10.02.2012 - Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin "Gündemdeki MİT-KCK İlişkileri Hakkında ileri sürülen İddialar" hakkında yaptıkları yazılı basın açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
"Gündemdeki MİT-KCK İlişkileri Hakkında ileri sürülen İddialar"
hakkında yaptıkları yazılı basın açıklaması.
10 Şubat 2012

 

Ülkemiz, istikrarsızlık, itibarsızlık ve insicamsızlıktan beslenen siyaset ve yönetim algısının izdüşümünde; kökleşen açmazların ve anormalliklerin ileri düzeyde baskısı ve tesiri altına girmiştir.

AKP hükümeti, millet ve devlet hayatını çöküşün sınırına kadar getirmiş, bozgunculuğun ve boğuşmanın yegâne adresi olmuştur.

İktidarın etki ve yönlendirmesiyle, bunalım hali toplumsal yapının her düzeyine sinmiş, kurumlar arası diyalog ve uzlaşma, yerini düşmanca tutum ve mücadelelere bırakmıştır.

AKP dokunduğu, ele aldığı ve hedef olarak tayin ettiği her şeyi kanatmış, kirletmiş ve koparmıştır.

Bugünkü şartlar altında, hükümet kaynaklı sorun ve büyüyen anlaşmazlıklar aziz milletimizin geleceğini tehdit eder bir konum ve içeriğe bürünmüştür.

Maalesef Türkiye karanlık, karmakarışık ve kasvetli hadiselerin göbeğinde can çekişmektedir.

İktidara destek ve omuz veren grup, oluşum ve tarafların, birbirine düşerek alanlarını genişletmek, aldıkları payları artırmak istemeleri çekişme ve sürtüşmelere meydan vermekte, oluşan kargaşa ortamı önü alınamaz şaibeli ilişkilerin deşifre olmasına vesile olmaktadır.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin varlığında söz sahibi olan bazı çevrelerin, dokuz yıllık iktidar yıllarında gücün zirvesine tırmandıkları ve bundan sonra, haricindekilerle vuruşarak kendi siyasal alanlarını inşa etme yoluna girecekleri görülmektedir.

Devlet içinde, AKP’nin neden olduğu iktidar ve alan hâkimiyeti kavgasının vahim boyutlara ulaştığı her açıdan belli ve ortadadır.

Türk milletinin iradesinin dışlandığı, devlet kurumlarının pusuda bekleyen niyeti ve hedefi son derece kuşkulu kesimlere peşkeş çekildiği izlenimi ve görüntüsü gittikçe kuvvetlenmekte ve her şey ayan beyan ortaya çıkmaktadır.

Hukuktaki aşırı yozlaşma, siyasetteki ahlaki aşınma, sürekli tahkim edilen toplumsal kutuplaşma ve irtifa kaybeden birlikte yaşama duygusu hep bu sürecin bir parçası olarak karşımızdadır.

Bu kapsamda AKP’nin siyasi sorumluluk üstlendiği Türkiye, ağır ve vahim yeni bir iddiayla çalkalanmakta ve sarsılmaktadır.

İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından, KCK’yla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, bu kurumdan emekli olmuş eski bir müsteşar ve yardımcısının da aralarında yer aldığı toplam beş kişinin, şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmaları tüm dikkatlerin sıklet merkezi olmuştur.

Bu hukuki takibatın başlamasına neden olan hadise ise son derece ilginç ve düşündürücüdür.

PKK uzantısı bölücülerin, sözde silahı bırakarak kentlerde siyasal yapılanmaya yönelmesi ve paralel devlet oluşturmak için kolları sıvaması nedeniyle açılan KCK davasına, bahsi geçen MİT görevlilerinin de dahil edildiği görülmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla, iddia makamı, davanın seyri içinde KCK denen bölücü örgüt yapılanmasının teşekkülünde, eylemlerinde ve işleyişinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ve mensuplarının parmağı olduğuna dair kuşkuları netleştirmek ve gerçekleri ortaya çıkarmak için harekete geçmiştir.

Söz konusu kamu görevlilerinin ifade vermeye davet edilmeleri hukuki eksende yeni bir tartışmanın ve münakaşanın gerekçesini teşkil etmiştir.

Bu görevlilerin, soruşturma kapsamına alınabilmeleri için idari izin gerektiği hususunu ileri sürerek Özel Yetkili Savcılığın çağrısına icabet etmemeleri adalet kurumundaki şayiaları daha da güncellemiştir.

Ancak görevi başındaki MİT Müsteşarı’nın dışındakilerle ilgili yakalama kararı verilmesi ise olayın seyrini kritik bir aşamaya taşımıştır.

Hukuk devletinin icapları doğrultusunda, işleyen bir soruşturma safahatinde, ilgililerin mahkemenin çağrısını dikkate alması ve gereğini yerine getirmesi en başta adaletin ruhuna saygının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Bu itibarla, mahkeme nezdinde ifade vermekten kaçınmak, hukuki kılıf bulma arayışına tevessül etmek doğru ve makul bir yol olmayacaktır.

İlave olarak, muvazzaf ya da emekli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ve üstelik Genel Kurmay Başkanlığı görevini üstlenmiş kişilerin sorguya alınmasında, hiçbir incelik ve titizlik göstermeyen AKP zihniyetinin, konunun ucu kendisine dayanınca birden bire önceki beyanlarıyla çelişkiye düşmesi de çok dikkat çekici olmuştur.

Diğer taraftan, gelişmelerin aldığı son şekil ile 2009 yılından itibaren adına açılım denen yıkım sürecinin rotası, yol haritası ve maksadı daha iyi görülmüş ve berraklaşmıştır.

Habur rezaletinin, İmralı ile müzakere çabalarının, Kandil’e sırnaşmanın, peşmergeye yanaşmanın, KCK operasyonlarının ve Oslo görüşmelerinin birbirleriyle yakından bağ ve bağlantısı olduğu, bölücülük bulmacasındaki boş kısımların böylelikle dolduğu anlaşılmaktadır.

AKP hükümetinin yıllardır nasıl bir ihanet projesi uygulamak istediği yeniden görülmüş ve acı da olsa bir kez daha tescil edilmiştir.

Bilhassa KCK operasyonlarıyla ele geçirilen bazı belge ve bilgilerden, bu kapsamda sürdürülen soruşturmada yapılan itiraflardan AKP’nin Türkiye’yi nereye sürüklediği daha da açıklık kazanmıştır.

KCK davasında gözaltına alınan bazı kişilerin, kendilerini MİT görevlisi olarak tanıtmaları ve bu doğrultuda verdikleri ifadeler konunun seyrini ve boyutunu doğal olarak bütünüyle değiştirmiştir.

Ortaya çıkan bilgi ve bulgulardan, KCK’nın önemli noktalarına hükümetin teşviki ve talimatıyla, kontrollü bir sızma ve intikal faaliyeti yürütüldüğü anlaşılmıştır.

Medyaya yansıyan haberlerden, PKK’nın şehir örgütü olan bu yasadışı bölücü yapılanmanın, Başbakan Erdoğan’ın izni ve onayı ile yıkıma memur edilen görevlilerce kurgulandığı belirlenmiştir.

Bu nedenle KCK oluşumunun, bizzat MİT’in gözetimi, yönlendirmesi ve dolaylı himayesi ile faaliyetini yürüttüğüne dair iddialar üzeri örtülmeyecek kadar alenileşmiştir.

Başbakan ve hükümeti bu çarpıklıktan ve her tarafa çekilebilecek çürümüşlükten birinci derecede sorumludur ve bundan sonra devleti suçlamaya yeltenmeleri ve yönelmeleri kendilerini asla aklayamayacaktır.

Nihayetinde bölücü terör ve İmralı canisiyle yapılan temas ve pazarlıkların emri bizzat Başbakan Erdoğan tarafından verildiği değişik ortamlardaki ifadelerle kesinlik kazanmıştır.

Bununla birlikte, bu yeni durum Başbakan Erdoğan’ın İmralı Canisi ile yalnızca görüşmekle kalmayıp yıllardır milletimize kan kusturan örgütün faaliyetlerini bildiği, izlediği ve hatta desteklediği anlamını doğurmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın, devlet tarafından yıllardır aranan, interpol tarafından haklarında kırmızı bülten çıkartılan, defalarca teslim edilmesi için Irak’a ve ABD’ye verilen listelerde adları en yukarıda olan PKK elebaşları ile yabancı başkentlerde kurdurduğu temaslar zaten bilinmektedir.

Nitekim İmralı canisine özgürlük, Kürdistan’ın kurulmasına onay, anayasal çözümler konusunda ittifak sağlanması ve sözde barış konseyi gibi alçaklıklar AKP tarafından projelendirilip bölücü mihraklara ikram edilmiş, vatanın parçalanması, milletin bölünmesi hükümet eliyle yürütülmüştür.

Bu son gelişme ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin yıkım projesi olduğunu yıllardır ısrarla vurguladığı açılım denen sürecin nasıl bir ihanet kuşatması olduğu bir kez daha görülmüştür.

AKP, PKK, KCK ve İmralı arasındaki irtibat ve ilişki ağları artık inkâr edilemeyecek kadar vuzuha ermiştir.

Ortaya çıkan gelişmeler, KCK’nın kuruluşunda, sevk ve idaresinde AKP’nin yadsınamayacak kadar payının ve müdahalesinin bulunduğuna işaret etmektedir.

Şayet işleyen yargı süreciyle bu durum somutlaşırsa, Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarını Yüce Divan’a gitmekten kimse kurtaramayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi konunun önem ve aciliyetine binaen, şu soruların cevaplarını muhataplarından beklemektedir:

1-  KCK’nın kuruluşunda, eylemlerinin planlanmasında AKP’nin müdahalesi ve katkısı olmuş mudur?

2- Hapisten çıkan bölücü militanların ve hatta dağdaki eşkıyanın, siyasete taşınabilmesi ve meşrulaşması amacıyla KCK’nın önü bizzat hükümet tarafından mı açılmıştır? Bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine bile bile göz mü yumulmuştur?

3- Başbakan Erdoğan KCK’nın kuruluşundan başından beri haberdar mıdır? PKK’yı devlet kurdu iftiraları, KCK’nın AKP güdümünde olduğunu gizleme ve bu konudaki delilleri yok etme kurnazlığı mıdır?

4- Sözde Kürdistan’ın kurulması başta olmak üzere, İmralı mahkûmunun serbest bırakılması, anayasal çözümler konusunda teminatlar sunulması ve PKK’nın dağ kadrosunun polis gücü olarak kullanılması konularında bir mutabakat sağlanmış mıdır?

5- Milli İstihbarat Teşkilatı, kanlı saldırıların zamanlamasını ve yapılış şeklini önceden öğrenmesine rağmen, bununla ilgili önleyici tedbirleri almış mıdır ve lazım gelen uyarıları yapmış mıdır?

Partimiz, KCK soruşturması dâhilinde, ortaya çıkan her gelişmeyi ve süreci Türk milleti adına yakından takip edecektir.

Bölücülüğe prim veren, teröristle pazarlık yapan siyasal kadrolardan da mutlaka hesap soracaktır.

Ancak, meselenin içimizi dağlayan bir başka tarafı ise, üzerinde canilerle pazarlık konusu yapılan bölücü terör örgütü mağduru binlerce vatandaşımızın ve Mehmetçiklerimizin kanlarının dökülmeye devam etmesidir.

Gelişmelerden çıkardığımız sonuç; Başbakan ile İmralı canisi arasında şehitlerin kanı ve milletimizin bölünmesi konularında sürdürülen pazarlıkların henüz amacına ulaşamamış olduğudur.

Zira ortaya çıkan alçalmanın ve alçaklıkla bezenmiş ilişki ağlarının başka izahı olmayacaktır.

Bilinmelidir ki, Türk milletinin hıyanet kuşatması altına alınmasının ve mukadderatına el uzatılmasının vebali iki cihanda da hükümetin üzerinde bulunacaktır.