23.05.2000 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
23 Mayıs 2000

Değerli Milletvekileri,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye, bugün birçok sorunu çözerek; daha da önemlisi, her türlü sorunun çözülebileceğine inanarak emin adımlarla ileriye doğru yürümeye başlamıştır. Bildiğiniz gibi, bu noktaya ulaşmak kolay olmamıştır. Bundan bir-iki yıl öncesine kadar Türkiye manzarasına bakıldığında, 57. Hükümetin başarılarını daha iyi değerlendirebilmek mümkündür diye düşünüyorum.

Düne kadar faili meçhul cinayetler işlenen bir ülkeden, cinayet örgütlerinin üzerine kararlılıkla gidildiği bir ülkeye geçiş; bölücü terörün cinayet ve katliamlarının kan ve gözyaşına mahkûm ettiği kutsal vatan topraklarının hüznünden, bugünkü huzur ve barış ortamına geçiş kolay olmamıştır.

Diğer yandan, 20 yılı aşan bir süredir faiz ve enflasyonun birbiri ile yarıştığı ve %100'ler civarında dolaştığı tehlikeli gidişatın yerini, artık, %30'lara inen faiz ve aylık %2'ler civarında gerçekleşen enflasyon oranları almış bulunmaktadır. Daha şimdiden ekonomik hedeflere ulaşılacağına dair önemli göstergeler ortaya çıkmış durumdadır.

Bütün bu gelişmeler bize bir şeyi ifade etmektedir. Sorunlar doğru tespit edilip, bunların çözümüne uygun politikalar belirlendiği zaman bu ülkenin ve milletin çözemeyeceği bir sorun, aşamayacağı bir engel bulunmamaktadır.

Değerli Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Temel amacımız ve bakış açımız en başından beri belirli bir çerçeve içinde yoğrulmuştur. Buna göre, içinde bulunduğumuz şartları, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunları belirleyip, hedeflerimizi bu sorunları aşmak, Türkiye'yi büyüklüğüne layık bir konuma kavuşturmak üzerine bina etmek önem arzetmektedir.

Bu tespitlerin başında, Türk devlet yapısında en üstten en alt seviyeye kadar temiz ve ilkeli bir yönetim anlayışının ne pahasına olursa olsun hakim kılınması vardır. Temiz yönetim, yöneticilerin şaibelerden uzak, dürüst ve ahlak sahibi kimseler olmasını şart koşar. İlkeli yönetim ise, artık çağımızda modern devlet yapılarının tartışmasız kabul ettikleri ve yönetimin vazgeçilmez esasları olarak uyguladıkları "hukuk devleti" prensipleridir. Böyle bir yönetim yapısı, aynı zamanda demokratik devletin ve toplumun ön şartlarını oluşturur.

Hukuk devleti kavramı, bilindiği üzere, bir hukuku bulunan devlet anlamıyla sınırlı değildir. Evrensel hukuk prensiplerine, demokratik değerlere dayalı hukuk sistemini esas alan devlet sistemi anlamına gelmektedir. Hukukun üstünlüğü yerine başka bir irade ya da düşünceyi geçirmek isteyenler hukuk devletini ihlal etmiş olmakla kalmazlar, milletimizin demokratikleşme taleplerini de engellemeye çalışmış olurlar.

Biz bugüne kadar bu anlayışla benimsediğimiz siyaset etme biçimini, ortağı olduğumuz koalisyon hükümeti şartları içerisinde hayata geçirmeye çalıştık ve buna devam etmekteyiz.

Türkiye'yi kriz siyasetleriyle yönetmeye çalışanların, her tartışma ortamında ve karşılaşılan her bunalımda gerilim yaratarak sorunları içinden çıkılmaz hale getirenlerin bizim bu tutumumuzdan rahatsız olmalarını anlayışla karşılamaktayız.

Türkiye'nin geride bıraktığı Cumhurbaşkanlığı seçimi, benimsediğimiz yaklaşımın Türkiye'nin önünü nasıl açtığının son örneklerinden birisi olmuştur.

Toplumumuzun karşılaştığı önemli siyasi meselelerden birisi olan Cumhurbaşkanı seçiminin, ülkemizi bir kaosa düşürmeden halledilmesi bu manada önemli bir adım olmuştur. Biz, bu konuda, ne siyasi bir bencillik gösterdik ne de bunu yapanlara, yapmak isteyenlere fırsat tanıdık. Tavrımız ve politikalarımız açık ve net oldu.

Türkiye, seçimle gelinen kurumlarını, demokratik prensipler içerisinde, uzlaşmayla yenileyip güçlendirerek sürdürmeyi başarmalıdır deyip, bunu hayata geçirdik.

Böylece Türkiye, sadece Cumhurbaşkanlığı sorununu halletmekle kalmadı, parlamento içerisinde de bir uzlaşma kültürünün gelişmesi hususunda ciddi bir kazanç elde etmiş oldu. Biliyoruz ki, parlamentoları uzlaşma kültürü üretemeyen toplumlar, demokratik değerlere sahip olamayan, demokrasiyi çatışma ortamına dönüştürme eğiliminde olan toplumlardır. Ve böyle toplumlarda demokratik gelişme iç ve dış müdahalelerle akim bırakılmakta, tamamlanamamaktadır.

Değerli Arkadaşlarım,

Kıymetli Misafirler,

Bugün Türkiye, kritik bir dönemeci daha geride bırakmıştır. Alınan mesafenin önemi, geçmişte yaşanılan sorular hatırlandığında kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Bizim benimsediğimiz siyaset anlayışını kavrayamayanlar, Türkiye'yi bunalım içerisinde bırakıp gidenler, vicdanlarıyla başbaşa bir değerlendirme yaptıklarında sanırım bize hak vereceklerdir. Ancak, bizler geçmişte takılıp kalmaya, seviyesiz ve anlamsız tartışmalara saplanıp kalmaya niyetli değiliz. Artık bugün gelinen noktadan sonraki durumu, yani önümüzdeki yeni problemleri, yeni dönemi ele almak zorundayız.

Siyasette başarılı olmak, toplumsal taleplere cevap verecek politikaları tespit ederek, sorunlara çözüm üretmekten geçer.

Dünkü sorunumuz istikrardı ve istikrar politikalarının temelinde de iç huzursuzluğun kaynağı olan terör ve şiddete dayalı yaklaşımların etkisiz hale getirilmesi vardı. Bunu anti-terör ve toplumsal uzlaşma politikalarıyla belli ölçüde tesis etmiş bulunuyoruz. Bir başka ifadeyle, toplumsal istikrar tesis edilmiştir, bunun sürekli hale getirilmesi için bugün "yapısal değişim" politikalarına ihtiyaç vardır.

Bu yapısal değişim politikalarının ilki, ülkenin bölgeler arası dengesizliklerden kaynaklanan ve potansiyelinin harekete geçmesini önleyen unsurların tasfiye edilmesidir. Bunu takiben GAP bölgesinde köklü bir toplumsal kalkınma politikasının uygulanması gelmektedir.

Çünkü, bölgesel gelişmeyi tamamlamak, ancak ekonomik olarak geri kalmış bu bölgenin gelişmiş bölgelerle entegrasyonunu gerçekleştirmekle mümkündür. Bu ise, alt yapıda etkin ve hızlı ulaşım sistemlerinin devreye girmesini gerektirmektedir. O halde hedef ortadadır. GAP'a trilyonlarca lira akıtan Türkiye, bu bölge ile ekonomik entegrasyonunu sağlayacak, bölgesel kalkınmayı hızlandıracak politikaları gündeme taşımak durumundadır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Türkiye günümüzde, 20 yıla varan bir süredir çok yüksek enflasyon oranlarıyla yaşayan bir ülke olma şanssızlığından kurtulma mücadelesi vermektedir. Bu dönem boyunca faizlerdeki tırmanış enflasyonu, enflasyon faizleri arttırırken, Türk parası sürekli değer kaybetmiştir. Ekonomi bir anlamda, döviz, faiz, enflasyon kıskacında daralmış, küçülmüştür. Bu vahim tablo karşısında kötü gidişe dur denilmesi kaçınılmaz olmuştur.

57. Hükümetin sürdürmekte olduğu istikrar politikalarını ortaya koyduğumuzda birçok çevreden yükselen itirazları hepimiz hatırlamaktayız. "Biz bu tür istikrar politikalarını çok gördük" diyenler, "Bu kaçıncı istikrar politikası?" diye soranlar, "Gene acı reçete" diye karamsar tablolar çizenler çoğunluktaydı. Herşeye rağmen doğru olan politikaları belirledikten sonra biz bu konuda kararlılığımızı ifade ettik ve bunu yaparken de siyasi çıkar hesabı yapmadık. Siyasi risk büyük olmasına rağmen göze aldık. Siyaseten risk almak partimize zarar verebilirdi, fakat uzun vadede Türkiye kazanacak olduktan sonra, bunda tereddüt bile etmezdik, etmedik.

Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Mart ayından itibaren enflasyon oranları iniş sürecine girmiştir. Buna ek olarak, faizlerde düşüşler sürmektedir ve son bir aydır imalat sanayinde üretim artışı ve piyasalarda büyüme eğilimi ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bugün, Türkiye, artık uluslararası piyasalarda güven duyulan, kredibilitesi yükselen bir ülke haline gelmiştir. Özellikle son 10 yılda yapamadığı özelleştirmeyi hızlı bir şekilde yapan, bir yıllık özelleştirme hedefinin yarısından fazlasını şimdiden gerçekleştirmiş, dinamizmi yükselen bir ülkedir.

Kısacası, bu tablodan anlaşılması gereken ifade şudur: Türkiye ekonomik toparlanma sürecini başarmaktadır. Ekonomik istikrar tedbirleri Türkiye'yi yeni bir atılıma taşıyacak zemini hazırlamaktadır. Bunların sağlayacağı istikrar yeni büyüme stratejisi ile bütünleştirildiğinde Türkiye ekonomisi kendi potansiyelini ortaya koyacak imkânları bulacaktır.

Bu yeni büyüme stratejisinin temel niteliklerini belirleyip, ülkeyi sağlıklı bir gelişme sürecine sokmak, önümüzde duran en büyük görevlerden birisidir.

Bu bakımdan, ilk olarak ekonomide uluslararası rekabete açık, mukayeseli avantajlara göre çalışacak yeni bir üretim yapısına geçmek; hemen akabinde teknolojik değişmelere ayak uyduracak, esnek üretim sistemlerine göre işleyen küçük ve orta ölçekli işletmelere öncelik veren iç ve dış rekabete dayanıklı, sermayeyi tabana yayan yeni bir örgütlenme modeline gitmek mecburiyeti vardır.

Gerek devlet tekeli gerekse özel kartel ve tröstlerin büyüme sürecinde olan ekonomilerde gelişmeyi engelleyici, tutucu bir rol oynadıkları görülmektedir. Rekabetin uyarıcılığı, üretim ve kalite artışı yönündeki dinamizmden mahrum olan ekonomiler, ancak sınırlı bir grubun tekel rantı elde etmesine hizmet etmektedirler. Bu gerekçeler, ekonomimizi harekete geçirecek rekabetçi yapıyı kurumlaştırmak, özelleştirme politikalarını da bu çerçevede uygulamaya koymak zorunluluğunun ifadesidir.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye, büyük başarılar için daha yolun başındadır. Ülkemizi, ekonomide bir "üretim devi" haline getirmek için, her şeyden önce Türk dünyasıyla ekonomik altyapıda etkili bir işbirliği ağını kurarak ulaşım sistemlerinin entegrasyonunu gerçekleştirmek zorundayız.

Türkiye'yi Balkanlar'dan başlayıp Çin Seddi'ne kadar uzanan kocaman bir dünya ile bütünleştirecek büyük bir etkileşim ağına ihtiyaç vardır. Petrol, doğalgaz boru hatlarından, demiryolu şebekelerine kadar gerçekleştirilecek entegre işbirliği politikaları sadece bizim ekonomik kaynaklarımızı harekete geçirmeyecek, bütünüyle bu coğrafyanın ekonomik kalkınma ve istikrarını temin edecektir.

Unutulmamalı ki, politikalarımızı küresel gelişmelere ve dinamiklere paralel bir şekilde adım adım inşa etmek, Türkiye'nin parlak geleceğine yol almak, Türkiye'yi küresel bir güç haline dönüştürmek anlamına gelecektir.

Bu çerçevede, ülkemizin başta Türk dünyası olmak üzere Avrasya ülkeleri ile ilişkilerini gözden geçirerek, daha gerçekçi, kararlı ve istikrarlı politikalar üretilmesi zorunludur. Zon zamanlarda ortaya çıkan gelişmeler karşısında hem hükümetimizin ve meclisimizin hem de siyasi partilerin meseleye gerekli hassasiyeti göstermesi ve ağırlığı vermesi şarttır. Bu yaklaşım, Rusya'nın Avrasya politikalarını Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri üzerinde yeniden hakimiyet kurma esasında temellendirmeye çalıştığı göz önüne alındığında daha da önem kazanmış bulunmaktadır.

Avrasya coğrafyasına, yayılmacı politikalarla, Sovyetler Birliği'ni fiilen canlandırma anlamına gelecek yaklaşımlarla barış ve işbirliği ikliminin hakim olması mümkün değildir. Türkiye'nin hiçbir ülke ile anlamsız bir rekabetin içine girme gibi bir düşüncesi ve projesi yoktur. Ama Türkiye'nin, Kafkasya'nın ve Orta Asya'nın çeşitli hesaplarla istikrarsızlaştırılması çabalarına rıza göstermesi de mümkün değildir. Aynı hassas coğrafyada birlikte yaşamak zorunda olan ülkelerin ilişkilerini, karşılıklı anlayış, yardımlaşma ve işbirliği üzerine bina etmesi sadece bölgenin değil, bütün dünyanın yararına olacaktır.

Saygıdeğer Milletvekileri,

Sayın Basın Mensupları,

Geçen hafta ülkemizi ve Türk dünyasını sevince boğan Galatasaray'ın UEFA Kupasını kazanması sadece Türkiye'de ve Avrupa'da yaşayan Türklerde değil; Azerbaycan'dan Türkmenistan'a, Özbekistan'a, Kazakistan'a, Kırgızistan'a kadar bütün Avrasya'da, Balkanlar'da, Türk ve İslam coğrafyasında büyük sevinç ve bayram havası yaşatmıştır. Bu olay, yalın güzelliğin dışında birkaç açıdan dünyadaki durumumuzu değerlendirmek bakımından da önem taşımaktadır. Bunlardan ilki, milletimiz büyük başarılara susamıştır; ikincisi, Türkiye'nin başarısı sadece vatan topraklarıyla sınırlı değildir.

Din, dil ve tarihle bağlı olduğumuz kocaman bir dünyada kendisini bizimle özdeşleşmektedir. Bu gerçeği görmek zorundayız. Türkiye'nin başarısı onların da başarısı olmaktadır. Üçüncüsü, Türkler Avrupa'dan öğrendikleri futbol tekniğini onları yenecek kadar geliştirip tatbik etmeyi başardıklarını ispat etmişlerdir; sonuncusu ise, başarmak için önce inanmak gerekmektedir. İnandıktan sonra yapılacak iş sadece çalışmaktır.

Galatasaray'a bunları bize hatırlattığı için, Türk insanının kendine güvenip çalıştıkları zaman başaramayacakları hiçbir şeyin olmadığını gösterdikleri için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Bugün Türkiye daha büyük başarılara özlem duymaktadır. Bu başarı Türkiye'yi küresel sürecin aktörlerinden birisi haline getirecek, kendi dünyasıyla bütünleşen ve dış dünyayla rekabet eden, yarışan bir konuma taşıyacaktır. Biz inanıyoruz ki, lider ülke Türkiye bunu da başaracaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı