13.11.2001 - TBMM Gup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM'de Yaptığı Grup Konuşması
13 Kasım 2001

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken yüksek heyetinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.
Huzurlarınızda öncelikle geçtiğimiz gün hayatını kaybeden Hatay milletvekili Namık Kemal Atahan'ı rahmetle anıyor; ailesine, yakınlarına ve Demokratik Sol Parti camiasına başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Bilindiği gibi, ülkemiz, hem iç hem de dış politika alanında sıcak ve sancılı gelişmelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu zorlu ve sancılı süreçte, birçok siyasi aktörün ortaya çıkıp kurtuluş reçeteleri pazarladığı göze çarpmaktadır.

Ekonomik krizin insanımızı bunalttığı bir süreçte "biran önce" seçim çığırtkanlığı yapanlara giderek daha çok rastlanmaktadır. Türkiye bu tür fırsatçı ve kolaycı siyaset anlayışlarıyla yeni tanışıyor değildir. Türk demokrasi tarihinde çözüm ve değer üretmeden siyasi sonuç elde etme yarışına girişenlerin özel bir yeri bulunmaktadır.

Milliyetçi Hareket, mevcut şartlar dahilinde iktidar ortağı olmanın idraki içindedir ve dolayısıyla sorunların da, sorumluluklarının da çok yönlü olarak farkındadır. Bu mânâda hem devlet yönetimini paylaşıyor olmanın, hem de toplum karşısındaki görev ve sorumluluklarının bilincindedir.

Yine, yaptığı bütün fedakârlıkların ve çizdiği yönetim anlayışının belirli bir maliyeti de beraberinde getireceğini bilmektedir. Ama bu maliyetin, gerçekler daha iyi anlaşıldıkça, kriz kararlılıkla aşıldıkça ortadan kalkacağına da inancımız tamdır.

Bunun yanında bir başka gerçeğin de çok iyi bilinmesinde yarar vardır. Milliyetçi Hareket'in bütün çabası ve katlandığı fedakârlıklar sadece ve sadece ülkesinin ve milletinin geleceği içindir. Bunu, bazılarının anlaması ve takdir etmesi tabii ki mümkün değildir. Çünkü, bu, onların düne kadar uyguladığı ve bugün kurtarıcı postuna bürünerek unutturmaya çalıştığı siyasi anlayıştan çok farklıdır.

Bizler önce Yüce Allah'a, ondan sonra da aziz milletimize güveniyor ve inanıyoruz. Bir taraftan iktidarda bulunmanın sorumluluğunu taşımamızın, diğer taraftan insanımızın yanında olmak için özel gayret sarfetmemizin başka bir anlamı yoktur.

"Türkiye Sevdalıları Türkiye'yi Konuşuyor" sloganı ile başlattığımız vatandaşımızla sıcak diyalog süreci, yaşanan sıkıntı ve beklentileri bir kez daha yerinde tespit etme ve gözlemleme imkânı vermesi bakımından çok önemli olmuştur. Düne kadar 36 ilimize bu yolla ulaşılmış bulunmaktadır.

Bu gezi programının hem partimiz hem de ülke siyaseti açısından çok yararlı ve anlamlı bir faaliyet olduğuna şüphe yoktur. Vatandaşımızı sadece seçimden seçime hatırlayan ve halkı "oy deposu" olarak telâkki eden klasik siyasi zihniyete meydan okuyan bir niteliğe sahiptir.

Ekonomik kriz sürecinin toplumsal kesimler üzerinde yol açtığı tahribatların bu yolla mercek altına alınması, hiç şüphesiz partimizin bundan sonraki yaklaşımlarına da ışık tutacaktır.

Bir kez daha görülmüştür ki, ülkemizde her şart altında sorumlu, seviyeli ve temiz siyasete ihtiyaç duyulmaktadır.

Ülkemizin ve insanımızın yaşadığı zorlukları fırsat bilerek ve olumsuzlukları bir çırpıda istismar ederek, çıkarcı siyaset güdenlerin bu ülkeye gerçekte hiçbir yararının olmayacağının en canlı şahidi, bugün mucize ticareti yapanların dün sebep oldukları açmazlardır.

Böyle zamanlarda, milli görev ve sorumluluklarımızın idraki içinde olmak, Milliyetçi Hareket'in engin vatan ve millet sevgisinin doğal bir sonucudur.

Bu sebeple, dar siyasi ikbâl hesaplarına iltifat etmeden ülke için gerekli fedakârlıkları yapmak ve daha fazla çalışmak, bir zorunluluğu ifade eder.

Böyle bir davranış biçimi, birilerinin zannettiği gibi, bilgisizliğin veya sessizliğin bir göstergesi değil, bilakis bilinçli bir tercihin ürünüdür. Bu tavrın anlam ve önemi, geçmişte yapılan ve demokratik hayatımızın üzerinde kara leke olarak duran siyasi çirkinliklerle ve davranış bozukluklarıyla karşılaştırıldığında çok daha iyi anlaşılacaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün, hiç şüphe yok ki, ülke ve millet olarak ekonomimizin üzerindeki en büyük kamburu oluşturan iç ve dış borç yükünü taşımakta zorluk çekiyoruz. Çeyrek asırlık bir maziye sahip olan enflasyon belâsının, hesapsız ve plansız borçlanma süreciyle birlikte oluşturduğu sosyo-ekonomik açmaz, ülkemizin elini kolunu bağlayan bir sonuç doğurmuştur.

Meclisimizin gündemine giren 2002 yılı Bütçe tasarısı, bu bakımdan, milletimizi tatmin etmekten uzak olan hedef ve büyüklükleri içermektedir. Bütçenin önemli ölçüde iç ve dış borç ödeme bütçesi olduğu doğrudur.

Bu çerçevede herkes, Türk ekonomisinin bu mayınlı araziden nasıl sağlıklı biçimde kurtarılacağı ve bu süreçte ülkenin nasıl mümkün olan en az maliyetle bu faturayı ödeyeceği üzerine odaklanmak durumundadır. Bunun aksini söyleyenler, ya bilgisizliklerinin kurbanı olmakta ya da toplumu ve kendini kandırmaya çalışmaktadırlar.

Borç yükünün ülkemizin ilerleyişinde büyük bir engel oluşturması, tabi ki bugünün değil, uzun yıllardır ertelenen veya yapılamayan reformların, kamu kaynaklarının har vurulup harman savrulmasının bir eseridir.

1987 yılından itibaren alarm zilleri çalmaya başlayan Türk ekonomisi, ilk önce 1991, daha sonra da 1995 seçimleri ardından müdahale beklemiştir. Ancak bu dönemlerde ekonomik sorunlara kalıcı çözümler üretmekten uzak durulmuştur. Bunun yerine, "borç yiğidin kamçısıdır" mantığı hakim olmuş ve böylece kısır döngünün büyüyerek sürmesine zemin yaratılmıştır.

1999 seçimleri sonrasına, diğer iki seçim döneminde çözülemeyen sorunların daha da büyüyerek miras kalması, bugünkü ağır yüklerin oluşmasına sebep olmuştur. Bu da, ister istemez toplum kesimlerinin giderek daha fazla bedel ödemesini beraberinde getirmiştir. Elbette ki, bu gerçekler gelinen noktada bizlerin sorumluluğunu azaltmamakta veya ortadan kaldırmamaktadır.

Dolayısıyla, hepimize, her kuruluşa, bu kısır döngüyü kırma görevi düşmektedir. Yani, yük çok büyük, sorumluluk ortak, görevimiz ağırdır. Ama hiçbir şekilde çözülemeyecek boyutlarda değildir. Bir taraftan toplum ile devlet arasında güveni ve bağları kuvvetlendirmek, diğer taraftan da ekonomik sorunların üzerine kararlılıkla gitmenin yolunu geliştirmek lâzımdır.

Bu mânâda, ekonominin ve özellikle de sanayinin çarklarının sadece borçlanarak döndürülemeyeceği ortadadır. Sürekli borçlanma mantığıyla ekonomik büyümenin kalıcı ve sağlıklı hale getirilemeyeceği bir kez daha anlaşılmış bulunmaktadır.

Türk ekonomisini harekete geçirecek, üzerindeki ataletten kurtulmasına vesile olacak adımları biran önce atmamız gerekmektedir. Çünkü biz parti olarak, ancak büyüyen bir ekonominin kendi yaralarını süratle sarmaya başlayacağına yürekten inanıyoruz.

Temel hedef olarak ekonomik dinamizmi sağlamayı ve sanayileşmeyi hızlandırmayı öngörmeyen her adımın sonucu, şüphesiz daha çok işsizlik ve fakirlik olacaktır.

Böyle bir duyarlılık, birilerinin zannettiği gibi, çağdışı değil, çağdaş bir yaklaşımı ifade eder. Bu zihniyette olanların ileri sanayi toplumlarının kriz zamanlarında uygulamaya çalıştığı politikaları yakından izlemeleri yararlı olacaktır. Hem insanlık dışı, hem de çağ dışı politikalarla, "çağdaş" olunamayacağı açıktır.

Bilinmelidir ki, gelişme ve değişimin, bütün ülkeler ve zamanlar için geçerli olan evrensel reçeteleri yoktur. Gerek kamu politikalarının belirlenmesinde gerekse özel sektör alanında kurumlara ve şartlara duyarlı esnek ve dinamik çözümler tercih edilmektedir.

Kamunun, ekonomide düzenleyici ve denetleyici fonksiyonunun esas olması, ancak planlı ve sağlıklı, yani çok yönlü duyarlılıkların ve politikaların sonucunda mümkün olabilir. Yoksa, anlık niyet ve heveslerle, taktik manevralarla bir yere varmak mümkün değildir.

Hükümetimiz ve meclisimiz zaten ikibuçuk yıldır ekonomik yapıyı ve kamunun rolünü yerli yerine oturtmanın çabası içindedir. Bütün bunları ve geçmişteki büyük ihmalleri unutup yeni birşeyler söyleme görüntüsü oluşturmaya çalışmanın, gerçekte hiçbir kıymeti yoktur.

Uluslararası siyasi ve ekonomik rekabet ortamının acımasızlığı, ülkemizin iç sorunlarının çözümü için bütün toplum kesimleri arasında düzenli bir işbirliği ve güçlü bir uzlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Türkiye olarak işbirliği ve uzlaşma kültürünü kurumlaştırmamız gerekmektedir. Bunu başaramadığımız zaman, hiçbir reçetenin ve hiçbir yöntemin anlamı ve değeri de olmayacaktır.

Bu açıdan, Milliyetçi Hareket Partisi olarak "Ekonomik ve Sosyal Konsey"in düzenli bir şekilde toplanmasını sağlamanın ve fonksiyonelliğini arttırmanın önemli ve yararlı olacağına inanıyoruz.

Bugün için, hükümetimiz, yaşanan krizi ekonomik ve malî dengeleri biran önce tesis ederek geride bırakmayı amaçlamış bulunmaktadır. Bu açıdan, bazı yetersizliklerine rağmen 2002 yılı bütçesinin kararlılıkla ve başarıyla uygulanması mecburiyeti vardır. Bütçe hedeflerine ulaşmak için toplumsal maliyeti en aza indirilmiş tasarruf tedbirleriyle, gereksiz harcamaları ortadan kaldırmayı kararlaştırmış bulunmaktadır. Çünkü ekonomimizin sağlığı ve geleceği için, 2002 yılı çok kritik bir dönüm noktasını ifade etmekte, bunun için de çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bizler, bütün olumsuz şartlara rağmen ekonomik kısır döngüyü kırabileceğimize inanıyoruz.

Hemen her gün kriz ve güvensizlik nutukları atmak yerine, başarmaya endekslenmemiz durumunda, güzel gelecek, inanıyorum ki daha çabuk gelecektir.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi ülkemiz, iç siyasi ve ekonomik hayatında gözlenen sıkıntılarla ve buna bağlı olarak ortaya çıkan içi boş siyasi manevralarla karşı karşıyadır.

Böyle bir süreçte dış politika gündeminin de giderek ağırlaştığı görülmektedir. Bunun için devlet ve millet olarak çok dikkatli olmamız gereken bir dönemde bulunuyoruz.

Dış politika alanında, özellikle, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin girdiği yeni aşama ile terörizmle uluslararası mücadele çerçevesinde Afganistan'a askeri müdahalenin yarattığı sıcak gelişmeler ön plana çıkmaktadır.

Daha önce de çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi, Türkiye'nin yaşadığı ekonomik sıkıntılar, bizim bu sıcak gelişmeler karşısında bir kenarda oturup beklememizi gerektirmez. Türkiye, hem uzun yıllara dayalı terörle mücadele tecrübesinden çıkardığı dersleri uluslararası camia ile paylaşmak, hem de küresel politikaların şekillenmesinde kendi duyarlılıklarını ortaya koyabilmek için aktif ve yönlendirici bir dış politika takip etmek zorundadır.

Bazı muhalefet partisi yöneticilerinin bu çerçevede söyledikleri Türkiye'nin bir kenarda oturup pasif bir izleyici olmasını ögütlemekten başka bir şey değildir.

Türkiye, 11 Eylülden sonra girilen yeni dönemde, geçmişte ortaya koyduğu haklı eleştiri ve önerileri daha yüksek sesle dile getirme imkanı elde etmiştir. Bugün bunu yapmaktan geri durmamalıdır. Terörizmle uluslararası mücadelede, bütün milletler için meşru ve etkin mücadele yöntemlerinin geliştirilmesinde belirleyici bir rol oynamaya hem tecrübesi yeterlidir hem de hakkı vardır.

İkinci bir husus, yüce dinimizi marjinalleştirme anlamına gelecek imajları ortadan kaldırmak ve medeniyetler kavgasına değil, medeniyetler uyumuna imkân hazırlamak bakımından da ülkemize büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Türkiye, medeniyetler, kültürler ve dinler arasındaki tarihi ve coğrafi köprü olma vasfını güçlendirerek devam ettirmek durumundadır.

Herkes çok iyi bilmelidir ki, Türkiye ve Türk Milleti, dünya barış ve istikrarının doğal garantörüdür. Son zamanlarda yaşanan gelişmeler bu beşerî ve tarihî gerçeği bir kez daha teyid etmiştir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Ülkemizin ve dünyanın gündeminde ağrılıklı yer eden bir diğer konu ise, bilindiği gibi, Avrupa Birliği'nin iç sıkıntıları ve Kıbrıs sorunudur. Avrupa Birliği, bir taraftan giderek artan çelişkileriyle uğraşırken, diğer taraftan Türkiye ile ilişkilerine Kıbrıs sorununa bağnazca yaklaşımını sürdürmektedir.

Türkiye'nin yarım asır boyunca şekillenen ilişkilerinin sonucunda bir devlet politikası haline gelen Avrupa Birliği'ne tam üyelik meselesi, inişli çıkışlı bir sürecin ardından yeni bir aşamaya girmiş bulunmaktadır. Bu yeni aşamada, Türkiye "Ulusal Programını" hazırlamış ve bu doğrultuda ekonomik krizin ağırlığına rağmen önemli adımlar atmaya başlamıştır.

Bunun karşılığında Avrupa Birliği yönetimi, her fırsatta yeni engeller ve söylemler geliştirmek için özel bir gayret sarf etmiştir. Türkiye'nin hakkı olan malî yardımların sürekli askıda tutulması bunun en bariz örneklerinden birini oluşturmaktadır. Gayri adil Gümrük Birliği politikası, Türkiye'nin dış ticaret açığının artmasına yol açarken, Avrupa Birliği'nin ise 1995'ten itibaren gözlenen dış ticaret fazlasının önemli bir bölümünü oluşturmaya başlamıştır.

Siyasi konularda takınılan tavırlar ise, ekonomik ilişkilerin seyrine benzer olumsuzluklar ve ön yargılar içermektedir. Türkiye'nin Birlik üyeliği doğrultusunda kararlı adımlar atmaya başladığı bir dönemde, çeşitli engeller ile oyalama ve avutma taktikleri kendini daha çok belli eder olmuştur.

Bugün kamuoyuna açıklanacak olan aday ülkelerin ilerleme raporlarında ülkemize karşı ön yargılı ve art niyetli bir yaklaşımın hakim olacağı anlaşılmaktadır.

Türkiye'yi yakın geleceğin Avrupa fotoğrafında herhangi bir yere koymakta çekilen sıkıntının, bilinçli bir politikanın ürünü olduğuna dair kuşkular giderek güçlenmektedir. Ülkemize ilişkin olarak sürekli icad edilen kavram ve statülerin ve biçilen rolün oyalama taktiklerinden başka bir şey olmadığı, artık daha net biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak böylesine gayri samimi ve art niyetli tutumu şiddetle kınıyor ve reddediyoruz. Avrupa Birliği'ni daha açık, samimi ve dürüst bir yaklaşımı benimsemeye davet ediyoruz.

Aynı şekilde, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'ni oluşturma çabalarında izlenen yaklaşımlara bakıldığında da, benzer çifte standartların ve önyargılı tutumların hakim olduğu görülmektedir.

Ama bilinmelidir ki, Türkiye bu politikalarda kendisine biçilen ikinci sınıf role ve statüye razı olmayacaktır. Ülkemizin istediği, maliyetlerin ve risklerin paylaşımında olduğu gibi, karar süreçlerinde de eşit ve adil bir statünün oluşturulmasıdır. Zaten, Avrupa değerlerinin ve Avrupa Birliği projesinin özünü oluşturan demokrasi, karşılıklı işbirliği ve dayanışma yaklaşımının gereği de budur.

Kıbrıs'ın uluslararası statüsüne ilişkin çok yönlü tartışmalar devam eder, iki toplumlu ve devletli yapı bütün gerçekliği ile ortada dururken Kıbrıs Rum Yönetimi'nin apar topar Birliğe üye yapılmak istenmesini başka türlü ifade etmek imkânsızdır. Yine bir taraftan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yöneticilerini görüşme masasına davet ederken, diğer taraftan Kıbrıs Rum Yönetimi'ne Birlik üyeliği konusunda garanti vermenin, hiçbir hukukî, ahlâkî ve dostane izahı yoktur.

Bilinmelidir ki, Türkiye, Kıbrıs sorununda da kalıcı ve adil bir barış ve çözümden yanadır. Bu haklı ve onurlu davasından taviz vermesi de asla mümkün değildir. Kıbrıs Türk Halkı'nın içtenlikle benimseyeceği ve geleceğini garanti altına alacak bir politika geliştirilmek durumundadır. Kuzey Kıbrıs'ın yıllardır uygulanan ambargo sonucunda ekonomisinin zayıflatılması ve bunun sonucunda oluşan ekonomik refah meselesinin de Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Birliğe üyeliğiyle ilişkilendirilmesi insanlık adına hem ayıp hem de bir talihsizliktir.

Uluslararası terörizmin lojistik merkezlerinden biri durumuna gelen, siyasi ve hukukî yapısı tartışmalı olan Kıbrıs Rum yönetiminin "Kopenhag Kriterleri" ne nasıl uyduğu merak konusudur. AB Komisyonu'nun Kıbrıs İlerleme Raporu'nda Rum Yönetimi'nin övgüye mazhar olması hem düşündürücü hem de komik bir durumdur.

Avrupa Birliği yönetimi artık Kıbrıs Sorunu'na Kıbrıs Rum yönetiminin gözlükleriyle bakmaktan vazgeçmelidir.

Huzurlarınızda son olarak vurgulamak isterim ki, Türkiye'nin yaşadığı ekonomik sıkıntıların, millî davalarımızı sahiplenmemize hiçbir şekilde engel oluşturmayacağı çok iyi bilinmelidir.

Türkiye, her şart altında millî kıymetlerinin ve davalarının sahibidir. Bu gerçek de, dost düşman herkes tarafından böyle bilinmelidir.

Konuşmama burada son verirken, Cuma günü idrak edeceğimiz Ramazan-ı Şerif'in aziz milletimiz ve İslam alemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı