Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 1 Ekim 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
1 Ekim 2013

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye Büyük Millet Meclisi 24. Dönem 4. yasama yılına başlarken partimizin ilk grup toplantısını yapmak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Meclis’in tatilde olduğu yaz ayları boyunca doğal olarak siyaset mola vermemiş, iç ve dış hadiselerdeki yoğunluk azalmamıştır.

Parti olarak, geride kalan zaman diliminde siyasi faaliyetlerimizi hız kesmeden, çalışmalarımızı ara vermeden heyecanla sürdürdük.

Meclisin tatile girmesi şüphesiz bizi rehavete sürüklememiş ve mücadelemizi yavaşlatmamıştır.

Her zamanki hevesimizle, her zamanki disiplinli ve faal siyasi tutumumuzla milletimizle buluşmaktan, düşüncelerimizi, sorunlar karşısındaki çarelerimizi açıklamaktan bir an olsun vazgeçmedik, geri durmadık.

Bu itibarla, yaz dönemini oldukça verimli ve etkili bir şekilde geçirdiğimizi düşünüyorum.

Bu Yasama Yılı’nın diğerlerine kıyasla zahmetli ve çetin geçeği güçlü bir ihtimaldir.

Gelecek yıl ki, Mahalli İdareler Seçimleri ve arkasından yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimi siyasetin tansiyonunu da artıracaktır.

Başbakan Erdoğan bu iki seçim öncesinde Türkiye’yi yine ip gibi gerecek, cepheleşmeleri ileri merhalelere taşıyacaktır.

Bunu görmek, bunu bilmek ve buna da her anlamda hazır olmak lazımdır.

Anlaşılıyor ki, AKP bayatlamış taktiklerini, artık cılkı çıkmış istismar politikalarını, yavan ayak oyunlarını yaygınlaştıracaktır.

Başbakan Erdoğan’ın antidemokratik tercihleri, zora ve zorbalığa dayalı hamleleri iyice sıklaşacaktır.

Çünkü Başbakan’ın dümeni kırık, pusulası bozuk iktidar gemisi su almaya başlamıştır.

Başbakan Erdoğan ani, kıvrak ve çok vahim manevralarla batmaktan kurtulmak için çirkeflik ve çirkinlikte kural ve insaf tanımayacaktır.

Gelişmeler bize bunu göstermektedir.

Ne var ki tertipler ne kadar fazla olursa olsun, uyanan ve galeyana gelen aziz milletimiz Mahalli İdareler Seçimleri’nde Başbakan ve partisini uyaracak ve aşağıya çekecektir.

Cumhurbaşkanlığı ya da içten içe başkanlık rüyası gören Başbakan Erdoğan büyük hayal kırıklıkları yaşayacak ve kaybetmekten başka şansı da olmayacaktır.

Kimliği aşağılanan, tarihi kişiliği alaya alınan ve tüm varlığı hücuma uğrayan aziz milletimiz, Allah’ın izniyle Başbakan Erdoğan karabasanından ve bu şahsiyetin karanlık dolu emellerinden kurtularak aydınlık ve parlak günlere ulaşacaktır.

Mutlu, huzurlu ve güzel günler uzak değildir.

Yoğun geçecek bu Yasama Yılı’nın başında siz değerli arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum.

TBMM’ndeki çalışmaların partimize, ülkemize, milletimize, demokrasimize hayırlar getirmesini, bu yeni Yasama Yılı’nın her şeye rağmen güzellikler içinde geçmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Ne kadar iyi niyetli olsak da, ne kadar ümitli bakmaya çalışsak da, bu yeni dönemde de maalesef, milletimiz ve ülkemiz için huzur, refah ve mutluluk dolu tertemiz sayfaların açılacağını söylemekten çok uzağız.

Geçmiş deneyimlerimize, geçmişteki olaylar manzumesine baktığımızda önümüzdeki sürecin umut vaat ettiğini, milletimizi tatmin edecek gelişmelerin yaşanacağını peşinen de olsa söyleyemeyiz.

Bu yeni Yasama Yılı’nın hemen başında elbette temennimiz biriken, ağırlaşan iç ve dış meselelerin giderilmesi, makul bir çizgiye getirilmesidir.

Ancak sahip olduğumuz iyi niyetli bekleyişi karşılayacak siyasi irade eksikliği, hatta yokluğu bizi en çok kaygıya sürükleyen ve de karamsarlığa iten başlıca husustur.

Siyaseti çatışma, kamplaşma kulvarına çeken, gerilim alanına sabitleyen iktidar partisi AKP’nin, bu yeni Yasama Yılı’nda da eskiyi aratmayacak davranış ve uygulamalarda bulunacağı neredeyse kesindir.

Görüyoruz ki AKP zihniyeti; yanlışlarını, gafletle ihanet arasında gidip gelen siyasi tavırlarını ısrarla, inatla sürdürecektir.

İzlenimlerimiz, tespit ve değerlendirmelerimiz buna işaret etmektedir.

Öyle sanıyorum ki, Türkiye tartışmaların daha da alevleneceği, görüş ve fikir ayrılıklarının daha da derinleşeceği bir dönem yaşayacaktır.

Kümeleşme, kutuplaşma ve ayrı ayrı saflarda toplanma eğilimleri gittikçe genişleyecek, gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

Bundan dolayı yakın vadeye yönelik olarak vereceğimiz ne bir müjde, ne de söyleyebileceğimiz olumlu herhangi bir şey olacaktır.

Geride kalan yılların, milletimizde neden olduğu ağır travmaların ve sıkıntıların bundan sonraki süreçte de devam edeceğine dair çok ciddi emareler bulunmaktadır.

Önümüz hem iklim bakımından, hem de siyasi şartlar açısından kara kıştır.

İç ve dış siyasi zeminde, hükümetin içine düştüğü teslimiyetin, boyun büktüğü dayatmanın hacmi ve seviyesi ortadadır.

Dahası bunlar karşısında sergilenen atalet ve acziyet geleceğe dönük tahminlerimizde ümitvar olmamızın önüne geçmektedir.

Nitekim, ülkemizin bütün sorunlarının çözüm yeri olması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yeni Yasama Yılı çalışmalarına da;

√       Ekonomik problemlerin neden olduğu yoksulluk ve işsizliğin,

√       Giderek artan ahlak bunalımının yanı sıra çoğalan yolsuzlukların ve şiddetin,

√       Geçen yıllardan devam eden ve derinleşen siyasi anlaşmazlıkların,

√       Milli bekanın hükümet eli ile tehlikelere atıldığı vahim gelişmelerin,

√       Milli kimliğin tahribine yönelik hız kazanmış oyunların,

√       Bölgesel ve küresel açmazların yol açtığı stratejik türbülansın,

√       Türkiye’yi dar bir alana sıkıştırmak ve taviz koparmak amacıyla sürdürülen terörist baskıların endişe verici şekilde tırmandığı kaos ve kargaşa ortamında başlayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve aziz milletimizin birliğine, dirliğine ve güvenliğine musallat olan AKP zihniyeti rezalet çıtasını iyice yükseltmiştir.

Muhtemeldir ki, siyasal, toplumsal, ekonomik alanlardaki tehlikeli gelişmeler bir sağanak gibi gelecektir.

Nihayetinde Türkiye, AKP’yle uçurumun sıfır noktasına kadar getirilmiştir.

Başbakan Erdoğan savaş kaybederek esir düşmüş, eli ve zihni kelepçeli, kararları ve niyetleri hasarlı milli onur yoksunu yöneticilerin tıpkısı, aynısı haline gelmiştir.

Nitekim bunun en yakın örneğini yaz ayları süresince PKK’dan gelen tehdit ve hakaretleri sineye çekmesinde, ilaveten bölgesel meselelerdeki bulanık ve başkalarının menfaatini gözeten talihsiz adımlarında görmek mümkün olmuştur.

 Başbakan Erdoğan’ın kalbi, kararları, feraseti ve siyasi kişiliği PKK, İmralı canisi ve küresel güç merkezleri tarafından makasa alınmıştır.

İşin tuhaf tarafı düştüğü halin ne denli içler acısı olduğunu henüz kavrayamamasıdır.

Yalancı baharlar, sanal icraatlar, ürkek diklenmeler, gevşek ve kaypak duruşlar, yanardöner açıklamalar, temelsiz atışlar, hayal satıcılığı, hayalet avcılığı Başbakanla özdeşlemiş, Başbakanla bütünleşmiştir.

İcazetle başladığı siyasi macerasında, “durmak yok yola devam” dedikçe afallamış, yalpalamış ve mutlaka da kapatılamayacak gedikler vermiştir.

Gücünü, siyasetini ve yönünü tamamen dış güçlerin rüzgarına bırakan Başbakan ve hükümeti millik vasfını uzun süre önce kaybetmiştir.

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Üstüne basa basa vurgulamak istiyorum ki, dünü unutursak bugünü açıklayamayacağımız gibi, geleceğin koordinatlarını da çizemeyiz.

Şu da bir gerçektir ki, yılladır süren siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel bünyemizi çürüten müzminleşmiş hastalıklarla mücadele, yeni dönemde de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önündeki en ciddi konular arasındadır.

Bugün içinden geçilen yüksek gerilimli ortamdan çıkılması için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Yeni Yasama Yılı’nda normalleşme sürecini başlatacak somut adımlar atması hepimiz açısından elzemdir.

Son dönemde yaşanan bunalımların, gerginlik ve skandalların ortak akıl ve sağduyu ile bir fırsat penceresine dönüştürülmesi için henüz vakit mevcuttur.

Çalkantılar içinde sarsılan Türkiye’nin durulmasını sağlayacak ve Türk milletinin gerçek gündemine dönülmesini mümkün kılacak yollar henüz tükenmemiştir.

Hala az da olsa umut ateşi yanmaktadır.

Bu bakımdan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milletimizin gerçek sorun alanlarını mümkün olabilecek en geniş tabanlı bir mutabakat ve katılımla ortadan kaldırması acil bir ihtiyaçtır.

Bilhassa TBMM’de temsil edilen partilerin; “temiz siyaset, temiz yönetim ve temiz toplum” idealine bağlılık konusunda ne derece samimi ve buna ne kadar bağlı oldukları gelecek günlerde daha da billurlaşacaktır.

Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla fonksiyonel hale gelmesi, milli varlığımızı parçalamaya yönelik karanlık senaryoların mağlup edilmesinde çok önemli katkı sağlayacaktır.

Biz parti olarak bugünkü darboğazın, bugünkü sağlıksız ve istikrasız tablonun, demokratik rejimin meşru zeminlerinde, kuruluş ilkelerimizin ahlaki ölçülerinde, dünden miras aldığımız milli ilkeler boyutunda aşılabileceğine yürekten inanıyoruz.

İstendikten sonra, Türkiye’nin önünü kesmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

İstendikten sonra, Türkiye’yi kimse tutamayacak ve durduramayacaktır.

Birlik ve beraberlik ruhu sağlamlaştıktan sonra Türk milletinin yükselmesine kimse mani olamayacaktır.

Yeter ki, bu Meclis çatısı altında Türk milletinin müşterek milli değerlerine sadakat gösterilsin, yeter ki milli hedeflerden en ufak bir sapma gösterilmesin, yeter ki milli kimlikten kimse gocunmasın.

Şunu gönül huzuruyla belirtmeliyim ki, Türk milleti bizim en büyük dayanağımız, en büyük servetimiz, en büyük güvencemizdir.

Ve bu muhteşem tarihi ve sosyolojik görkemin yaşatılması, payidarlığı, birliğinin ve kardeşliğinin sonsuzluğa akması bu Gazi Meclis’te ettiğimiz yeminin, hem de taşıdığımız vekâlet görevinin eşsiz bir gereğidir.

Buradan yeri ve sırası gelmişken, TBMM’de görev alan her milletvekili arkadaşıma, Anayasa’nın 81’nci maddesini hatırlatmayı, bu çerçevede içtikleri and’a göre hareket etmekle mükellef olduklarını söylemeyi bir sorumluluk addediyorum.

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumaya büyük Türk milleti önünde namus ve şeref üzerine yemin ederek görev başı yapan hiçbir değerli milletvekili bunun dışına çıkamayacak, buna aykırı hareket edemeyecektir.

Çünkü ortada şeref ve namus bahsi vardır.

Bunlar bir insanın sahip olması gereken olmazsa olmaz iki değeridir.

Kuldan utanan,  Allah’tan korkan hiçbir fani, hele hele ‘ben Müslümanım’ diyen hiçbir vicdan sahibi yeminlerini bozamayacak, yeminlerinden cayamayacaktır.

Bu söylediklerimin istisnaları döneklerdir, batılın takipçileridir, şirk koşanlardır, günahkârlardır ve kıblesini kaybetmiş zavallılardan başkası olmayacaktır.

Allah’a hamd olsun ki, Milliyetçi Hareket Partisi’nin her milletvekili, bu salonda hazır bulunan her arkadaşım yeminlerine sadık ve sonuna kadar da bağlıdırlar.

Biz sözlerimizden vazgeçecek, doğrularımızı unutacak ve yeminlerimizden dönecek kadar şuurumuzu, izzet-i nefsimizi ve imanımızı şükürler olsun ki kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz.

Artık TBMM’de görev alan tüm milletvekilleri kendilerini gözden geçirmeleri, milli ve manevi vecibelerin neresinde durduklarını kalben ve vicdanen değerlendirmeleri gerekmektedir.

Unutmayınız ki, yeminini çiğneyen, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü dinamitleyen, sabote eden, etmeye de cüret eden kim olursa olsun, millet ve tarih nezdinde beddualarla anılacak ve de hain damgasını kalın harflerle alnına yiyecektir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Demokrasi her şeyden önce bir zihniyet, bir ufuk, bir niyet ve bir ülkü meselesidir.

Ve demokrasinin yaşayabilmesi, varlığını idame ettirebilmesi muhakkak ki demokratik bilincin kökleşmesiyle, demokratik kültürün olgunlaşmasıyla yakından alakalıdır.

Demokrasinin iki ana direği olduğu barizdir.

Bunlardan birincisi katılım, bir diğeri ise temsildir.

Bunlarsız demokrasi olmayacağı gibi, gelişme, kalkınma ve güçlü bir ülke olma iddiaları da hayalden öte bir anlam taşımayacaktır.

Demokrasi fırsatlar sistemidir, mutlaka da saygı, tahammül ve hoşgörüden beslenecektir.

Türkiye, 1946 yılından beridir demokrasi istikametinde dönmemek üzere ilerlemektedir.

Dünden bugüne baktığımızda, şüphesiz eksik kalan yanlar, noksan bırakılan taraflar, ikmal ve tamir edilmesi gereken kısımlar vardır ve bu son derece de normaldir.

Hattızatında, meşrutiyet yıllarında dahi demokratik havayı teneffüs etmek, öyle ya da böyle birden fazla partinin siyasal mücadelesine, iktidarın seçimler yoluyla el değiştirmesine şahit olmak mümkündür.

Bunun yanı sıra, milli mücadele yıllarında irili ufaklı 30’a yakın yerel ve ulusal nitelikli kongre bile demokratik bir ruhtan, katılım ve temsilden güç almıştır.

Gazi Meclisimizin açılması aslında demokrasiye karşı muhabbetin, millet egemenliğine duyulan şükranın eseridir.

Milli mücadele kahramanları millet iradesinin hilafına hiçbir ilişkinin içinde yer almamışlardır.

Son yurdumuzun işgal yıllarındaki en karanlık anlarında, düşmanların Polatlıya kadar gelerek bağımsızlığımızı yok etmeye cüret ettiği en kahredici dönemlerde Gazi Meclis tüm kararlarını ateşli tartışmalar ve müzakereler içinde almayı başarmıştır.

İşte böylesi ortamlarda demokrasimiz temellenmiş, filizlenmiş ve boy vermiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, her ne kadar meydanlardaki kahramanlıklarla harcı karılmışsa da, devamlılığı ve kurumları demokratik anlayışla temin edilmiştir.

Milliyetçilik ve demokrasi arasındaki kopmaz bağ ve bağlantı, tarihsel ve sosyolojik beraberlik bize hem bağımsızlık, hem de bir devlet kazandırmıştır.

Biraz tarih mürekkebi yalamış, biraz sosyoloji kitabı karıştırmış herkes, milliyetçilikle demokrasinin birbirini tamamlayan, birbirinden feyiz almış iki değer olduğunu takdir edeceklerdir.

Dolayısıyla milliyetçilikle demokrasinin ayrılamaz bir birlikteliği vardır ve olacaktır.

Bugün milliyetçiliğe duyulan nefretin, kızgınlığın, fobinin kaynağına, ve yetişme evresine indiğimizde, biliniz ki demokrasiye duyulan hazımsızlık hemen yüzeye vuracak, gözümüze çarpacaktır.

Bu nedenle Başbakan Erdoğan değiştirdiği gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemiştir.

Milliyetçiliğe hasım olmakla, Türk milleti gerçeğine şaşı bakmakla teoride ve pratikte demokrasiye cephe almıştır.

İşte böylesi bir zihniyet demokratikleşme paketleriyle milletimizin gözünü boyamaya, PKK taleplerini bir bir karşılayarak bölücülere ustalık gösterisinde bulunmaya kalkışmıştır.

Evet, Başbakan ustadır, ama bölünme duvarının mimarisinde ustalaşmış ve uzmanlaşmıştır.

Evet, Başbakan ustadır, ama gücü yeterse ancak ve ancak yıkımın ve çözülmenin ustalığıyla anılacak, bu leke de bozuk sicilini kapkara yapacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan’ın dün açıkladığı ve tarihi olarak da tarif ettiği sözde demokratikleşme paketi her haliyle milletimiz adına büyük bir utanç vesikasıdır.

Başbakan Erdoğan, bu paketi, gerçekten de Türkiye’nin demokratikleşme tarihinin, özellikle de son 11 yıllık buhran döneminin tabii bir sonucu olarak görüyorsa; bu demektir ki, aklını Kandil’de, zekâsını da İmralı’da kaybetmiştir.

Bizim bu paket açıklanmadan bir gün evvel ne söylemişsek, neyi öngörmüşsek doğru çıkmış, Allah nazardan saklasın, Başbakan bizi bir kez daha mahcup etmemiştir.

Biz bu paket serisinin ne ilk, ne de son olacağını söylerken kendisi bir gün sonra bizi doğrulamış ve PKK’ya teslimde dur durak bilmeyeceğini ispatlamıştır.

Paketin muhteviyatını yorumlamaya geçmeden evvel üzerinde durmayı faydalı gördüğüm önemli konular bulunmaktadır.

Bir defa bu paket demokratikleşme parolasıyla hazırlansa da, usul ve esas bakımından anti demokratik olup, demokrasinin ruhu ve lafzıyla çelişmektedir.

Demokratikleşme paketi hazırlanmıştır, ama kimsenin fikri sorulmamıştır.

Demokratikleşme paketi hazırlanmıştır, kimsenin, hele ki, AKP’nin değerli milletvekillerinin bile haberi olmamıştır.

Ve daha da yürek burkucu olanı ise, bu paketin PKK’nın emrivakilerini, tehditlerini, bölücü oburluğunu ve kan tutkusunu tatmine yönelik olarak kaleme alınmış olmasıdır.

Görünen odur ki, Başbakan Erdoğan vicdan tapusunu, iradesinin şifrelerini PKK’ya ve İmralı canisine siyasi ikbal uğruna haraç mezat satmıştır.

Bu altından kolay kolay kalkılmayacak bir ayıp ve rezalettir.

Başbakan Erdoğan, 11 yıl önce, hükümet görevini devraldıkları gün, bir tek paketle tüm yasakları kaldırmayı, tüm kısıtlamalara son vermeyi, bütün özgürlüklerin önünü açmayı gönlünün istediğini, ama buna siyasi zeminin müsait olmadığını söylemiştir.

Sorarım sana Sayın Erdoğan, bu ülkede yasak olsaydı, özgürlükleri kullanmada fahiş engeller bulunsaydı, sen ve zihniyetin 3 Kasım’da nasıl ve hangi vasıtalarla iktidar olabilecektin?

Sen bile bu ülkede Başbakan olurken, ki maalesef gerçek budur, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük bağlamında zayıflıklarının olduğunu nasıl iddia edebilir, nasıl ileri sürebilirsin?

Gezi Parkı hadiselerinde, gencecik evlatlarımızın bireysel hak ve özgürlük taleplerini gazla, tomayla ve şiddetle bastırırken, teröristlere özgürlük bonkörlüğü yapmak insanlığın, ahlakın ve tutarlılığın neresine sığmaktadır?

Öğrencilere orman yolu gösterirken çok mu demokrattın, çok mu özgürlükçüydün?

Medyayı susturan sen, yandaşları kollayan sen, oy vermeyenleri dışlayan sen, muhalifleri sindirme edepsizliğine soyunan sen, partilere tezgah kuran sen, en ufak itirazları hakaretlerle savuşturan sen, şimdi kalkıp da demokrasi ve özgürlükte ahkam mı kesmektedir?

Sayın Başbakan, sınırsız özgürlük olmayacağını, demokrasinin bir tramvay olduğunu söylerken de şuurun açık mıydı?

Başbakan Erdoğan, demokratikleşme paketinin milletimizin yüzünü güldüreceğini, darbecilerin de uykusunu kaçıracağını söylemiştir.

Reformların, özgürlüğe susayan toplum kesimlerini sevindireceğini, milletin iradesine musallat olan baskıcı, ceberut, vesayetçi odakları rahatsız edeceğini iddia etmiştir.

Lütfen söyleyiniz, bu özgürlüğe susayanlar kimlerdir? Ve açıklanan paketten yüzü gülecek, içten içe sevinecek bölücü zümre ve küçük bir azınlık dışında kaç kişi vardır?

Türk milleti inim inim ağlarken, elindeki avucundakini borca ve hayat pahalılığına teslim etmişken, üstelik kimliği hedef alınmışken kimin sevinecek ve havalara uçacak hali kalmıştır?

Başbakan hangi gezegende yaşamaktadır?

Kaldı ki yeni bir ütopya kitabı mı yazmakta, burayı da güneş ülkesi mi sanmaktadır?

Başbakan, duyunca hepimize ‘pes doğrusu’ dedirtecek bir beyanda daha bulunmuştur.

Buna göre açıklanan demokratikleşme paketiyle şehitlerimizin arzularını yerine getirdiklerini hiç yüzü kızarmadan, en ufak çekinme, mahcubiyet hali göstermeden dile getirmiştir.

Ne zamandan beridir PKK’nın taltifi, ödüllendirilmesi ve dayatmalarının karşılanması aziz şehitlerimizin arzusudur?

Sayın Başbakan, sende hiç mi vicdan, hiç mi akıl, hiç mi erdem kalmamıştır?

Eli ve vicdanı kanlı katillere müjde verilmesini, şehitlerimizin, şehit analarının ve yakınlarının arzusu olarak lanse etmek kendini bilmezliğin dik alası değilse nedir?

Malum siyasi zihniyetin kırdığı potlar, alenen yaptığı korkunç hatalar bunlarla da sınırlı değildir.

Başbakan Erdoğan “artık Türkiye’de, kimlik dayatan, makbul vatandaşı tanımlayan, vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle uğraşan bir devlet yoktur.” demektedir.

Ek olarak, “vatandaşının ihtiyaçlarına, taleplerine, çığlığına, feryadına kulak tıkayan, vatandaşını asimile eden, taleplerini reddeden, ihtiyaçlarını inkar eden bir devlet anlayışı yoktur.” diyerek de sözlerini sürdürmüştür.

Başbakan Erdoğan hangi kimlikten bahsetmektedir? Kim kime neyi dayatmış, vatandaşlarımızın kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle kendi gibileri dışında kimler uğraşmıştır?

Bunları da açıklamalıdır.

Şayet kast ettiği Türk kimliği ise, bu bir dayatma değil, asırların alın teri, şehit emaneti ve ceddimizin kutlu bir mirasıdır.

Bil ki Sayın Erdoğan Türk kimliği sana rağmen, senin gibilerine rağmen, yoldaşın, ortağın ve dostun İmralı canisine rağmen, vatanın semalarında manevi bir bayrak gibi dalgalanacak, milletimin medar-ı iftiharı olmayı ne pahasına olursa olsun sürdürecektir.

Ayrıca Başbakan her şeyi bırakmış ve muhalefet partilerini tanzime yeltenmiştir.

Sözüm ona, millete ayak uydurmalı, büyüyen Türkiye vizyonuna göre hareket etmeliymişiz.

Daha da ilginci, kendi hatasını, kendi eksiğini görmeyen, sorgulamayan muhalefet adeta milletimizi suçluyormuş.

Biz doğal olarak kendimizi biliriz, kendimizden mesulüz.

Başbakan Erdoğan iktidarı halletmiş, her şeyi tanzim etmiş, BOP’a bin takla atarak küresel projelerin eşbaşkanlığıyla sömürgeciliğin kapak yıldızı olmaya hak kazanmıştır da, şimdi sıra muhalefete mi gelmiştir?

Başbakan Erdoğan, yabancıların ardı sıra uygun adımla yürümeyi millete ayak uydurmak mı sanmaktadır?

Demokratik adap ve terbiyede, kendi dışındaki partilere ayar vermek, iftiralarla, dayanaksız sözlerle yer hatırlatmak var mıdır?

Başbakan Erdoğan’ın, PKK’ya övgüler yağdırdığı, İmralı canisine methiyeler düzdüğü iki dudağından, Milliyetçi Hareket Partisi’ne nasihatler çıkarması, şişeden fil çıkması kadar hezeyandır, akıl dışılıktır.

Başbakan Erdoğan bu kadar yanlışın içinde bir yerde doğruyu konuşmuştur.

Haklıdır, korkaklar zafer anıtı dikemezler.

Bu yüzden Başbakan, bırakın anıt dikmeyi, işler ters gittiği anda, bu da çok uzak değildir, BOP hesabından kesilen bir biletle soluğu Okyanus ötesinde zor güç alacaktır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Hemen ifade etmeliyim ki, sözde demokratikleşme paketi PKK dayatmalarının klasik, bildik ve ezberlenmiş bir yansımasıdır.

Sessiz devrim yapmakla övünen Başbakan, asıl manada sinsi devrimle PKK’ya teslim olmuştur.

Bu paket yapılan pazarlıkların sonucudur.

Bu paket PKK’nın elinden, İmralı canisinin de tezgâhından geçmiş, sözde Akil İnsanlar Heyeti’nin raporlarıyla harmanlanmıştır.

Uzun süre beklemesinin esbabı mucibesi budur.

Demokratikleşme paketinde Türk milleti yoktur, TBMM iradesi yoktur, milletimizin beklentisi asla yer almamıştır.

Başbakan Erdoğan, 11 yıl boyunca hiçbir reformu dayatmalarla, baskıyla, pazarlıkla açıklamadıklarını, millet ne dediyse, milletimiz için hayırlı olan neyse onu yaptıklarını yalandan medet umarak belirtmiştir.

Acaba milletimiz, demokratikleşme paketinin neresine onay vermekte, nesini beğenmektedir?

Başbakan’ın millet dediği yandaş ve bölücü emellere kapılanmış dürüstlüğü muamma olan bazı anket ve kamuoyu araştırma şirketleri midir?

Açıktır ki, bu ihanet ve teslimiyet belgesinin patenti teröristbaşı ve kanlı terör örgütüdür.

√       İmralı canisi dayatmış, Başbakan sinmiştir.

√       PKK tehdit etmiş, Başbakan verdiği sözlerin gereğini yapmak zorunda kalmıştır.

Bölücü talepler Başbakan eliyle siyasete taşınmış, meşruiyet kazandırılmak istenmiştir.

Başbakan’ın demokratikleşme ve reform kılıfıyla Türk milletine pazarlamaya çalıştığı bu paket, özünde PKK’nın yıllardır beklediği hain isteklerin bir kısmıdır.

Bu paketle birlikte bölücülük bir adım daha mesafe almış, özerklik, federasyon, konfederasyon ve bağımsız Kürdistan amacına biraz daha yaklaşılmıştır.

1 Ağustos 2009 tarihinde Polis Akademisinde kurdelesi kesilen yıkım projesi ve bu yıl içinde gündeme getirilen süreç ihaneti bir eşiği daha geçmiştir.

Başbakan Erdoğan, İmralı canisi, Kandil çetesi, Barzani, küresel mihraklar, yandaş basın, sözde aydınlar ve 63’lükler el ele vermişler ve Türk milletine operasyonlarını telaşla hızlandırmışlardır.

Gürültüyle açıklanan ve demokrasinin yüz karası olan paketin muhtevası PKK’nın vesayeti, İmralı canisinin yönetimiyle kaleme alınmıştır.

Bunda şüphemiz yoktur.

Başbakan Erdoğan, büyük ekran televizyon hediye ettiği İmralı’daki müzakere ortağına dikkat çekici mesajlar göndermiş, ayaküstünde, milletimizin gözleri önünde ruhunu okşamıştır.

PKK’nın Meclis ayağı BDP’nin sızlanmaları, eleştirileri de iş olsun torba dolsun kabilinden olup, yalnızca bir şey söylemek adına seslendirilmiştir.

Yoksa bölücüler önemli bir mevzi kazanmış, PKK başarmış, istediğini tümüyle elde etmenin ucuna gelmiştir.

Herhalde bundan sonra Sayın Bülent Arınç bizzat kendisiyle müsemma haline gelen “densiz” ifadesini kolay kolay ağzına almayacak, alamayacaktır.

Zira bir insanın kendine hakareti akıl hastalığı belirtisidir ki, Sayın Arınç henüz bu düzeye gelmemiştir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

PKK’nın bölücü ve ayrılıkçı taleplerinin kısa, orta ve uzun vadeye yayılarak hayata geçirilmesi, İmralı canisiyle Başbakan’ın kafa kafaya vererek hazırladığı yol haritasına göre şekillenecektir.

√       İlk etapta, yasal düzenleme gerektirmeyen, idari tasarruflarla sağlanacak konulardan işe başlanacaktır.

√       İkinci etapta, TBMM’nde lazım gelen yasal değişiklikler yapılacaktır.

√       Son etaba geçilebilirse, sırayı Anayasa değişiklikleri alacaktır.

AKP-PKK dayanışması ve ittifakı önümüzdeki dönemde Anayasa değişikliği için de inisiyatif alabilecek ve referandum bir seçenek olarak gündeme gelebilecektir.

Amaç budur, hesap buna yöneliktir.

Herkesin hakkını veriyoruz diyerek, bir kez daha PKK taşeronluğuna tevessül eden Başbakan gerçek yüzünü tekrar göstermiştir.

Başbakan’ın artık tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek vatan söylemlerinde ne denli samimiyetsiz olduğu netleşmiştir.

Türk milleti olan biten tüm olumsuzlukları, kabus paketinden taşan kabul edilemez terörist taleplerini dün ibretle izlemiştir.

Parti olarak, pakette ifade edilen her bir maddenin amacını, taşıdığı anlamları, neden olacakları yıkım ve tahribatları ayrıntılarıyla milletimizle paylaşacağız.

Bugün yalnızca bir ön değerlendirme yapmayı doğru ve yerinde görüyoruz.

Malumlarınız olacağı üzere, PKK’nın bölücü talepleri kabaca dört ayaklı olup; siyasi statü, anadilde eğitim, özerk yönetim ve siyasi aftan ibarettir.

Bildiğiniz üzere, Seçim Kanunu’nun 15’nci Maddesi’ne bir ek yaparak, tüzüklerde yer almak ve 2 kişiden fazla olmamak kaydıyla, partilere eş genel başkanlık sistemi getirileceği Başbakan tarafından dillendirilmiştir.

Burada Başbakan, BDP’nin fiilen yürüttüğü bölücü ve otoriteyi sarsıcı modeli genele şamil kılma arayışı içine girmiştir.

Oldu olacak Başbakan resmiyette bunun ilk tecrübesini yapmalı, İmralı canisini partisine eş başkan olarak almalıdır.

Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılacak muhtemel bir değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propagandanın önü açılacaktır.

Hiç kuşkusuz bu PKK istekleri arasındadır.

Zaten fiilen de uygulanan bu yanlışın, kanunlaşması ülkemizin iki dilli ve iki parçalı bir hale gelmesini hızlandıracağından ve özerklik taleplerinin alt yapısını inşa edeceğinden dolayı masum ve kabul edilebilir herhangi bir yönü bulunmadığı ortadadır.

Başbakan’ın paketinde özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim verileceği anlaşılmaktadır.

Bu, bal gibi ve apaçık biçimde anadilde eğitim onayıdır.

Başbakan Erdoğan, PKK’nın, bölücü çevrelerin taviz vermediği bu zorlamasına boyun eğmiş, tarihi bir zilletin tarafı olmuştur.

Oysaki aynı Başbakan, 15 Ağustos 2013 günü, Türkmenistan dönüşünde uçakta, anadil eğitimiyle ilgili sorulan bir soruya; “Resmi okullar için de ve özel okullar için de böyle bir çalışma yok. Ne getirir, ne götürür kimse düşünmüyor. Biz AK Parti olarak ülkemizi bölecek konular üzerinde adım atmayız.” cevabını vermiştir.

Başbakan Erdoğan ne olmuştur da, çok değil, 45 gün içinde çark etmiş ve yeni bir iki yüzlülük destanı yazmıştır.

Demek ki, PKK bu süre zarfında öyle boğazını sıkmış, öyle bunaltmıştır ki, Başbakan sonunda ipleri teröristlerin eline vermiş, bölünmeyi makul görmüştür.

Sözde akillerin istekleri de bir bir yerine getirilmiştir.

Türkiye 45 günde fikir değiştiren bir Başbakan tarafından yönetilmektedir ki, bu hepimiz için acı bir gerçektir.

Anadilde eğitim Türk milleti için en ciddi açmazdır ve sonuçları ağır olacak, Türkiye’yi parçalanmaya götürecektir.

Başbakan’ın bu ihanete hizmet etmesi, bu bölücü talebi karşılaması içine düştüğü yanlışın neredeyse son halkası, son markasıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu kabullenmemiz kesinlikle mümkün olmayacaktır.

Diğer taraftan 1949 tarihli İl İdaresi Kanunu’nun 2’nci maddesinde yer alan ibarenin kaldırılarak, köylerin eski isimlerinin yeniden alması söz konusu olacaktır.

İl ve ilçe isimlerinin değiştirilmesi için mevcut kanun hükmünce yasal düzenlemeler yapılması zımnen ifade edilmiştir.

Bu da açık seçik bir şekilde PKK’ya verilen ödün olup, Türkiye’nin üniter milli yapısına kast eden bir hazırlıktır.

Bu önerinin de terör örgütüne sunulan bir ikram olduğundan, en küçük mazur görülür bir yanı yoktur.

Öte yandan Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kurulması için kollar sıvanmıştır.

Başbakan Erdoğan konuşmasında Roman konutlarından da bahsetmiştir.

Merak ediyoruz ki, saymakla bir türlü varamadığı 36 etnik grup için de konut yapmayı planlamakta mıdır?

Bu nasıl bir ayrımcılıktır ki, Roman kardeşlerimiz sanki toplumun dışında, milletin yabancısı gibi gösterilmeye çalışılmaktadır?

Milliyetçi Hareket Partisi bu bölücü ve dışlayıcı kararı ilkel, ötekileştirici ve vahim bulmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın, “Ayrımcılıkla Mücadele Ve Eşitlik Kurulu” teşekkül ettirmesinin de suyu çıkmış, yolun başında inandırıcılığı kaybolmuştur.

Sözde demokratikleşme paketinde yer alan diğer konu başlıklarının tartışmaya açık yönleri ve az da olsa olumlu görülebilecek yanları vardır.

Ancak paketin tümüne odaklandığımızda PKK’nın ve İmralı canisinin her tarafına nüfuz ettiği, her yerine sindiği ve her satırını mühürlediği meydana çıkacaktır.

Net olarak söylemek lazımdır ki, paket PKK’nın filesini doldurmuş, kanlı sofrasına meze olmuştur.

Son olarak ilkokullarda okutulan ve hepimizin de hafızalarında derin izler bırakan, duygulanarak hatırladığımız, duyunca mırıldanarak eşlik ettiğimiz Andımız’ın kaldırılma hazırlığı büyük bir ahlaksızlıktır.

Başbakan Erdoğan ve zihniyeti, her sabah yavrularımızın, Türk’üm demelerinin, doğruyum diye haykırmalarının, çalışkanım diyerek seslenmelerinin neresinden rahatsızdır?

Sayın Başbakan bölücü terör örgütü bu kadar mı gözünü korkuttu, bu kadar mı aklını başından aldı?

Yarın çocuklarımızın aileleri okulları sardığında, hep bir ağızdan Andımızı okuduğunda Başbakan ve hükümeti ne yapacak, mesela bunlara da gaz sıkacak kadar gözü dönecek midir?

Bu karanlık kampanya dikiş tutmayacak, yavrularımızı ve geleceğimizi PKK’ya havale etme, peşkeş çekme sinsiliği Allah’ın izniyle maya tutmayacaktır.

Ve sizlerin huzurunda Andımızın son satırlarını yüksek sesle okuyarak konuşmamı bitirmek istiyorum:

“Varlığım Türk varlığına armağan olsun, Ne Mutlu Türküm Diyene”

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Yeni Yasama Yılı’nın tekrar hayırlı olmasını diliyorum.

Sağ olun, var olun.