12.04.2003 - Avrupa Türk Federasyonu Kurultayında Yaptığı Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Avrupa Türk Federasyonu Kurultayında Yaptığı Konuşma
12 Nisan 2003

Avrupa Türklüğü’nün Kıymetli Temsilcileri,

Aziz Misafirler,

Avrupa Türk Federasyonu’nun Değerli Yöneticileri,

Gözbebeğimiz ve Geleceğimiz Sevgili Gençler,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Hepiniz kurultayımıza hoşgeldiniz, şeref verdiniz.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Sizlerle bir kez daha birlikte olmaktan, sizlerin misafiriniz olmaktan büyük bir şeref ve onur duyuyorum.

Bunun için, Yüce Allah’a şükrediyor, hepinizden Allah razı olsun diyorum.

Bugün, hep birlikte Avrupa Türklüğü’nün emrinde ve hizmetinde geçen zorlu ama onurlu bir yolculuğun 25. yıldönümünü idrak ediyoruz.

Hepinize kutlu ve uğurlu olsun.

Hiç şüphe yok ki, milletlerarası sivil toplum örgütlerinin ömründe 25 yıl çok önemli ve anlamlı bir süreyi ifade eder. Türk Federasyonun tarihi, Avrupa Türklüğünün çileli ve zahmetli tarihinin bir yansıması gibidir.

Bunun için, huzurlarınızda, Avrupa Türk Federasyonunun kuruluşunda ve gelişiminde emeği geçen bütün fedakâr ve samimi dava insanlarını kutlamak ve şükranlarımı arzetmek istiyorum.

Bu güzide kuruluşumuzun fikir babası ve en büyük destekçisi Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere, Hak’kın rahmetine kavuşmuş bütün gönül ve dava adamlarını minnet ve rahmetle yâd ediyorum.

Hepsinden Allah razı olsun, mekânları cennet olsun.

İnşallah onların yaktığı fikir ve hizmet meşalesi hiç sönmeyecek, hedefine mutlaka ulaşacaktır.

Avrupa Türk Federasyonu da nice çeyrek asırlara ulaşacak, sizin desteklerinizle çok daha güzel hizmetlere imza atacaktır.

Bu yolculukta yılmak ve yorulmak yoktur.

Bu yolculukta engel çıktığında sorumluluk almak istemeyenlerin yeri yoktur.

Bu yolculukta, şahsi ihtiras ve emellerini tatmin etmek isteyenlerin de yeri yoktur.

Unutulmaması gerekir ki, kutlu davalar, yolcusunu da, güzergahını da kendisi bulur.

Zaten haklı ve onurlu davaların esas dayanağı da budur.

Bunun için diyorum ki, Milliyetçi Hareket’in bünyesinde de, yanlış insanların amacına ulaşması ve yanlış hesapların tutması mümkün değildir.

Bu gerçeği herkes böyle anlamalı, böyle bilmelidir.

Muhterem Misafirler,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Bilindiği gibi, ülkemizde 3 Kasım tarihinde genel seçimler yapıldı ve bir parti tek başına iktidara geldi.

Yine bilindiği gibi, 3 Kasım seçimlerini ilk kez açıkça gündeme getiren parti Milliyetçi Hareket Partisi olmuştur.

Unutmamak gerekir ki, sözünün arkasında sonuna kadar duran parti de, Milliyetçi Hareket Partisi olmuştur.

Bizim seçimlerde Meclis dışında kalmış olmamız sözümüzden pişmanlık duymamızı gerektirmez.

Çünkü, biz sözümüzün eriyiz ve sonuçta arzuladığımız neticeyi alamasak bile bundan utanç duymayız.

Türkiye’de o tarihlerde çeşitli siyasi ve ekonomik senaryolar hayata geçirilerek hükümet uyumu bozulmuş, Meclis dengeleri alt üst edilmeye başlanmış, teslimiyetçi lobiler medyanın da desteğiyle siyasi sistemi abluka altına almıştır.

Bu gelişmeler, bizleri ister istemez iki temel tercihten birini seçmeye yöneltmiştir.

Bunlardan birincisi, o zamana kadar alışageldik siyasi ayak oyunlarının ve kısa vadeli koltuk hesaplarının bir parçası olarak sıradan bir parti haline gelmekti.

Diğeri ise, sonucu ne olursa olsun Türk Milleti’ne ve ülkücüye güvenmek ve onun desteğini aramaktı.

İşte Milliyetçi Hareket, bu ikinci yolu tercih ederek, siyasetin kirli ve karanlık kulvarında bir süre daha oyalanmayı reddetmiştir.

Ülkemizin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik sıkıntılar ile siyaset terzilerinin bir yıldır yürüttüğü kampanyalara, ülküdaşlarımın haklı-haksız eleştirilerinin eklenmesi sonucunda 3 Kasım tablosu ortaya çıkmıştır.

Bizler bu siyasi tablodan çok yönlü dersler çıkarttık ve hâlende çıkartmaya devam ediyoruz.

İster Türkiye içinde, ister dışında yaşasın bütün duyarlı arkadaşlarım da ülkücü sorumluluğun gereği olarak vicdan muhasebesini çok yönlü yapabilmelidir.

Çünkü, kişisel şikayet ve beklentiler haklı olsa bile partisini cezalandırmaya yöneldiğinde maliyeti çok ağır olmaktadır.

Hiçbir Türk milliyetçisinin, hiçbir samimi dava insanının, partisini ve geleceğini MHP karşıtlığını meslek edinmiş medya unsurlarının sunduğu gibi algılama lüksü yoktur.

Eleştirilerde ölçülü ve hakkaniyetli olmak, erdem sahibi her dava ve gönül insanının vazgeçilmez ilkeleri olmak zorundadır.

Bundan sonra, yaşanan gelişmelerden; en başta sorumluluk mevkiinde bulunanlar olmak üzere, hepimiz gerekli dersleri çıkartarak geleceğe bakabilmeli ve hazırlanabilmeliyiz.

Değerli ve önemli olan, geçmişte saplanıp kalmak değildir. Çünkü böyle bir durumda, kutlu yolculuğumuz kesintiye uğrar ve geleceğe hazırlanmak imkansız hale gelir. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Yine vurgulamak gerekir ki, Milliyetçi Hareket sıkıntılarla ve engellerle yeni karşılaşıyor değildir. Tarihinde çok ağır mücadele şartları ve zorlu dönemler vardır.

Ama bu Hareket, hiçbir zaman yılmamıştır, yıkılmamıştır. Temel ilkelerini ve ideallerini sürekli olarak korumuş, varlığını sürdürmüştür.

Allah’ın izniyle bundan sonra da böyle olacak, bugünkü imtihan dönemini de en iyi şekilde geçirmesini bilecektir.

Avrupa Türklüğü’nün Mümtaz Temsilcileri,

Değerli Genç Bozkurtlarım,

Hepinizin yaşanan gelişmelerden büyük üzüntü duyduğunu, zaman zaman ümitsizliğe kapıldığını biliyor ve hissediyorum.

Ama unutmayınız ki, bu tür dönemler büyük idealleri ve zengin gönülleri olanlar için birer imtihan dönemidir. Önemli olan, bu imtihanı başarmaktır.

Yine ifade etmek isterim ki, 3 Kasım Seçimleri Milliyetçi Hareket’i Meclis dışında bırakmıştır; ama bir yandan da eksikliğinin ve değerinin hissedilmesi bakımından önemli bir tecrübe olmuştur.

İnanç sistemimizde ve geleneğimizde yer etmiş olan “her şeyde bir hayır vardır” sözü, inanıyorum ki bugün için de geçerlidir.

Türk insanına seçimi kazanmak için her türlü vaadde bulunan, ülkedeki sorunların tek sebebi olarak hükümeti gösteren dünkü muhalefet partisi, bugün iktidardadır. Hem de çok uzun süredir görülmeyen bir meclis desteğiyle tek başına iktidardadır.

Sorunların tek kaynağı olarak gördükleri koalisyon hükümeti de gittiğine göre, artık ülke sorunlarının çözülmemesi için herhangi bir sebep yoktur.

Ancak, gerçekler çok farklıdır ve acı da olsa öğreticidir. Bugün iktidar olanların, dün halkı yanılttıkları ve tutamayacakları sözler verdikleri anlaşılmaktadır.

Dün bizlere üç partili bir koalisyon hükümetinin bir parçası olmamıza rağmen, her türlü çirkin eleştiriyi yöneltip karalamaya çalışanların bugünkü durumu, içler acısıdır.

Seçimlerden bu yana geçen beş ay boyunca milleti oyalayıp kendilerini avutmaya çalışanlar, ne yazık ki başladıkları noktaya geri dönmüşlerdir.

Mevcut siyasi iktidar, sürekli olarak mazeret üretmeye, şaşkınlıklarını ve tutarsızlıklarını gizlemeye çalışmaktadır. Sık sık da iç ve dış sorunları kucaklarında bulduklarından şikayetçi olmaktadırlar.

Bu durumda onlara şu soruları sormak lazımdır:

Siz niçin ve nasıl iktidar oldunuz? Seçimlerden önce ve sonra başka bir ülkede ve başka bir dünyada mı yaşıyordunuz?

Millete bütün sorunları çözeceğinizi ve her türlü plânlarınızın hazır olduğunu söylerken tiyatro mu oynuyordunuz?

Bu anlayış, enkaz edebiyatı yapmayacağız deyip enkaz edebiyatı yapmanın yeni bir yolu olsa gerektir. Yoksa sözde “yeni siyasetin” yeni takiyye anlayışı bu mudur?

Tam dört aydır tek başına iktidarda olan bir partinin, bu kadar çok çelişkiye düştüğü ve tutarsızlıklar sergilediği bir başka döneme daha rastlamak imkânsızdır.

Ancak, inkârcılıkta sergiledikleri başarı ve lafazanlığın ileri boyutlara varması, gerçeklerin milletimiz tarafından çok iyi anlaşılmasını engellemektedir.

Bununla birlikte, Irak Savaşından Kıbrıs’a, ekonomiden çalışma hayatına kadar her önemli konu ve gündem karşısında sürekli zigzaglar çizen, aynı gün içinde aynı konuda farklı demeçler veren iktidar gerçeğini, uzun süre gizlemek mümkün olmayacaktır.

Kısacası, mevcut siyasi iktidar, yaptığıyla dediği birbirini tutmayan, bazen de ne dediği belli olmayan bir iktidardır.

Görüldüğü gibi seçimler, milletimizin sahte kurtarıcıları ve hesapsız vaatlerde bulunanları yakından tanıması bakımından da bir dönüm noktası olmuştur.

Bazı siyasi faturaların bedeli ağırdır, ama milletlerin hayatında bunları ödemek bazen kaçınılmaz olmaktadır.

Ancak, milletimiz artık gerçekleri daha iyi görmekte, sahte kurtarıcıların Türkiye’ye ve Türk insanına hiçbir şey veremeyeceğini yaşayarak öğrenmektedir.

Milliyetçi Hareket’e her kritik konuda ve tartışmada ağzına geleni söyleyenlerin bugünkü durumu, çok hüzün ve ibret vericidir.

Ne büyük takdiri ilahidir ki, geçmişte Milliyetçi Hareket’i eleştirmek için kullandıkları kavramları, bugün arkasına sığınmak için kullanmaktadırlar.

Artık, utangaç bir vaziyette de olsa, “devlette devamlılık esastır”, “Türkiye’nin onuru ve milli çıkarları önemlidir” demeye başlamışlardır.

Aslında, bazı gerçekleri öğrenmek ve ciddi bir yönetim ihtiyacını hissetmek için, beş ayın geçmesinin gerekmesi, çok düşündürücü bir durumdur.

Çünkü, Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu şartlar, böylesine ayakları yere basmayan, en önemlisi millete karşı rahat ve kolay mazeret üreten bir iktidarın yükünü uzun süre taşıyamaz.

Bunun için, ya akılları başlarına gelecek, ya da çekip gideceklerdir.

Çok Kıymetli Vatandaşlarım,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Türkiyemiz, uzun bir süredir zorlu bir coğrafyada zorlu gündemlerin sorumluluğunu ve yükünü taşımaktadır.

Ülkemiz, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninin yarattığı küresel gerilim ve çekim merkezinin tam ortasında yer almaktadır. Bunun için, Türkiye’nin yeni sorunlar karşısında da çok hazırlıklı ve donanımlı olması gerekir.

Son bir ay içinde savaşa dönüşen Irak krizinin yol açtığı bölgesel ve küresel tahribatların etkileri, şüphesiz gelecekte daha fazla ortaya çıkacaktır.

Savaşın milletlerarası meşruluk temelinden yoksun bir şekilde cereyan etmiş olması, zaten zayıf ve kırılgan olan küresel işbirliği ağlarını iyice sarsmıştır.

Bu sebeple, milletlerarası ahlâkî ilkelere ve normlara riayet edilmesi, bütün ülkeler açısından bir temel ihtiyaçtır.

Unutmamak gerekir ki, gelişmiş ülkelerin ve büyük devletlerin kuralları belirlediği, diğer devlet ve milletlerin söz hakkının bulunmadığı bir “küreselleşme modeli”nin başarı şansı yoktur.

Taktik zaferlerin ve izafî zenginleşme teşebbüslerinin cazibesi, insanlığın ortak değer ve çıkarlarını gözardı ettirmemelidir.

Bugün, “savaş koalisyonu”nu oluşturan ülkeler başta olmak üzere, bütün insanlığın öncelikli görevi, bir yandan Irak halkının yaralarının süratle sarılması, diğer yandan da Ortadoğu’nun yeni çatışma ve kamplaşmalara sahne olmamasıdır.

Bunun için, azami gayret ve özenin gösterilmesi zorunludur.

Bu çerçevede, Irak’ta yaşanan kargaşa ve kaos ortamına biran önce son verilmelidir.

Kuzey Irak’ta yağmacı peşmerge unsurlarının oldu bittilerine hiçbir şekilde göz yumulmayacağı çok iyi bilinmelidir.

Çünkü bizler, Türkmen kardeşlerimize karşı işlenen suçları Türk Milleti’ne karşı işlenmiş kabul ediyoruz.

Yine, Ortadoğu Bölgesi’nde sıcak savaşın yerini, yeni paylaşım savaşlarına bırakmasını çok yanlış ve tehlikeli buluyoruz.

Aynı şekilde, “kukla devlet” girişimlerini de kabul etmiyor ve açıkça reddediyoruz.

Hiç kimse, Türk Milleti ve Devleti’nin ortaya koyduğu hassasiyetleri test etmeye veya gözardı etmeye kalkışmamalıdır.

Her devleti ve uluslararası kuruluşu da bu konuda çok dikkatli olması ve hesap hatası yapmaması için uyarıyoruz.

Küresel barış ve istikrar söylemlerinin, dinler ve medeniyetler çatışması tezinin gölgesinde kalmamasını istiyoruz.

Mirasçısı olduğumuz Osmanlı devletinin bölgeden çekilmek zorunda kaldığı tarihten bu yana barış ve istikrara kavuşamayan Ortadoğu’ya, artık kalıcı barış ve huzur hakim olmalıdır.

Savaş sonrası döneme ilişkin olarak atılacak adımlarda, bütün küresel güçler ve uluslararası örgütler beşerî ve ahlâkî sorumluluk ile hareket etmelidir.

Yine, Irak Halkı’nın bütünlüğü ve kardeşliği sağlanmalı, bölge ülkelerinin haklı hassasiyetleri de mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır.

Bugünkü siyasi iktidarın büyük zaaflarına ve şaşkınlığına rağmen, Türk milleti ve devleti bölgenin önder ve örnek ülkesidir. Biliyor ve inanıyoruz ki, böyle olmaya da devam edecektir.

Türkiye, tarihinden gelen derin hasletleri ve kültürel ilgi alanının genişliği sebebiyle, komşularının barış ve refah içinde yaşamasını arzulamaktadır.

Bu sebeple, bölge ve dünya istikrarı için gelecekte de elinden gelen bütün gayreti gösterecek, gerekli duyarlılıkları ortaya koyacaktır.

Ancak, bu gerçeği komşu ülkeler kadar, Batılı dost ve müttefik ülkelerin de çok iyi anlaması ve takdir etmesi gerekir.

Fakat ne yazık ki, Türkiye’nin soğuk savaş dönemi boyunca birçok fedakârlığa katlanmasını yeterince takdir etmedikleri gibi, bugün de milli çıkar ve hassasiyetlerimizi dikkate almamaktadırlar.

En başta Avrupa Birliği yönetiminin, Kıbrıs meselesinde ve ülkemizin üyelik sürecinde, en son olarak da Kuzey Irak konusunda takındığı tavır, maalesef çok yanlış ve iki yüzlü olmuştur.

Türkiye’nin haklı ve meşru Kıbrıs duyarlılığı hiç dikkate alınmamış, bilakis Türk devleti sürekli suçlu ve sorumlu gösterilmiştir.

Ancak, gerçek suçlu ve sorumlu hiçbir zaman Türk milleti ve devleti olmamıştır.

Gerçek suçlu ve sorumlular, Kıbrıs’ta Türk toplumuna karşı soykırım suçu işleyenler ile bunu görmeyip sürekli Türkiye’den fedakârlık bekleyenlerdir.

Avrupa Birliği yönetiminin Kıbrıs bakış açısı ve politikaları da bu çerçevenin dışına çıkamamıştır. Çünkü, Türkiye’ye dayatılmak istenen Kıbrıs yaklaşımının dostlukla ve hakkaniyetle hiçbir ilişkisi yoktur.

Kıbrıs Rum kesiminin, adanın bütününü temsilen tam üye yapılması, hem uluslararası hukuka, hem de hakkaniyet ilkelerine aykırıdır.

Bilinmelidir ki, böyle bir tavır, düpedüz gayri adil ve onur kırıcıdır. Kıbrıs Rum kesiminin amaçlarına hizmet etmekten başka bir işe de yaramamaktadır.

Tabii olarak, bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değildir.

Kıbrıs konusundan sonra, Kuzey Irak’la ilgili açıklamalar da, Birlik yönetiminin meselelere nasıl önyargılı ve çifte standartla yaklaştığını açıkça ortaya koymuştur.

Birlik yönetimi tarafından yapılan, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girdiği takdirde üyeliği unutması gerektiği yönündeki açıklamalar, ciddiyetten ve tutarlılıktan yoksun bir yaklaşımı ifade etmiştir.

Çünkü, birçok Birlik üyesi ülkenin “savaş koalisyonu”na katılmasına ses çıkartamayanların Türkiye’nin üzerine çullanmasının hiçbir ahlâkiliği ve kıymeti yoktur.

Avrupa Birliği üyesi İspanya’da bir siyasi partinin kapatılmasına ses çıkartmayan Birlik yönetiminin, Irak Savaşı’nda ölen siviller için kınama kararı bile alamayan Avrupa Parlamentosu’nun insan hakları iddiası da havada kalmıştır.

Avrupa Birliği’nin yaşadığı bu siyasi travma ve çalkantılar, stratejik öngörüden, kriz çözme yeteneğinden mahrum olmalarının yanı sıra, insanî bakış açısından da giderek uzaklaşıldığını göstermektedir.

Bütün bunlar, Birlik yönetiminin acizliğinin ve ilkesizliğinin yeni ve açık göstergesinden başka bir şey değildir.

Bizler, Avrupa Birliği yönetiminden aslında çok fazla bir fedâkarlık istemiyor ve beklemiyoruz.

Ama onlardan haklı olarak iki konuda rüştünü ispat etmelerini istiyor ve bekliyoruz.

Birlik yönetimi, her şeyden önce stratejik körlüğünü bir kenara bırakmalı ve kendi içini düzene sokmalıdır.

İkinci olarak, birlik yönetimi Türkiye karşısında dürüst ve açık bir politika izlemeli; iki yüzlü tavırlardan vazgeçmelidir.

Sözün özü, onlar Türk milleti ve devletine gölge etmesinler başka ihsan istemez!

Çok Muhterem Vatandaşlarım,
Yiğit Bozkurtlarım,

Sözlerimi tamamlamadan önce bir hususu daha dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Biliniz ki, sizin Avrupa’daki varlığınız ve çalışmalarınız, sadece aileleriniz, Türkiyemiz ve yaşadığınız ülkeler açısından önem arzetmemektedir.

 Sizin varlığınız ve başarılarınız, Büyük Türk Milleti’nin insanlık adına dün yerine getirdiği, yarın da getirmeye devam edeceği hizmetlerin en önemli delillerinden biridir.

Tarihinizle, kültürünüzle ve kendinizle gurur duyabilirsiniz.

Batı medeniyetinin bugün ulaştığı gelişme çizgisi, beşerî dayanışmaya ve ahlâkî normlara duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmamış, bilâkis arttırmıştır.

En son olarak Irak Savaşı karşısında ortaya konan iki yüzlü tavırlar, özellikle çıkar yarışı bunu açıkça göstermiştir.

Hiç şüphesiz, savaşın demokrasi ve özgürlük gibi değerlerle ilişkilendirilmesi de çok talihsiz bir gelişme olmuştur.

İnsanlığın ortak değerleri ve geleceği, yeni paylaşım kavgalarına kurban edilmemelidir.

Unutulmamalı ki, hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışmaya bütün dünya devlet ve milletlerinin ihtiyacı vardır. Eğer bugün yoksa yarın mutlaka olacaktır.

Sizler de buna önderlik edecek, milletlerarası diyalog ve dayanışmanın yeni ve güzel örneklerini geliştireceksiniz.

Bunun yanı sıra, temel varlık sebebimiz olan Türkiyemizin, Avrupa’daki aktif gönüllü elçileri olmaya devam edeceksiniz.

Unutmayınız ki, bu gayretleriniz, Türkiye’deki Avrupa Birliği misyonerlerinin yarattığı sisli havayı dağıtmak için de çok önemlidir.

Çünkü, Türkiye’nin sizlerin gönüllü elçiliğine ihtiyacı vardır.

Önemli ve gerekli olan, bu insanî ve millî görevi sistemli ve bilinçli bir şekilde yerine getirmektir.

Yine, genç nesilleri öyle yetiştiriniz ki, Avrupa’da Türklüğün parlayan yıldızları olsun.

Türk milleti sizlerle bir kez daha övünsün, gurur duysun.

Yüce Allah emeklerinizi boşa çıkartmasın, sizleri her zaman başarılı kılsın.

Hepiniz Allah’a emanet olun.

Hepiniz sağolun, varolun.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı