08.05.2004 - MYK Toplantısı Konuşma Metni (Kızılcahamam- Patalya Otel Tesisleri)
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısı Konuşma Metni
(Kızılcahamam- Patalya Otel Tesisleri)
8 Mayıs 2004

 

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Merkez Yönetim Kurulumuzun bugünkü toplantısı, ülkemizin içerde ve dışarıda ciddi sorunlar ve sıkıntılar yaşamakta olduğu bir dönemde yapılmaktadır.

Bu vesileyle hoş geldiniz diyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Aynı şekilde, geçtiğimiz Pazartesi günü idrak ettiğimiz ve temsil ettiği mana ve taşıdığı önem her geçen gün daha iyi anlaşılan 3 Mayıs Türkçüler Gününü bir kere daha kutlamak istiyorum.

İki gün sürecek toplantımız Türkiye'nin içinde bulunduğu ortam ve şartlar karşısında özel bir önem kazanmaktadır.

Burada yapacağımız çalışmalarda, uluslararası son gelişmelerin ve Türkiye'nin gündeminde yer alan konuların etraflı bir değerlendirmesini yapacağız. Bunun ışığında Milliyetçi Hareket'in Türkiye vizyonunun somut tedbir ve eylemlerle en geniş biçimde kamuoyumuzla paylaşılması için mevcut stratejimizi daha da geliştirme imkânları üzerinde duracağız. Ayrıca, gelişen şartlara göre bu stratejinin etkili uygulama esaslarını belirleyeceğiz.

Bu konulardaki değerli düşüncelerinizi ve katkılarınız beklediğimi ve buna büyük önem verdiğimi belirtmek isterim.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye'nin, AKP iktidarı yönetiminde geçen onsekiz ayı geride bırakılmıştır. Bu dönemde Aziz milletimiz acı tecrübeler yaşamıştır.

Yine bu dönem, Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendiren konularda tehlikeli gelişmelere sahne olmuştur. Burada, bu sıkıntılı ve talihsiz dönemin ayrıntılı bir muhasebesine girmeyeceğim.

AKP iktidarının icraatı ortadadır. Aziz milletimizin içinde bulunduğu durum, Türkiye'nin dış politikada getirildiği nokta da ortadadır.

Bütün bunlar Türk milletinin gözleri önünde yaşanmıştır. Aziz milletimiz, AKP iktidarı devrinde yaşananların hem şahidi hem de mağdurudur.

Bu bakımdan, bu toplantımızda AKP iktidarının icraatının toplu bir dökümünü yapmayacağım. Sadece, AKP'nin temsil ettiği zihniyete ve bunun Türkiye'yi karşı karşıya bırakacağı tehlikelere temas ederek, bu konudaki bazı genel tesbit ve değerlendirmeleri sizlerle paylaşacağım.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP, büyük iddialarla, hesapsız ve ölçüsüz vaatlerle ve siyasi ve ekonomik istikrar sömürüsüyle iktidara gelmiştir.

Bugün, onsekiz ayını tamamlayan AKP iktidarının icraatına ve temel yönelimlerine bakıldığında, sözleri ile fiilleri arasında büyük bir uçurum olduğu görülecektir.

Günü ve görüntüyü kurtarmayı amaçlayan bazı göstermelik uygulamalar dışında, her alanda rotası ve pusulası olmayan tutarsız politikalar izleyen AKP iktidarı, Türkiye'nin biriken sorunlarına çare üretememiştir. Daha da önemlisi, bu yönde ciddi ve inançlı bir çaba içine de girmemiştir.

Bu dönem içinde AKP'nin başlıca amacı ve hedefi sadece kendi gündemini hayata geçirmek ve bunun için her imkanı fırsatçı bir anlayışla istismar etmek olmuştur.

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz temel sorun, bu noktada başlamakta, bu noktada düğümlenmektedir.

AKP'nin temel amacının siyasi meşruiyet kazanmak olduğu artık bütün açıklığıyla ortadır. Siyasi kimlik arayışı ile siyasi meşruiyet arayışını birarada yürütmeye çalışan AKP, bütün enerjisini bu iki önceliğin gerçekleşmesi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Türkiye'nin sorunları, Türk milletinin ekonomik ve sosyal sıkıntıları AKP'nin derdi değildir, önceliği değildir.

AKP'nin siyasi meşruiyet kazanma arayışında yöneldiği adres ise Türkiye içinde değil, Türkiye'nin dışındadır. İktidar yetkisini Türk milletinden alan AKP, buna rağmen siyasi meşruiyetinin dayanağını milli iradede bulamamanın sıkıntısını ve sancısını yaşamaktadır.

Ortama ve şartlara göre sürekli değişen ve şekil alan siyasi kimliğini hala sağlam ilke ve idealler temelinde tanımlayamayan AKP, bu sürekli kimlik arayışında Avrupa Birliği potasında suni bir siyasi kimlik oluşturma çabası ve beklentisi içindedir.

AKP'nin Türkiye'deki siyasi meşruiyetinin dayanağı da aynı adresten ithal edilecektir.

Bu bakımdan Avrupa Birliği, aslında, AKP zihniyeti için bir Türkiye ideali olmaktan çok, siyasi kimlik ve siyasi meşruiyet kazanma vasıtası olarak görülmektedir.

Avrupa Birliği can simidi gibi sarılmasının temel nedeni de budur.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye'nin sorunlarına çözüm aramaya niyeti ve bunun için gerekli asgari birikimi olmayan AKP, bu şartlar altında AB ekseninde politikaları Türkiye için beka meselesi haline getirmeyi tek kurtuluş yolu olarak görmüştür. AKP'nin temsil ettiği anlayışın Türkiye için çare olamayacağı gerçeğini gizleyebilmek ümidiyle AB havariliği rolüne soyunmuştur.

Avrupa Birliği, bu nedenle AKP için bir varlık sebebi ve “siyasi kıble” haline gelmiş, üyelik müzakereleri için tarih alınması ümit edilen önümüzdeki Aralık ayı ise Türkiye için bir milat haline dönüştürülmüştür.

Son on sekiz aya bakıldığında, bu yıl sonunda AB'den şartlı da olsa tarih benzeri bir söz alabilmek uğruna, AKP'nin feda etmeyeceği hiçbir milli çıkar olmadığı görülmektedir.

Üyelik müzakerelerine başlanması için somut bir tarih ve takvim alınması, AB'nin bu konudaki iradesini açık biçimde ortaya koyması AKP için aslında temel hedef değildir.

Avrupa Birliği'nin AKP'nin Türk milletini ilerleme sağladık diye yanıltacağı ve bu amaçla kullanabileceği muğlak bir karar alması, ilerisi için şartlara bağlı bir tarih telaffuz etmesi bile AKP için yeterli olacaktır.

Zira, AKP çok iyi bilmektedir ki, 2004 Aralık ayı AKP'nin siyasi kaderini belirleyecek bir vade olacaktır. Türk milletini hayal tacirliğiyle aldatmayı sürdürmek için siyasi sermayesi kalmadığı gün, AKP'yi kaçınılmaz bir siyasi hesaplaşma beklemektedir.

İşte o gün geldiğinde, AKP'nin çözülme ve tasfiye süreci başlayacaktır. AKP hükümeti bunun farkındadır.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi'nin Avrupa Birliği konusundaki tutumu ve politikası açıktır. Bütün yönleriyle tutarlı ve sağlam bir temele dayanan bu anlayışımız bugün de değişmemiştir.

57. Hükümet zamanından bugüne kadar bu konuda yaşanan gelişmeler, Milliyetçi Hareketin Türkiye'nin onurlu üyeliğini öngören bu ilkeli siyasetinin ne kadar doğru olduğunu teyid etmiştir. Bu konuda yaptığımız sürekli uyarıların haklılığı, bugüne kadar yaşanan hayal kırıklıklarıyla sabit olmuştur.

AB konusunda bugün içinde bulunulan duruma bakıldığında karşımıza şu tablo çıkmaktadır: Avrupa Birliği Türkiye için adeta bir var olma sorunudur. Türk Milleti'nin kaderi buna bağlıdır. Bunun için ne pahasına olursa olsun, Türkiye'den karşılık için ne istenirse istensin, AB yörüngesinde kalabilmek için herşey yapılmalıdır. Türkiye'nin milli birliği ve bütünlüğü artık önemli değildir. Türkiye'nin bugüne kadar milli dava ve milli çıkar olarak gördüğü her şey, artık millilik vasfını kaybetmiştir.

Aziz milletimiz, böyle bir sakat anlayışın savunucuları tarafından çok yoğun bir propaganda baskısı altına alınmıştır.

Türk toplumu, iktidarıyla, basınıyla ve sivil toplum kuruluşlarıyla, böyle bir teslimiyet psikolojisine sokulmuştur.

Sadece AB ümidinin korunması için Kıbrıs gibi milli bir davanın sonu tehlikelerle dolu bir sürece terkedilmesi bile neredeyse bir zafer olarak kutlanmıştır.

Türkiye'nin böyle bir eziklik ve kayıtsız şartsız teslimiyet içinde olduğunu gören AB'nin, bunun karşılığında ne yaptığına bakıldığında ise karşımıza daha hazin bir tablo çıkmaktadır.

Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye'nin üyelik süreci için siyasi bir ön şart olduğunu bugüne kadar söyleyen AB, 24 Nisan referandumunda Kıbrıs Türklerinin evet ve Rumların hayır demesi üzerine, şimdi de gelinen noktanın Türkiye'nin AB üyeliğinde olumlu bir katkı sağlamayacağını söylemeye başlamıştır.

Bu tutumun asgari samimiyet ve dürüstlük ölçüleriyle izahı mümkün müdür ?

“Kazan-kazan” gibi siyasi sloganlarıyla yola çıkan ve hep bir adım önde olmak uğruna Kıbrıs Türklüğü'nün geleceğini büyük tehlikelere atmaktan çekinmeyen AKP zihniyeti, şimdi bütün bu yaptıklarının yine de yetmediği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. AKP'nin Kıbrıs Türklüğü üzerinde kumar oynaması da yetmemiş, kazanan yine Rum tarafı olmuştur.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Başbakan'ın son 50 yılın en büyük siyasi zaferi, en büyük diplomasi başarısı olarak tanımladığı bu macera yolculuğunun vardığı son durak işte bu olmuştur.

24 Nisan referandumu sonrası Türkiye'de yaratılan sahte zafer havasının aslında bir aldatmaca olduğu çok geçmeden Aziz Milletimizce de anlaşılmıştır.

Kıbrıs Türkleri'nin evet demesi için büyük bir cömertlik göstererek akla gelen her vaatle bulunan AB, şimdi gerçek hüviyetini göstermiştir.

AKP iktidarını bu büyük başarısından dolayı alkışlayan Batılı ülkeler, Kıbrıs Türklerine haksız şekilde uygulanan kısıtlamalara ve siyasi ve ekonomik alandaki tecrid politikalarına son verileceğini söyleyen AB ülkeleri, şimdi hiçbir şey olmamışcasına, tam bir pişkinlik sergilemektedirler.

Avrupa Konseyi'nde Kıbrıs Türk parlamenterlerinin çalışmalara oy hakkı olmaksızın katılmaları bile kabul görmemiştir. AB ülkeleri temsilcilerinin büyük çoğunluğu bu konunun görüşülmesi sırasında salona girmemişler, katılanlar ise aleyhte oy vermişlerdir.

Bu konuda Azeri parlamenterlerinin oylamaya gelip gelmemesinden çok daha önemli olan, Kıbrıs Türklerine söz veren batılı ülke milletvekillerinin bu masum talebe bile karşı çıkmış olmalarıdır.

AB ülkelerinin milletvekilleri Kıbrıs Türklerine bu haksızlığı yaparken, AB'nin siyasi temsilcileri ve üye ülke hükümetleri de bu yarışta geri kalmamışlardır.

AKP iktidarının son ümit olarak sarıldığı Kıbrıs konusundaki AB Yönetmeliği de, bu yöndeki beklentileri boşa çıkarmıştır.

29 Nisan günü Bakanlar tarafından onaylanarak siyasi düzeyde kabul edilen yönetmelik Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk tarafının hiçbir beklentisini karşılamamaktadır.

Yönetmelikte, Rumların Kıbrıs Türklerini ve KKTC topraklarını da temsil edecek şekilde AB üyesi olduğu tescil edilmiştir.

Kıbrıs Rum yönetiminin Kuzey Kıbrıs üzerinde de egemen olduğu vurgulanmıştır.

KKTC'ye doğrudan seyahat yapılması, KKTC limanları ve havaalanlarına doğrudan gemi ve uçak seferi başlatılması kabul edilmemiştir. Bu konulardaki engellerin aynen sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

Kuzey'den Güney'e sınırlı mal ve hizmet akışı ise, Rum tarafının iznine ve kontrolüne bırakılmıştır.

Bunların yanı sıra, AKP sözcüleri ve basının bir kısmınca kamuoyuna yansıtıldığının aksine, Yönetmelikte AB'nin Kuzey'de bir büro açacağına dair herhangi bir düzenleme de yer almamıştır. Bu konuda kesin ve nihai bir karar bulunmamaktadır. Bu gerçek bile saptırılmak istenmiştir.

Sonuç olarak, AB Yönetmeliği KKTC'yi her konuda Rum otoritesine tabi kılmış, Kıbrıs Türkleri'nin AB ülkeleriyle doğrudan ticaret yapmasına ve deniz-hava ulaşımı başlatmasına kapıyı kapatmıştır.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Avrupa Birliği cephesinde yaşananlar bunlardır. Buna bakıldığında, Kıbrıs Türkleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılacağı konusunda sürekli olumlu işaretler ve mesajlar aldığını söyleyen AKP hükümetinin, bu mesajları gaipten mi aldığı sorusu ister istemez akla gelmektedir.

Bu noktada bir hususu daha özellikle dikkatinize getirmek istiyorum. Sayın Başbakan, bütün bu gelişmelerden sonra, Kıbrıs Rumları'nın AB üyesi olmasını kutlamak için 1 Mayıs günü İrlanda'da yapılan törenlere katılmayı yine de uygun görmüştür.

27 Nisan günü yaptığımız basın toplantısında, Kıbrıs'lı kardeşlerimize olan destek ve dayanışmamızı göstermek için Sayın Başbakan'ın 1 Mayıs günü KKTC'ye gitmesini önermiş ve bunun aynı zamanda Avrupa Birliğine de anlamlı bir mesaj olacağını en samimi duygularla dile getirmiştik.

Ancak Sayın Başbakan farklı bir tercih yapmış ve KKTC'ye destek vermek yerine Kıbrıs Rum bayrağının göndere çekilmesi törenine katılmıştır.

Burada üzerinde durmak istediğimiz, aslında bu yanlış tercih değildir.

Sayın Başbakan, İrlanda'ya gitmeden önce, havaalanında ayak üstü yaptığı bazı açıklamalarla Rumlar'ın Türkiye tarafından tanınması konusunu gündeme getirmiş ve bu konuda gereksiz bir tartışma başlatmıştır.

Sayın Başbakan'ın bu konudaki sözlerini ve yanında oturan Dışişleri Bakanı'nın huzursuz tebessümünü herkes büyük bir şaşkınlıkla izlemiştir.

Sayın Başbakan, Türkiye'nin Rum yönetimini Kıbrıs'ın bütününü temsil eden meşru hükümet olarak tanıyacağı anlamına gelen beyanlarda bulunmuştur.

Bu sözler eğer bir bilgisizlik sonucu söylenmediyse, bundan çıkacak doğal sonuç AKP hükümetinin Kıbrıs Rumlarını Kıbrıs'ın yegane meşru hükümeti olarak tanıma hazırlığı içinde olduğudur.

Sayın Başbakan'ın bu sözleri ne anlama geleceğini bilmeden söylemiş olmasını temenni ederim. Çok önemli meşguliyetleri olan Sayın Başbakan'ın, Rumlar'ın tanınması gibi çok ciddi hukuki ve siyasi sonuçları olacak bir konunun inceliklerini bilmiyor olması mazur görülebilecektir.

Burada yine de bir risk bulunmaktadır. Türk milleti Sayın Başbakan'ın laf olsun diye ayak üstü hesapsız sözler söylemesine alışmıştır. Ancak, AB siyasetçilerinin Sayın Başbakanı ciddiye alması gibi bir tehlike mevcuttur.

Bu bakımdan, Sayın Başbakanı Rumların eline istismar imkanı verecek hareket ve beyanlarda bulunmaması konusunda uyarmak istiyorum. Devlet ciddiyeti ve devlet sorumluluğunun bilinciyle hareket etmek, herkesten önce Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın vazgeçemeyeceği ve ihmal edemeyeceği bir görevdir.

Bu konuda biz yanılıyorsak ve Sayın Başbakan bunu bilerek, bilinçli olarak söylediyse, o zaman bunun anlamı AKP iktidarının yeni ve çok daha tehlikeli bir gaflet hazırlığı içinde olduğudur.

AKP hükümeti dış politikayı tüccar anlayışıyla yürüterek sonuç alabileceğini düşünüyorsa, en azından bu konuda bu yöntemin geçerli olmadığını çok kısa zamanda idrak edecektir.

Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti'nin meşru temsilcisi olarak Türkiye tarafından tanınması, KKTC'nin gayri meşru bir devlet olduğu ve Rumların Kıbrıs Türkleri'nin de hükümeti olduğu anlamına gelecektir. Böyle bir hareketin hukuki ve siyasi sonucu bu olacaktır.

Bu durumda Kıbrıs sorunu kendiliğinden çözümlenecektir. Rumların “korsan devlet” dediği KKTC, Türkiye'nin bu tasarrufuyla ortadan kalkacak ve Lefkoşa'nın Türk tarafındaki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği Rum tarafına taşınacaktır. Kıbrıs Türkleri de sadece bir azınlık toplumu olarak Kıbrıs Rumlarının devletine yamanacak ve bu yolla Kıbrıs'ın birleşmiş olarak AB üyeliği süreci sonuçlanmış olacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP hükümetinin Avrupa Birliği ile ilişkilerde mahkumiyet anlayışıyla hareket etmesi Türkiye'yi bu noktaya getirmiştir. Bundan cesaret alan AB'nin Türkiye'den istekleri, talepleri ve dayatmalarının ardı arkası gelmemektedir.

Önümüzdeki kısa vadeli dönemin daha da sıkıntılı geçeceğinin işaretleri ortadadır. Özellikle, önümüzdeki Aralık ayına kadarki dönemde Avrupa Birliği'nin AKP'nin bu zaafından azami ölçüde yararlanma çalışması beklenmelidir.

Eski DEP milletvekillerinin yargılaması sürecinde yaşananlar hatırlatacaktır. AB'nin dayatmasıyla terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan mahkum olan bu şahısların yeniden yargılanması süreci başlatılmıştır. Sonuçta mahkeme eski kararında ısrar etmiştir.

DEP'lilerin yargı sürecinde, her duruşma öncesi Avrupa Parlamento'sundan gelen gözlemciler tarafından mahkeme önü bir panayıra çevrilmiştir.

Mahkeme kararından sonra da AB sorumluları, bağımsız Türk yargısının kararına karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye'ye hakaret etmek cüretini göstermişlerdir.

Kimdi mahkum olan bu DEP'liler?

Bunlardan birisi, Türkiye'nin milli bütünlüğünü hedef alan bölücü terörün maşası olan ve şimdi de aynı çevreler tarafından sözde sembol haline getirilmeye çalışılan çok tehlikeli ve sakat bir zihniyetin temsilcisidir.

Bu şahıs bundan kısa bir süre önce Avrupa Birliği'ne hapishaneden mektupla başvurarak kanlı terör örgütü PKK'nın yeni ismiyle terör listesine alınmaması için ricacı olmuştur.

Bu durumda, Avrupa Birliği'nin bu tıynetteki insanlarla neden ilgilendiği üzerinde hassasiyetle durmak lazımdır.

Ancak, AKP iktidarı Türkiye'ye karşı yapılan bu hakaretler karşısında da sessiz kalmıştır. Şimdi de bunları erken tahliye için kanun değişikliği hazırlığı içindedir.

Avrupa Birliği'nin şantaj ve dayatmalarına bir kere daha boyun eğecek olan AKP hükümeti, bu yaklaşımını hiç sıkılmadan, Türk halkının demokratikleşme ihtiyacı gerekçesiyle haklı göstermeye çalışmaktadır. Ankara kriterleri safsatası bu telaşın bir ifadesidir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Son dönemde, Türk Hükümeti ve Parlamentosu Avrupa Birliği'nin taleplerinin çetelesini tutarak, bunların nasıl hayata geçirileceğinin yollarını arayan hizmet birimleri haline gelmiştir.

AKP'nin uyum paketi adı altında Meclis'ten geçirdiği değişiklikler, Avrupa Birliği'ne hizmet çabalarının son örneği olmuştur.

Ancak, bunlar da AB'yi tatmin etmeye yetmeyecek, AKP iktidarının bu hizmet aşkı burada da noktalanmayacaktır.

Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkında karar vereceği Aralık 2004'e giden süreçte, AKP iktidarı yeni dayatmaları da karşılamak için hizmet yarışı içinde olmayı maalesef sürdürecektir.

Bu konuyla ilgili olarak, Kıbrıs tartışmaları nedeniyle gözden kaçan iki hususu kısaca hatırlatmak isterim.

Avrupa Parlamentosu, geçtiğimiz Mart ayında Türkiye hakkında bir rapor hazırlamış ve bunu onaylamıştır. Bu raporda, Türkiye'ye yöneltilen ve artık klasik hale gelen eleştirilerin yanı sıra, yeni bir talep ilk defa bu açıklıkla dile getirilmiştir.

Bu talep, Türkiye'nin mevcut Anayasasını bütünüyle değiştirip Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir Anayasa hazırlamasıdır.

Yeni Anayasa'nın nasıl hazırlanacağı da bu raporda gösterilmiştir. Avrupa Parlamentosu, yeni Anayasa'nın Türk vatandaşlarının ve azınlıkların bireysel haklarıyla kolektif haklarını dengeleyen bir yapıda olmasını talep etmiştir.

Azınlıkların kolektif haklarının ne anlama geldiği, bunun Türkiye'nin milli bütünlüğünü ve üniter devlet yapısını tahrip etmek sonucunu vereceği açıkça ortadadır.

Şimdi, AKP iktidarının Avrupa Birliği'nin bu siparişinin gereğini nasıl yerine getireceğini hep birlikte göreceğiz.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Son dönemde giderek ön plâna çıkarılan ikinci talep ise, Türkiye'deki etnik azınlıkların yanı sıra, dini azınlıkların haklarının da tam olarak korunması talebidir.

Fransa Cumhurbaşkanı da son basın toplantısında bu konuya özel olarak temas etmiş ve Türkiye'de dini azınlıkların haklarının korunmadığını söylemiştir.

Bundan ne kast edildiği Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki raporlarından görülecektir. Avrupa Birliği dini azınlıktan bahsederken, bu kavrama başka dinlere mensup Türk vatandaşlarının ötesinde başka bir anlam yüklenmektedir.

Bu çerçevede, Türkiye'de bir Müslüman azınlık kategorisi yaratılmak istenmektedir. Türkiye'de etnik temelde milli azınlık olgusunu AKP iktidarına kabul ettiren AB, şimdi de mezhep temelinde yeni bir azınlık kavramı geliştirmek hevesindedir.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye, son altı aydır Kıbrıs konusuna kilitlenmiştir. Bu nedenle komşumuz Irak'ta cereyan eden gelişmeler kamuoyumuzca yeterli derecede anlaşılamamış ve izlenememiştir. Burada belirtmek isterim ki, basınımızın önemli bir bölümü de bu konuda görevini tam olarak yerine getirememiştir.

Bu vesileyle Irak'ta yaşanan son gelişmelere kısaca temas etmek istiyorum.

AKP Hükümeti Irak konusunda tam bir hareketsizlik içine girmiştir. Gelişmeleri etkilemek ve yönlendirmek bir yana, olayların hangi istikamette gelişebileceğini dahi öngörememiştir.

Irak'ın müstakbel siyasi yapısı artık büyük ölçüde şekillenmiştir. Son olarak kabul edilen Irak Geçici İdari Yasası'nda, yönetimin sivillere devrinden sonra hazırlanacak yeni anayasanın dayanacağı temel ilkeler belirlenmiştir.

Bu yasa ile Irak'ta etnik temele dayalı gevşek bir federasyon kurulması kararlaştırılmıştır. Üç bölgeden oluşacak federasyonun coğrafi taksimatı ise, etnik dağılım göz önünde bulundurularak yapılmıştır.

Burada, Kürt Federe Bölgesi'nin sınırları Irak'lı Türkmen kardeşlerimizi de içine alacak şekilde çizilmiştir.

Yapılan bu düzenlemeyle ilerde bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının siyasi ve hukuki alt yapısı tamamlanmış olmaktadır.

Buna karşılık Türkmen kardeşlerimiz Irak'ın müstakbel siyasi yapısından dışlanmış ve marjinal bir azınlık toplumu konumuna getirilmiştir.

Kürtçe, Arapça ile birlikte Irak'ın resmi dili olarak kabul edilirken, Türkmence 1 veya 2 bin kadar Ermeni'nin konuştuğu Ermenice ile eşdeğer tutulmuş ve mahalli lehçe seviyesine indirgenmiştir.

AKP Hükümeti bütün bu gelişmeler karşısında sessiz ve ilgisiz kalmıştır. Irak'ın bütününü kucaklıyoruz şeklinde bir siyasi söylem benimseyen AKP iktidarı, böylece Kürtlere cesaret vermiş, buna karşılık Türkmenler'in dışlanmasına ve ezilmesine yeşil ışık yakmıştır. AKP Hükümeti Türkmen kardeşlerimizi kaderlerine terk etmiştir.

Öte yandan Irak'ta yuvalanan bölücü terör unsurları faaliyetlerini serbestçe sürdürmektedir. ABD güçleri bunlara karşı hiçbir tedbir almamıştır. AKP Hükümeti bunu da içine sindirebilmiştir. Üstelik ABD'nin ve AB'nin talebi üzerine “Ev'e Dönüş Yasası” adı altında çıkardığı kanunla, Türkiye'de hapishanelerdeki PKK teröristlerinin çok büyük bir bölümünün serbest bırakılmasını sağlamıştır. Bu düzenleme, fiiliyatta, PKK teröristleri için siyasi genel af sonucunu vermiştir.

Bu vesileyle, koalisyon güçlerince Iraklılar'a karşı yapılan insanlık dışı muamelelere de kısaca değinmek istiyorum. ABD ve İngiliz işgal kuvvetlerinin bu utanç verici davranışları, bu ülkelerin savunduğu demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerlerle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bunlar aynı zamanda uluslararası hukukunda açık bir ihlalidir. Bu insanlık dışı davranışları şiddetle kınadığımızı ve telin ettiğimizi belirtmek isterim.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Görüleceği üzere, AKP yönetiminde Türk dış politikasında tam çöküntü yaşanmaktadır. Irak'taki gelişmeler Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve milli çıkarlarını tehdit edecek bir mecraya sürüklenilmekte olduğunu göstermektedir.

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin hastalıklı yapısı da giderek daha marazi hale gelmektedir.

Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye karşı dayatma siyaseti maalesef çok vahim boyutlara ulaşmıştır. AKP Hükümeti'nin ezik duruşu, bu konuda AB'nin en büyük güç ve cesaret kaynağı olmuştur.

AKP iktidarı, Türkiye'nin bütün değerlerini Avrupa Birliği ile pazarlık konusu yapacak bu gaflet yolunda pervasızca yürümektedir.

Bu çıkmaz yolun sonu artık yaklaşmıştır. Önümüzdeki Aralık ayı, bu anlamda, AKP zihniyetiyle siyasi bir hesaplaşmanın, bu tehlikeli zihniyeti tasfiye sürecinin başlangıcı olacaktır.

Türkiye'nin milli birliğinin ve bütünlüğünün teminatı olan Milliyetçi Hareket, bu hesaplaşmaya şimdiden her yönüyle hazır olmalıdır.

Milliyetçi Hareket Türkiye'nin yegane ümit kaynağıdır. Aziz Milletimizin yegane kurtuluş adresidir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Son olarak aniden Türkiye'nin gündemine taşınan bir konuya kısaca değinmek istiyorum.

Hepinizin de bildiği gibi bu konu YÖK yasa tasarısı üzerine sürdürülen tartışmalardır. Türk milli eğitim sisteminde pek çok sorunlar olduğu bir gerçektir. Hemen her dönemde de bu konular pek çok boyutuyla ele alınmıştır. Ancak, önemli olan bu sorunların Türk Devleti'nin kuruluş felsefesi, Türk milletinin değerleri, ihtiyaçları ve gelecek perspektifi gözetilerek çözümlenmesidir.

Sorunları adeta çözümsüzlüğe mahkûm etmek ve sadece belli konular üzerine yoğunlaşarak gerginlik arayışlarında olmak ne ülke için ne de siyaset kurumu için hayırlı neticeler vermez.

Hükümet, kısa vadede bu tür gündem tayinleriyle belki gerçek sıkıntıları ve başarısızlıklarını bir süre perdeleme imkanı yakalayacaktır ama, bilinmelidir ki, toplum er veya geç her şeyi bütün açıklığı ve çarpıcılığıyla görecektir.

Türkiye'nin ihtiyaçları olan üniversite reformunu yapma yeteneği olmayan Hükümet, iktidarını dışa bağımlı, teslimiyetçi bir anlayışla sürdürmek için kamuoyunu gerilime dayalı stratejilerle meşgul etmektedir.

Bu durumun açıklaması şudur, dün Kıbrıs'ta yaptıklarını şu anda Ege'de yapmaya hazırlanmaktadırlar. Ayrıca, ekonomik sorunların giderek tehlikeli bir boyut kazandığı böyle bir ortamda iktidarın gerçek niyetini anlamak çok da zor değildir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Merkez Yönetim Kurulumuzu bugün bekleyen görev, Türkiye'nin önündeki bu sıkıntılı dönemde Türkiye sevdalılarının başlatacağı milli seferberliğin stratejisini belirlemek olacaktır.

En ümitsiz şartlarda bile Türkiye heyecanını kaybetmeyen Milliyetçi Hareket, bu büyük görev ve sorumluluğun gereklerini de layıkıyla yerine getirecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bu düşüncelerle, çalışmalarımızın verimli sonuçlar vereceğine olan sarsılmaz inancımı bir kere daha belirterek toplantımıza katılan değerli basın mensuplarına teşekkürlerimi sunuyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı