08.05.2005 - Genişletilmiş Bölge Teşkilatları Toplantısında Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Genişletilmiş Bölge Teşkilatları Toplantısında
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Konuşma Metni
08 Mayıs 2005 - Manisa

 

Çok Kıymetli İl-İlçe Başkanlarımız,

Teşkilatlarımızın Mümtaz Yöneticileri,

Kıymetli Belediye Başkanlarımız,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Manisalılar,

Muhterem Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Bugün Manisa ilimizde sizlerle birlikte olmanın büyük mutluluk ve gururu içindeyim.

Sözlerime başlarken hepinizi en içten duygularımla, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Bilindiği üzere, siyaset kurumu, toplum hayatında meydana gelen sorunlara zamanında vakıf olmak, hatta öngörü ile daha doğmadan tedbirler geliştirmekle yükümlüdür. Bu durum da ancak, toplumla içiçe, bütünleşmiş bir anlayışla mümkündür. Tepeden inmeci veya kapkaç anlayışıyla siyaset yapan; günü kurtarmayı yönetmek olarak algılayan, gücü ele geçirince o gücü kendilerine verenleri unutanların kalıcı olmayacakları muhakkaktır ama bundan daha önemlisi bu tarz siyasetlerle kaybedilecek olan zaman, kaynak ve imkanlardır.

Partilerin merkezde oluşturdukları “politbüro” benzeri bir yapıyla dört duvar arasında siyaset üretmeleri ve bunu dayatmaları demokrasi ile bağdaşmayacağı gibi, kendi yerel örgütlenmelerinden kopuk, vatandaşa ulaşmayan ve ondan dönüşümü olmayan politikaları seslendirmeleri de çağın gerçekleriyle uyuşmaz.

Bu nedenledir ki, Milliyetçi Hareket Partisi parti içi demokrasiyi ve bütün mensuplarının katılımı ile siyaset üretme ve tatbik etme tarzını ilke edinmiştir. Her zaman halkla içiçe olmayı politikasının temeli olarak belirlemiştir.

Yıllardan beri il ve ilçe teşkilatlarımızın katılımı ile ülke genelinde bütün illerimizde genişletilmiş il divan toplantıları gerçekleştirirken; diğer yandan da genişletilmiş bölge teşkilat toplantıları ile parti içi dinamik bir iletişim ve etkileşim ağı oluşturmaktadır.

Şu ana kadar genişletilmiş il divan toplantılarımızı büyük ölçüde tamamlamış bulunmaktayız. Çok az sayıda ilimizde de bu toplantılarımız devam etmektedir.

Bu gün burada, 2005 yılı Genişletilmiş Bölge Teşkilat Toplantılarımızdan ilkini gerçekleştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz.

Bölge teşkilat toplantımıza daha önce il divan toplantılarını yapmış olan Manisa il- ilçe teşkilatlarımızın yanısıra, İzmir, Aydın, Muğla, Denizli ve Uşak il ve ilçe teşkilatlarımıza mensup arkadaşlarımız da katılmaktadır.

Huzurlarınızda bu toplantımıza ev sahipliği yapan Manisa İl ve ilçe teşkilatlarımızın kıymetli yönetici ve mensuplarına ve tüm Manisalı hemşehrilerimize il başkanımızın şahsında teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Genişletilmiş bölge istişare toplantımızın sonuçlarının milletimiz ve partimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Ayrıca, 8 Mayıs Anneler günü vesilesiyle fedakar, cefakar, sevginin ve hürmetin en yücesine layık, aziz ve muhterem annelerimizi; Türk ve dünya kadınlarını kutluyorum.

Ama bir önemli hatırlatmada bulunmak istiyorum: Bizim için annelerimiz ve kadınlarımız bir güne sıkıştırılarak anılamayacak kadar önemlidir. Her zaman çok değerlidirler, her an onlar içindir ve her günü annelerimize adasak bile üzerimizdeki haklarının, emeklerinin karşılığını ödememiz mümkün değildir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Ülke ve dünya meselelerini konuşacağımız, son zamanlarda meydana gelen gelişmeleri değerlendireceğimiz toplantımızı açarken birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ülkemiz son derece hassas ve kritik bir dönemden geçmektedir. Diplomatik, ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda yaşananlar; şartların gittikçe ağırlaştığını, Türkiye’nin itibar kaybettiğini açıkça göstermektedir.

AKP hükümeti; ufuksuz ve sığ politikaları ile içeride aldatma, kandırma ve gerilim; dış politikada ise, milli menfaatlerimize zarar vermekten de öte, artık tahrip eden teslimiyetçi siyaset anlayışını devam ettirmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın “kazan-kazan” politikasının sonucunda, hep başkaları kazanırken, Türkiye kaybetmektedir. AKP’nin tüccar siyaset anlayışı artık iflas etmiştir. Duyarlı ve sorumlu her Türk vatandaşı bu durumu kaygıyla izlemektedir.

Anayasayı bile değiştirecek bir çoğunlukla iktidar olan, ancak muktedir olamayan AKP, yapması gerekenleri yapmayıp; yapmaması gerekenleri yaparak bu aczini kamuoyundan gizleyebilmek için bahaneler aramaktadır.

İktidar Partisi, Devletin tüm kurumlarıyla ve toplumun tüm kesimleriyle kavga etmektedir. Bütün bunlar AKP’nin hükümet olma irade ve inisiyatifini ortaya koyamadığını ve ülkemizde bir yönetim boşluğunun doğduğunu göstermektedir.

Her şeyden önce belirtmek isterim ki, son zamanlarda Türkiye’de yaşananlar, ülkemizin birliğini ve milletimizin dirliğini önemli ölçüde tehdit eder bir nitelik arz etmektedir. AKP Hükümeti’nin göreve geldiği günden bu yana dış odaklarda meşruiyet araması, bugün yaşadığımız sorunların temel kaynağıdır. Kendisini iktidara getiren vatandaş iradesini hiçe sayarak, dış odakların taleplerini politikasının merkezine alan AKP, bu odakların kabul edilemez dayatmaları karşısında bocalamaya başlamıştır.

Zamanında gerekli tavırları gösteremeyen, Türkiye’ye yakışan duyarlılıkları sergileyemeyen AKP iktidarı, bugün iç ve dış odaklı bölücü talepleri sineye çekmek zorunda kalmakta, bütünlüğümüzü tehdit eden hareketlere ses çıkaramamaktadır.

Bu duyarsızlığa ve sorumsuzluğa karşı Türk milletinde uyanan haklı infiali görmezden gelen AKP Hükümeti, demokratikleşme kisvesi altında yürütülen bölücü-yıkıcı faaliyetleri ise şaşırtıcı bir hoşgörüyle karşılamaktadır. Hükümetin basiretsiz duruşu, ülkemizin bütünlüğüne kasteden dış mihrakları ve içerdeki işbirliklerini cesaretlendirmektedir.

AKP iktidarı artık iyi anlamalıdır ki hiçbir ilke ve perspektife dayanmayan, içinde milli tavır ve unsur barındırmayan bu “tavşana kaç tazıya tut politikası”, Türk milletinin tahammül sınırlarını fazlasıyla zorlamaktadır.

Kardeşlik duyguları içinde asırlardır birlikte yaşama iradesini ortaya koyan aziz milletimiz, etnik ayrımcılığa ve bölücülüğe varan tavır ve davranışları büyük bir dikkatle takip etmektedir.

Türkiye üzerine oynanan bütün oyunları, Büyük Türk Milletinin engin sağduyusu, milli birlik ve dayanışma ruhu ve ortak geleceğine sahip çıkma azmiyle bozacağına olan inancımız tamdır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Bölücübaşıyla ilgili nihai kararını önümüzdeki günlerde açıklaması beklenmektedir.

Medya aracılığıyla kamuoyuna yansıdığı kadarıyla mahkeme, Türkiye’den bölücübaşının yeniden yargılanmasını isteyecektir.

AKP hükümetinin de bölücübaşının yeniden yargılanması için hazırlık yaptığı ve bunu milletimize kabul ettirebilmek için zemin aradığı görülmektedir.

Yeniden yargılamanın amacı, bu konuyu sürekli gündemde tutarak, bölücübaşının ilerde dış baskılar ve iç gerginliklerden hareketle çıkarılacak bir afla serbest bırakılması ve siyaset yapmasının sağlanmasıdır.

Bilinmelidir ki bu durum, Türkiye’deki gerginliği had safhaya taşıyacak bir gelişmedir. AKP hükümeti bu konudaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymalıdır.

AKP’nin aczinden ve AB’nin himayesinden cüret alan bölücü hevesler, siyasallaşma kisvesi altında her vesileyi istismar ederek, ayrımcılığa dayalı bir husumet cephesi oluşturma çabasındadırlar.

Ayrımcılığı tahrik etmek hiç kimsenin yararına değildir.

Yüce Türk Milleti, hem demokratik ve yasal yollardan tepkisini koyacak, hem de tahriklere kapılmadan bu oyunu bozacaktır.

Burada bir hususu bir kez daha ifade etmek istiyorum: Türkiye üzerine etnik tuzaklar kuran hainler ve işbirlikçileri Türk milliyetçilerini sokağa ve şiddet eylemlerinin içine çekemeyeceklerdir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Seçkin temsilcileri,

Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik durum giderek daha vahim hale gelmektedir.

Son birkaç yıldır Türkiye, uluslararası alanda çok ciddi itibar kayıpları yaşamıştır. Maalesef, uygulanan teslimiyetçi politikalarla ülkemiz saygınlığını yitirmekte; her isteyenin istediği gibi davranabileceği, tuttuğunu koparabileceği aciz, uydu bir ülke konumuna düşürülmektedir.

Türkiye’nin en büyük talihsizliği, uluslararası arenada tehlikeli gelişmelerin yaşandığı çok kritik bir dönemde AKP’nin ehliyet ve liyakatten yoksun kadroları tarafından yönetiliyor olmasıdır. Türkiye’nin bugün yaşadığı en temel sorunu budur.

Üzerinde büyük fırtınalar koparılan, insanlarımızın yegane ümidi ve sorunlarımızın tek çıkış yolu olarak takdim edilen AB ile ilişkilerde gelinen nokta bile, tek başına durumun vahametinin anlaşılması için yeterlidir.

AKP’nin uğruna onca tavizler verdiği Avrupa Birliği, Türkiye’ye sadece ucu açık ve şüphe uyandırıcı bir müzakere tarihi sunmuştur.

Türkiye’yi birliğe almayı referandum şartına bağlamış ve muhtemel bir müzakere sürecini bile başka aday ülkelere yapılmayan biçimde ağırlaştırmıştır.

Bunlar elbette ki, Türkiye’nin asla hak etmediği muamelelerdir.

AB ile yaşanan süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel harcı olan bütün ilke ve değerler tartışmaya açılmış; milli devletin ve üniter yapının tasfiyesine yönelik bir kampanya harekete geçirilmiştir.

Aziz Milletimizin de takdir edeceği üzere, Ermeni sorununun bu dönemde bu yoğunlukla karşımıza çıkartılması da asla bir tesadüf değildir.

Bu konu, AB’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı kuşatmanın bir sonucu gündeme bu ağırlıkla getirilmiştir. Başbakan Erdoğan bu konuda Ermenistan Cumhurbaşkanı ile başlattığı diyalogu, kapalı kapılar ardında “kayıtdışı siyaset” anlayışına uygun olarak yürütmektedir.

Bilinmelidir ki, AB karşısında sergilenen teslimiyet siyasetinin AKP tarafından bu hayati konuda da sürdürüldüğünden çok ciddi olarak endişe duymaktayız.

İç politikada gerginlik malzemesi olarak bulundukları Yüce Makamları tartışmaya açmaktan kaçınmayan; yıllardan beri politika malzemesi yaptıkları mukaddes değerleri kullanmaktan vazgeçmeyen; insanlarımızın umut ve beklentilerini sürekli suiistimal eden ve Meclis’in “şamar oğlanı” olmadığını söyleyerek gürleyenlerin, Türkiye’nin bu haksız muamelelerle adeta şamar oğlanına çevrilmesi karşısında suskun kalmaları da ibret vericidir.

Bu onur kırıcı davranışlar karşısında sesini çıkarmayan, sonra da itibardan bahsedenler, ne yazık ki Türk milletinin itibarını aynı ölçüde hararetle savunmamışlardır. Ermeni meselesi konusunda yaptığı çalışmalarla, sözde soykırımı masalının yalan olduğunu ortaya koyan Türk Tarih Kurumu Başkanına yapılan terbiyesizliğe bile ciddi bir tepki verilememiştir.

Kıbrıs’taki durum da, daha az vahim değildir. Referandum öncesinde verilen bütün süslü vaatlere, ortaya konulan iddialı söylemlere rağmen, bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uygulanan ambargo halen sürdürülmektedir. Kıbrıs Türklüğü ve Türk Milleti aldatılmıştır. Kıbrıs Türklüğünü asimile etmeye yönelik planlar AKP’nin de kayıtsız şartsız desteğiyle uygulanmıştır. Bugüne kadar hiçbir olumlu adım atılmamış olması, verilen hiçbir sözün tutulmaması, Türkiye’nin bu haliyle hiç ciddiye alınmadığının bir başka göstergesidir.

Irak’ta yaşananlar ise, Türk kamuoyunun vicdanını derinden sızlatmıştır. Devlet olarak koyduğumuz bütün kırmızı çizgilerin ayaklar altına alınması karşısında sessiz ve çaresiz kalan hükümet, aynı suskunluğu askerlerimizin başına çuval geçirilirken de sürdürmüştür.

Kerkük’te yaşanan çirkin saldırı ve işgaller, Telafer’de meydana gelen üzücü olaylar da hükümetin kılını kıpırdatmasına ne yazık ki yetmemiştir. Görünen o ki, Irak’taki Türkmen kardeşlerimizin sorunları hükümeti pek fazla ilgilendirmemektedir.

Bölücü terör örgütünün yuvalandığı Kuzey Irak konusunda hiçbir ciddi ve inandırıcı adım atamayan hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgedeki ağırlığını neredeyse sıfıra indirmiştir.

Türk milletinin tarihi misyon ve mirasından habersiz görünen hükümetin bu aciz tutumu da, milletimiz tarafından dikkatle not edilmiştir. Bu not, elbete ki, uzun olmayan bir süre sonra AKP’nin önüne konacak ve siyaseten hesabı sorulacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,
Sayın Basın Mensupları,

Büyük Türk milletinin onuru kırılırken, itibarı zedelenirken sesi çıkmayan, meşruiyet aradığı merkezlerden olumlu işaret bekleyen hükümetin tek yapabildiği şey, halka pembe tablolar sunarak ekonomimizin nasıl iyileştiğinden söz etmek olmuştur.

Sayın Başbakan sık sık ulusa sesleniş programlarına çıkarak ekonomik atılımlardan bahsetmektedir. Ne var ki halkımız, ekonomideki büyük atılımın nasıl bir atılım olduğunu henüz kavrayabilmiş ve anlayabilmiş değildir. Gayet açıktır ki, yansıtılmaya çalışılanın aksine ekonomi iyi gitmemektedir.

Dış ticaret ve cari işlemler açıkları rekor kırarak tehlikeli boyutlara ulaşmıştır...

Borç stokumuz 250 milyar doları aşmıştır...

İşsiz sayısı sürekli artmaktadır...

İşçi, memur ve dar gelirlilerin alım gücü zayıflamaktadır...

Çiftçilerimiz gübre ve ilacını alamaz, tarlasını ekemez hale gelmiştir...

Esnafımız siftah yapmadan kepenk kapatmaktadır...

Böyle bir Türkiye’de, ekonominin iyi yolda olduğunu söylemek mümkün müdür?

Tabii ki değildir!

Bazı çevrelerce ekonomide pembe tablo çizilmekle birlikte, maalesef vatandaşımızın refahına yansıyan bir gelişme bulunmamaktadır. Gerçekçi olmayan, abartılı büyüme rakamlarına ve hesapta düşen enflasyona rağmen, halkımız kan ağlamaktadır.

Anlaşılan o ki; memurun, işçinin, köylünün, esnafın feryatları Sayın Başbakan’a ulaşmamaktadır.

Memurlara yapılan komik zamlar ortadadır. Açıklanan enflasyon rakamlarına göre zam alan memurlar, sadece benzine-mazota gelen zamların bile enflasyonu fırlatacağını ve yapılan zamların kendilerini iyice zor duruma soktuğunu görmektedirler.

Sayın Başbakan ise, işsiz insanlarımızı örnek göstererek kanâatkarlığın öneminden bahsetmektedir. Memurlara kanaatkâr olmayı öneren Sayın Başbakan, bu görevde iken ticaretle meşguliyetini ise aldığı maaşla geçinememekle izah etmektedir.

Huzurlarınızda soruyorum, Başbakanın geçim sıkıntısı çektiği bir memlekette hangi kalkınmadan, hangi düzelen ekonomiden bahsedilmektedir?

Oysa ki, Başbakanın işi geçinemediğini söyleyen vatandaşımızı işsizlikle tehdit etmek değildir. Başbakanın yapması gereken, insanlarımızın hayat seviyesini yükseltmek, işsize istihdam imkanı sağlamaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Bütün açıklığıyla görülmektedir ki, AKP Hükümeti döneminde en büyük sıkıntılara maruz kalan kesimlerden birisi de esnafımızdır. Hükümet esnafa dönük yeterli destek sağlayamamıştır. Binlerce esnaf, sigorta primi ve vergi borçlarını bile ödeyemeyecek duruma gelmiştir. Tabela vergisi fahiş boyutlara çıkartılarak esnaf iyice sıkıntıya sokulmuştur.

Yine, AKP hükümeti, sosyal yardım sistemini düzenleme ve yoksullukla mücadele yönünden de hiçbir gelişme kaydedememiştir.

Bu konuda yapılanlar, yerel seçimler öncesi kömür dağıtmak, kameraların önünde gıda poşetleriyle “fakir-fukara, garip-gureba ziyareti” adı altında vatandaşı rencide etmekten öteye geçememiştir.

Öte yandan, çiftçimizin durumu tek kelimeyle perişandır. 2002 yılında 280 bin lira olan buğdayın piyasa fiyatı bugün hala aynı düzeydedir.

2002 yılında 1 milyon 250 bin lira olan kuru üzümün fiyatı, 700 bin liraya, pamuğun fiyatı ise 800 bin liradan 600 bin liraya düşmüştür.

Şimdi Sayın Başbakan’a sormak lâzımdır: akaryakıta iki yıl içinde kaç kere zam yapılmıştır? Gübre ve tohum fiyatları, sulama ücretleri hangi oranlarda artmıştır?

2004 yılında çiftçinin eline geçen fiyatlar reel olarak yüzde 9 oranında gerilerken, mazot fiyatları yüzde 32 ve gübre fiyatları yüzde 40 artmıştır.

Tarımdaki uygulamalar çiftçilerimizi gübre ve ilaç alamaz, tarlasını ekemez, çarşıya pazara çıkamaz hale getirmiştir.

Bir çok ürünün üretim alanları sınırlandırılmış, bununla birlikte doğrudan gelir desteği ödemeleri de aksatılmıştır.

Başbakan ve bakanlar bir taraftan pembe tablolardan bahsederlerken; diğer yandan kendilerine gerçekleri gösterip hatırlatan çiftçilerimizin haklı şikayetlerine “gözünüzü toprak doyursun” diyerek kulak tıkamaktadır.

Buğdayda, patateste, pamukta, üzümde fiyatlar bu kadar düşerken, girdi maliyetlerinin bu kadar yükselmesi hangi insafa sığmaktadır?

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’de işsizlik her geçen gün hızla artarken, iş isteyen gençlere “ekmeğinizi taştan çıkarın” diye terslemek kolaydır.

Ancak unutulmamalıdır ki, Sorumluluk mevkiinde olanların vazifeleri sızlanmak ve işsizlere çıkışmak değil, onların sorunlarına çare bulmaktır.

Seçim meydanlarında aş ve iş sözü veren AKP’nin, kendisinden bu sözü tutmasını isteyen vatandaşlara karşı gösterdiği tahammülsüz tavır, onların demokrasiyi nasıl anladıklarını da özetlemektedir.

Yine seçim meydanlarında “yolsuzluğun kökünü kazıma” vaadinde bulunan AKP’nin, nasıl bir yolsuzluk ekonomisi oluşturduğu artık çıplak gözle görülmektedir.

Enerji sektöründe ortaya çıkan en son yolsuzluk skandalında, siyasetçi-işadamı-bürokrat olarak rol alan AKP’liler, Hükümetin nasıl organize bir yolsuzluk kalkışması içinde olduğunu göstermektedir.

AKP’nin bugüne kadarki icraatları hakkında gündeme gelen tüm yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları Milliyetçi Hareket Partisi tarafından yakından takip edilmektedir.

AKP’nin bu yolsuzluklarının hesabının sorulacağını ve geleceği düşünerek çıkardıkları koruyucu kanunların bile kendilerini kurtaramayacağını burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Bilinmelidir ki, yolsuzluğa bulaşanlardan, ülke ekonomisini yağma ve talan edenlerden, yetim hakkı yiyenlerden hesap sormak için gereken her şey Milliyetçi Hareket tarafından yapılacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Ekonomide “sat kurtul”, dış politikada da “ver kurtul” anlayışını benimseyen AKP, iktidar süresi içinde vaadlerini yerine getiremediği gibi, bundan sonra iktidarda kalacağı her gün de vatandaşlarımız için işkence ve zulüm olmaya devam etmektedir. Devletin ve milletin geleceğine dönük ipoteklerin ardı arkası kesilmemektedir.

Sorumsuz beyanlarla, gelişigüzel, ayaküstü açıklamalarla, güya pervasız ama esasta duyarsız ve tutarsız tavırlarla Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü gelenekleri olan ve büyük bir mirasın üzerinde kurulmuş bir devleti yönetmek mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmek için, her şeyden önce büyük bir devlet ciddiyeti ve millet şuuru lâzımdır. Ne var ki AKP kadroları; hazırlıksız ve birikimsiz oldukları kadar, bu niteliklerden de uzak görünmektedirler.

Siyasi ihtiraslarını, milli ve manevi her değerin önüne koymaktan çekinmeyen bu siyaset tüccarları, kendilerini bekleyen mukadder sona doğru hızla yol almaktadır.

Milli vicdanda mahkum olan AKP iktidarı er veya geç yapılacak olan ama her geçen gün yaklaşan genel seçimde Türk Milletine hesap verecektir. Türk Milleti önüne gelecek seçim sandığında AKP’nin teslimiyetçi kadrolarını tasfiye edecektir.

Artık Türk milletinin derdiyle dertlenen, onun onurunu ve mutluluğunu esas alan kadroların iktidar olmasının zamanı gelmiştir.

Türk milletini karnı tok, başı dik biçimde yaşatma çabası içinde birikimi ve projeleriyle varolan Milliyetçi Hareketin bu kötü gidişe müdahil olmaması mümkün değildir.

Türk milletini dünya milletleri içinde hak ettiği yere getirmek, Türk devletini lider ülke yapmak için Milliyetçi Hareket hazırdır.

Bu yüzden bu gidişattan rahatsız olanları, artık bir şeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünenleri, Türkiye’yi ve demokrasiyi gerçekten sevenleri, büyük Türk milletini, sizleri; kendisine hizmet için çileye, fedakârlığa, canla başla çalışmaya hazır olan, Milliyetçi Hareket’in kutlu kervanına omuz vermeye çağırıyorum.

Sizleri tarihimizde hiç de hatırlamak istemeyeceğimiz bir şekilde yer tutmaya aday bu kritik süreçte, ayağa kalkmaya, devletimize ve demokrasimize sahip olmaya, dirilip şahlanmaya çağırıyorum.

Sizleri sökmekte olan tek başına iktidarın şafağına doğru koşmaya çağırıyorum.

Sizleri tarihi şekillendirip, bu millete yaraşır biçimde yeniden yapmaya ve yazmaya çağırıyorum.

Bu duygu ve düşünceler içinde hepinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selâmlıyor, Yüce Allah’a emanet ediyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı