23.10.2007 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni

23 Ekim 2007

Muhterem Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Mensupları

Hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Türkiye son haftalarda, uzunca zamandır içinde bulunduğu terör saldırılarının yoğunlaştığı çok vahim ve üzücü bir süreci derinden yaşamaktadır.

Kanlı terörün eylemlerini tırmandırdığı son haftalarda, çok sayıda masum vatandaşımız, asker ve polis güvenlik mensuplarımız hayatlarını kaybetmişlerdir.

Son olarak Hakkari’nin Yüksekova İlçesi Dağlıca kırsal bölgesinde teröristlerle yaşanan çatışmalar neticesinde, çok sayıda Mehmetçiğimizin şehit olduğu ve yaralandığı olay, büyük Türk milletini derinden üzmüş, öfkelendirmiş ve toplumsal bir infial uyandırmıştır.

Geçtiğimiz hafta içinde TBMM’nin hükümete sınır ötesi operasyon için yetki verdiği bu süreçte, çatışmaların Irak’ın kuzey sınırına çok yakın bir bölgede gerçekleşmiş olması olayın vahametini ve önemini daha da artırmaktadır.

Yaşanan bu vahim gelişme, tezkere kararının, terörist unsurlar ve bölücüler üzerinde hiçbir tesir uyandırmamış olduğunun en açık göstergesidir.

Hükümet; Türkiye Cumhuriyeti’nin Irak’ın Kuzeyinden kaynaklanan ve desteklenen, açık, yoğun ve sistematik bir düşmanca tutum ile karşı karşıya olduğunu artık anlamalı ve kabul etmelidir. Büyük Türk milleti bu gerçeği görmüş ve ayağa kalkmıştır.

Türkiye’nin şehitlerini uğurladığı ve bizim bu konuları konuştuğumuz, kurşun gibi ağır bu ortamda Sayın Başbakan, “Türkiye-İngiltere Stratejik Ortaklık Belgesi" imzalanmak amacıyla İngiltere’dedir. Hangi taahhütlere gireceği de meçhuldür.

2006 yılının Temmuz ayında ABD ile imzaladığı “Stratejik Vizyon Belgesi”nin mürekkebi henüz kurumamıştır. O belgenin gereği olan terörle mücadelede verilen hangi sözler tutulmuştur da şimdi başka bir ülke ile evrak imzalanmasından sonuç alınacaktır.

Geçen ay Irak ile imzalanan ve adına mutabakat muhtırası denen içeriği tartışmalı sözleşmenin gereğini yapmaktan aciz bir hükümetin, bütün diplomatik girişimlerinin sonuçsuz ve tavizkar olması muhtemeldir.

Tezkerenin geçtiği gün, Irak’tan telaşla gelerek Sayın Başbakan ile görüşen Irak Başbakan Yardımcısı’nın ''Görüşmelerden istediğimi aldım'' diyerek gönül rahatlığı ile ülkesine dönmesi kuşkumuzu haklı çıkarmaktadır.

Ne tür rahatlatıcı bir mesaj verilmiştir de, harekâttan korkarak gelen bu ziyaretçi huzur içinde ülkesine dönmüştür. Milletimiz haklı olarak bir cevap beklemektedir.

En son meydana gelen ve 12 şehit verdiğimiz terör hadisesinin ardından bile Milli Savunma Bakanının "Operasyonun aciliyeti yok" mesajı, gafletin hala sürdüğünün işaretidir. Bir harekâtın yapılabilmesi için daha ne kadar şehit vermek gerekmektedir. Bunun hükümet nezdinde ve AKP zihniyetinde bir sınırı vardır mıdır?

Önceki akşam gerçekleşen ve adına Devlet Zirvesi denilen bir toplantının basın açıklamasında terörle mücadeledeki kararlılık vurgulanırken “gereken bedel ne ise ödemekten kaçınılmayacağına” dair bir ibare de dikkatimizi çekmiş bulunmaktadır. Bilinmelidir ki; teröre göz yumarak, bölücülüğe göz kırparak gidilen gaflet yolculuğunda Türk milleti zaten bu teslimiyetin bedelini şehitleriyle, gazileriyle yeterince ödemiştir.

Bizim ödeyeceğimiz bir bedel artık kalmamıştır. Şimdi bu bedeli ödemek sırası başkalarındadır. Şimdi zaman bedel ödeme değil bedel ödettirme zamanıdır.

Ben buradan, huzurunuzda, bu kutlu çatı altında Sayın Başbakan’a ve hükümetine sesleniyorum.

Milletimiz bölücülük ve terörle mücadelede derhal harekete geçmenizi ve sonuç almanızı beklemektedir. Meydanlardan yükselen milli kararlılığı ve tepkiyi bunun işareti olarak görmek gerekmektedir.

Bu heyecan, terörle mücadeleden sonuç alınamayacağına yönelik bir kanaat ile birleşirse sokaklara taşan tepki kontrol edilemez boyutlara ulaşabilir. Dileğimiz ve beklentimiz bu hassas dönemde hükümetin toplum desteğini arkasına alarak cesur ve kararlı adımları atmasıdır. Yaşanan son gelişmeler bizlere göstermiştir ki, milletimizin sabrı mutad söylemlerin ötesinde bu kez gerçekten taşmak üzeredir.

Nitekim, şehitlerine sahip çıkan Türk milletinin, ülkemizin kaçınılmaz bir noktaya gelmesi halinde, kendi haysiyetini ve birliğini, bir nefs-i müdafa tavrıyla kendisinin korumaya çalışacağı anlaşılmaktadır.

Hükümetin yasal yetkilerini kullanmaktan kaçınması ve çekinmesi veya gecikmesi halinde Türkiye’nin gücünün sorgulanacağı, caydırıcılığının tartışılacağı ve bölücülüğün ilave kazanımlar elde edebileceği bir sürecin başlaması kaçınılmaz olacaktır.

Ben buradan içinde bulunduğumuz olumsuz gelişmelere, tahrik ve tacizlere rağmen aziz milletimize itidal ve sağduyu tavsiye ediyorum. Devletimiz her zorluğun üstesinden gelmeye muktedirdir. Yetki ve imkân verilmesi halinde gereğini aziz milletimizin vakarına ve haysiyetine yakışır şekilde mutlaka yerine getirecektir.

Bu son elim hadise nedeniyle, vatanın ve milletin birliği ve esenliği uğruna hayatlarını kaybetmiş aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine, aziz milletimize ve silah arkadaşlarına sabır ve başsağlığı, yaralı Mehmetçiklere acil şifalar diliyorum.

Onlar, milletimizin gönlünde taht kurdular. Ruhları şad, mekânları Cennet olsun. Anıları yüreklerimizde yaşayacaktır. Milletimizin başı sağ olsun.

Muhterem Milletvekilleri,

Türkiye’nin önüne nihayetinde bir sınır ötesi harekat seçeneği olarak çıkan terörle mücadele, elbette ki bugünün bir meselesi değildir. Yıllardır süregelen ve çok sayıda can ve mal kaybına yol açan bir tehdit olarak milli birlik ve beraberliğimizi derinden sarsacak boyutlara ulaşmıştır.

Aslında terörün bugün karşımıza bütün berraklığı ile çıkması bir rastlantı da değildir. Ülkemiz maalesef kısır ve çatışmacı siyasi aktörlerin kavgaları arasında beş yıldır adım adım bu noktaya itilmiş bulunmaktadır.

Yapay ve sanal istismar ve gerilim döneminin tortuları maalesef terörün boyutunu toplumun gözünden kaçırmış, bölücülük ve bölücü terör için için bu kısır siyasal kavga ve gerilim ortamından beslenerek bugüne gelmiştir.

Terör, şayet şimdi milletimizin bekasını tehdit eder boyutuyla karşımıza çıkmış ise, bunun nedeni Milliyetçi Hareket Partisi’nin 22 Temmuz seçimlerinden sonra Meclise girerek, yapay çatışmanın bulandırdığı havayı dağıtmış olmasındandır.

Partimizin kısır kutuplaşmaları durduran etkili tavrı ile Türkiye’nin gerçek yüzü görünmüş, ülkemizin göz ardı edilen ağır sorunları su yüzüne çıkmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Meclisteki mevcudiyeti, oynanan oyunları bozmuş, hükümeti gerçek ve vahim gündemle ilgilenmek mecburiyetiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Partimiz, 22 Temmuz seçimlerinden bugüne kadar geçen kısa sürede görüldüğü gibi bundan sonra da hükümetten ve diğer siyaset aktörlerinden daha önce ciddi ve etkili hamleler yaparak, ülkemizin önünü açmaya, uyuyanları uyandırmaya kararlı ve inançlıdır.

Aslında bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütün bu vahim gelişmeleri büyük bir öngörü ile yıllardan beri vurgulamış, gelinen aşamayı ve gidilecek istikametin uyarısını açık ve yüksek sesle çok önceden haykırmıştık.

15 Haziran 2004 tarihinde büyük Türk milletine hitaben yaptığımız “Tarihi Görev Çağrısı” ve 2 Ekim 2005 tarihinde yaptığımız “Başkent Ankara” mitingi başta olmak üzere yaklaşan tehlikelere karşı milli uyarıyı her zeminde ve zamanda ısrarla vurgulamıştık.

Nitekim 14 Aralık 2005 tarihinde yaptığım bir sohbette, terörün bastırılması için neler yapılması lazım geldiğini soran medya mensuplarına “bir gece Kandil’de görünmek lazım” sözümün üzerinden tam 22 ay geçmiş bulunmaktadır.

Geçen bu uzun sürede operasyon taleplerine kulaklar tıkanmış, sözde dost devletlerin tavsiye ve telkinleri ile hareket edilerek bugünkü kritik aşamaya gelinmiştir. Bu açıdan, ulaşılan netice, Milliyetçi Hareket Partisi için şaşırtıcı olmamıştır.

Tüm çağrı ve uyarılarımız, maalesef geçim kaygısı içindeki kamuoyu, pusulasını kaybetmiş kurumlar ve gözü dönmüş Avrupa sevdalıları ile kimliğini kaybetmiş zihniyet sahiplerinde yankı bulmamıştır.

Bugün kararsızlık içinde bocalayan hükümetin atacağı son adımların ve yapılacak sınır ötesi operasyonların dahi yeterli olamayabileceği kadar büyümüş bir bölücülük tehlikesi kapımıza dayanmış bulunmaktadır.

Maalesef keskin bir viraja doğru giden bu çok tehlikeli yolda Türk milletinin kendini savunma refleksleri yok edilmek istenmekte, terörle mücadele azmi ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Gelinen bu süreçte, söz bitmiş olup, TBMM sınır ötesi bir harekat için hükümete yetki vermiş bulunmaktadır. Ve karar insiyatifi artık hükümettedir.

Ancak, bilinmelidir ki, terörist mihraklar, kapsamlı ve etkili bir siyasal bölücülük faaliyetinin yalnızca silahlı boyutudur. Bu açıdan, terörle mücadeleyi ve sınır ötesi operasyonu geniş bir bölücülükle mücadele stratejisinin parçası olarak görmek gerekmektedir.

Yaşanan gelişmeler hükümetin bölücülük algısında sakatlıklar bulunduğunu, silahsız bölücülüğü meşru ve makul görme eğiliminde olduğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır.

Geçmişte “silahı bırak masaya gel çağrısının” benzerinin önceki gün tekrarlanmış olması Sayın Başbakan’ın teröristle pazarlığa oturma niyetini bir kez daha açığa çıkarmıştır.

Bu itibarla sınır ötesi bir operasyon, bölücülüğün yalnızca silahlı unsurlarının etkisizleştirilmesinde bir yol olarak görülmelidir. Aksi takdirde bu operasyonu tek çare olarak sunmak, toplumun umutlarını buna bağlamak, bölücülüğün bundan sonraki kazanımlarının önünü açabilecek çok tehlikeli bir yaklaşımdır.

Bölücülük, elinde silah olmayanın yapması mübah ve meşru olan bir düşünce özgürlüğü alanı olarak asla yorumlanamaz. Bölücülük adı üstünde, milli birliğimize ve üniter yapımıza musallat olan bir ihanet projesidir. Silahlısının silahsızından destek ve moral bulduğu, yardım ve yataklık gördüğü bir şer cephesinin tümü aynı ihanet yolunun yolcularıdır.

Bu nedenle, bir yandan Kandil’de terörist ararken, unutmayalım ki uzantıları belediye binalarında, üniversite konferans salonlarında ve hatta Meclis koridorlarında boy göstermektedir.

Bu açıdan Milliyetçi Hareket Partisi, artık ve mutlaka bir son verilmesi gereken bölücülük ve uzantısı terörle ilgili olarak, TBMM’den başlamak üzere yurt içini ve yurt dışını da kapsayacak tedbirlere her türlü desteği sonuna kadar vermeye hazırdır.

Bunu yapamayan bir Meclis varlık nedenini inkâr ediyor, kuruluş gerekçesini çiğniyor demektir. Milliyetçi Hareketin buna izin vermesi asla ve asla mümkün değildir.

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün, hükümetin baskılara direnemeyip gündeme getirdiği sınır ötesi askeri harekât için TBMM’den verilen yetki, öncelikli olarak can kayıplarının önlenmesine yönelik çok önemli bir girişimdir. Türkiye nihayet, bu harekât ile dünyaya bu konudaki kararlılık ve iradesini gösterme imkânı da bulacaktır.

Son günlerde aziz milletimizin artan heyecanı ve şehitlerini kucaklayışı bazı mihrakları şaşırtmış ve hatta korkutmuştur.

Nitekim, sınır ötesine yapılacak harekat ihtimalinin son günlerde iyice artması Türkiye’deki bu odakları da derhal harekete geçirmiştir. Bunlardan bir kısmı, operasyon bölgesinin bir risk taşıdığını söyleyerek terörle yaşamaya alışmamız gerektiğini tavsiye etmektedir.

Bir kısmı ise bir gün bile kaygısını duymadıkları Mehmetçiğimizin sağlığını düşünerek, Türkiye’nin batağa sürükleneceği gibi bir hezeyan ile harekata karşı çıkmaktadırlar.

Kime ve neye hizmet ettiği belli olan bu şahısların, dezenformasyon çabaları milletimizin gözünden kaçmamaktadır.

Mademki askeri tedbirler bir risk oluşturuyor idiyse, bugüne kadar hangi yaptırımları uygulaması için hükümete önerilerde bulunulmuştur?

Habur hala açıktır. İncirlik hizmettedir. Türkiye Barzani’nin şirketlerine para kazandırmaktadır. Peşmerge elektriği Türkiye’den almaktadır. Irak’ın Kuzeyini Türk firmaları inşa etmektedir. Bu odaklar, hangi sivil yaptırımın arkasında durarak ısrarcı olmuştur da, bugün askeri tedbirlere karşı çıkmaktadırlar.

Elbette ki yalnızca askeri bir tedbir yeterli olmayacaktır. Ancak bu gerçeği, sinsi emellerine paravan yaparak tıpkı bir beşinci kol faaliyeti gibi milli direnci kırmaya çalışanların bağlantılarını yurt dışında aramak lazımdır. “Ver kurtul” diyemeyen zihniyetler, sözde risk adı verilen bahanelerle terörle mücadeleyi sulandırmaya çalışmaktadırlar.

Türkiye, terörle ve bölücülükle ufalana ufalana yok olacağı bir sürecin mahkûmu olamaz. Zaten 1984 ve 1998 yılları arasını otuz bin kayıp ile kapamıştır. Bu nedenle bölücülüğü kökünden kazımanın çaresini düşünmek zorundayız.

Ama bu çarenin bulunacağı yer, Türkiye’nin bölünme ve ayrışma senaryolarının yapıldığı konferans salonlarında, gazete köşelerinde, sözde aydın platformlarında değildir.

Çözümün ve çarenin yeri öncelikle TBMM’nin iradesi olmalıdır. Herkesçe bilinmeli ve anlaşılmalıdır ki, gücünü aziz milletimizin birliğinden ve tarihsel kardeşliğinden alan bu kutlu mekân, en zor ve imkânsız görülen zamanlarda bile milletimizin geleceği ile ilgili en isabetli kararları verebilmiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Bugün Türkiye bir savaş tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu kapsamda alınacak sosyo ekonomik tedbirlere ilave olarak; sorun Türk milletinin bekasını etkileyecek boyutta ve stratejik düzeydedir.

Son gelişmeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, PKK terör örgütünün yönetiminin İmralı’dan çıktığı ve Irak’ın Kuzeyindeki Peşmerge Reisi’nin idaresine geçtiği anlaşılmaktadır. Ülkemizdeki bölücülük ve terörün elebaşı artık Barzani denen çete reisidir.

Irak’a yapılacak operasyon PKK terör örgütünün imhasının yanı sıra, Peşmerge tehdidini de önleyecek şekilde planlanmalı ve icra edilmelidir. Türklere “bir kedisini bile vermeyeceğini” zırvalayan zihniyete Türk milleti ile alay etmenin ne demek olduğu ayrıca hatırlatılmalıdır.

Önümüzdeki yeni sürecin bir sonucu olarak;  ayrıntılı bir bölücülükle mücadele stratejisi hazırlanarak, derhal uygulanmalıdır.

Yapılacak bir operasyonda, güvenlik birimlerinin talepleri dikkate alınarak, bölge halkının huzur ve emniyetini sağlamak maksadıyla hükümet, bölgede olağanüstü hal uygulaması için gerekli düzenlemeleri kararlaştırmalı ve Meclis’e sunmalıdır.

Bunun yanı sıra, terörle mücadele konusunun bütün yönleriyle ele alınması amacıyla TBMM bünyesinde bir “araştırma komisyonu” kurulması için Meclis zemininde bir girişim başlatılmalıdır.

Bütün bu tedbirlere ilave olarak soruna müdahil ülkelerin Türkiye’den doğan ve Türkiye ile işbirliği sonucu oluşmuş menfaatleri gözden geçirilmeli, yaptırım enstrümanı olarak değerlendirilmelidir.

Ancak sorun ne kadar vahim olursa olsun Türk milleti sükûnetini koruyacaktır. Milliyetçiler durumun farkında ve şuurundadır. Milliyetçi Harekete rağmen Türkiye’nin bölünmesi, milletimizin parçalanması düşünce boyutunda bile söz konusu olamaz.

 

Bizim hayat telakkimize göre, tarih son on yıldan ibaret değildir. Binlerce yıldır varlığını yaşatan ve geliştiren büyük Türk milleti için bu, karşısına çıkan ne ilk ne de son mücadele alanı olacaktır. Tarih boyunca büyük buhranları atlatan ve küresel devletler kuran Türk milleti bu sorunu da aşacak kudrete sahiptir.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’nin güvenliğine yönelik bu ağır tablonun arasında, geçtiğimiz Pazar günü yapılan Anayasa Referandumu’nun sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

21 Ekim 2007 tarihinde sandık başına giden milletimiz, Cumhurbaşkanının kendisi tarafından seçilmesi, seçim yöntemi, görev süresi ve TBMM seçimlerinin dört yılda bir yapılması gibi Anayasa değişiklikleri hakkındaki tercihini sandık başına giderek göstermiştir.

            Halkoylamasına katılım oranı %67.54 olarak gerçekleşmiş, anayasa değişiklikleri %31 hayır oyuna karşılık % 69 evet oyuyla benimsenmiştir. Bu sonucun Aziz milletimize hayırlı olmasını temenni ederim.

Referanduma gelinen süreçte yaşanılan tartışmalar ile hukuki ve siyasi belirsizlikler hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Hatırlanacağı üzere AKP hükümeti Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan gerilimlere tepki olarak referanduma konu olan Anayasa değişikliklerini gündeme getirmişti.

11. Cumhurbaşkanının seçiminin gerçekleşmesini müteakip, söz konusu Anayasa değişikliği teklifinde hukuki belirsizlik ortaya çıkmış, bu belirsizlikler Referanduma sunulan Kanunun geçici 18 ve 19. maddelerinde 11.Cumhurbaşkanının seçilmesine ilişkin hükümlerinden kaynaklanmıştı.

Bunun sonucunda Cumhurbaşkanlığı konusunun yeni bir siyasi gerginlik ve çatışma unsuru halinde karşımıza çıkmaması için Milliyetçi Hareket Partisi olarak siyasi sorumluluk gereğince iki çıkış yolu önerdik.

Birinci yol, halk oylaması sürecinin durdurulması, bu konuların hazırlıkları sürdürülen yeni Anayasa kapsamında ele alınması olmuştur.

Diğer önerimiz ise 11. Cumhurbaşkanlığı’na atıfta bulunulan kanun paketinin geçici 18 ve 19. maddelerinin kanun metninden çıkarılması idi. Bu önerimiz kabul görmüş ve referandum bu çerçevede yapılmıştır.

Böylelikle, Milliyetçi Hareket Partisi sürece müdahil olmuş ve Türkiye’nin yeni bir siyasi ve hukuki tartışma ortamına çekilmesinin önüne geçmiştir.

Yapılan referandumda, partimiz baştan beri söylediği ilkelerin takipçisi olmuş ve popülist kaygılardan uzak bir tavırla tercihini hayır yönünde kullanmıştır.

Nihayetinde sekiz milyon yediyüz elli bin vatandaşımız, yalnızca partimizin dile getirdiği hayır tercihi benimsemiş ve oyunu bu yönde kullanmıştır.

Bizimle aynı kanaati paylaşarak, çağrımız doğrultusunda tercih kullanan aziz vatandaşlarımıza bu vesile ile buradan şükranlarımı sunuyorum.

Sözlerime burada son verirken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı