Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda düzenlenen Bayramlaşma Programında yapmış oldukları konuşma. 6 Ekim 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda düzenlenen Bayramlaşma Programında
yapmış oldukları konuşma.
6 Ekim 2014

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Aziz İstanbullu Kardeşlerim,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Mübarek Kurban Bayramı’nın 3’üncü gününde burada, bu coşkulu kalabalığa hitap etmekten heyecan duyuyorum.

Abdi İpekçi Salonu’na teşrif eden dolduran her kardeşime, her ülküdaşıma şükranlarımı sunuyorum.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sizlerin Kurban Bayramı’nı ayrı ayrı kutluyor, Cenab-ı Allah’tan sağlık, huzur, başarı ve mutluluklar diliyorum.

Kurban ibadetimizin kabul ve makbul olmasını niyaz ediyorum.

Bu bayramlaşma programını üstün bir çaba ve çalışmayla düzenleyen partimizin İstanbul İl Başkanı’na, yönetim kuruluna, emeği ve hizmeti geçen tüm dava arkadaşlarıma takdir ve tekbirlerimi iletiyorum.

Her gününüz bayram neşesiyle dolsun.

Her anınız bayram coşkusuyla güzelleşsin, ömrünüzün her dilimi bayram umuduyla, bayram huzuruyla geçsin.

Allah’tan niyazım odur ki, dostluk ve kardeşlik duygunuz hiç eksilmesin.

Bu düşüncelerle hepinize hoş geldiniz diyor, en samimi ve en halisane duygularımı sizlerle paylaşıyorum.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye, ateşle çevrili bir coğrafyanın ortasındadır.

Küresel hesaplar, bitmeyen paylaşım mücadeleleri hem komşu halkları hem de aziz milletimizi hedef almaktadır.

Emperyalizm yıllardır çevremizde ve bir zamanlar hakimiyetimizde olan topraklarda dolaşmaktadır.

Türk-İslam alemi sürekli kan kaybetmektedir.

Tehditler sürekli derinleşip genişlemektedir.

Zalimler iştahlıdır, heveslidir, açgözlüdür.

Hainler küstahtır, pervasızdır, cüretkârdır.

Masa başında Türklüğe ve Müslümanlığa idam hükmü yazanlar vicdansızdır, ahlaksızdır.

Yaşadığımız onca hadise ve şahit olduğumuz onca kanlı vaka küresel operasyonların bölgemizdeki yeni tezgâhıdır.

Sahnelenen acıdır, gösterime giren vahşettir, ısrarla gündemde tutulan parçalanma ve bölünme projesidir.

Dört parçalı Kürdistan ihalesi yapılmış, küresel ve bölgesel terör işletmecileri faaliyete koyulmuştur.

Silahlı terör çeteleri, yüce dinimizi istismar eden ölüm taburları bu amaçla geleceğimizi perdeleme amacındadır.

Dünya’nın su ve enerji varlıklarını aşırmak isteyen sömürgeci güçler, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da ve Asya’nın stratejik noktalarında kiraladığı canavarlar eliyle kaos üretmektedir.

Ne üzücüdür ki, büyük çoğunluğunda soydaşlarımızın ve din kardeşlerimizin yaşadığı coğrafyalarda nefret körüklenmektedir.

Kin ve garez teşvik edilmekte, katliam ve vahşet özendirilmektedir.

Mazlumların hayat ve varlık hakları yok edilmektedir.

Anlaşılan odur ki, petrol bitmeden felaketler son bulmayacaktır.

Gaz tükenmeden, sular kesilmeden iblis durmayacaktır.

İslam toplumlarının günahkâr ve nefislerine teslim olmuş yöneticileri tövbe etmeden, pişmanlık duymadan küresel vesayet hız kesmeyecektir.

Maalesef görünen odur ki, yer altı ve yer üstü kaynaklar kurumadan gözyaşı dinmeyecek, acılar durulmayacaktır.

Küresel fitne kampanyası Türk ve İslam alemine diş bilemektedir.

Afrika’nın bir ucundan Asya’nın bir ucuna kadar milyarlarca insan hayatta kalmak, haysiyetli bir ömür sürmek için çırpınmaktadır.

Petrol şeyhleri, dolar zengini sultanlar lüksün, servetin, debdebenin içinde yüzerken; bir dilim ekmek, bir parça özgürlük, biraz da demokrasi için milyarlar çilelere katlanmaktadır.

Bu masum taleplerin karşısında ise adına bazen terörizmi önlemek, bazen barışı getirmek, bazen de özgürlükleri kazandırmak olarak şifrelendirilen küresel aldatma mekanizması vardır.

Terörizm, içinde bulunduğumuz bereketli toprakları sömürmenin, sınırları değiştirmenin, insanları birbirine düşürmenin, huzuru biçmenin bahanesi olarak kullanılmaktadır.

Küresel güçler tarafından önce şiddet çıkartılıp, sonra da şiddetle mücadele ediyor görüntüsü altında olmadık oyunlar tertip edilmektedir.

IŞİD maşası, PKK ve PYD caniliği bu kapsamda ele alınmalıdır.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Bugün karşımıza çıkan tehlikeleri sadece günümüzün şartları ile yorumlamaktan kaçınmak durumundayız.

Bugün ne yaşıyorsak, neye maruz kalıyorsak biliniz ki bunun başlangıcı Anadolu’nun fethine kadar giden tarihlere uzanmaktadır.

Bugün yaşadıklarımızın kökü geçmişte, derinlerdedir.

Türklüğe karşı bin yıldır sinmiş düşmanlık, saklandığı delikten AKP’yi görünce yeniden çıkmıştır.

Aslında yaşananlar tam bir hesaplaşmadır:

√       Kapanmamış defterlerin,

√       Silinmemiş nefretlerin.

√       Tükenmemiş husumetlerin,

√       Unutulmamış yenilgilerin hesabı sorulmak istenmektedir.

Fakat unutulan bir şey vardır:

O da, Türkiye’nin AKP’den ibaret olmadığı gerçeğidir.

Türk milleti biçilen kefeni yırtacak güçtedir.

Türk milleti teslimiyeti ezecek azim ve yeterliliktedir.

Hepsinden önemlisi, Türk milleti işbirlikçilerden ibaret değildir.

Bilmiyorlar ki, Anadolu’yu vatan yapan kahramanlar ölmedi.

Bilmiyorlar ki, Türklüğü asırlarca taşıyan kutlu yürekler, İslâm’ın sancaktarlığını yapan ihlaslı yüzler hala pes etmedi.

İşte bu salon, işte Milliyetçi-Ülkücü Hareket tüm haşmet ve heybetiyle meydandadır.

Hamd olsun, sizler Türk milletinin yüz akı, Türkiye’nin gerçek ve potansiyel gücüsünüz.

Sizler ikna olmadan, sizler razı olmadan, Türkiye sevdalılarının manevi hisarları aşılmadan; soruyorum, hangi alçak ve melun emel hedefine varabilecektir?

Erdoğan ve Davutoğlu’nun bir bildiği varsa, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in de eğilmez başı, bükülmez bileği vardır.

Bağrına saplanan oklara rağmen surlara bayrak diken şehit sancaktarların emaneti sırtınızdadır.

Düşman karargâhının on adım önünde şehit olan Tayyar Rahmiye Hanım’ın, Aziziye Tabyası’ndaki savunmasıyla destan yazan Nene Hatun’un iffet ve izzet mücadelesi sizinledir.

Türk’ü kıtalara taşıyan cesaret abidesi ecdadımızın buyruk ve vasiyeti sizlerledir.

3 bin İngiliz’i 67 Mehmetçikle sahilde durduran Ezineli Yahya Çavuş, kaldırdığı top mermileriyle Çanakkale’yi aşılmaz yapan Seyit Onbaşı sizin gibi vatan ve bayrak aşıklarıdır.

Bugün kurtuluş yıldönümü olan İstanbul’un, esaretine tahammül edemeyerek işgalcilere ‘geldikleri gibi giderler’ diyerek Anadolu’da bağımsızlık meşalesini yakan Mustafa Kemal’in mirası size zimmetlidir.

12 Eylül öncesi, ülkü için çarpan yürekleriyle şehadet şerbetinden kana kana içen asil ve cesur dava arkadaşlarımızın bıraktığı milli ve tarihi sorumluluk hepimizin üzerinedir.

Bu itibarla teslim olmak, gevşemek, umutsuzluğa kapılmak aramızda barınamayacaktır.

Bu vatan sahipsiz değildir; sahip olacak sizlersiniz.

Bu millet yetim değildir; kol kanat gerecek sizlersiniz.

Bu devlet öksüz değildir; koruyacak ve yaşatacak sizlersiniz.

Türklük ve İslam kötülenecek suçlu değildir; ayağa kaldıracak, can pahasına müdafaa edecek de yine sizlerseniz.

Ümit biterse hayat söner.

Yaşama azmi biterse istikbal elden gider.

Mücadele iradesi azalırsa, başarma, var olma hissiyatı yavaşlarsa mağlubiyet öne geçer.

Bu nedenle iç ve dış kuşatmayı yarmak zorundayız.

Türkiye’yi tekrar istikrara, tekrar esenliğe kavuşturmak durumundayız.

Üzerinde titreyeceğimiz bir kardeşliğimiz vardır.

Kutsal emanet gibi gördüğümüz bir vatanımız vardır.

Dalgalanışıyla göğsümüzü kabartan bir bayrağımız vardır.

Mensubu olmakla övündüğümüz bir milletimiz vardır.

Kim ne derse desin, kim nasıl yaftalarsa yaftalasın; dünden bugüne bir sancak gibi taşıdığımız ülkülerimiz vardır.

Şerefle bağrımıza bastığımız bir bağımsızlığımız, namus gibi benimsediğimiz inançlarımız, ilkelerimiz ve tarihi haklarımız vardır.

Hiç kimse boşuna uğraşmasın, boşuna vakit harcamasın; vatandan vazgeçmeyiz.

Milletten taviz vermedik, vermeyiz.

İnsanımızdan kopmadık, kopmayız.

Bayraktan ayrılmadık, ayrılmayız.

İhanetten korkmadık, korkmayız.

Devleti yıktırmayız, Müslüman Türk olmaktan caymayız.

Türk-İslam ülkümüzden en ufak sapma göstermeyiz.

Çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Siyasetimizin merkezinde millet vardır.

Bizler;

Bin yılları aşan, kardeşlikle buluşan,

Hayatın zorluklarıyla savaşan,

Alın teriyle, göz nuruyla rızkını arayan,

Helal kazançta bereket bulan büyük Türk milletinin sevdalısıyız.

Partimiz, gücünü milletinden alan siyasal düşüncenin savunucusudur.

Onun için de adımız Milliyetçi Hareket’tir.

Ve herkes bilsin ki, millet olma halinden daha güçlü bir yapı ve kudret henüz bulunmamıştır.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye; çok riskli, çok sıkıntılı ve çok aktörlü vahim bir dönemin, çözülmesi zaman alacak çok değişkenli bir denklemin ortasındadır.

Sınır güvenliğimizin denetim ve dengesi bıçak sırtındadır.

Türk milleti ve komşu ülkeler barbarların, barış ve insanlık katillerinin hedefindedir.

Bölgesel ayak oyunları anormal bir seviyededir.

Çevremizdeki ülke ve coğrafyalar ateşin, asayişsizliğin ve anlaşmazlığın merkezindedir.

Bekamıza dönük tehditler gittikçe büyümekte, her geçen gün kökleşmekte, gün be gün katılaşmaktadır.

Sınırlarımızın hemen dibinde IŞİD, PKK, PYD ve farklı terör örgütleri kümelenmiş ve değişik alanlarda konuşlanmıştır.

İnsan canından geçinen katiller sınır güvenliğimizi ve millet varlığımızı aşırı ölçüde riske sokmaktadır.

 IŞİD terör örgütü, Suriye’nin Rakka ve Halep şehirlerinden Irak’ın Tıkrit ve Samarra kentlerine kadar uzanan geniş bir alan boyunca kan dökmektedir.

Irak’ın üçte birlik bölümü, Suriye’nin önemli yerleşim birimleri IŞİD’in eline geçmiştir.

Mazisi çok eski olmayan bu örgütün bir yıllık zaman zarfında bu kadar büyük bir kuvvete ulaşması elbette ayrı bir incelemenin konusudur.

Evvela şunu ifade edeyim ki, IŞİD’i doğuran, besleyen ve teşvik eden sebepler zinciri doğru ve detaylı analiz edilmeden atılacak her adım boşlukta kalacaktır.

Bu itibarla IŞİD ve benzeri örgütlerin kaynak ve zemini kurutulmadan, militan ve lojistik kanalları kesilmeden bu terör yuvalarına karşı yapılan ve yapılması düşünülen her saldırı ters tepecektir.

Hatta, hava harekatı destekli kara operasyonu bölgenin sosyolojik, kültürel ve siyasal yapısını tümden bozabilecek, Ortadoğu’yu cehenneme çevirecektir.

Bir defa bu yalın gerçeğin herkes tarafından kabullenilmesi ön şarttır.

Irak’ın işgaliyle sahaya indirilen, Arap Baharı’yla güncellenen küresel sinsi hesaplar komşu coğrafyaların ayarını bozmuştur.

Bölücü, selefi ve vahşi örgütler böyle bir zeminde yeşermiştir.

IŞİD bunlardan yalnızca birisidir.

El Nusra bunlardan bir diğeridir.

İdlip ve Lazkiye kırsalında mevzilenen El-Kaide türevi Horasan örgütü ise kara listedeki diğer örgütlerindendir.

Suriye ve Irak’ta toplam 20 bin ila 31 bin 500 arasında militanı bulunan IŞİD’in rejimlere meydan okuması, bunun yanı sıra devlet kurup halifelik ilan etmesi etnik ve mezhep çalkantısının ibretlik bir sonucudur.

Ayrıca BOP’u anlamadan, küresel senaryoları kavramadan ve bölgesel çıkar kavgalarının seyrini tahlil etmeden IŞİD’i bitirme çabaları akla ve gerçeğe aykırıdır.

Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘bizim için IŞİD neyse PKK da odur’ demektedir.

İlk bakışta bu açıklama oldukça isabetlidir. 

Fakat Erdoğan ikili oynamaktadır.

Bir dediği diğerini tutmamaktadır. Çünkü inandırıcılığı kalmamıştır.

Erdoğan IŞİD ile PKK’yı aynı kefeye koyarken, el altından PYD’ye destek sağlaması kapatılamayacak bir çelişkidir.

PKK/PYD elebaşlarını Türkiye’de ağırlaması, YPG militanlarına hastanelerimizin kapısını açması gaflettir.

Başbakan Davutoğlu’nun bölücülerin Kobanisi’nin, yani Arap Pınarı’nın düşmemesi için ‘ne gerekiyorsa yaparız’ demesi PKK’ya umut aşılamaktır.

Başbakan Davutoğlu’nun Arap Pınar’ı üzerinden bölücülere zeytin dalı uzatması, şeklen de olsa Erdoğan’ı yalanması ikircikli bir durumdur.

Davutoğlu örtülemeyecek yanlış ve sakat açıklamalara imza atmaktadır.

Bir değerlendirmesinde; “TSK’nın Kobani’ye girmesi halinde Türkmenler de haykırsa, bizi niye kurtarmıyorsunuz diye, oraya da mı girelim?" sorusunu sormuştur.

Evet Davutoğlu, gerekirse oraya da gireceksiniz, lazım gelirse soydaşlarımızın varlık haklarını korumak amacıyla ne gerekiyorsa yapacaksınız.

Bunun milli, tarihi ve kültürel bir mecburiyet olduğunu da iyi bileceksiniz.

Türkmen kardeşlerimiz toplu infazlara kurban giderken, Türkmeneli unutulmuşluğa havale edilmişken, Başbakan ve yandaşlarının Kobani düdüğü öttürmesi, bölücülere yardım eli uzatması millet iradesine hakarettir.

Anlayamadığımız taraf şudur: Bir yanda PKK’ya terör örgütü diyenler, öbür yanda Kobani edebiyatını nasıl dillerine dolayabilmektedir?

PKK’nın terör örgütü olduğunu kabullenen Erdoğan, yıllardır devam eden rezil pazarlıkları, sözde çözüm ve barış ihanetini nasıl izah edecektir?

PKK ‘çözüm süreci bitmiştir’ sözleriyle savaş tehditlerini sıralarken, hala çözüm kurulu oluşturmak, sürecin milli proje olduğunu iddia etmek hangi aklın ürünüdür?

Köşeye sıkışan hükümet can havliyle çıkış aramaktadır.

AKP’nin terör örgütleriyle gizli kapaklı iş ve ilişkileri gizlenemeyecek boyuttadır.

AKP, terör çarkına şeref, haysiyet ve itibarını kaptırmıştır.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Erdoğan’ı zora sokan IŞİD itirafları, arkasından da u dönüşü yapması geçmişteki kirli ilişkiler üzerinden bir tehdit ağı kurulduğuna işarettir.

Türkiye karmakarışık bir zihniyet tarafından yönetilmektedir.

Ne güvenliğimiz, ne de dirliğimiz kalmıştır.

Herkes bilmelidir ki, Türkiye için IŞİD ve PKK-PYD öncelikli tehdittir.

Bu katil örgütler arasında kategorik bir ayrım yapmak akılsızlık olduğu kadar millete düşmanlıktır.

Türkiye terör örgütlerinden birini diğerine tercih edemeyecektir.

İyi ve kötü terör tasnifi insanlığın evrensel değerlerinin inkarıdır.

IŞİD ne kadar büyük bir tehlikeyse; PYD-PKK da o kadar melanettir.

Ve yılanın başı yuvasında ezilmelidir.

Aksi durumda aziz ülkemiz paramparça olabilecek, iç savaş şartları alabildiğine yeşerecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’nin güvenliği, tarihi hak ve çıkarları için sorumluluk almaya her zaman hazırdır.

Bu maksatla 2 Ekim günü TBMM’de kabul edilen Tezkere’ye gönül huzuruyla destek verdik ve Türk milletinden yana tercihimizi kullandık.

Bu Tezkere kararımız AKP’ye verilmiş bir destek değildir.

Bu Tezkere kararımız AKP’nin politikalarını meşrulaştırma çabası hiç değildir.

Tezkere’ye evet dediysek, muhtemel saldırı ve tahriklere karşı Türk askerinin elini kolaylaştırmak içindir.

Tezkere’ye evet dememizdeki amaç, Türk milletinin olası kayıp ve mütecaviz dalgaya karşı güvenceye kavuşturmaktır.

Tezkere’ye evet dememizdeki gaye, Süleyman Şah Saygı Karakolu’ndaki Mehmetçiklerimizin yalnız bırakılmamasıdır.

Tezkere’ye evet dememizdeki hedefi Türkiye’nin bekasını gözetmek, sınırlarımızı emniyete almaktır.

Bu yüzden bizim milliyetçiliğimizi eleştirmeye kalkan CHP liderine tavsiyem, mahcup olacağı, yüzü kızaracağı, altından kalkamayacağı konulara çok fazla girmemesidir.

CHP lideri, milliyetçiliğimizle ilgili polemik yapacağına; bölücülerin talep ve dayatmalarına nasıl alkış tuttuğunu, Atatürk’ün partisini PKK’nın hizasına nasıl düşürdüğünü tez elden açıklamalıdır.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sınırlarımızın öbür tarafında yaşanan kanlı boğuşmadan en çok etkilenen ülkelerden birisi Türkiye’dir.

IŞİD’in Ayn el Arap saldırısı bayramda da sürmüştür.

Suruç’un karşında can pazarı kurulmuştur.

Irak ve Suriye’deki çatışmalardan kaçan mülteciler kafileler halinde Türkiye’ye sığınmaktadır.

Halep’in Ayn el-Arap ilçesi başta olmak üzere, Suriye’nin bazı yerleşim yerlerindeki IŞİD-PYD savaşı, Suruç Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndaki yoğunluğu 21 Eylül’den itibaren fazlalaştırmıştır.

Halen ülkemizde sayıları 1,5 milyonu aşan mülteci bulunmaktadır.

Bunlara 4,5 milyar dolar para harcandığı Erdoğan tarafından itiraf edilmiştir.

Komşu coğrafyalardaki vahşetten kaçanlara kucağımızı, kapımızı ve gönlümüzü açmak insani, vicdani ve tarihi sorumluluğumuzun bir parçasıdır.

Fakat, Türkiye’nin demografik yapısı, sosyal, ekonomik ve siyasal dengesi bu kadar büyük çaplı mülteci akınını kaldıramayacak düzeydedir.

Sınırlarımız enkaz yığınına dönmüş, Türkiye ilave külfetlerin altına girmiştir.

Vatanımıza gelen kalabalık grupların bir kısmı geçici barınma merkezlerinde ve konteynır kentlerde misafir edilirken, çoğunluğu da ülke geneline kontrolsüzce dağıtılmaktadır.

Hükümet, Suriye ve Irak kaynaklı mülteci hareketlerine çok hazırlıksız yakalandığından süreci yönetmekte zorluk ve acziyet içindedir.

İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerimiz Suriyelilerle doludur.

Sokaklarda adım başı dilenciler vardır.

Bu sebeple vatandaşlarımız huzursuz ve şikâyetçidir. Özellikle sınır il ve ilçelerimiz dertli, kederli ve endişelidir.

Esnafımız bitkin ve tedirgindir.

Suç ve suçlu sayısı fazlalaşmış, fuhuş ve uyuşturucu kullanımı azmıştır.

Türkiye, tüm birikim ve imkanını mültecilere kullanabilecek durumda değildir.

Kabul ediyoruz ki, komşu komşunun külüne her zaman muhtaçtır.

Kardeşlik ve dostluk hukuku gereğince yardım elimizi her zaman darda kalmışlara uzatmamız insani ve İslami bir vecibedir.

Ancak bunun da bir sınırı olmalıdır ve öncelikle düşünmemiz gereken 77 milyon Türk vatandaşıdır.

Bu yüzden, Türkiye göç dalgasını tersine çevirecek politikaları süratle planlamalıdır.

Tüm mülteciler Türkiye-Suriye sınırında derinlemesine tesis edilecek güvenlik kuşağında emniyete alınmalı, ülke geneline yayılanlar periyodik olarak buraya taşınmalı ve yönlendirilmelidir.

Ayrıca Hükümet’in zulüm altındaki Türkmen kardeşlerimize gelince sınır kapılarını sürgülemesi ve soydaşlarımızdan pasaport sorması utanmazlık örneğidir.

IŞİD-PYD-PKK mücadelesi Türkiye’nin iç bünyesine tesir etmekle kalmayıp kavga ve karışıklıklara da neden olmaktadır.

Suruç’tan Ayn el Arap’a geçerek PYD saflarında çatışmalara katılma niyetinde olan bölücü mihraklar fırsatı ganimete çevirmek için kışkırtmalarını sıklaştırmışlardır.

Türkiye’den hem IŞİD’e hem de PYD-PKK’ya katılımların çoğalması korkunç bir haldir.

İstanbul’dan konvoylarla yola çıkan bölücülerin savaş narası atması hafızalardadır.

IŞİD-PKK husumetinin üniversitelere sıçraması ortadadır.

Ülkemizin değişik yerlerinde terör örgütleri lehine gösteriler yapılması, YPG’ye destek için sınırdaki tel örgülerin yıkılması Türkiye adına vahim gelişmelerin içiçe geçmiş halkalarıdır.

Sınırlarımızda PKK’nın fiili kontrol sağlamasından Erdoğan ve Davutoğlu haberdar mıdır?

Yaralanan teröristlerin Şanlıurfa’da tedavi edildiklerini duymuşlar mıdır?

Açıkça söylüyorum, IŞİD-PKK-PYD hesabına savaşmak amacıyla sınır ötesine geçenler bir daha vatan topraklarına alınmamalıdır.

Sözde Kobani için gidenler manen vatandan kaydını sildiren, sildirmesi gereken yersiz yurtsuzlardır.

Başka ülkelerin toprakları uğruna mücadele etme tercihinde bulunan şiddet yanlılarına Türk vatanında artık yer yoktur.

Hepinizin dikkatini şu noktaya çekmek istiyorum:

Kürt kökenli Suriyelilere kucak açılmasını görmezden gelen nimet bilmeyen vatansızlar, geçen günlerde Türk askerini taş yağmuruna tutmuşlardır.

IŞİD’ten kaçanların bir kısmının içimizdeki hainlerle birleşerek asker taşlaması kahpeliğin ve kalleşliğin ta kendisidir.

Herhangi bir kontrolden geçmeyen mülteciler arasına sızan ve gizlenen teröristler vatana giriş yapmışlar, bu taraftaki yandaşlarıyla ortalığı ayağa kaldırmışlardır.

Televizyonlar, Mehmetçiklerin yürek burkan ve izleyen herkesi infiale sürükleyen pusmuş, kalkanlarının arkasına saklanmış, sonra da kaçarak geri çekilme halini günlerce göstermiştir.

HDP’nin bir kadın milletvekili de namertçe taş atanların arasında boy göstermiştir.

İşte yeni Türkiye budur.

Atılan taşlar yalnızca askerimize değil Türk milletinin tamamına fırlatılmıştır.

Bu kanı bozuklar karşısında Türk askerinin acıklı durumu hepimizi kahretmiştir.

Genelkurmay Başkanı Özel bu taşlar karşısında acaba ne hissetmiştir?

Başbakan, hakikaten de taşa karşı gül atacak kadar milli iffetten yoksun mudur?

Yine geçtiğimiz günlerde sınırlarda gezen Kara Kuvvetleri Komutanı gece yastığa başını koyduğunda huzurlu uyuyabilmiştir?

Jandarma’nın başındaki zat, Mehmetçiğin perişan durumu karşısında en ufak bir vicdan azabı duymuş mudur?

Çözüm var diye elleri havaya kaldıranlar, çözüm zarar görmesin diye namluyu ters çevirenler, Erdoğan kızar, Öcalan öfkelenir, Kandil çetesi saldırır diye ürkenler daha ne kadar sünepe sünepe duracaksınız?

Ey devlet ricali, bayrak indirildi görmediniz, PKK geceli gündüzlü saldırdı kulak ardı yaptınız, eşkıya sözde vergi aldı, mahkeme kurdu, şantiye bastı, insan kaçırdı, karakol taradı, vatan evlatlarını şehit etti, siz anlamadınız, Erdoğan’a iradenizi devrettiniz.

Türkiye’yi IŞİD-PKK kıskacına alanlara gıkınızı bile çıkaramadınız.

Türk askeri taştan kaçıyorsa, tehditlere pabuç bırakıyorsa bunun hesabını hiyerarşik silsileyle herkes vermelidir.

Gazi Meclis, askere taş atan yediği içtiği boğazına düğümlenecek PKK’lı vekil hakkında gerekli işlemi de mutlaka yapmalıdır.

Türkiye ne hallere düşmüş, kimlerin eline kalmıştır?

Türk milleti, özellikle de AKP’ye oy veren kardeşlerim, ana yakıtı kan kin ve nefret olan ihanet katarına hevesle vagon olanları Allah için görmelidir.

Kürtçe eğitim amacıyla bir yanda okul açan, diğer yanda okul yakan; küçücük yavruların umutlarını terörize eden hainlere karşı sabır taşı çatlamıştır.

Şu ülkeye bakınız ki, PKK’lılar yurdumuzun bir bölgesinde askeri kışlalara, polisleri karakollara, vali ve kaymakamları lojmanlara hapsetmiştir.

Buna da çözüm denilmiştir.

Erdoğan ise yeni aldığı uçakla gezmekte, sözde ‘ak saray’da oturacağı günleri iple çekmektedir.

15 Eylül’den beri 30’u aşkın okulun yakıldığı ülke yeni Türkiye’dir.

Atatürk büstlerinin her gün saldırıya uğradığı, ateşe verildiği, Türklüğün mezalim ve eziyet gördüğü ülke yeni Türkiye’dir. 

PKK’ya akıl hocalığı yaparak; “Kandil'de yan gelip yatıyor, Kobani'dekilerle ilgili edebiyat yapıyor. Sen orada konuşacağına git o zaman orada mücadele et” diyen insan suretlerinin Başbakan Yardımcısı olduğu ülke yeni Türkiye’dir.

Teröristbaşının mesajını TBMM’de okutmak ve okunmasına müsaade etmek yeni Türkiye’nin kandan çimentosudur.

Türk askerine “bizi engelleyemezsin, senin devletin bize söz verdi” diyen nifak kusan dillerin Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu ülke yeni Türkiye’dir.

Madem bu belediye başkanı devleti reddetmektedir, o halde kendisini tutan ve engelleyen yoktur.

İstediği ve dilediği yerde fitne yaymakta özgürdür.

Bu bölücü bilmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamanın kural ve ilkeleri vardır; bundan kendisi ve yandaşları ayrıcalıklı değildir.

Sormak isterim ki, devleti inkâr edenlere, millete küfredenlere, milli ve manevi soygunculuk yapan şeref fukaralarına aziz milletimiz nereye kadar tahammül edecektir?

Ey Kobani’yi savunmaktan bahseden güruh, imzalar toplayan kalemi esir düşmüş aydınlar, hayatınızda bir kez olsun vatan dediniz mi, bayrağımızı iftiharla sahiplendiniz mi?

 

Değerli dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisine göre;

Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü, dil, soy ve din unsurlarının da üstünde tarihi bir gerçektir.

Devletimizin beşeri zenginliği ve dayanağı olan tek millet olgusu, bu kucaklaşmanın neticesinde vücut bulmuştur.

Kültürlerin üst kimlikle ve hakim kültürle buluşması bizim için önemli ve önceliklidir. Bu asla bir dayatma ve asimilasyon değildir.

Daha güçlü toplumda ve müreffeh bir ülkede yaşama arzusundan doğacak bir sosyal uzlaşma ve dayanışmadır

Türkiye Cumhuriyeti de bu birleştirici ve bütünleştirici millet temeli ve sosyolojik uzlaşma üzerinde şekillenmiştir.

Ancak tahripkar süreç devam ederse, mensubu olduğumuz Türk milleti, alt kimlik ve çok kültürlülük talepleri sonucunda bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Bu durum, hem milli birliğimizde hasar bırakacak, hem de Türk devletinin sonunu hazırlayacaktır.

Yayılan etnik, kültürel ve mezhep zeminindeki siyasallaşma Türkiye’mizi bölünmeye götürecektir.

Bunun sonucunda ortaya çıkacak tabloda ise ülkemizin bu nüfus ve bu coğrafya bütünlüğü ile devamı mümkün olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin milli duruşu nettir:

Bizim dayandığımız ilkeler:

Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek dil ülküsüdür.

Ve bunlar da bizim kırmızı çizgilerimizdir.

Varsa cüret etmek isteyen,

Bu değerleri çiğnemeye yeltenen,

Ben bunları kabul etmiyorum diyen, buradan açıklıyorum ki;

Ayaklarını denk alsınlar,

Bir kere daha düşünsünler,

Burada biz varız ve buna izin vermeyiz.

Dün vermedik, bugün de vermeyiz, yarın da vermeyeceğiz.

Ve tereddüt edenler varsa, buradan tam 1279 yıl önce Orhun’dan seslenen muazzam ve milliyetçi inancı tekrarlamak istiyorum.

“Üste gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini töreni kim bozabilir?”

Sözlerime son verirken hepinizin mübarek kurban Bayramı’nı bir kere daha tebrik ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Soruyorum sizlere:

İstanbul’un kurtuluş yıldönümünde, Türkiye’yi AKP’den kurtarmak için söz veriyor musunuz?

Başarmaya söz veriyor musunuz?

İstanbul’u kazanmaya söz veriyor musunuz?

İstanbul’daki fasit daireyi kırmaya ve Üç Hilal’e zafer yaşatmaya söz veriyor musunuz?

Önümüzdeki Milletvekilliği Genel Seçimi’nden alnınızın akıyla çıkmaya ve bunun için çok çalışmaya söz veriyor musunuz?

Allah hepinizden razı olsun.

Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun.

Sağ olun, var olun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.