12.06.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
12 Haziran 2001

 

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmama yüksek heyetinizi saygı ve sevgi ile selamlayarak başlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Türkiye'miz son birkaç aydır hem dünya, hem de ülke gündeminde yer eden önemli olay ve sorunlarla iç içe yaşamaktadır. Şüphesiz bu olayları değişik yönleriyle tartışmak ve karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşmak için çözüm yollarını ele almak başlıca görevimizdir.

Bu çerçevede, ilk önce ülkemiz gündeminde sürekli canlı tutulmaya çalışılan ve tartışılan bir hususa temas etmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Türk toplumu yaklaşık elli yılı aşkın bir süredir demokratikleşme mücadelesi vermektedir. Demokratikleşme çabalarının tarihi engellerle karşılaşmasının yanında, önündeki yapısal engelleri de gözardı etmemek lazımdır.

Üzerinde çoğu zaman yeterince durulmayan bu sorunların farklı boyutlarıyla değerlendirilmesi, özellikle de demokratik toplumsal sistemi kurma yolundaki çabaların yeterince başarılı olamayışının sebeplerini irdelemek günümüz açısından da aydınlatıcı bir öneme sahiptir. Bunlar arasında, şüphesiz Türk toplumunun demokratik değerleri taşıyacak, üretecek, toplumsallaştıracak kadroların ve dinamizmin yetersizliği belirleyici bir role sahip olmuştur.

Bilindiği üzere, demokrasi her şeyden önce halkın değerleriyle barışık, halkın değerlerini toplumsal taleplerle bütünleştirip, devlet düzeyinde politikaya dönüştürecek bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevede Türkiye'de gerek aydınların, gerek siyasi elitlerin, gerekse iktisadi elitler diyebileceğimiz girişimci kesimlerin tarihi işlevleri ciddi ciddi irdelenmeye muhtaçtır.

Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve tartışmalar, bu kesimlerin demokratik ve toplumsal işlevlerini yeterli ve gerekli bir biçimde yerine getiremediğini göstermektedir.

Kısaca şunu söylemek istiyorum ki, Türkiye'de demokratikleşmenin temelindeki engel ve sıkıntı, öncelikle toplumsal yapımızda yer alan güçlü sosyo-ekonomik ilişkiler ağının aktörleriyle ilgilidir.

Çünkü, demokratikleşme ve kalkınma çabalarımızın elli yılı aşkın bir süredir hâlâ Türk toplumunun beklentilerine cevap veremeyecek bir düzeyde kalması tesadüf değil, toplumun derinliklerinde bu ilişkileri üreten sosyal statülerin konumlarıyla ilgilidir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye'nin yaşadığı ekonomik açmazlar, büyük ölçüde siyasi ve toplumsal yapılar içinde kendini hissettiren ve biraz önce bahsettiğim sorun ve işlevlerle bağlantılı olarak daha iyi anlaşılabilir. Ülkemizin kalkınma çabaları, demokratikleşme mücadelelerinden daha eskiye gitmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin yirmi birinci yüzyılın başında hâlâ kalkınmasını başaramamış ülkeler kategorisinde bulunması yapısal olarak aynı köklere uzanmaktadır.

Ülkemizde, gerek kamu yatırımlarının, gerekse özel kesim yatırımlarının geldiği seviye küçümsenecek bir nokta değildir. Buna karşın, cumhuriyetin başlangıcından bu tarafa ülkenin kalkınmasını sürükleyip başarıya dönüştürecek güçlü bir performansın ve gelişmenin ortaya konamamış olması bir gerçektir.

Özellikle ekonomik ve siyasi elitlerin üzerinde düşünüp taşınmaları gereken konuların başında, yaklaşık yüzyıllık her türlü destek ve teşvike rağmen Türkiye'de sosyo-ekonomik gelişmenin başarılamamış olması sorunu yer almaktadır. Bu konuda verilecek cevaplar arasında bir takım mazeretlere sığınmanın bir değeri yoktur.

Şurası açıktır ki, Türkiye'de yapılan yatırımlar özellikle 1980'li yıllara kadar devam eden ithal ikameci model etrafında sürdüğü için ortaya çıkan girişimci kesim doğrudan doğruya dinamik bir karaktere sahip olamamıştır. Böyle bir niteliğe dönüşmeyi de, Türkiye'nin endüstri devrimiyle tanışmasını sağlamayı da başaramamıştır.

Bu çerçevede ülkemizin karşılaştığı en önemli gelişme, bu yapıyla bağlantılı olarak oluşan ekonomik dinamizme ve rekabete kapalı eğilimlerin güçlenmesi olmuştur. Türkiye'nin dinamik ve sağlıklı bir piyasa ekonomisine geçmesinin engelleri tartışılırken kamu ekonomisinin rolünden sıkça bahsedildiği halde, meselenin bu boyutu yani rekabetten kaçma eğilimi taşıyan bir girişimci ve sermayedar kesimin varlığı dikkatlerden kaçmıştır.

Türkiye'nin bugün yaşadığı ard arda gelen kriz süreçlerinin de arka plânında, hem bu yapısal dönüşümü gerçekleştirecek bir girişimci kesime sahip olmayışı, hem de toplumu böyle bir dinamik gelişime taşıyıp köklü dönüşümleri uygulamaya koymayı başaramayan yönetim zaafları bulunmaktadır. Kısaca şunun altını çizmek istiyorum ki, Türkiye hâlâ kalkınmasını başarmış ve sanayi devrimini gerçekleştirmiş güçlü bir ekonomiye sahip olmadığı için, dış müdahalelere, en azından etkilenmelere çok açık, hatta ihtiyaç duyan bir görünüm arz etmektedir.

Bu bağlamda, Türkiye'nin son yıllarda karşılaştığı başarısızlıklar ve açmazlar şeklinde tezahür eden sorunlarını nasıl aşılacağını ciddi ciddi düşünmek yerine, enerji ve ilgiyi gereksiz yere dağıtan ve geçmişte örneklerine sık sık rastlanan bakış açılarını ısrarla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar arasında içinde bulunduğumuz sorunların bedeli olarak Türkiye için çeşitli şekillerde tehdit oluşturabilecek yaklaşımlara yönelme eğilimini ortaya koymaktadırlar.

Türkiye'nin önüne her fırsatta ısıtılıp ısıtılıp getirilen, üniter devletle, resmi dille, Türkiye'nin milli varlığı ve bağımsızlığı ile ilgili tehdit edici ya da tahripkâr yaklaşımların böyle bir yeri ve anlamı olduğuna şüphe yoktur.

Kriz sürecini aşarak, ekonomik istikrarın ve gelişmenin güçlü temeller üzerine oturtulmaya çalışıldığı bir dönemde milli değer ve hassasiyetlerin tartışılmaya açılmasını anlamak imkânsızdır. Bunun, ekonomik gelişmeyi sekteye uğratması yanında, ilk kez ciddi boyutlarda ele alınan demokratik anayasa oluşturma çabalarını da olumsuz etkileyebileceği unutulmaktadır.

Bizim yaklaşımımızı özetleyen bu tavrımızı, inanıyorum ki, sağduyu sahibi bütün vatandaşlarımız da paylaşmaktadır. Milliyetçi Hareket, milli birlik ve dirliğimizi göz ardı etmeyen bir demokratikleşme politikasının hem sağlıklı ve gerçekçi, hem de mümkün olacağına inanmaktadır. Şüphe yok ki her şart altında da bu görüşünü korumaya ve savunmaya devam edecektir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Biz başından beri şu iddiayı da ortaya koyduk ve bu tezin doğruluğuna ve önemine de yürekten inanıyoruz. Bu tespit ve iddiamızı ısrarla sürdürmek için savunmaya devam edeceğiz. Türkiye'nin demokrasi içinde kalkınıp gelişmesi değerli ve anlamlıdır. Ancak ülkemizin demokratikleşmesinin ve kalkınmasının yegâne ön şartı ise Türkiye'nin milli varlığı ile üniter yapısının korunmasıdır.

Tıpkı Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve Doğu Avrupa rejimlerinin yıkılışından sonra ortaya çıkan etnik ayrımcılığa ve parçalanmaya dayalı siyasetlerin benzerlerini bu coğrafya üzerinde uygulama hevesinde olanlar şunu kesinlikle unutmasınlar ki, Türkiye'nin varlığı ve dirliği üzerinde girişilecek spekülâsyonlara ve oyunlara vereceğimiz cevap açıktır. O cevap, yöntem olarak farklı zamanlarda farklı özellikler taşısa da, her zaman aynı ruha, yani Kuvayi Milliye ruhuna dayanacaktır.

Bu vesileyle bazı hususların altını bir kez daha çizmek istiyorum ki, kalkınmasını tamamlamış ve demokratikleşme sürecinde ilerleyen güçlü bir Türkiye, sadece bizim milletimiz için değil, bütün bölgemiz ve dünya barışı için de gerekli ve zorunlu bir gelişme olacaktır.

Bu bakımdan Türkiye'nin ekonomik ya da siyasi alanda destabilizasyonu, aynı zamanda bütün dünya istikrarının ve barışının bozulması anlamını taşır. Bu bakımdan Türkiye'nin gelişme stratejisinin dayandığı prensipler açıktır. Bunları, Avrupa Birliği ve bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz ile uluslararası kuruluşlarla olan bağlantılarımız açısından gerektiği gibi değerlendirmek mecburiyeti vardır.

Kısaca vurgulamak gerekirse;

1-Türkiye, milli varlığını ve bütünlüğünü küresel sürecin imkânları ve dinamikleri ile entegre ederek geliştirmek mecburiyetindedir. Küresel sürecin, dünyadaki gelişmiş ülkeler bağlamındaki temel siyasi aktörü milli devlet yapılarıdır. Bu konu bütün dünyada özellikle gelişmiş ülkeler açısından tartışılmaz iken, Türkiye ve benzeri ülkelerde ulus-devlet yapısını bu sürecin karşıtı olarak gösterme çabaları, hem küresel sürecin niteliğini saptırmak bakımından, hem de Türkiye üzerindeki hesapları göstermesi bakımından ilgi çekicidir.

2-Türkiye'de, devlet ve toplum arasındaki en üst ilişki biçimi olarak demokratik sistemi yerleştirmek; diğer bir deyişle toplumun temel talep ve değerlerini yegâne toplumsal meşruiyet aracı gören bir rejimi geliştirmek gerekmektedir. Toplumunun temel hassasiyet ve değerlerini tasfiye etmek isteyen, her fırsatta Türk kültür ve geleneğini tahrip edici yaklaşımları benimseyen unsurların, demokrasi kavramının içini boşaltarak onu etnik ayrımcılık esasında algılamaya çalışanların samimiyetsizlikleri ve tutarsızlıkları ortadadır. Biz inanıyoruz ki, Türk Milleti, demokrasiyi benimsemiş bir millet olarak, demokratikleşmenin önündeki bu tür anlayış ve yaklaşımlar da dahil olmak üzere kendi kültürüne ve hassasiyetlerine düşman olan anlayışları tasfiye edecektir.

3-Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek mekanizmaların kurulması, her şeyden önce kamu kaynaklarının her türlü istismar ve yağmadan kurtarılarak sanayileşme hedefine yönelmesiyle mümkündür. Bu aşamada ortaya çıkan yağmacı, rantçı anlayışların sonucu olarak yaygınlaşan yolsuzluk ve yoksulluğun kaynaklarının kurutulması mecburiyeti vardır. Bu bakımdan Türk ekonomisinin bir daha krizlere düşmeyecek ve yolsuzluk batağına saplanmayacak şekilde kökten bir yapısal değişime gitmesi görevi hâlâ önümüzde durmaktadır.

4-Türkiye Avrupa Birliği, bölgesel kalkınma örgütleri ve Türk dünyası ile ilişkilerine, kısacası dünya ile ilişkilerine ancak evrensel değerleri, küresel fırsatları ve milli çıkarlarını optimum bir noktada buluşturduğu zaman sağlıklı ve kalıcı bir adım atmış olur. Türkiye'yi uluslar arası ilişkiler düzeyinde zayıflatacak anlayış ve politikaların bugün geldiği noktada, şüphesiz böyle bir uluslararası ilişkiler bilincinin, yani dünya ile ilişkilerde Türkiye öncelikli bir yaklaşımın önemi daha iyi kavranacaktır.

Takdir edileceği üzere, dört başlık altında değerlendirdiğim hususlar, sadece partimizin değil, Türkiye üzerinde titreyen her çevrenin ve aydının dikkate alması gereken bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Hem milli varlığımızı korumanın hem de kalkınmanın ve demokratikleşmenin sürdürülebilir bir yapıya ve hedeflere sahip olmasının asgari şartları bunlardır.

Bilinmelidir ki, bu asgari şartlar titizlikle sahiplenip paylaşıldıkça güçlenen Türkiye, kazanan bütün Türk milleti olacaktır.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunları da bunların çözüm yollarını da çok iyi tahlil etmek durumundayız. Bugün ülke olarak temel problemimiz, tarihten birikerek gelen büyük ve ağır sorunları dönüştürecek köklü bir yapısal değişim programını uygulayıp uygulamama ile dayanışma ve kardeşlik kültürünü geliştirip yerleştirme sorunudur.

Günümüzde bir koalisyon hükümeti çerçevesinde ortaya koyduğumuz yapıcı ve sorun çözücü tavır, daha geniş ölçekli sorun çözme imkanlarımızın ortadan kalkması anlamına gelmemektedir. Bizler inanıyoruz ki, Türkiye'nin sorunları ne kadar büyük olursa olsun ülkemizin ve milletimizin sahip olduğu birikim ve potansiyel, bunların üstesinden gelmemize yetecek güçtedir.

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz acil gündem maddesi, toplumun moralini bozup ekonomik dinamizmi zayıflatan kriz sürecini biran önce aşmaktır. Bunun için, ülke ve millet olarak katlandığımız büyük fedakârlıkların boşa gitmemesini hep birlikte sağlamak zorundayız.

Ekonomik aktörler başta olmak üzere, bütün toplumsal kesimlerin ve siyasi kadroların, üslûp ve yaklaşımlarına özen göstermeleri bu bakımdan da çok önem taşımaktadır. Yersiz ve zamansız tartışmaların ekonomik mücadeleyi sekteye uğratacağı, siyasi ve ekonomik istikrarı zedeleyebileceği unutulmamalıdır.

Çoğu zaman ekonomik gelişme ve politikalara endeksli düşünmeyi ve tavır sergilemeyi hararetle öğütleyen ve önerenlerin, son zamanlarda toplumsuz bir demokratikleşme ile etnik ayrımcılığa davetiye çıkartan söylemleri dillendirmelerini ve gündemi buna göre şekillendirmeye çalışmalarını anlamak zordur.

Kısacası, hem ekonomik krizin aşılabilmesi için kritik bir süreçte bulunduğumuzu göz ardı eden, hem de milli hassasiyetleri dikkat çekici biçimde ihmal eden yaklaşımları doğru bulmuyor ve reddediyoruz.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Sonuç olarak, bugün Türkiye'de ısrarlı bir şekilde sürdürülmek istenen resmi dil, milli bütünlüğü tehdit edici yaklaşımlar ve bazı terör unsurlarının yaymaya çalıştığı olumsuz görüntüler, Türkiye'de uygulanmak istenen bir projenin muhtelif boyutlarına işaret etmektedir. Bu projenin tamamını karşımıza koyduğumuz vakit bunların adreslerinin bu toprakların insanlarıyla ve çıkarlarıyla kesişmediğini çok rahat görebiliriz.

Kısaca şunun altını çizmek istiyorum ki, Türkiye milli varlığını ve bütünlüğünü tehdit eden hiçbir baskıya taviz veremez. Ülkemizin kalkınmasını ve demokratikleşmesini engelleyenler ile milli varlığını tehdit edenler, sonuçta aynı adreste birleşirler. Burada birleşen her kes şunu kesinlikle unutmamalıdır ki, milletimizin kararlılığı ve inancı onların bütün ittifaklarını ve kirli hesaplarını boşa çıkaracak güçtedir. Bu gerçek, herkes tarafından böyle bilinmelidir.

Sözlerime bu duygu ve düşüncelerle son verirken, hepinize bir kez daha saygı ve selamlar sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı