Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ne Yönelik Sözleriyle Gündemdeki Diğer İç ve Dış Konular Çerçevesinde” yaptıkları yazılı basın açıklaması. 2 Mart 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ne Yönelik Sözleriyle
Gündemdeki Diğer İç ve Dış Konular Çerçevesinde” yaptıkları yazılı basın açıklaması.
2 Mart 2016

Hiç tartışmasız ve hilafsız Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Anayasa’nın 2. Maddesi bu somut gerçeği en açık, en yalın şekilde ifade ve ilan etmektedir.

Hukuk, devletin meşruiyet kaynağı, birlikte yaşamanın asgari temelidir.

Bu temelin zayıflaması ve zedelenmesi devletin dayandığı hukuki zemini çatlatacaktır.

Nitekim hukuk devletinde üstünlük şahsa, belirli bir zümreye veya elit bir kesime ait olamayacak, böyle de değerlendirilemeyecektir.

Türkiye uzunca bir süredir hukuksuzluğun pençesinde, adaletsizliğin egemenliğindedir.

Hukuka saygı ve riayet ağır yaralar almıştır.

Bunun başlıca sorumlusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk sürecindeki tıkanıklık ve engellemeler hukuk ilkelerini ve adalet ölçülerini hiçe saymış, AKP’yi hukuksuzluğun mimarı haline getirmiştir.

Türkiye’yi 14 yıldır yöneten AKP hukukla ters düşmüş, ahlakla yollarını tümden çatallaştırmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan millet iradesini kasten yanlış ve keyfi yorumladığından yasa ve Anayasa hükümlerine adeta savaş açmıştır.

Maalesef Türkiye’de hukuk fiilen devre dışıdır.

Anayasaya uyan, saygı duyan ve de savunan neredeyse kalmamıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, geçtiğimiz Pazar günü Batı Afrika seyahatine çıkmadan önce yaptığı skandal açıklamalar bunun teyididir.

Anayasa Mahkemesi’nin Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül lehinde verdiği hak ihlali kararı Erdoğan’ı aşırı derecede öfkelendirmiştir.

Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara “uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözleriyle aslında kimseyi de şaşırtmamıştır.

Çünkü Erdoğan’ın hukuka hürmet, hukuk üstünlüğünü kabullenme konularında siyasi ve zihni açmazları vardır, her şeyiyle de ortadadır.

Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin mezkur kararına aynı cümle içinde hem sessiz kalacağını hem de uymayacağını söylemesi kafa karışıklığından öte adalet hasmı olmasından ileri gelmektedir.

Yeni Anayasa hazırlığıyla ilgili siyasi tartışmaların yoğunluk kazandığı, uzlaşma ve diyalog kanallarının açılmasıyla ilgili çabaların sarfedildiği bugünkü zaman diliminde, Erdoğan’ın duruşu sorunludur, bulanıktır.

Erdoğan’ın yurt dışı seyahatine çıkarken Türkiye’yi fikren kargaşaya sürüklemesi, “ortalık çalkalanabilir” ifadeleriyle gündemi sinsi şekilde kilitleme hedefi her şeyden önce iyi niyetli görülemeyecektir.

Sorumlu bir devlet ve siyaset adamının tevessül etmeyeceği ilkelliğe alenen başvurması bir defa ayıplı ve yanlış bir üslup olarak değerlendirilmelidir.

Erdoğan yokluğunda bile Türkiye’nin çalkalanmasını istemekte, görüş ve siyasi ayrılıkların keskinleşmesini, dahası kutuplaşmanın ileri bir faza geçmesini beklemektedir.

Bu itibarla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ne yönelik ağır kusurlu sözlerinin gerçekte hiçbir değer ve ehemmiyeti yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi, Erdoğan’ın Anayasayı defalarca ihlal ettiğini, bu çerçevede sicilinde beyaz tek bir nokta olmadığını gayet iyi bilmektedir.

Hukukla arası açık bir zihniyetten Anayasa övgüsünün duyulmayacağı, mahkeme kararlarına bağlılık iradesinin seslendirilmeyeceği de malumdur.

Şu günkü istikrarsız ve karanlık dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kasten, bilerek, planlayarak Türkiye’yi kendi sancılı yörüngesine sabitleme sinsiliğine hiç kimsenin aldanmaması lazımdır.

Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ne saygı duymaması bir şey değiştirmeyecek, ilk derece mahkemelerini direnişe davet etmesi sonuç vermeyecektir.

Kaldı ki Erdoğan Anayasayı kafasında çoktan kaldırmış, Türkiye’yi kanunsuzluğa hapsetmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Erdoğan’ın sözlerine iki tam gün geçtikten sonra cevap vermemiz fitilini tutuşturmak istediği tartışma ortamına, gizli gündemine hemen alet ve dahil olmama düşüncemizden kaynaklanmıştır.

Cumhurbaşkanı şu gerçekleri özellikle bilmelidir ki:

Hukuk herkese lazımdır, her Türk vatandaşını kapsamaktadır.

Ve gün gelecek karalanan hukuk Erdoğan’a da gerekli olacaktır.

Erdoğan için bir anlam içermediğini bilmemize rağmen, yine de şu hatırlatmaları yapmak milletimizin bizden beklediği tarihi bir görevdir:

Eğer mümkün olursa yeni Anayasa hazırlama süreci amacına ulaşana kadar, yürürlükteki 1982 Anayasası beğenilse de beğenilmese de herkesi bağlayacaktır.

Anayasa’nın 6. maddesinin 3. fıkrası, Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” amir hükmünü belirtmektedir.

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” ibaresi Anayasa’nın 11. maddesinde anlam ve yerini bulmaktadır.

Anayasa’nın 138. maddesinde çok açık şekilde, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır.” ifadesi yazılıdır.

“Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.” hükmü de 153. maddede görülebilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Anayasanın 103. maddesine göre ettiği yeminin, 104. maddesine göre sahip olduğu görev ve yetkilerinin hakkını vermesi, sadakat göstermekle birlikte bunlara da uyması kaçınılmazdır.

Erdoğan’ın Anayasa husumeti başkanlık sisteminin tesisine yaramayacak, şahsına da bir şey kazandırmayacaktır.

Bununla birlikte Erdoğan’ın sancılı tutumu, anayasal düzenden rahatsız olan, sistemi yıkmak, devlet ve milletin bekasını felce uğratmak isteyen bölücü hainlere de hız ve koz verecektir.

Cumhurbaşkanı olarak Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmesi gereken Erdoğan’ın, bunun tam tersine faaliyet ve davranış sergilemesi Türklük ve Türkiye düşmanlarını sevindirecek, iştahlarını kabartacaktır.

Esasen gelişmeler de bu tespitimizi doğrulamaktadır.

Anayasanın çizdiği sınırlardan taşan, kuruluş ilkelerini inkar eden, Cumhuriyet’in varlığına kast etmiş kibir ve küstahlık yuvaları hep birlikte Türkiye’nin karşısında hizalanmışlardır.

Bunların içinde AKP’nin göze batması milletimiz adına büyük bir talihsizlik ve kayıptır.

HDP’nin bir eşbaşkanının bugün saat 16’da Diyarbakır Sur’da, bölge halkını yürüyüşe teşviki aslında bir isyan çağrısı, bir ihanet kalkışmasıdır.

Yasa ve Anayasa muhaliflerinin tıpkı 6-8 Ekim olaylarında olduğu gibi, yeni bir iç kargaşa çığırtkanlığına soyunması çılgınlık olduğu kadar rezalet ve namertliktir.

HDP’li provokatörler hakkında hukuk ve Meclis gereğini derhal yapmalıdır.

Fezlekeler bekletilmemeli, dokunulmazlıkların kaldırılmasından parti kapatmaya kadar her seçenek masaya koyulmalıdır.

İnancımız odur ki, Kürt kökenli hiçbir kardeşim bu oyuna gelmeyecek, PKK’nın tuzağına düşmeyecektir.

Türkiye’de bir saldırı biterken diğerinin başlaması, Ortadoğu’daki kanlı manzaraların terörizm ve arkasındaki şer güçleri eliyle ülkemize taşınma emelleri büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzun tescilidir.

Bölücü kalkışmanın uluslararası bir soruna dönüşmesi için Meclis’teki PKK yedeklerinin BM’ne müracaatları yazılan senaryonun neye ve hangi kirli amaca hizmet ettiğini göstermektedir.

Suriye ve Irak’taki barbarlıkların aynısının ülkemizde gösterime sokulma çabaları elbette hainlerin cüret ve cesaretini deşifre etmesi bakımından son derece kayda değerdir.

27 Şubat’tan itibaren Suriye’de ABD-Rusya ittifakıyla başladığı iddia edilen ve aslında yalnızca sözde kalan ateşkesin ne getirip ne götüreceğini de ilerleyen günler tayin edecektir.

Bunlar oluyorken, Suudi Arabistan’ın başını çektiği, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 20 bölge ülkesinin “Kuzey Fırtınası” isimli askeri tatbikata başlaması Suriye’de pamuk ipliğine bağlı ateşkesin her an ortadan kalkabileceğine kanıttır.

AKP Türkiye’yi ateşe düşürmüş; istikrarsızlığın, belirsizliğin batağına ite ite sokmuştur.

İç ve dış sorun yumağı anormal şekilde fazlalaşmıştır.

Türk milleti tarihinin en çetin günlerinden geçmektedir.

Şehirler terörist, bomba ve silahlarla doldurulmuştur.

Hükümet vahim ve stratejik tehditlerin seyrini okuyamamış, okusa bile hiçbir tedbir almamış, alamamıştır.

AKP’nin teşrifat ve mihmandarlığıyla PKK-PYD Türkiye’ye militan yığmış, yabancı güçlerden aldıkları silahları depolamış, hendek açıp tünel kazarak şiddet ve saldırı hazırlığı yapmışlardır.

Hükümet ise ya ihanet ortakçısı ya da ihmal kurbanı olarak gelişmelere gözünü yummuş, aziz Türk vatanının bir bölümünü kaderine vicdansızca terk etmiştir.

Davutoğlu’nun hendek kazan teröristlere hala gençlerimiz demesi, ısrarla el uzatması tarif ve tevili imkansız bir acziyet ve işbirlikçilik olarak milli hafızalardaki yerini almıştır.

Yaşadığımız sorunların temelinde tek kelimeyle özetlemek gerekirse AKP vardır.

Erdoğan’ın milli değerlere şaşı bakışı, yasa ve Anayasayı yok sayması Türkiye’yi her an imha olacak saatli bombaya dönüştürmüştür.

Ülkemiz oldukça huzursuz, kaygılı ve ümitsizdir.

İlaveten TBMM’de, PKK’nın siyaset acentesi tarafından Türk milletine yönelik tahammül sınırlarını zorlayan söz ve suçlamalar ülkemizin içler acısı halinin ibret vesikasıdır.

AKP, oy oranı ne olursa olsun, Türkiye’yi iyi yönetememiş, her alanda çuvallamıştır.

Türkiye bir tek kişinin totaliter özlem ve arayışlarına mahkum edilmiştir.

Bu zillet dolu günlerden çıkılmasının yegane şartı Türk milletinin AKP’ye gerekli ve gecikmiş tepkisini göstermesidir.

AKP gemlenemezse Türkiye gömülecektir.

AKP ıslah ve terbiye olmaz, pişmanlık ve özeleştiri yapmazsa Türk milleti kanlı bir kardeş kavgasının tam ortasına düşecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi aziz vatanımızın dirliği, büyük milletimizin birliği ve güvenliği amacıyla sorumlu ve şuurlu siyaset tercihinden en küçük taviz vermeyecektir.

Türkiye sahipsiz değildir.

Türk milletini bölmeye, iç savaş çıkartmaya, toprağımızdan ve insanımızdan parça koparmaya hiçbir mihrakın, hiçbir melanet çevreninin gücü yetmeyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti bir ve beraber kalarak, aynen 1299 Söğüt ruhuyla, tıpkı 1923 Ankara iradesiyle varlığını sürdürecektir.

Türk milleti bin yıllık kardeşliğinin, asırları aşan hükmü şahsiyetinin, bağımsızlığa duyduğu derin bağlılığın bedelini kanla ödemiştir; yeri ve zamanı gelirse bunun tekrarını yapmaktan da korkmayacaktır.