21.04.2007 - 7. Bölge İstişare Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma Metni- Konya
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
7. Bölge İstişare Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma

21 Nisan 2007-Konya

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Türk milleti ortak paydasında buluşan milliyetçilerin, Lider ülke Türkiye ülküsü için gönül birliği yapacakları Genel Seçim tarihi yaklaşmaktadır.

Milliyetçi Hareket’in başlattığı seçim seferberliği, tek başına iktidar hedefi doğrultusunda büyük bir şevk ve heyecanla sürmektedir.

Türkiye sevdalıları ayağa kalkmış ve Türkiye’nin kaderine sahip çıkma kararlılığını aziz milletimizle paylaşmak için çalışmalara başlamıştır.

Türk-İslam dünyasının önemli bir merkezi olan Konya ilimizin ev sahipliğinde, yapmakta olduğumuz yedinci Bölge İstişare Toplantımızın, iktidar yürüyüşümüzde önemli bir dönüm noktası olacağına inanıyorum.

Toplantımıza Afyon, Burdur, Isparta, Antalya, Karaman, Niğde ve Aksaray illerinden katılan yöneticilerimize ve temsilcilerimize teşekkür ediyorum.

İştirakleriyle, bizlere güç ve heyecan veren bütün dava, ülkü ve yol arkadaşlarım ile toplantımızı şereflendiren basınımızın temsilcilerini selamlıyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Hoş geldiniz.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Geçtiğimiz günlerde Malatya’da meydana gelen ve üç kişinin ölümü ile sonuçlanan hunhar cinayet hepimizi üzüntüye sevk etmiştir.

Bu elim olayı nefretle kınıyor, ölenlere mağfiret, yakınlarını kaybedenlere başsağlığı diliyorum. Toplumsal barışa ve inançlara yönelik böylesi bir eylemin tekrarlamamasını temenni ediyorum.

Bilinmelidir ki, hiçbir gerekçe, düşünce veya dürtü, bu alçak saldırının niteliğini ve vahametini değiştirmeyecektir.

Böylesine insanlık dışı bir fiili işleyenlerin, İslam diniyle de, Türklükle de bir ilişki ve irtibatları olamayacağı açıktır.

Beklentimiz, bu hadisenin barış ve huzur dininin mensubu olan Müslümanlara yönelik bir hakaret ve suçlama kampanyasına dönüşmemesi ve olayın bütün yönleri ile en kısa sürede aydınlatılmasıdır.

Bu vesile ile herkesi, milli değerlerimizi incitecek ve toplumsal hassasiyetleri zedeleyecek söz ve eylemlerden kaçınmaya, demokratik bir tahammül ve uzlaşma ortamını bozacak tahriklerden uzak durmaya çağırıyorum.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Malatya’da gerçekleşen ve cinayetle sonuçlanan olayın ardından yaşananlar, artık her cinayet sonrası alışıldığı gibi, milliyetçilere yönelik itham ve hakaret kampanyasına dönüşmüştür.

Türk milletine yönelik olarak ihanet ittifakı yapan şer cephesinin, eline geçen her fırsatta, Türk milliyetçiliğine yöneldiği ve milliyetçilerin hedef aldığı görülmektedir.

Nitekim olaydan hemen sonra dış mihraklar ile içteki uzantıları, derhal bir dayanışma göstererek ağız birliği yapmışlar ve Malatya’nın milliyetçi kimliğini istismar üzerine bir senaryo oluşturmuşlardır.

Akabinde ise medyada ölçüsünü kaybeden haber ve yorumlar ile Türk milletinin ve Türk milliyetçiliğinin sorgulandığı, haklarında kuşkular uyandırıldığı bir zemine doğru kaydırılmak istenmiştir.

Şiddetin her türlüsünün hiçbir fikri olumlu bir neticeye götürmeyeceği aşikârdır. Bu cinayetin de Türk milletini sıkıştırmak ve baskı altına almak isteyenlere yeni bir istismar fırsatı vereceği belli olmuştur.

Ancak her cinayetin arkasındaki süreç, Türk milleti ve Türk milliyetçiliği hakkında bastırılmış fikirlerin açığa çıktığı; önüne gelenin milli değerlerimize saldırdığı bir ihanet kampanyasına dönüşmeye başlamıştır.

Anlaşılmaktadır ki, bundan böyle her olaydan sonra oluşturulmak istenen etki ile kamuoyunun milliyetçilik algısı şiddet ve cinayetle özdeşleştirilmeye çalışılacaktır.

Oluşturulan maksatlı bir fikir karmaşası ile ölen şahısların mağduriyetinin öne çıkartılması, buna mukabil milli hassasiyetlere sahip çıkmanın ve savunmanın ise insanlık dışı bir tavır olarak mahkûm edilmesi amaçlanmaktadır.

Son hadise vahşi bir cinayettir. Hiçbir vicdan sahibinin kabul etmesi ve hoş görmesi mümkün değildir. Ancak bilinmelidir ki, olayın cinayetle sonuçlanmış olmasının üzüntüsü, geri planda yer alan misyonerlik faaliyetlerini masum hale getirmeyecektir.

Olay, yıllardır AKP zihniyeti ve yandaşlarının müsamahası ile giderek yaygınlaşan misyonerlik faaliyetlerinin hangi boyutlara ulaşmış olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Ancak, misyonerlik bağlantısı bu alçak cinayetleri mazur gösteremeyeceği gibi, bundan hareketle ilkokullara kadar inen misyonerliğe karşı oluşan hassasiyetler bu cinayetlerin sebebi olarak gösterilmemelidir.

Her şeyden önce, bilinmelidir ki; misyonerlik yalnızca bir dinin bazı insanlara tanıtılması ve kazanılması gibi algılanacak, masum bir dini rekabet ve telkin hareketi değildir.

Türkiye’nin üniter yapısına, milli birlik ve beraberliğine, tarih ve ülkü birliğine yönelik çok ciddi, vahim bir bölücü tehdit ve risk faktörüdür. Geri planında Türkiye’yi bölme ve parçalamaya yönelik, kökeni yüzyıllara dayalı senaryolar bulunmaktadır.

Misyoner faaliyetler, bireysel özgürlükler açısından, insanların dini tercihlerine saygı boyutunun çok üstünde, bir milleti parçalama projesinin inançlarımız üzerindeki eylem alanıdır.

İnsanların bir din değişikliğinden de öte, Anadolu’nun Hrıstiyanlaştırılmasına yönelik planlı ve sistematik işgal çalışmasıdır.

Bu son hadise ile Türk milletine ve İslam dinine husumet besleyen odakların ellerine, mukaddesatımıza hakareti meşrulaştırmak için malzeme ve fırsat geçmiştir.

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi ilkeli ve milli duruşu ile ne inançları istismar üzerine bir siyaset yapacaktır, ne de inançlarımızın istismarı ve tahribatına izin verecektir.

Partimiz, yüzlerce yıldır gelen köklü devlet ve millet geleneğimizin bir savunucusu olarak, her zaman inançlara saygılı, dinlere hoşgörü ile bakan ilkeli tavrı benimsemiştir.

Türk milleti, din ve inançlara saygıyı esas alan bir tarih ve medeniyet kültürünün mimarı ve temsilcisidir. Yüce İslam dini de, diğer din ve peygamberlere saygı gösterilmesini emreden rahmet, ihsan ve barış dinidir.

Bu bakımdan Malatya’daki vahşet, aynı zamanda hem İslam dinine, hem de Türkiye’nin mirasçısı olduğu hoşgörü kültürüne bir saldırı olarak da görülmelidir.

Ancak, hiç kimsenin karanlık senaryo ve dayatmalarla, gizli ve sistemli tuzaklarla, özellikle yoksulluğun pençesine düşmüş vatandaşlarımıza din dayatmasına izin verilmeyecektir.

Bu olayı fırsat bilerek, iç ve dış basında Türk milliyetçilerini ve Müslümanları, zan altında bırakacak asılsız ithamları ve aziz Malatya halkına yönelik hezeyanları kınıyor ve şiddetle reddediyorum.

Olayın duygusallığı ve şer odaklarının yaygarası karşısında irtifa kaybederek paniğe kapılanları düştükleri açmazdan derhal uzaklaşmaya ve milletimizin değerlerine yaklaşmaya çağırıyorum.

Bugün Türkiye’nin ana sorunu, yönetim aczi ve zafiyetiyle malül bir hükümet tarafından yönetiliyor olmasıdır. Türkiye her alanda bunun sancılarını yaşamaktadır.

Bütün ümidimiz ve temennimiz, vatan ve millet sevdalılarının bu ortak paydada bir araya gelerek Türkiye’yi mutlu yarınlara taşıyacak basireti ve dirayeti göstermeye muktedir olmasıdır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bilindiği gibi, 3 Kasım 2002 seçimlerinin sonucunda oluşan Meclis aritmetiği, kendilerine taşeron arayan küresel güçlerin, etkilediği ve yönlendirdiği bir dayatma kampanyasının eseri olarak ortaya çıkmıştır.

Hatırlanacağı üzere, Türk milletinin menfaatleri ve onuru ile bölgemizdeki barış dengelerini gözeten partimizin, seçim sürecinde siyasetten silinmesi için her türlü oyun oynanmıştır.

MHP’siz hükümet ve siyaset arayışlarının hız kazandığı o dönemlerde yapılan seçimde, Allah’tan korkan ve kuldan utanan bir iktidar sözü vererek işbaşına gelen AKP, dört buçuk yıldır Türkiye’yi tek başına yönetmektedir.

Elde etmiş olduğu parlamenter sayısı itibariyle önünde hiçbir engel bulunmayan ve bahanesi olmayan AKP zihniyeti, aradan geçen yılları maalesef değerlendirememiş; oyalama, teslimiyet, istismar, aldatma ve kutuplaşma ile milletimiz için çok değerli bu zamanı heba etmiştir.

İnançlarımızı diline dolayarak mütedeyyin kitlelere seslenen bu zihniyet, iktidara gelince, Allah korkusunu defterden silmiş; kul ve yetim hakkına el uzatan yerli ve yabancı soygun ve menfaat çetelerinin ümidi ve kurtarıcısı haline gelmiştir.

“Sokaklarda simit, su ve limon satarak buralara geldiğini” söyleyerek duygu sömürüsü yapan Başbakanın, ilk icraatları Türkiye’yi pazarlamak için Ofer’lerin, Oger’lerin peşinden koşmaya başlamak olmuştur.

Hükümetinin ilk günlerinde, Başbakanın milletimize pişkinlikle müjdelediği sürpriz kaynaklar da böylece ortaya çıkmıştır.

3 Kasım seçimlerinde “ya hortum-ya yurdum” diyerek dürüstlük ve ahlâk mesajları veren AKP, iktidar döneminde teşkilatları ve belediyeleriyle yağma, talan vurgun ve soygun hanedanlığı kurmuştur.

“Yolsuzlukları kestik,”, “hortumları kapadık”,“duyunca şok olacaksınız” yaygaraları ile başladıkları hükümetin ilerleyen günlerinde, yolsuzlukları uluslararası hale getiren de AKP anlayışının bizzat kendisi olmuştur.

Siyaset kulvarında yıllarca dindar vatandaşlarımızın sözcülüğüne soyunduğunu iddia eden AKP kadroları, iktidar olunca ani ve hızlı dönüşüm göstermiş, küresel sermayeye ve gayri milli zihniyete hizmet ve sadakatte bir sakınca görmemişlerdir.

Türkiye, bu zihniyet ekolünün yıllarca şiddetle karşı çıktığı, ancak şimdilerde çark ettiği gibi, uluslararası finans güçlerinin faiz ve rant ülkesi haline getirilmiş, ülkemiz sıcak ve kara paranın mahkûmu olmuştur.

AKP iktidarı için, gelen paranın kaynağı da dikkate alınmamış, ekonomik krizleri önleyebilmek adına, haram veya helal, her sermayenin ülkemize doluşmasına göz yumulmuştur.

Türkiye’yi pazarlamayı misyon kabul eden başbakan ve bakanları, özel ilişkiler ve kayıt dışı görüşmeleri gelenek haline getirmişler, milli kaynak ve tesisleri, birer birer yok pahasına yabancılara teslim etmeye başlamışlardır.

AKP’nin ilkesiz siyaseti ve aldatmaya yönelik vaadleri bunlarla da sınırlı kalmamış, inançlarımıza yönelik ikiyüzlülük de bu zihniyetin siyasi sabıkaları arasında yerini almıştır.

Seçimden önce “eğitimin önündeki engelleri kaldıracağını” söyleyerek “sabır” mesajları veren; 3 Kasım seçimlerini “namus günü” ilan eden AKP zihniyeti, bugün suni gerilimlere bel bağlayarak, vaatlerini unutturma yolunu seçmiştir.

Çözemediği her sorun karşısında, bahane ve sorumlu arayan hükümet, tırmandırdığı ve tahrik ettiği bu beklentileri, “kurumsal mutabakat”ın olmayışına bağlayarak ilkesizliğini bir kez daha göstermiştir.

  • Milletimizi soykırımla itham edenleri “fikir özgürlüğü” adına hoş görenler bunlardır.
  • Peygamberimize yapılan hakaret karşısında Avrupalı dostlarını terbiyeye davet edemeyenler bunlardır.
  • Ahlâk ve namus istismarı yaparken Avrupalı olmak adına zinayı suç saymaktan çıkaranlar yine bunlardır.
  • İslâmı dilinden düşürmeyen, sonra gidip kilise destekli üniversitelerinden onur ödüllerini göğüslerini gere gere alanlar da bunlardır.
  • Bir yandan inananlardan oy dilenen, sonra gidip Papa heykelinin önünde imza atanlar da bunlardır.
  • İmam Hatipli gençleri siyasette kullanan, ancak Heybeliada Ruhban Okulunu açmaya çalışanlar bunlardır.
  • Bir yanda Hamas’la görüşen, diğer yanda Ortadoğu’da ve Irak’ta insanlık dramına ve zulme eşbaşkanlık yapanlar yine bunlardır.
  • Özellikle, gurbette istismar ettiği inançlı vatandaşlarımızı kara para tuzağına çekerek, namuslu kazançlarını ve alın terlerini utanmadan gasp edenler de bunlardır.
  • ve sonra yüzleşmeye gelince “bana mı sordunuz” diyerek mağdurları kaderlerine terk edenler de yine bunlar ve bu kadrolardır.

Bugün bu aldatmalara ve bu sahtekârlıklara maruz kalmış yüzbinlerce vatandaşımızın âhı ve bedduaları bunların üzerindedir.

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareketin iktidarında kötülük, yapanın yanında kâr kalmayacak, sorumlular hesap vermekten kurtulamayacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bu ilkesiz ve ikiyüzlü siyasetin başındaki Başbakan, şimdi kalkmış fakirlik sömürüsü ile dünya malında gözü olmadığını söylemekte, millete hizmetten başka bir amacı olmadığını pişkinlikle dile getirmektedir.

Bu açıdan bakarsak, bir zavallı fâni olarak gündeme getirdiği, “iki metreküplük yer” istismarı, “musalla taşı” nakaratı, “nasıl bilirdiniz” diyalogu, üstadı olduğu takiyenin yeni bir örneği olarak görülmelidir.

“Fakir” istismarlarına, “biçare derviş” çağrışımlarına karşılık bilinmelidir ki; bu millet;

  • Hediye edildikten sonra iadeye mecbur kalınan binlerce dolarlık mücevherleri,
  • Yedi yıldızlı otellerde, onbinlerce dolara yapılan aile tatillerini,
  • Dün, eş-dost yardımı ile tahsil görülürken, bugün milyon dolarlara satın alınan gemileri,
  • Binlerce kişilik salonlarda, medyaya kapalı yapılan sünnet ve düğünlerin, çantalarla taşınan altınlarını, asla unutmayacaktır.

Bunca insanımızı bir lokmaya muhtaç ettiği ülkemizde, kendisine bu ahlâkı nasıl yakıştırdığını elbette soracaktır?

Bunun hangi vicdanlara sığdığını, hangi anlayışın bunu meşru ve mubah kıldığını mutlaka sorgulayacaktır.

Ve… Zamanı geldiğinde, sömürülen duygularının hesabını kapatmak üzere, sandık önüne bu konuyu tekrar hatırlayacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bugün Türkiye’de, maneviyat üzerinden ucuz siyaset yapan, Türkiye’nin milli çıkarlarını, onurunu ve haysiyetini pazarlayan ve şahsi ihtirasları için Türk milletinin geleceğini ateşe atan, sakat ve çarpık bir zihniyetin işbaşında olduğu bir gerçektir.

AKP iktidarının, bu ideolojik ve ahlâkî tavır karmaşası, diğer alanlarda da kendini hissettirmektedir. Başbakan, yurt içinde bulamadığı meşruiyeti yabancıların desteğinde bulmaya çalışmaktadır.

İktidardaki icraatları, AKP'nin siyasi meşruiyet kazanma arayışında yöneldiği adresin Türkiye'nin dışında olduğunu göstermiştir.

AKP, iktidar yetkisini Türk milletinden almasına rağmen, meşruiyetinin dayanağını milli iradede bulamamanın sıkıntısını ve sancısını derinden yaşamaktadır.

Bu yüzden, iktidar mensuplarının, batı dünyasına karşı aşağılık kompleksine yakalandıklarına şahit olunmaktadır. Görülüyor ki, dünün “adil düzencileri”, 2002 yılında ayrılarak bugünün “batıl düzencileri” olmuşlardır.

Başbakan artık, ahlâk, hakkaniyet, adaletten çok uzak bir küreselleşmeyi savunabilmekte, küresel sermaye ve zihniyetinin bir gönüllü tanıtım ajansı gibi çalışmaktadır.

Başbakan’a göre, batılı değerler ve küresel odakların memnuniyeti ve rızası, hükümetin başarısında yeterli göstergedir. AKP için artık sanal mutluluklarının ve pembe tablolarını çıpası ve onay mercii yabancı güçler ve yurt dışındaki mihraklar olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı, ülkemizdeki küresel sermayenin akışını, rejimin emniyetine örnek gösterecek kadar, vahim bir yabancı hayranlığı içerisindedir.

Türkiye’de sınırsız arazi ve toprak satışını, dünya ile bütünleşme, dışa açılma ve liberalizm olarak algılayan bu zihniyeti fırsat bilen yabancılar ise kaynaklarımızı kapmak için sıraya girmişlerdir.

Başbakan, bu hazin durumu gelişen Türkiye’nin işareti olarak sunma çabasındadır. Başbakan’a göre huzur ve istikrar olmasa turist gelmeyecek, ekonomi iyiye gitmese yabancı sermaye talan için üşüşmeyecektir.

Değerler sisteminde, yabancıları tek referans olarak kullanan bu çarpık, ikiyüzlü ve teslim olmuş siyaset nihayetinde;

  • AKP’nin devlet anlayışını,
  • Dünyaya ve insanlığa bakış tarzını,
  • Milli haysiyet ve menfaat duruşunu,
  • Türk milletine olan güvensizliğini,
  • İnançlarımıza olan saygısını, gösteren en önemli işaretleridir.

AKP zihniyeti artık, varlığını ve meşruiyetini yabancılara hizmette, göstereceği sadakatte ve alacağı takdirde aramaktadır.

AKP, yabancı güçlerin ve düşüncelerin tam egemenliği altına girmiştir. Bundan sonraki aşamalarda, milliyetçilik başta olmak üzere Türkiye’nin direnme noktalarını da kırıp ülkemizi teslim etmeye hazırlanmaktadır.

Türkiye’de bulamadığı ilgi ve alkışı yurt dışında aramak için çıktığı gezi sayısına bakarak, başarı iddiasında bulunduğu uluslararası ilişkilerimizin, her alanda tam bir hezimetle sonuçlanmış olduğu bir gerçektir.

  • Tavizin “bir adım önde olma”,
  • Teslimiyetin “aktif dış politika”,
  • İlkesizliğin “zafer ve ilerleme”,
  • Peşkeş çekmenin “ülkeyi pazarlama”,
  • Küresel taşaronluğun “eşbaşkanlık”,
  • Boyun eğmenin “diyalog”,
  • İşbirlikçiliğin “dönüşme ve değişme”,
  • Diplomatik şantajın ”müzakere”,
  • Gayri milli zihniyetin “stratejik vizyon” olarak tanımlandığı bu kara dönemde AKP, sığındığı yalan ve umut tacirliği ile ömrünü tamamlamak üzeredir.

Ülke ülke gezerek, Birleşmiş Milletler memuru gibi her konuya bulaşan ve bunu küresel barış adına yaptığını belirten Başbakan, ülkemizi ilgilendiren sorunları bırakıp, BOP eşbaşkanı sıfatı ile medeniyetler ittifakı için uğraşmaktadır.

Bugün, iç ve dış güvenliğini hedef alan açık ve çok yakın tehlikelerle karşı karşıya kalan Türkiye’yi bu noktaya, Başbakan’ın sergilediği acz, teslimiyet, gaflet ve ikiyüzlülük getirmiştir.

Gücünü ve desteğini küresel sömürüden ve yabancıların alkışlarından alan Başbakan, tehlikeli bir kumar oynamış ve kaybetmiştir.

İnanmadığını söylemek, vaatlerinin arkasında durmamak ve söylediğini inkâr üzerine inşa edilen teslimiyetçi tarz-ı siyaset, AKP’nin gerçek hüviyeti haline dönüşmüştür.

AKP zihniyetinin gerçek durumu budur. Türk milleti, seçim öncesi verilen sözlerle iktidardaki icraatlara; yola çıkılırken savunulan ilkelerle bugünkü bozgun arasındaki derin uçuruma, acı bir şekilde şahit olmuştur.

AKP’nin gerçek yüzü ve kimliği artık açığa çıkmıştır. Kapkaç siyaseti anlayışının temsilcisi olan bu kadroların göz boyama, yanıltma, aldatma, yalan ve inkârdan ibaret olan siyasi sermayesi artık tükenmiştir.

İçi boş sloganlarla, sanal umut ve vaatlerle, hayali başarı hikâyeleriyle Türk Milletini yeniden kandırma imkânı artık kalmamıştır.

Milliyetçiler için, küreselleşmeyi kutsayan, batı başkentlerini saygın bulan, yabancı sermayedardan övünç duyan, buna karşılık milli değerlerden kaçan bu zihniyetin kabul edilmesi asla mümkün değildir.

İnancımız odur ki, yüksek irfan ve erdem sahibi olan aziz milletimiz, yaklaşan genel seçimde;

  • Meselelere başka başkentlerden değil, Ankara’dan bakan milliyetçileri seçecek,
  • İkiyüzlülüğü, istismarı, aşağılanmayı reddederek, yükselişi, ilkeli tutumu, milli onur ve ahlakı mutlaka tercih edecektir.

Bu vatanı karşılıksız seven Türkiye Sevdalılarının önünü mutlaka açacaktır. Bütün inancımız ve gayretimiz bu yöndedir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Zenginleşme ve gelişme iddialarının, sanal mutluluk oyunlarının, AKP’nin siyasi hesaplarını saklamak için kullandığı vitrin süsleri olduğu giderek daha iyi anlaşılmaktadır.

Türk toplumunun milli duygu ve tepkilerinin köreltilmesini amaçlayan AKP zihniyeti, tepkisizlik ortamında Türkiye’de tehlikeli bir siyaset modelinin adım adım yerleştirilmesine çalışmaktadır.

Bütün bu gerçekler ve tehlikeler karşısında, iktidarın şemsiyesi altına sığınarak teslim olan sermaye çevrelerinin ve ipotekli basının sergiledikleri tutum ibret vericidir.

Ancak, hiçbir Türk milliyetçisinin, Türkiye gerçeği ortadayken, tahribat bu kadar açıkken, ülkesini ve milletini medyanın sunduğu gibi algılama lüksü ve bu konuda bir mazereti olamaz. Olmamalıdır.

Türkiye’nin son dört buçuk yılı, bedeli toplumumuzun her kesimi için çok ağır olan AKP iktidarının tahribatı altında geçmiştir.

AKP iktidarında;

  • Yolsuzluğa, işsizliğe ve açlığa mahkûm edilen Türk milletinin gelecek ümidi kararmıştır.
  • Devlete ve adalete olan güven duygusu zayıflamış, siyaset kurumu itibar kaybetmiştir.
  • Toplumsal huzursuzluk ve çatışma alanları genişlemiş, her sahada çok tehlikeli bir kutuplaşma ve cepheleşme sürecine girilmiştir.
  • Ahlakı koruyan değerler sistemi çöküntüye uğramış, kanunsuzluk, yolsuzluk ve şiddet artarak, Türkiye suç ve suçlular ülkesi haline gelmiştir.
  • Türk ekonomisi, sürekli sıcak para girişine mecbur hale getirilerek, borç, taviz, teslimiyet ve talan döngüsüne mahkûm edilmiştir.
  • Türkiye’nin milli kaynakları; ya yok pahasına satılmış, ya AKP’nin yandaşlarına peşkeş çekilerek israf edilmiştir.
  • İşçi, memur ve emekliler yaşam ve ahlak mücadelesi vermeye başlamışlardır.
  • Esnaf ve sanatkâr perişan, tarım sektörü çökmüş, çiftçi varını- yoğunu kaybetmiştir.
  • "Türkiye'yi pazarlıyorum" anlayışı ile milli sanayimiz ve sermayemiz tükenme noktasına getirilmiştir.
  • Korunma ve adil rekabet isteyen işverenler "beceriksiz" olmakla suçlanmış, yabancıların önüne yem olarak atılmışlardır.
  • Türkiye’de etnik ayrışma ve bölünme dinamikleri harekete geçmiş, iktidar zihniyetinden ümit ve destek bulmuştur.
  • Türkiye’nin milli kimliği, bizzat Başbakan tarafından tartışmaya açılmıştır.
  • Ülkemizin bölünmesinin, demokratikleşme adına serbestçe savunulduğu şer ortaklıkları oluşturulmuştur.
  • Türkiye, milli birliği, toprak bütünlüğü ve devlet yapısı, içerde ve dışarıda sorgulanan, sorunlu bir ülke konumuna getirilmiştir.
  • Türkiye’nin güvenliği açık tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya bırakılmış, zaafa uğrayan terörle mücadele karşısında bölücülük cesaret ve moral ve mevzi kazanmıştır.
  • Türkiye, dış politikada her cephede zemin ve itibar kaybetmiş, hayati milli çıkarları ucuz pazarlıkların konusu haline getirilmiştir.

AKP iktidarının beşinci yılını yaşayan iktidarının en iyimser özeti ve hali maalesef bundan ibarettir. Karşımızdaki gerçek Türkiye tablosu böyledir. Bu tablonun mağduru büyük Türk milletidir.

Unutmayınız ki, bugün merkezinde ülkemizin yer aldığı, stratejik çıkar hesaplarının yapıldığı, dünyanın yeniden şekillendirildiği bir dönem yaşanmaktadır.

Ancak, Bu ağır şartlar altında, Türk milliyetçiliğinin tek başına iktidarındaki bir Türkiye, istikametini belirleyecek; dünyanın dengelerini barış ve hakkaniyet yönünde değiştirme gücünü ve cesaretini kendisinde bulabilecektir.

Bu mücadeleyi de, Allah’ın izniyle, yabancı sevdalıları değil, Türkiye sevdalıları kazanacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Cumhuriyetimize şekil ve ruh kazandıran Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 87. yıl dönümünü heyecanla kutluyoruz.

Ancak, son günlerde Cumhurbaşkanlığı seçiminden kaynaklanan, tartışmalar dikkat çekici bir hal almış olduğu görülmektedir. Bu açıdan meclis, milli irade, milli hâkimiyet gibi kavramlar üzerine olan görüşlerimi bu vesile ile aktarmak istiyorum.

Demokrasiyi yalnızca oy verme işlemi, millet iradesini sandalye sayısı zanneden bir zihniyet, Cumhurbaşkanlığı makamını seçilmiş kral gibi görme eğilimini, kamuoyunun önünde bir süredir yansıtmaktadır.

“Ben meclisim, istediğimi yaparım” anlayışının, geçtiğimiz yıllarda “istersem Anayasa Mahkemesini de kapatırım” tehdidi, özürlü demokrasi algısının açık bir işareti olmuştur.

Bize göre milli hâkimiyet, büyük Türk Milletinin; kültürünün, inançlarının, mutluluğunun, değerlerinin ve ülkülerinin şekillendiği bir sosyo-kültürel izdüşümün iradesini temsil eden, kucaklayıcı ve kapsayıcı bir kavram olmalıdır.

Aksi halde, yalnızca seçildiği için ve halka rağmen siyaset izleyenlerin, milli temsil sorumluluğunu taşıyamayanların, ülkemizi telafisi zor maceralara yöneltebilecekleri gerçeği, parlamento tarihimizde sabittir.

Bu açıdan seçilenlere düşen görev, şahıslara, zümrelere, sınıflara hizmet ve dayanmayı değil; tümünü dikkate alacak şekilde, milletin mutluluğu ve devletin bekasını koruyacak bir siyaseti izlemek olmalıdır. Milletinin yarısıyla barışık, diğer yarısıyla kavgalı bir yönetimin başarılı olması mümkün görülmemektedir.

Parlamenter yapı ve seçim kavramları çağımızın öylesine sihirli ve etkileyici kavramları olmuştur ki, halktan kopmuş demokratik olmayan ülkelerde bile parlamentoların varlığı ve sözde seçilmiş kişilerin halk adına halkı yönettiği bilinmektedir. Bu nedenle meclisin kurumsal yapısı tek başına yeterli bir anlam ifade etmeyecektir.

Bu açıdan, Türkiye Büyük Millet Meclisine anlam kazandıran, milletin ve değerlerinin tam olarak temsili; halkın tüm beklentilerine ve hassasiyetine kulak veren milli bir demokrasi anlayışıdır.

Bu itibarla TBMM üyelerine düşen milli görev, Türk milletinin ve devletinin varlığını yükseltmek, milletin duygu ve düşüncelerinin yankı bulacağı milli hassasiyetin, parlamentoda şekillenmesini sağlamak olmalıdır.

Bu açıdan, şimdi şahit olunduğu gibi, tek başına iktidara ulaşılmış olunsa bile,

  • Siyaseti şahsi çıkar ve ikbal aracı olarak görmek,
  • İlkesiz kadrolarla sözde iktidar olmak,
  • Etikten ve fikirden yoksun bir yönetim anlayışını dayatmak,
  • Gerilim politikasıyla devlet ve toplum hayatımızı çatıştırmak,
  • Toplum ile yönetenlerin arasını açmak,
  • Devlet kurumlarıyla kısır çekişme içine girmek,
  • Muhalefeti yok saymak, milli egemenlik ve milli irade demek değildir.

Bir partinin aldığı oy, sadece seçmenlerinin sayısal desteğidir. İradenin tam ve milli olması için, milleti ve tüm tercihlerini kapsaması ve dikkate alınması gerekmektedir.

Bu nedenle, hükümetler için üzerinde önemle durulması gereken husus, toplumsal mutabakatın aranması, hassasiyetlere saygı gösterilerek, halkın sesine kulak verilmesidir.

Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının başladığı ilk günden beri ısrarla ve önemle vurguladığımız temel yaklaşımımız da bu yönde olmuştur.

Bugün geldiğimiz noktada AKP’nin, “milletin iradesi tecelli edecek” diyerek başladığı süreçte Cumhurbaşkanlığı seçimini tek kişinin tercihine bırakan bir yol izleyeceği ortaya çıkmıştır.

Bu aşamada, milletin milletvekillerine, milletvekillerinin de tek seçici ve karar verici olarak Başbakan’a vekalet bıraktığı bir paradoks ile karşı karşıya gelinmiştir. Başbakan ya kendisini seçecektir, ya da kendi istediği birini.

Ortada hiçbir adayın olmadığı ve hiç kimsenin aday olmaya cesaret edemediği bu kilitlenmiş ortamda anlaşılmaktadır ki, 11. Cumhurbaşkanını millet iradesi seçmeyecek, partisince yetki verilmiş olan Başbakan atama yapacaktır.

“Aday oluyor, olmuyor” kehanetleri altında, korku ve ihtirasları arasında derin tereddütler yaşadığı anlaşılan Başbakan’ın, istekli göründüğü bu makamdan vazgeçmesi halinde, beklentisi, noter gibi çalışmaya hazır bir adayın Çankaya’ya çıkarılmasıdır.

Milletin bir kısmının desteği, diğer kısmının ihmal veya engeli ile hükümeti veya Cumhurbaşkanlığını sağlıklı bir şekilde yürütmenin mümkün olamayacağı ortadadır.

Bu nedenle hükümetin, yalnızca meclisteki çoğunluğunu değil, tamamını ve milletin farklı kesimleri ile uzlaşmayı da dikkate alması, hem demokrasinin geleceği hem de demokrasi ahlakı açısından da bir zorunluluktur.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Büyük Millet Meclisini kurarken hedefleri, düşmandan arındırılmış bağımsız bir ülke, hür ve eğitilmiş bir millet ve öz kaynaklara dayanan bir milli ekonomi idi. Bu öncelikli hassasiyetler ne yazıktır ki 87 yıl sonra yine karşımızdadır.

Bu açıdan, her geçen gün yeni tehditlerin yöneldiği ülkemizde, milli bir duruşun ve dünyayı Türkçe okuyuşun rehberi ilk mecliste ve onu oluşturan yüksek milliyetçilik duygularında aranmalıdır.

Ağır tarihi sorunların cereyan ettiği o dönemlerde, nasıl ki çözümün ilk kaynağı Meclis olmuşsa, bugün için de her türlü bunalım ve darboğazdan çıkışın, uyanışın ve yükselişin yegâne kaynağı orası olmalıdır. Ve mutlaka da olacaktır.

Demokrasi dışı arayışlar ve çağrılar milletimizden cevap ve cevaz bulamayacaktır. Milliyetçiler sandıktan çıkacak muhteşem bir sonuçla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde aziz milletimizle kucaklaşacaklardır.

Bu vesile ile 87 yıl önce Büyük Millet Meçlisini emanet eden Atatürk’ü, dâvâ arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi minnet ve rahmetle anıyor, bayramın aziz milletimize ve çocuklarımıza kutlu olmasını diliyorum.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Ağır buhran ve bunalımlarla boğuşan milletimizin yegâne güvencesi Türk milletçileri ve onların kalesi olan Milliyetçi Harekettir.

Milliyetçiliğin yegâne siyasi temsilcisi olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin tek başına iktidarı artık görünmüştür.

Türkiye’nin içine hapsedildiği cendereyi kıracak yegâne siyasi güç, Türkiye’nin milli çıkarlarının bekçisi ve milli birliğinin, dirliğinin ve kardeşliğinin sigortası olan Milliyetçi Hareket Partisidir.

Talip olduğumuz misyon, Türkiye ve Türk milleti merkezli yeni bir aydınlatma hareketi başlatmak ve milli şuuru ayağa kaldırarak Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmaktır.

Milli vicdanın sesi olarak bugüne kadar aziz milletimizi aydınlatmak için amansız bir mücadele veren Milliyetçi Hareket, bu yöndeki çabalarını son güne, son saate kadar sürdürecektir.

Milliyetçi Hareket, meşru ve demokratik yollardan ve sadece büyük Türk Milletine güvenerek bu hedefe mutlaka ulaşacaktır. Hiç kimseye diyet borcu olmadan iktidara gelecektir.

Bu açıdan genel seçimler, partimizin ulaşacağı tek başına iktidar ile Türkiye’nin kurtuluşuna vesile olurken, teslimiyetçi zihniyetten hesap sorma gününün başlangıcı anlamına gelecektir. Milliyetçi Hareket, bu şerefli göreve taliptir; kadroları ve projeleriyle buna hazırdır.

Bu toplantıda kucaklaşan ülküdaşlarımdan ve Türkiye’nin her bölgesinden, bu kutlu işaretleri alıyorum ve bu inanca şahit oluyorum.

Bunun için, başı dik, alnı açık, gönlü yüce, yüreği vatanı ve milleti için çarpan; inancının, ülküsünün tavizsiz takipçileri olan ülküdaşlarımı daha fazla çalışma, daha fazla gayret ve fedakârlık beklemektedir.

Türk siyasi tarihinin en kritik seçimine gidilirken Milliyetçi Hareket mensuplarını bekleyen en önemli görev, Türk milletinin doğruları görmesini önlemek için çekilen kara perdeleri yırtarak, gerçeklerin penceresini açmaktır.

Siz değerli arkadaşlarımdan istediğim; yılmadan, usanmadan gezerek doğruları anlatmaya devam etmenizdir.

Milliyetçi Hareket, Cenab-ı Allah’ın yardımı ve Türkiye’nin milliyetçi özünü ve ruhunu temsil eden gerçek vatanseverlerin oylarıyla tek başına iktidara ulaşacaktır. Gelişmeler de o yöndedir.

Hiç kimse unutmasın ki; perde henüz kapanmamış, tarih hükmünü henüz vermemiş ve Türk Milliyetçileri henüz son sözlerini söylememiştir.

İnadına ve ısrarla konuşacaksınız, büyüyeceksiniz ve milletimizin kurtuluş ve yükseliş ruhu olacaksınız.

Yapılan yanlışların, kusurların, ihanetlerin ve ikiyüzlülüklerin hesabını tek tek soracaksınız.

Bu vesile ile toplantıyı tertip eden Konya il teşkilatına ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Türk milletinin milli varlığına ve milli kimliğine sahip çıkacak dava arkadaşlarıma çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Hepinize en içten selam ve saygılarımı sunuyorum.

Yolunuz açık, Cenab-ı Allah yardımcımız olsun.

Son olarak iktidar inancımızı bir kez daha tekrarlayalım.

60. Hükümet Milliyetçi Hareket.

Ne mutlu Türküm diyene.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı