işporta siyaseti anlayışının temsilcisi olan bu özürlü kadrolardan kurtulmak, işte bu nedenle Türk Milleti için bir beka sorunu olmuştur.

Türkiye bu tasalluttan çok yakında kurtulacaktır. Türk Milleti seçim sandığı önüne geldiğinde Türk Milleti bu hesabı AKP’den çok ağır biçimde soracaktır.

AKP cephesinde yaşanan paniğin temelinde bu korku yatmaktadır. Son dönemde cereyan eden bazı gelişmeler bu panik halini daha da ağırlaştırmıştır.

Türk milletinin güvenini kaybeden AKP’nin dışardaki suni ittifakları da bir bir çökmüştür.

Bildiğiniz gibi, AKP’nin Türkiye’de her cephede pervasızca yürüttüğü yıkım, talan ve tahribat, bugüne kadar AB kılıfı arkasında saklanmaya çalışılmıştır. AB üyelik süreci bir hayal ticareti malzemesi, bir kalkan olarak acımasızca kullanılmıştır.

Ancak, 17 Aralık 2004 AB zirvesinden sonra cereyan eden gelişmeler, AB’nin Kıbrıs konusundaki samimiyetsiz tutumu, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’da Türkiye aleyhtarı eğilimlerin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması, AKP ve AB lobicisi çevrelerin siyasi istismar malzemesini de ellerinden almıştır.

Fransa ve Hollanda’daki AB Anayasası halk oylamalarında Türkiye’nin ağır hakaretlere maruz kalarak iç politika malzemesi olarak kullanılması, AB’nin Türkiye’ye gerçek bakış açısını acı biçimde ortaya koymuştur.

Avrupa Birliği yaşanan son Anayasa krizi nedeniyle ağır bir siyasi ve kurumsal bunalıma girmiştir. Genişleme sürecinin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, Türkiye’yi hedef alarak genişleme konusunun görüşüleceği özel zirve toplanmasını önermiştir. Yaygın eğilim genişleme sürecinin dondurulması veya en azından uzun zamana yayılmasıdır.

Fransa ve Almanya’da iktidara gelmesi beklenen siyasi partilerin liderleri Türkiye’nin üyeliğine karşı olduklarını resmen açıklamışlardır. Fransa’daki iktidar partisi başkanı bu durumda 3 Ekim’de Türkiye ile üyelik görüşmelerine başlanmasının tuhaf olacağını açıkça söylemiştir.

Önümüzdeki Eylül’de yapılması beklenen seçimlerde Alman Hıristiyan Demokratlarının iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’ye karşı oluşturulan kutsal cephe tamamlanmış olacaktır.

Türk Milleti bu konudaki gerçekleri şimdi daha iyi görmektedir. AKP’nin can havliyle sarıldığı AB ipi kopmuş, siyasi sermayesi bu alanda da tükenmiştir.

AB konusunda yalan pazarlamasını ucuz bir geçim yolu olarak gören AKP ve yandaşları şimdi panik içinde bocalamaktadır. Sahte AB harcı ile yapmaya çalıştıkları çürük bina çatırdamaya başlamıştır. Şimdi telaşları bu enkazın altında kalmaktan kurtulmaktır.

Türkiye’yi sanal bir AB gündemiyle oyalamak imkanı artık kalmamıştır. Şimdi Türkiye’nin gerçek gündemine dönülecek ve AKP’nin gerçek kimliği daha iyi anlaşılacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Burada AB ile ilişkilerde gelinen noktayı da kısaca değerlendirmek istiyorum.

Türkiye’yi sürekli dışlayan AB ile 3 Ekim 2005’de başlatılması kararlaştırılan müzakereler, son gelişmeler sonrası eğer ertelenmezse, aslında göstermelik bir süreç olacaktır.

AB’nin amacı hiçbir zaman Türkiye’yi eşit statüde tam üye olarak içine almak olmamıştır. İlişkilerin son on yılına bakıldığında AB’nin stratejik hedefinin Türkiye’ye Avrupa’ya bağımlı ve tâbi kılmak, Avrupa’nın güdümünde ve yörüngesinde tutmak olduğu görülecektir.

Bunda etkili olan unsurların başında gelen AB’nin Türkiye’ye karşı önyargılarının bugün de değişmediği anlaşılmaktadır. Bunun yakın gelecekte değişebileceğini beklemek için hiçbir neden bulunmamaktadır.

17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesinde Türkiye’nin önüne konulan denklem, tam üyeliğe giden gerçek bir yola değil, bir oyalama sürecine işaret etmektedir. Bu süreç de aslında çıkmaz bir yolun haritasıdır.

Milliyetçi Hareket baştan beri AB’nin artık saklanamayan niyetleri ve samimiyetsizliği karşısında, Türkiye-AB ilişkilerinin böyle sakat bir zeminde geliştirilemeyeceğini savunmuştur. Son gelişmeler bu inancımızı doğrulamıştır.

Gelinen bugünkü noktada AB ile ilişkilerimizin her yönüyle yeni bir tanıma kavuşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. İlişkilerin içine hapsedildiği denklem değişmediği sürece Türkiye’nin hüsrana uğraması kaçınılmazıdır. Bu da ilişkilerde kesin bir kopmayı beraberinde getirebilecektir.

Avrupa Birliği’nin önce gelen ülkelerinden Fransa ve Almanya başta olmak üzere Hollanda, Avusturya, Lüksemburg ve Danimarka gibi üye ülkeler, Türkiye ile tam üyelik yerine özel ilişki imtiyazlı ortaklık ilişkisi kurulmasını istemektedir. Bu ülkeler bunu yüksek sesle söylemeye başlamıştır. Diğer ülkelerin Türkiye’ye verdikleri destek ise lafta kalmaktadır. Bunun fiili bir sonuç doğurması beklenmemelidir.

Türkiye’yi görünürde destekleyen Yunanistan’ın amaçları da herkesçe bilinmektedir. Bu konuda samimi olması beklenemeyecek olan Yunanistan’ın stratejik hedefi, bu oyalama sürecinde Türkiye’den Kıbrıs, Ege, azınlıklar ve Fener Rum Patrikhanesi faturalarını tahsil etmektir.

Burada bir düşüncemizi açıklamak istiyorum: Bugün Türkiye’nin AB perspektifi, tam üyelikten uzaklaşmış, özel bir ilişki modeline, imtiyazlı ortaklığa indirgenmiştir.

Göstermelik 3 Ekim süreci, eğer ertelenmezse fiiliyatta yavaşlatılacak, sulandırılacak ve nihai hedef olarak özel ilişki modeli istikametinde yönlendirilecektir. Almanya’daki iktidar değişikliği sonrası bu yöndeki zorlamaların daha da güç kazanması beklenmelidir.

Bu durumda Türkiye’nin yeni bir şantaj kıskacıyla karşı karşıya kalması çok muhtemeldir. Buradaki asıl tehlike, bugüne kadar Türkiye’yi eşit üyelik vaadiyle oyalayan AB’nin bunun için öne sürdüğü ön şart ve dayatmaları, şimdi özel ilişki için talep edebilecek ve dayatacak olmasıdır.

Bu yöndeki somut işaretler şimdiden görülmeye başlanmıştır.

Bilindiği gibi, Anayasa konusundaki son krizde Türkiye bir günah keçisi haline getirilmiştir. Ancak, bu süreçte Türkiye’nin tam üye olamayacağı konusunda birbiri ardından yapılan onur kırıcı beyanlara rağmen, AB’nin Türkiye’de siyasi reformların sürdürülmesi gerektiği yolundaki söylemlerinin de sürmekte olması bu bakımdan ibret vericidir.

Nitekim, Başbakan Erdoğan’la geçen hafta buluşan AB Büyükelçileri, PKK terörüne karşı yürütülen askeri operasyonlar konusunda uyarıda bulunmuşlardır. Bu konuda yazılı muhtıra veren AB Büyükelçileri sivil çözüm çağrılarını tekrarlamıştır. Bu da AB’nin bir taraftan Türkiye’yi dışlarken, diğer taraftan Türkiye’deki ayrımcılığı adeta teşvik eden tutumundan vazgeçmeye niyetli olmadığını, özel ilişki modelinde de bu dayatmaların süreceğini göstermiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Başbakan’ın ABD seyahati son günlerde her yönüyle tartışılmıştır. Bu zorlama ziyaretin AKP’nin dışardan suni destekle ayakta kalma telaşının bir tezahürü olarak görülmesi yerinde olacaktır.

Başbakan ABD’ye günah çıkarmak ve hesap vermek için gitmiştir. Gezide sergilediği görüntü ve tutum tek kelimeyle Türk Milletinin yüzünü yere eğmiştir.

ABD’nin Türkiye’yi stratejik ortak olarak nitelendirmesini adeta bir şeref payesi olarak gören Başbakan, en azından görüntüyü kurtarabilmek için çok hazin durumlara düşmüştür.

ABD Başkanıyla yaptığı görüşmede Başbakan’ın Irak Türkmenleri, Kuzey Irak’ta yeni siyasi yapılanma gibi Türkiye’nin milli hassasiyetlerini hiç dile getirmediği anlaşılmıştır.

Bu aslında yadırganmamalıdır. Çünkü, Türkiye’nin milli çıkarları ve hassasiyetlerine AKP’nin gündeminde yer yoktur. AKP, Irak’lı Türkmen kardeşlerimize sırtını dönmüş, yok olmaya terk etmiştir. AKP’nin misyonu, ABD’nin asıl stratejik ortak olarak kabul ettiği Irak’taki Kürt gruplara şirin görünmek, onları kucaklamaktır.

Silahlı Kürt grupların Kerkük’te Türkmenlere karşı başlattığı son terör eylemlerine ve Kuzey Irak’ta adım adım bağımsız devleti amaçlayan siyasi yapılanmaya AKP Hükümeti’nin sessiz ve tepkisiz kalmasının nedeni bu misyonda aranmalıdır.

Türkiye’ye her vesileyle dil uzatmaya cüret eden Barzani’nin Irakta’ki Bağımsız Kürt Bölgesi başkanlığına seçilmesi vesilesiyle 15 Haziran günü Dışişleri Bakanlığı’nın çok ibret verici bir açıklama yaptığı hatırlanacaktır.

Açıklamada, bu gelişmenin Türkiye için bir şey ifade etmediği belirtilmiş ve Irak’ın müstakbel siyasi yapısının yeni Anayasa’nın hazırlanmasından sonra belirleneceği öne sürülmüştür.

Ancak, gerçekler çok farklıdır. Kürt Bölgesi kurulması Irak Geçici İdari Yasasında yer almıştır. Türkiye, bir süre önce ortaya çıkan bu emrivaki karşısında zamanında da sessiz kalmıştır. Irak’ın yeni Anayasa’sı bu geçici idari yasadaki ilkelere uygun olarak hazırlanacaktır. Bu çok önce kararlaştırılmıştır.

Bu bakımdan “atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.” AKP Hükümetinin bu konuda sergilediği dürüst olmayan tavır bu gerçekleri değiştiremeyecektir.

ABD gezisinde bu konularda sessiz kalan Türk Başbakanı, buna karşılık, amacı ve hedefleri belli olmayan, uygulama yöntem ve stratejileri henüz açığa çıkmayan Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğu rolüne talip olmuştur. Ve bunu büyük bir heyecanla yapmıştır.

Başbakan Erdoğan son ABD gezisinde PKK teröristleriyle mücadele konusunu da kerhen açmış, ancak karşılığında sadece nasihat almıştır.

PKK’lı teröristlerin Kuzey Irak’ta ABD’nin askeri kontrolündeki bölgede Kürt aşiretlerinin himayesinde faaliyetlerini açıkça sürdürdükleri herkesin bildiği bir gerçektir.

Bölgedeki şehirlerde de yuvalanan bu teröristlere karşı ABD sudan gerekçelerle kılını dahi kıpırdatmamaktadır.

Son dönemde Irak’tan Türkiye’ye terörist sızmasında çok büyük artış olmuş, PKK terörü kanlı yüzünü yeniden göstermeye başlamıştır.

Büyük şehirleri de tehdit eden PKK terörünün güvenlik güçlerimizi hedef alan melun faaliyetleri son dönemde hız kazanmıştır.

ABD’nin bu konuda ciddi bir tedbir almakta isteksiz olması karşısında, bu yılanın başının Türk Silahlı Kuvvetlerince Irak’taki inlerinde ezilmesi tek yol olarak karşımızdadır. Bu konuda da yalnız bırakılan Türkiye kendi imkânlarına dayanmak durumundadır.

ABD ziyaretinin Başbakan’a şahsen ne kazandırdığı bir tarafa, Türkiye’ye itibar kaybettirdiği bir gerçektir. Ancak, bunun AKP Hükümetini rahatsız etmesi beklenmemelidir. Zira, AKP zihniyeti şahsi ve siyasi çıkar temelinde herkesle stratejik ortak olmaya müsait bir yapıyı temsil etmektedir. Türkiye’nin milli çıkarlarının bu denklemde yeri yoktur.

Bu bakımdan Başbakan Erdoğan’ın kendini ABD gezisinden iman tazeleyerek dönmüş olarak kabul etmesini hiç kimse yadırgamamalıdır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’nin sorunlarına ve çıkarlarına milli bir pencereden bakmayan kadroların Türkiye projesi ve vizyonu olması, Türk Milleti’nin geleceği için heyecan duyması mümkün değildir. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.

Kısa sürede baş döndürücü bir değişim geçirerek milli görüş hırkasını çıkarttıklarını söyleyen AKP yöneticilerinin yerine ne giydikleri meçhuldür. Siyasi kimlikleri ve akideleri kendi içlerinde bile tartışma konusudur. Ancak, Türkiye’nin sorunlarına ve çıkarlarına Türk gözlüğü yerine AB-ABD gözlüğünden baktıkları düşünülünce, Türkiye’nin mutlu ve onurlu geleceğini hazırlama iddiasında olmaları kendilerinden esasen beklenemeyecektir.

Bu bakımdan Türkiye’nin geleceği ve Türk Milletinin kaderi her şeyden önce bu inançsız ve ilkesiz kadrolardan kurtulmasına bağlıdır. Türkiye, işte bu anlamda hayati bir yol ayrımına gelmiştir.

Bu noktada önümüzdeki döneme ilişkin bazı tespit ve gözlemlerimizi dile getirmek istiyorum.

Çok sancılı bir süreçten geçen Türkiye’de erken seçim siyasi gündeme girmiştir. Bunun yanı sıra 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi de yoğun biçimde tartışılmaya başlanmıştır.

Çok büyük bir parlamento çoğunluğuyla iktidarda olan AKP’nin bu tartışmaların başlatılmasının zamanı, zemini ve nedenleri üzerinde çok iyi düşünmesi ve bundan gerekli sonuçları çıkarması gerekir.

Sayısal bakımdan iktidar olsa da muktedir olmayan, Türk Milletine güven ve itimat telkin etmeyen AKP yönetimi çok ciddi bir siyasi muhasebe yapmak durumundadır.

Başbakan Erdoğan ve AKP sözcülerinin sıkıntılı ve ezik bir ruh hali ile bu konuların gündemlerinde olmadığını söylemeleri lafı güzaftır, abesle iştigaldir.

Panik atak yaşayan AKP için Türkiye’nin geleceği ve iyiliği açısından olmasa da siyasi gelecek korkusuyla bu konuların kendilerini ziyadesiyle meşgul ettiği ortadadır.

Bugün AKP yöneticilerinin tek sorunu icraatlarının hesabını vermekten kurtulmaktır. Bütün enerjilerini bu kaçış yolları arayışına vermişlerdir.

Başbakan Erdoğan bu nedenle Cumhurbaşkanlığı makamını son sığınma yeri olarak görmektedir. Siyasi geleceğinin sona yaklaştığının ve AKP’nin dağılma sürecine girdiğinin farkında olan AKP Genel Başkanı, hiç olmazsa kendisini kurtarmanın telaşına düşmüştür. Cumhurbaşkanı seçimi bu bakımdan kendisi için ölüm-kalım meselesidir. Bundan sonra AKP içinde herkes başının çaresine bakacaktır.

AKP’nin bir süre önce gündeme getirdiği Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi tartışmaları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Başbakan Erdoğan’ın derdi ve tasası Türkiye’nin daha iyi yönetilmesi değildir. Cumhurbaşkanı seçilebilirse kendisine koruma zırhı sağlarken, siyasi yetkiyi de bir şekilde elde bulundurma arzusu bu konuda kendisine yön veren yegane düşüncedir.

Kaçış psikolojisi içinde hareket eden AKP yöneticilerinin bu amaçla önümüzdeki dönemde bazı zorlamalara yönelmeleri ihtimal dışı sayılmayacaktır.

Erken seçimin kaçınılmaz olduğunu gören Başbakan, bunu kendisi için en uygun zaman ve şartlarda yapmak, bu arada Cumhurbaşkanlığına kaçış yolunu da açık tutmak hesabıyla Anayasa değişikliği zorlamasına gitmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Devlet kaynaklarını talan için gerekli hukuki zemini hazırlamak ve devlet sistemini tam olarak kuşatmak için kendi işine gelecek düzenlemeleri de kapsayacak bir Anayasa değişikliğini halkoylamasına götürmek ve bunun sonucuna göre erken seçime gitmek üzerinde durulduğuna işaret eden bazı emareler bulunmaktadır.

AKP’nin aczi nedeniyle kangren haline gelen başörtüsü sorunu gibi bazı konuların da, siyasi taktik aracı olarak, bu pakete dahil edileceği tahminler arasında yer almaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın başörtüsü konusunda gerekirse referanduma gideriz şeklindeki çıkışları AKP’nin bu konudaki asıl niyetlerine bir ölçüde ışık tutabilecektir.

Ancak, burada şu gerçek unutulmamalıdır: AKP’nin amacı başörtü konusunu referandumla çözmek değildir. AKP yöneticileri siyasi gelecek hesabıyla Anayasa’da yapacakları kapsamlı ve köklü değişiklikler için başörtüsü konusunu bir kere daha siyasi malzeme olarak kullanmak istemektedir. Değişmeyen amaç, başörtüsü sırtından siyaset yapmak, bu konuyu siyasi dekor olarak istismar etmektir. Bu çok iyi anlaşılmalıdır.

Bu bakımdan başörtüsü konusunda son olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi diploma töreninde yaşanan yüz kızartıcı olay, aynı zamanda, 356 milletvekiliyle hükümet olan AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın da yüzünü kızartmalıdır.

Başbakan Erdoğan’a tavsiyemiz, başörtüsü sorununu AB ve ABD yetkilileriyle görüşmelerinde şikayet konusu yapmayı ve bunu siyaset malzemesi olarak kullanmayı bırakıp Türk Milletine verdiği sözlerin arkasında dürüstçe durmaya çalışmasıdır.

Omurgalı siyasetin anlamı ve gereği budur.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

AKP sözcülerinin Kasım 2007 öncesi seçim olmayacağı ve Cumhurbaşkanı’nı bu parlamentonun seçeceğine ilişkin beyanları, kendilerinden ümidini kesen parti tabanlarına dönük inandırıcı olmayan boş sözlerdir.

Demokratlık sicilleri çok iyi bilinen, sağlam inanç ve ideallere dayanmayan, rüzgara göre yön değiştiren bir zihniyeti temsil eden AKP yöneticilerinin buna ne nefesleri ne de fikri cesaretleri yetecektir.

Arkasını getiremeyeceği sözde meydan okumalar, Başbakan Erdoğan’ın siyaset anlayışının bilinen bir özelliğidir. Bu bakımdan AKP Genel Başkanı omurgalı siyasetten, ilkeli ve dürüst siyasetten bahsedebilecek en son siyasetçidir.

Küçük hesaplarla seçimleri geciktirmek mevcut şartlarda artık mümkün değildir.

Türk Milletinin artık dayanma gücü kalmamıştır.

Taşıma suyla dönen ekonomi çarkı bıçak sırtında ve emanet parayla istikrar görüntüsünü korumaya çalışmaktadır. İşsizlik, yoksulluk ve aşsızlık toplumu patlama noktasına getirmiştir.

AKP döneminin yolsuzlukları ayyuka çıkmıştır. AKP içinde rant paylaşımı kavgası başlamıştır.

AKP’nin AB hayal ticaretinden beklediği siyasi rantın değeri de düşmüştür. Yalan pazarlamasının getirisi kalmamıştır. AKP’nin manevi değerleri ucuz istismar malzemesi yaparak kazanç sağlama imkanı da tükenmiştir. AKP’nin bu konudaki foyası da meydana çıkmıştır.

AKP yönetiminde dış politikada yaşanan hezimet çok tehlikeli boyutlara taşınmıştır. İşgalci Ermenistan Türkiye’ye meydan okuyabilmekte ve Batı’nın siyasi desteğiyle sınır kapısını adeta zorla açtırabileceğini ümit edebilmektedir.

Dost kabul ettiğimiz ülkelerin parlamentolarının ardı ardına Türkiye’nin tarihini mahkum eden uydurma soykırım kararı almaları esef vericidir. Alman Federal Meclisinde kabul edilen karardan sonra konu ABD Temsilciler Meclisi Gündemine de getirilmiştir.

Çok ciddi bir anlama ve algılama sorunu olan AKP hükümeti ise bütün bu gelişmeleri şaşkınlıkla izlemektedir.

Öte yandan Kıbrıs Türkleri’ni gözden çıkaran AKP hükümeti, şimdi de Kıbrıs Rumları’nı tanıma anlamına gelecek Uygulama Protokolünü imzalama hazırlığı içine girmiştir. Son gelişmeler ışığında AB ile ilişkilerin geleceğinin çok büyük ölçüde belirsizleştiği bugünkü ortamda böyle bir hareket Türkiye için siyasi intihar anlamını taşıyacaktır.

Bütün bu olanlardan sonra AKP’nin koltuğa yapışması artık mümkün değildir.

Başbakan Erdoğan, çözülmekte olan parti tabanı ile Meclis grubunu artık bir arada tutmak imkanından mahrumdur.

Türkiye siyasetinde taşlar yerinden oynamıştır.

Bu bakımdan en kısa zamanda erken seçim Türkiye’nin tek kurtuluş reçetesidir. AKP biraz daha yıpransın düşüncesiyle seçimlerin 2007 yılı başlarına sarkmasını savunmak, ülkenin geleceğini bile bile ateşe atmak olacaktır.

Türkiye’de erken seçim sürecinin dinamikleri harekete geçmiş bulunmaktadır. Milliyetçi Hareket bütün teşkilatlarıyla erken seçime de baskın seçime de hazırdır.

Bugün iktidarın tek alternatifi Milliyetçi Hareket Partisidir.

Türkiye’nin çıkarlarına yönelik tehditlere karşı dik ve kararlı duruş sergileyen yegane siyasi irade olan Milliyetçi Hareket tek başına iktidara yürümektedir.

Milliyetçi Hareket mevcut seçim sistemiyle iktidara gelecektir. Bu vesileyle AKP hükümetini bir kez daha uyarmak istiyorum. AB’nin dayatmalarını kabul edip yüzde on ülke barajını indirmek gibi bir gaflette bulunmayın. Bunun sonuçlarının çok ağır olacağını unutmayın.

Milliyetçi Hareket’in hedefi tek başına iktidarla da sınırlı değildir. Hedefimiz Anayasa değişikliği yapacak bir çoğunlukla iktidara gelmektir.

Yüce Allah’ın izniyle o gün çok yakındır.

Buradan bir çağrımızı tekrarlamak istiyorum:

Türkiye’nin bu badireden en az zararla çıkabilmesi için herkesi tarihi bir görev ve sorumluluk beklemektedir.

Türkiye’yi ayağa kaldırmak için ülkesini gerçekten sevenlerin yeni ve topyekün bir şahlanışla, yeni bir gönül seferberliğiyle vatanın ve milletin kaderine el koyması artık milli bir zarurettir.

Bu kurtuluş sürecinin siyasi adresi Milliyetçi Harekettir. Buradan herkesi Milliyetçi Hareketin tek başına iktidarında Türkiye’nin kaderini yeniden yazma, onurlu ve haysiyetli geleceğini birlikte hazırlama ülküsü etrafında birleşmeye ve bütünleşmeye davet ediyorum.

Bu vatan hepimizindir, Türk Milleti sahipsiz ve çaresiz değildir. Bunu hep birlikte dosta ve düşmana göstermeye çağırıyorum.

Hepinizi en samimi duygularımla selamlıyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı