Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 22 Mart 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
22 Mart 2016
 

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

2016 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2014 yılı Kesin Hesap Kanun Tasarısı’nın Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesi münasebetiyle grup toplantılarımıza bir ay ara vermiştik.

Bugün itibariyle sizlerle tekrar buluşmanın memnuniyeti içerisindeyim.

Sözlerimin başında muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, önümüzdeki süreçte yapacağınız çalışmalarda başarılar diliyorum.

Her vicdan ve insaf sahibi insanımızın kabul edeceği üzere, Türkiye’miz kara ve korku dolu günlerden geçmektedir.

Türk milleti dört bir yandan ateş altındadır.

Zalimler korosu, hainler lobisi, kandan nemalanan caniler yığını ülkemizi markaja ve makasa almışlardır.

Kimin Türklükle kapanmamış hesabı varsa,

Kimin Türkiye’ye kin ve nefreti bulunuyorsa,

Kimin Türk vatanı üzerinde gözü kalmışsa, bunların alayı birden aktif hale geçmişler, silah ve bombalarla devreye girmişlerdir.

Yaşananlar kahredicidir.

Demokratik açılımla toparlanan, çözüm süreciyle gücüne güç katan, pazarlıklarla bilenen, tavizlerle kuduran, elbette dış destek ve teşvikle azgınlaşan terör çeteleri Türkiye’yi istikrarsızlığa mahkum etmişlerdir.

Milletimiz kaygılıdır, çünkü her gün saldırı ve şiddet haberleri alınmaktadır.

Türkiye yastadır, çünkü insanımız katledilmekte, askerimiz, polisimiz arka arkaya şehit düşmektedir.

Devamlı surette acımıza acı eklenmekte, gözyaşları sel olup akmaktadır.

Bu nedenle Türk’ün bahar bayramı olan Nevruz’u buruk bir şekilde karşıladık, kederli bir ruh haliyle kutladık.

Nevruz; Türk milletinin nesilden nesile taşıdığı barış ve bayram meşalesidir.

Bu meşalenin altında birlik ve kardeşlik duyguları, dostluk ve dayanışma hasletleri canlı bir şekilde var olmuştur.

Türk milleti Nevruzla birlikte yeni ve umut dolu günlerin geleceğine inanmış, buna güvenmiştir.

Asırlar geçse de bu çok önemli tarihsel ve kültürel gerçek Türklüğün vicdan ve ruhunda bugüne kadar özenle korunmuş, safiyetle yaşatılmıştır.

Bu yüzden Nevruz; yeniden doğuşun, bolluğun, bereketin, dirilişin, uyanışın, kardeşliğin, huzur ve esenliğin simgesi olmuştur.

Nevruz yani Yenigün, doğanın göz alıcı renkleriyle kendisini göstermesinin yanında, geleceği umut ve cesaretle kavramanın da müjdesidir.

Binlerce yıldan bu yana Balkanlardan Orta Asya bozkırlarına, Adriyatik’ten Çin seddine, Kafkas yaylalarından Ortadoğu vadilerine, Kırım köylerinden Sibirya düzlüklerine kadar yakılan Nevruz ateşi Türklüğün hayat ve varlık haklarını tescil etmiştir.

Nevruz, milletimizi müşterek kıvanç ve duyguda, ortak amaç ve kaderde buluşturan köklü bir kaynaşma fırsatı olması bakımından bizimdir, bize has kadim bir emanettir.

Nevruz ateşi muhteşem Türk asırlarının kefili, en canlı görgü tanığı, en sağlam kültürel dokularından birisidir.

Bu duygularla Türk milletinin Bahar Bayramı’nı kutluyor, Yenigün’ün bin yıllık kardeşliğimizin perçinlenmesi için tarihi bir eşik olmasını diliyorum.

Son yurdumuzda birlik ve beraberlik içerisinde sonsuza kadar var olmayı Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyor, tüm vatandaşlarıma, Turan coğrafyasındaki tüm kardeşlerime sağlık, mutluluk ve huzur dolu bir ömür temenni ediyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Üzülerek söylemeliyim ki, çok kötü günler yaşıyor, buhranlı bir dönemden geçiyoruz.

Umutlarımızın tükenişine, hayallerimizin sönüşü eşlik etmektedir.

Heyecanlarımız kırılırken, endişe verici, eziyet dolu bir dönemin ağırlığı herkesi ve hepimizi yormaktadır.

Türkiye uzunca bir süredir terörizmin adeta açık ve canlı hedefidir.

Canlı bombalar şehirlerimizde kol gezmektedir.

Bomba yüklü cinayet araçları ve içindeki katiller insanımıza ölüm ve dehşet saçmaktadır.

Saldırıların biri biterken diğeri başlamaktadır.

10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde 107 vatandaşımız,

12 Ocak 2016 tarihinde İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda ülkemizi ziyarete gelen 11 yabancı ülke vatandaşı,

17 Şubat 2016 tarihinde Ankara Merasim Sokak’ta 29 sivil ve asker vatandaşımız,

13 Mart 2016 tarihinde Ankara Kızılay Güvenpark’ta 35 vatandaşımız,

19 Mart 2016 tarihinde İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 4 yabancı ülke vatandaşı teröre kurban gitmiştir.

√       12 Eylül 2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı,

√       22 Mayıs 2007 tarihinde Ankara Ulus Anafartalar Çarşısı,

√       27 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul Güngören,

√       20 Eylül 2011 tarihinde Ankara Kumrular Sokak,

√       20 Ağustos 2012 tarihinde Gaziantep'teki sivil hedeflere yönelik terör saldırıları da unutulmamıştır.

20 Temmuz 2015’ten beri terör olaylarından dolayı 232 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 691’i de yaralanmıştır. Tablo dehşet vericidir.

Yine bu tarihten itibaren 145’i polis, 227’si asker, 7’si de korucu olmak üzere 379 vatan evladı şehit olmuştur.

Şehitlerimize ve hayatlarını kaybeden kardeşlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, halen tedavi altında bulunanlara şifa temenni ediyorum.

En son Taksim’de yaşandığı gibi, ülkemizde bulundukları esnada terör saldırısından dolayı hayatlarını kaybeden yabancı turistlerin ülkelerine ve ailelerine taziyelerimi sunuyorum.

Toplumsal asayiş ve emniyet alt üst olmuştur.

Hiçbir yerde huzur kalmamıştır.

Her gün kalkan al bayrağa sarılı şehit tabutlarından, peşi sıra gözyaşı döken anaların, babaların, gelinlerin, yavruların feryatlarından kahrolduk.

Biz bu hallere nasıl düştük?

Bu karanlık kuşağa nasıl girdik?

Yanlış nerededir? Suçlular kimdir?

Uzağa gitmeye gerek yoktur, bundan üç yıl evvel;

Terör bitiyor, silahlar susuyor, çatışmasızlık hakim oluyordu.

Çözüm süreciyle beraber “Yeni bir evreye, yeni bir kulvara girildiği” söyleniyordu.

“Makûs talihin değiştiği” iddia ediliyordu.

Cudi’de çiçek toplanacak, Ağrı’da piknik yapılacak, Dicle ve Fırat’ın sularında korkusuzca serinlenecek, özlemler vuslata dönüşecekti.

Böyle diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu havadaydı Başbakan Davutoğlu.

Özlemler vuslata dönüşmedi, ama Türkiye adeta büyük bir cenaze evine dönüştü.

Teröristler sınır dışına çıkıyordu.

Biz çıkmazlar, bilakis ülkeye dolarlar, silah ve bomba yığarlar dediğimizde ağır şekilde eleştiriyorlardı.

2013 Nevruz’unda İmralı canisinin mesajlarını okutmuşlar, yeni Türkiye ve Ortadoğu masalını dinletmişler, silahın devreden çıktığını söylemişlerdi.

Helalleşme olacak, barış ve çözüm doğacaktı.

Biz bu yürek burkan, geliyorum diyen acınası ve isyan ettiren gelişmeleri çok önceden okuduk.

Her sözümüzde, her öngörümüzde haklı çıktık.

Biz, PKK’nın sözde çözüm ve barış sürecinde güçleneceğini, Türkiye’nin başına daha büyük belalar saracağını söylerken, Erdoğan MHP’ye kötü konuşuyordu.

Çözüm süreci bu kıvam ve dozda giderse çok büyük siyasal, sosyal sorunlar doğuracak ve Türk milleti etnik temelli bölücüler tarafından tahrip edilecektir derken, AKP sözcüleri MHP’ye hücum ediyorlardı.

Biz, PKK’nın silah bırakması Akdeniz’in kuruması kadar imkansızdır derken, havuz medyası PKK dışarı, umut içeri başlıkları atıyordu.

Yine biz, PKK silah bırakmaz, emellerinden vazgeçmez, terörü durdurmaz, bölücülükten dönmez dedikçe, AKP’li yöneticiler namlunun ucunda çiçekler açacak diyorlardı.

PKK bırakınız geri çekilmeyi iyice konuşlanıyor dedik,  şehitleri istismar etmekle suçlandık.

PKK silahlanıyor dedik, kandan besleniyor dediler.

Dikkat edin, PKK bombaları şehirlere taşıyor dediğimizde; korkarak, kendine güven duymayarak bir yere varılmaz, ecdada bak dediler.

Bu tavsiyeye uyduk ve ecdada bakınca destansı bir kahramanlık gördük, fakat bu lafı söyleyenlere bakınca işbirliği ve ihanetin yüz hatlarını tanıdık.

Uyanık olun, kendinize gelin; PKK’ya katılımlar hiçbir dönemde olmadığı kadar arttı, felaket yakın dedik, çözüm süreciyle varlık zeminimizi kaybedeceğimizi söylediler.

Hâlbuki bastığımız zemin sağlamdı, içtiğimiz süt helaldi, sicilimiz ise tertemizdi; ancak bize çamur atanlar Türkiye’nin altından kayan zemini göremediler, görmek istemediler, samimi eleştirilerimize kulak tıkadılar.

Oslo’da bir AKP memurunun, PKK’lılarla pazarlık yaparken, ülkemizin terör örgütü tarafından bombalarla doldurulduğu iddiasını vahim bir itiraf olarak değerlendirdik ve her fırsatta gündeme getirdik.

Mesela 6 Mart 2012 tarihli Meclis Grup toplantımızda, vatandaşlarımızın her an nerede patlayacağı meçhul olan bombalarla daha fazla yaşamaya zorlanmasının insafsızlık ve merhametsizlik olduğunu bizzat söyledim.

Bu bombaların nerede olduğunu, nereye tuzaklandığını sordum, cevap alamadım.

Eğer ki büyükşehirlerimizde bombalar patlarsa bunun hesabının nasıl verileceğini sordum, hiç kimseden ses çıkmadı.

Dün alınmayan tedbirler, 19 Mart’ta Taksim İstiklal Caddesi’nde ailesiyle birlikteyken ağır yaralanan Asya bebeğe fatura çıkarmış, pusetinin boş kalmasına yol açmış, bizleri de derin bir üzüntüye sevk etmiştir.

Rabbim’den niyazım körpecik evladımızı annesine, babasına bağışlamasıdır.

Dün gerçeklerden kaçınmanın bedeli, bugün canlı veya cansız bomba olmuştur.

Dün terör örgütleriyle içli dışlı olmanın bugünkü sonucu şehadettir, hüsrandır, acı dolu haykırışlardır.

İster PKK, ister IŞİD, ister DHKP-C olsun, bu kanlı çetelerin hepsi emperyalizmin güdümündedir, hepsi Türk düşmanlarının dümen suyundadır ve aynı pis yolun yolcularıdır.

Ve de birbirlerinden esasta hiçbir farkları da yoktur.

Bunlar zalimlerin maşası, küresel planların emrindeki paralı ve kiralık örgütlerdir.

Kimin işine yarıyorlarsa, kimin projelerine uygun görülüyorlarsa onlar tarafından tutulan, kullanılan, yönetilen şerefsizlik, kalleşlik ve alçaklık numuneleridir.

AKP pazarlıklarla sonuç alacağını sanmış, yanılmıştır.

Ortadoğu’da ön alacağını sanmış, kaos ve kriz ithal etmiştir.

Hükümet Suriye’nin kuzeyinde oldubittilere izin vermeyiz demiş, ne var ki sözde üç PKK kantonunun Kuzey Suriye Federasyonu altında toplanmasına engel olamamıştır.

Kırmızı çizgiler karalanmış, devletimizin bekası, milletimizin güvenliği yok sayılmış, açıktan çiğnenmiştir.

Barzani’nin Lozan Antlaşması’ndan bu yana devlet hayali kurduklarını açık seçik söylemesinin altında Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenmiş Erbil’deki sıra geceleri, Ankara’da AKP kongrelerinde ağırlanarak şımartılması yatmaktadır.

Enkaz kaldırdık diye övünenler, aslında harabe olup Türkiye’nin üzerine göçmüştür.

İsrail’e muhtaç olduğumuzu söyleyenler, konu Gazze olunca eften püften de olsa diklenirken, sıra bu devletin Kürdistan’a yeşil ışık yakmasına gelince ağızlarını dahi açamamışlardır.

Diğer yandan Brüksel’de mülteci pazarlığı yapıp AB’nin gönüllü bekçiliğine talip olan Başbakan’ın, kurulan PKK çadırlarını muhataplarının yüzüne vurması elbette takdir edilecek bir davranıştır.

Cumhurbaşkanı ise birkaç gündür vatandaşlarımız tarafından yakılan Brüksel’deki terörist çadırını eleştirmekte, AB’ye güvenmediğini, dost olmadıklarını dillendirmektedir.

Terörist çadırları Türkiye’de kurulurken acaba Erdoğan ne yapıyor, niye mani olmuyordu?

Hainler tarafından yollarda kimlik kontrolü uygulanırken, vergi adı altında haraç toplanırken, şehirlere hendekler kazılıp tüneller açılırken bu hükümet neredeydi, hangi komplonun içindeydi?

Sözde terörist taziyelerine katılan, teröre yardım ve yataklık yapan, yöre halkımızı isyana teşvik eden HDP milletvekilleri hakkında hukukun devreye girmesini isteyip Meclis’te dokunulmazlıklarını kaldıralım dediğimizde; 506 fezlekeyi de görüşelim diyen bu Başbakan değil miydi?

İşine gelince HDP’ye hakaretler yağdıran, işine gelmeyince de bu PKK yedeklerine siper olan AKP, aldatma ustası görülmeyecek midir?

AKP-CHP’nin HDP muhafızlığı şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır.

AKP’nin 506 fezlekeyi görüşerek bir kereliğine dokunulmazlığı kaldıralım teklifi, CHP’nin ise kürsü haricinde tüm dokunulmazlıkları kaldıralım ifadesi HDP’ye uzatılmış zeytin dalıdır ve bu millet affetmeyecektir.

İşte fırsat karşımızdadır.

TBMM’nin önceliği HDP’lilerin dokunulmazlığını kaldırmak olmalıdır.

Milli vicdan bu sayede müsterih olabilecektir.

Kim vatana ihanet etmişse, kim teröre destek çıkmışsa, el birliği edelim, omuz omuza verelim, bu siyasi bölücülerin dokunulmazlığını kaldırarak doğruca adalete yollayalım.

Sayın Davutoğlu, hodri meydan diyorsun, ama asıl Türk milletinin çağrısını ve talebini görmezden, duymazdan geliyor, HDP’yi yanına alıyorsun.

Bu doğru değildir, aynı zamanda meşru ve ahlaki görülemeyecektir.

Sayın Başbakan, risklerden bahsediyor, olası krizleri hatırlatıyorsun.

Yaşayacağımız kadar risk vardır, muhatap olacağımız kadar da kriz ortadadır.

Bekleyecek, erteleyecek, gecikecek hal ve zaman kalmamıştır.

Adalet yerini bulsun, katillere methiyeler düzenler cezalandırılsın diyorsanız, çözüm belli, çıkış önümüzdedir.

Eğer AKP, HDP’nin müzakere tekliflerine sıcak yaklaşmıyor, eğer PKK’yla yeni ve henüz öğrenemediğimiz bir görüşme ve pazarlık trafiği planlamıyorsa dokunulmazlıkları derhal kaldırmak milli bir sorumluluktur.

İstiyoruz ki hak yerini bulsun, adalet tecelli etsin.

Bekliyoruz ki, Türk milletinin karşısında mevzilenmiş silahlı veya silahsız bölücülerin yedikleri içtikleri burunlarından gelsin.

Bu olmazsa AKP’yle birlikte Türkiye daha da kaybedecek, tarihi yürüyüşü sekteye uğrayacaktır.

Artık bunu görmek, bunu bilmek lazımdır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Şu hususu net olarak ifade etmeliyim ki, Türk milleti terörle yaşamaya alışmayacak, buna da hiçbir güç zorlayamayacaktır.

Erdoğan’ın geçmişte; “terör bitmez”, “mücadelenin doğasında var”, “dünya önleyemedi ki biz önleyelim”, “nerede son bulmuş ki” sözleri değersiz olduğu kadar terörle mücadelenin ağırdan alınmasına da yaramıştır.

Bugün canlı bombalar büyükşehirlerimize kadar gelebiliyorsa bunun arka planında geçmişteki ağır ihmaller zincirinin varlığı kuşku götürmez bir gerçektir.

Yine büyükşehirlerimize bomba yüklü araçlar sokulabiliyor ve hunhar eylemler gerçekleştirilebiliyorsa kesinlikle ortada güvenlik ve istihbarat zafiyeti var demektir.

Biz terörle mücadelede hükümetten desteğimizi esirgemeyeceğimizi samimiyetle açıkladık ve tutarlı bir şekilde de aynı tutumumuzu sürdürüyoruz.

Ancak var olan gafletin hesabı sorulmayacak mıdır?

Devletin istihbaratı ne işle meşguldür?

Bunca kayıp ve hüsran verici olaydan sonra hiç mi bedel ödeyen olmayacaktır?

Terör saldırıları sosyal hayatı mahvetmiştir.

Vatandaşlarımız sokağa çıkarken kaygı içindedir.

Türkiye ekonomisi terörden olumsuz etkilenmekte, ülkemizin itibar ve güvenirliği tartışılmaktadır.

Düşünebiliyor musunuz, Galatarasay Fenerbahçe arasında geçtiğimiz Pazar günü oynanması gereken futbol müsabakası ertelenmiştir.

Türkiye nereye gitmektedir?

Öcalan ve Erdoğan’ın yeni Türkiye’si bu mudur?

1 Kasım’da sonra istikrar gelecek diyenler şimdi hangi mazerete sığınacaktır?

Yıllardır teröre bakışımız, bu kapsamdaki değerlendirmelerimiz istikrarlı ve birbiriyle dengeli olmuştur.

Terör, hangi ülkede ortaya çıkarsa çıksın, hangi gerekçelerle kendisini haklı çıkarmaya çalışırsa çalışsın, insanlık dışı ve utanç verici bir eylem türü olduğu gerçeğini gizleyemeyecektir.

Terörün mahiyeti, onun gerekçelerinde değil; tahrip ettiği, insan hayatına yönelttiği yıkıcı etkilerde, yani neticelerinde ortaya çıkmakta ve anlaşılmaktadır.

Terör insanın varlığını ve yaşama hakkını, vahşice ortadan kaldırma eylemi olduğu için, dünyanın her tarafında kendilerini nasıl göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar teröristler, aşağılık eylemleri gerçekleştirenlerden başkaları değildir.

Bundan dolayıdır ki, terör bir insanlık ayıbıdır ve insanın kendi türüne karşı yönelttiği en ahlaksız, en acımasız eylem biçimidir.

Görüyor ve yaşıyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası ve Türk milletinin birliği açık tehdit altındadır.

Bu tehdidin arkasında duran bütün iç ve dış unsurların tutumunun bir tek karşılığı vardır; o da düşmanlıktır.

Terörizm bu düşmanlığın en önemli ve en etkili aracı haline gelmiştir.

Terör, tarihsel husumetlerden beslenen devletlerin birbirlerine üstünlük sağlamak için kullandığı ahlak ve insanlık dışı kör bir vasıtadır.

Terörü besleyen fikirler ile terör olarak ortaya çıkan pratik doğrudan insana yönelmiştir.

Çağımızda terörün insanlık suçu olarak kabulü de bu nedenledir.

Terörün uygulanması ile teröre azmettirme sonuçları itibariyle birbirinden ayrılamaz bütündür.

Terörü mazur gören, teröre hak veren ve gerekçe arayanlar henüz eyleme geçememiş teröristlerdir. Bir defa bunu kavramak ve anlamak gerekmektedir.

Bu açıdan terörü yapanla, yaptıran; teröristle destekçisi arasında hiçbir fark yoktur.

Türkiye’yi bölmek isteyen terörist kadar, bölünmeyi isteyen mihraklar da aynı suçun ortağıdır.

Bir suçu işleyen ile onu suça azmettiren arasında fark birinin eyleme geçmiş olmasıdır.

Bir milleti ve devleti bölme niyet ve emeli fikir özgürlüğü çerçevesinde asla mütalaa edilemeyecektir.

Katliamdan sabıkalı terör örgütüyle Türkiye’nin masada görüşeceği, konuşacağı, paylaşacağı hiçbir konu olmaz, olamaz.

Terörden beslenen bir siyasal yapı ile ülkemizin geleceği üzerine hiçbir fikri veya siyasi paylaşım yapılmaz, yapılması hoş karşılanmaz.

Terörün hedefi, birkaç vatandaşımızın hayatına kastetmekten öteye, saldırıdan çıkacak korkuyu kullanarak teslimiyetle neticelenecek siyasal sonuç elde etmektir.

Bugün de arzulanan, aranılan budur.

AKP hükümeti yaptığı büyük yanlışlarla terör örgütlerine silahla sonuç alacaklarına dair ümit uyandırmıştır.

Eğer bir hükümet saldırının geri planındaki siyasal emellere yasal zeminlerde cesaret vermiş ise bu durum terör örgütüyle saldırı-ölüm-pazarlık döngüsünü kaçınılmaz olarak başlatacaktır.

Nitekim olan da aşağı yukarı bu merkezdedir.

Terör örgütleri siyasal alanda köşeye sıkıştırdıkları hükümeti her şehit haberinde daha fazla tavize ittiklerini fark etmişlerdir.

Terör aynıdır, terörist aynıdır, kullandığı yöntem ve yöneldiği hedef aynıdır. Farklılık bunu göremeyenlerdedir.

Bu açıdan terörizme bakış bir tanım sorunu değil yorum sorunudur ve hükümetin teslimiyetçi yorumu bütünüyle yanlıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın terörü yeniden tanımlama düşünce ve hazırlığı temelsiz ve içi boş bir söylemdir.

Terörist, terör denilen karmaşık ve kaotik yapının son ucundaki en çok ses getiren bir parçasıdır.

Yalnızca terörist öldürerek sürdürülmek istenen mücadeleye “terörle mücadele” denilemeyecektir.

Ya da teröristin taleplerini yasallaştırarak terör de önlenemeyecektir.

Terörizmle mücadele teröristle mücadelenin üstünde ve onu da içine alan çok yönlü vizyon gerektirmektedir.

Terörizmin hedef aldığı bütün milli unsurların tanımı ve teşhisi doğru yapılmadığı takdirde mücadeleden sonuç almak beyhude bir çırpınış olacaktır.

Terörizme karşı bütün cepheleriyle analiz edilmeden yürütülecek siyaset başarısızlığa da mahkûmdur.

Hükümet teröre neden olan ve terörü bir sonuç olarak karşımıza çıkartan ana faktörleri yorumlamaktan acizdir.

Teröre neden olan gerekçeler kesinlikle kısıtlanmış kimliğin ve özgürlüklerin neden olduğu bir rejim defosu değildir.

Bölücü terörü lanetleyip, terörü besleyen bölücü fikirleri hoş görmek, terörizmi silah, bombadan ibaret zannederek ne olduğunu anlamamış olmak demektir.

Terörle mücadele, milli güç unsurlarının tamamının doğru bir tespitle ortaya konulmuş bir maksat çerçevesinde harekete geçiren topyekûn bir direniş demektir.

Teröristin etkisiz kılınması konusu bu topyekûn mücadelede yalnızca güvenlik birimlerine düşen görev alanıdır.

Ve de kahramanlarımız bunu can pahasına yerine getirmektedir.

Bunun dışında her kurum, kuruluş ve vatandaşa düşen muazzam bir sorumluluk ve vatandaşlık alanı daha vardır ve bugüne kadar en çok ihmal edilmiş saha da budur.

Bu nedenle eğer hükümet gerçekten ve samimiyetle ülkemize musallat olmuş terörizm ve bölücülükle mücadelede kalıcı bir sonuç almak istiyorsa şu sorularımıza cevap vermeli, cevap aramalıdır:

√       Saldırılar milletimizin ve devletimizin hangi varlık alanına hangi düzeyde tehdit oluşturmaktadır?

√       Saldırıların millet ve devlet hayatına yönelik olarak tarih içinde benzerleri var mıdır?

√       Saldırıların millet ve devlet varlığımıza yönelik küresel projelerdeki yeri ve önemi nedir?

√       Saldırıların milletimizde neden olduğu tahribatın gidişatı bekamızı etkileyecek düzeyde midir?

√       Saldırıların oluş takviminin belirlenmesinde bölgesel stratejik değişimlerin etkisi var mıdır?

√       Saldırganlar bir toplumsal taban bulmuşlar ise bunun dini, ideolojik veya etnik zemini var mıdır?

√       Saldırıların sonucunda terörü yaratanlar nasıl bir siyasal veya toplumsal dönüşüm hedeflemektedir?

Saldırıların sürekliliği, gücü ve tesiri terörizmin hedeflediği dönüşümü sağlayacak kuvvete midir?

√       Saldırıların arkasında bir yolla ikna edilmiş bir kitle var mıdır, içte ve dışta destek bulmakta mıdır?

√       Saldırılar sonucunda etkilenmesi beklenilen veya etkisiz kılınmak istenen milli güç unsurları nelerdir?

√       Saldırıların durdurulamaması halinde psikolojik etkinin neden olacağı toplumsal durum hakkında öngörüler nelerdir?

√       Saldırıların zemin bulduğu, kök saldığı, istismar ettiği ve yararlandığı ideolojik, siyasal, anayasal ve toplumsal iklimin zayıf noktaları nelerdir?

√       Saldırıları önlemek için oluşturulan mücadelede toplumsal ve siyasal işbirliği ile teröre karşı ittifak ne ölçüde sağlanabilmiştir?

Bu sorulara büyük bir istişare sistemi sonucunda verilecek doğru cevaplar ve doğru teşhisler ile birlikte terörle mücadele için bizim önerdiğimiz şu kalıcı ve köklü hamleler ile işe başlanmalıdır:

1-             Terörle mücadele, teröristle mücadele değildir. Zaman ve mekân üstü, tarihsel perspektiften beslenen yüksek akıl ve algı gerektirmektedir.

Önce olanı, olmuşu ve olacağı bütüncül ve derinlikli yorumlayan yüksekten ve analitik bakış demek olan “terörizmle mücadele vizyonu” geliştirilmelidir”

2-      Terörle mücadele terörün inisiyatif ve ön aldığı süreçte her ölümden sonra gösterilen günlük tepkiler değildir.

İkinci aşamada yapılacakların tamamının kavrandığı ve unsurların tamamının vizyona göre yapılandırıldığı “terörle mücadele konsepti” oluşturulmalıdır.

3-      Terörle mücadele, toplumun mağdur ve devletin seyirci durumunda olduğu doğaçlama mücadele sahası da değildir.

Üçüncü aşamada vizyondan beslenen, konseptten çıkartılan ve bütün milli güç unsurlarına sorumluluk seferber eden “terörle mücadele stratejisi” ortaya konulmalıdır.

4-      Terörle mücadele, vizyon, karar ve uygulamanın bütün unsurlara yön verdiği yönetilen, daha doğrusu yönetilmesi gereken bir süreç demektir.

Dördüncü aşamada bu stratejinin başta hükümet olmak üzere ülkemizdeki resmi veya gayri resmi, özel veya tüzel bütün unsurlara görev yükleyen “terörle mücadele siyaseti” oluşturulmalıdır.

5-      Terörle mücadele, mücadele edilen kavram, grup ve taraflar hakkında toplumsal bir ittifakın olmasını, oluşmasını ve olgunlaşmasını gerektirmektedir.

Beşinci aşamada, terör üzerindeki ortak iradenin ve yükümlülüklerin belirlenmesi ve toplumun kazanılması için “terörle mücadelede kitle kazanma programı” devreye sokulmalıdır.

6-      Terörle mücadele yalnızca asker, polis ve korucuya ihale edilmiş basit bir asayiş sorunu değildir.

Sorunun içten ve dıştan alabileceği bütün desteklerin kesilmesini sağlayacak kadar kapsamlı “diplomatik mücadele eylem planı” hazırlanmalı, eşgüdüm halinde icra edilmelidir.

7-      Terörle mücadele silahtan mayına, tuzaklı bombadan hendek kazmaya, pusudan baskın ve intihar eylemine kadar çok değişken ve dinamik bir alan olması nedeniyle mutad tedbir ve düzenlemelerle önlenemeyecektir.

Teröristin mücadele şekil ve yöntemlerinin değişmesi süreçlerinde ön alarak ilgili güvenlik kuvvetlerini yeni şart ve durumlarla uyumlu olarak eğitecek, donatacak ve yönetecek “teröristle mücadele taktik eğitim ve icra programı” uygulanmalıdır.

8-      Terörle mücadele içte olduğu kadar dışta da ittifak ve istikrar gerektiren bir ilişkiler alanıdır.

Yabancı ülkeleri teröriste destek vermekle suçlarken, hükümetin aynı mihraklarla yaptığı müzakerelerin kendi söylemlerimizi yalanlamıyor olması şarttır.

Bu itibarla tutarlı bir “terörle mücadele tanıtım çalışmasına” ihtiyaç vardır.

Bu hiyerarşik tanım ve anlamlandırma bütünü oluşturulmadan ve kamuoyu ile paylaşılmadan bizim mevcut teröristle mücadele çabalarında verebileceğimiz öncelikli destek fedakâr ve cefakar asker, polis, jandarma ve korucularımızın şehadet pahasına verdikleri muhteşem mücadelelerine olacaktır.

Milletimiz hükümetten acilen terörizmle mücadele için kimlikleri kaşımadan, teröristle müzakereye yanaşmadan, çözümden vazgeçtiğini açıklayarak, teröristi kaynağında imha edecek şekilde köklü, kalıcı ve tutarlı siyaset belirlemesini ve acilen ifasını beklemektedir.

Eğer bir toplumda, hatta uluslararası camiada, teröristi "siyasi mücadele" yürüten birisi olarak görme eğilimi varsa, bu durum hastalıklı tiplerin teröre boyun eğmelerini sağlayacaktır.

Bu da, bir nevi terörü teşvik ederek ödüllendirmek anlamını taşıyacaktır ki, bu da çok büyük bir tehlikedir.

Bugüne kadar değişik terör hareketleri karşısında takınılmış olunan tavır, genellikle teröristleri cesaretlendiren bir yönde cereyan etmiştir.

Bunun için, terörizme karşı ortak bir anlayış ve tavır geliştirmek, günümüzde çok daha önemli hale gelmiş bulunmaktadır.

Terörizmle mücadele ederken, bölgesel ve küresel çapta faaliyet içinde olan ülkelerinin de bir özeleştiri süzgecinden geçmesi, çifte standartlardan şiddetle kaçınması elzemdir.

Şunu kararlı ve açık yüreklilikle söylemek isterim ki, Türk milleti teröre yenilmeyecek, terörizm illetine teslim olmayacaktır.

TBMM’de sayısal çoğunluğu olan AKP hükümeti, milli refleks ve hassasiyetleri gözettiği sürece, tarih ve coğrafyamızın yüklediği görevi özümsediği müddetçe, Milliyetçi Hareket Partisi üzerine ne düşüyorsa seve seve yerine getirecektir.

Türk milleti bir ve bütündür. Devlet milletiyle uyumlu ve tek sestir.

Kimden ve nereden kaynaklanırsa kaynaklansın; bölücü terörü himaye eden, terörizme destek veren, şımartan, teşvik eden, kışkırtan ve işbirliği içinde olan çevreler Türkiye’nin boyun eğdiğini göremeyeceklerdir.

Biz milli bekamızı ilgilendiren bu konuyu siyaset üstü değerlendiriyor, böyle bakıyoruz.

İhanet tezlerinin sözcülüğünü yapan sözde aydınlara, terör yardakçısı mahfillere ve 63’lükler gibi esir düşmüş vicdanlara Türk milletinin müsamahası yoktur, hiçbir zaman da olmayacaktır.

Terörizm ya bitecek ya bitecektir; bunun başka bir yolu yoktur, kalmamıştır.

Canlı bomba imalathaneleri, terörist kampları, uyuyan veya uyanık hücre evleri, fitne mahfilleri, ihanet yuvaları alçakların başına yıkılmalı, toptan imha edilmelidir.

Seferberlikse amaçlanan, önce bu imha hareketi temin edilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi sorumlu ve ilkeli siyaseti gereğince Türk milletinin tercümanı olmaya devam edecek, doğru yapılanlarla ilgili hükümeti tebrik, yanlış gördüklerinde de tenkit etmeyi sürdürecektir.

Türk’süz bir Anadolu hayali kuranlara,

Bölünmüş bir Türkiye arayışında olanlara,

Kafalarında üniter yapıyı bozanlara, Kürdistan özlemi çekenlere,

Yıkım ve çözülmede inat edenlere,

Yeminli millet ve Türkiye düşmanlarına, küresel hasım ve karanlık mihraklara hatırlatmak isterim ki; “Şehitler Ölmez, Türk Vatanı Asla Bölünmez, herkes rahat olsun ki, Bölünmeyecektir.”

Türk milletinin bombayla, intihar eylemleriyle, pusuyla, silahla sineceğini zanneden katiller hak ettikleri dersi mutlaka alacaklardır.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun var olun.