Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin Konya İl Teşkilatının düzenlemiş olduğu iftar programında yapmış oldukları konuşma. 14 Haziran 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
Konya İl Teşkilatının düzenlemiş olduğu iftar programında
yapmış oldukları konuşma.
14 Haziran 2016

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Ülküdaşlarım,

Muhterem Konyalılar,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sanat, kültür ve tarih köşkü olan Konya’da, sizlerle birlikte olmaktan, aynı sofranın etrafında buluşmaktan mutluluk duyuyorum.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, manevi hazzın ve lezzetin zirve yaptığı kutlu bir dönemin içinden geçiyoruz.

Mübarek Ramazan ayının eşsiz ve mana yüklü derin ikliminden milletçe nasiplenmek için ibadetlerimizi yapıyoruz.

İnşallah, Cenab-ı Allah, tuttuğumuz oruçları ve yaptığımız duaları kabul eder ve üzerimizden rahmetini, mağfiretini ve himmetini esirgemez.

Bu iftar programını tertip eden Konya İl Başkanlığımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

İl başkanımıza, ilçe başkanlarımıza ve yönetim kurullarında görev alan her dava arkadaşıma başarılı ve hayırlı çalışmalarını devam ettirmelerini özellikle rica ediyorum.

İnanıyorum ki, Konya yükseldikçe Türkiye uçuşa geçecektir.

Çünkü Konya Türk milletinin işlenmeyi bekleyen beşeri ve tarihi cevheridir.

Çünkü Konya, Türkiye’nin nimet ambarı, ecdadın irfan anısı, Türk-İslam ruhunun itibar anıtıdır.

Bu mübarek ay, milletimizin iftihar edilecek hasletlerinin daha fazla ortaya çıktığı bir zamana işaret eder.

Yardımlaşmanın, dayanışmanın, cömertliğin, hoşgörü ve merhametin ete kemiğe bürünmesi özellikle Ramazan’da gerçekleşir, en azından bu beklenir.

Yüce dinimizin güzelliklerine erişebilmek ve nefsin tasallutundan sıyrılabilmek için bu ayın sunduğu kutsal mesajlara vakıf olmak lazımdır.

İftar sofralarının etrafında inşa edilen manevi köprülerle; kalplerimize huzur, yüreklerimize sıcaklık ve bakışlarımıza umut hâkim olmalıdır.

Ne yazık ki, idrak ettiğimiz bu Ramazan ayında yoksulluğun ve sefaletin pençesine düşmüş insanlarımız için aynı şeyi söylememiz çok zordur.

Ramazan’da aç ve açıkta kim varsa giydirip yedirmeli, onlara samimiyetle dokunmalı, umutlarını diriltmeliyiz.

İyi bir Mümin olmak, halis bir Müslüman olmak buna bağlıdır.

Bir tarafta çok tüketen, israf ve lüks içinde yaşayanların varlığı söz konusudur; diğer tarafta içecek su, karnını doyuracak aş bulamayanların hazin tablosu yüreklerimizi burkmaktadır.

Konya’da bu kahredici tenakuz ve çarpıklığın çok örnekleri vardır.

Bu eşitsiz, haksız, ahlaksız, insafsız ve vicdansız düzenin İslami değerlerle bağdaşmadığı gibi, vicdani ve insani olduğunu da hiç kimse ileri süremeyecektir.

Dünyada sayıları bir milyarı aşan aç ve yoksul insanın içine düştüğü korkutucu sefalet ve adaletsizlik her vicdan sahibini rahatsız etmektedir.

Hele Türküm, ben Müslüman diyen hiç kimse insanlık dramlarına duyarsız kalamaz.

Çünkü haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır.

Ve Müslüman Türk milleti haksızlığa asla ortak olmamış, Konya haksızlığa asla boyun eğmemiştir.

1071 Malazgirt’te; haksızlığı, zalimliği yendik, bu topraklara vatan dedik, şehit kanlarıyla mühür vurduk.

1299 Söğüt’te; Türk ve İslam’ın haklı davasını haykırdık.

1453 İstanbul’da; haksızlığı sildik süpürdük, fethin şanını yaşadık.

1919’dan 1923’e kadar sabır, akıl, cesaret ve yüksek bir mücadeleyle haksızlığın faillerini, zulmü pusula yapmış yedi düveli vatanımızdan kovduk.

Millet olarak, mukaddesatımızın yol göstericiliğinden asırlarca hiç ayrılmadık.

Kutsallarımıza, milli kabullerimize ve inançlarımıza sahip çıktık, toz kondurmadık ve onlara göz bebeğimiz gibi baktık.

Bizi bir arada tutan ve bin yıllık kardeşlik hukukunun teminatı olan inanç ve ilkelerden hiç ayrılmadık.

Ramazan davuluyla sahurumuzu yaptık, minarelerden yükselen kutlu çağrıyla aynı safa girdik ve aynı sofrayı paylaştık.

Hiç şüphesiz benzerliklerimiz, müştereklerimiz; birilerinin ısrarla ileri sürdüğü sözde ayrılıklardan daha fazla, daha yoğun ve daha üstündür.

Bizi millet yapan ve birlikte yaşamamızı güçlendiren duygu, bilgi, tarihi birikim, ülkü, kültür ve inançlar aramızda kopmaz manevi bağlar oluşturmuştur.

Maneviyatımızın güzelliklerini, milli varlığın asaletini görmek isteyen varsa gelsin Konya’ya baksın.

Alimlerin, gönül elçilerinin, hikmet ve hidayet ehli büyüklerimizin muazzam mirasını tanımak, bilmek ve özümsemek isteyen Konya’ya başını çevirsin.

Konya Hz. Mevlana’nın evidir.

Konya; Şemsi Tebrizi’nin, Sadrettin Konevi’nin ilim ve irfanıyla yoğurduğu vicdan tekkesidir.

Konya tarihtir, ecdat yadigârıdır, Selçuklu kudretinin beşiği, Osmanlı ihtişamının ruh gıdasıdır.

Ve Konya parlayan yıldızımız, haksızlığın mağlup olduğu milli kıvanç ve direncimizdir.

Bugün;

√       Vatanımız tehdit altındadır.

√       Bayrağımız tehlike içindedir.

√       Milli birliğimiz saldırı karşısındadır.

√       Milli güvenliğimiz taciz ve tecavüz kıskacındadır.

Fakat Konya temiz vicdanıyla, halis imanıyla hain niyet ve hedeflere karşı dimdik ayaktadır.

Konya kardeşliğin ocağı, barış ve huzurun sancağıdır.

Birlik ve beraberliğin ana kaynağıdır.

Kardeşlerim, Türkiye’nin sırtındaki kambur taşınamayacak boyuttadır.

Her yerimiz sancılıdır.

Her değerimiz hasarlıdır.

İnkarcılar ve istismarcılar el birliği yapmışlardır.

Nefsin ateşine su dökmeyi buyuran aziz büyüğümüz Hz. Mevlana’yı duyan ve önemseyen kalmamıştır.

“Kerem ve cömertlikte doğalım” diyen bu alim ve arifimizi anlayan ve idrak eden de maalesef görülmemektedir.

Hz. Mevlana bizlere;

Sevgide güneş gibi olmayı tavsiye eder.

Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi olmayı teklif eder.

Hataları örtmede gece gibi olmayı önerir.

Tevazuda toprak gibi, öfkede ölü gibi olmanın faziletini anlatır.

Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün öğüdü Hz. Mevlana’nın dergahında öğretilmiştir.

Biz Hz. Mevlana’nın telkin ve temennilerine uyuyor ve diyoruz ki; biz göründüğümüz gibiyiz, olduğumuz gibi de görünüyoruz.

Yalan ve aldatmaya kapalıyız.

İhanet ve melanete düşmanız.

Fitne ve fesada uzağız.

Elbette oynanan oyunları fazlasıyla biliyoruz.

Ve de oyunları bozmak için şevk, inanç ve heyecan doluyuz.

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Konya bir Başbakan çıkardı.

Konyalı saygın bir isim Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yaklaşık 20 ay boyunca yürüttü.

Hemşeriniz Sayın Ahmet Davutoğlu’yla iyi kötü günlerimiz oldu.

Ancak 1 Kasım’da yüzde 49,5 oy almış Sayın Davutoğlu 4 Mayıs günü kaçak sarayda Cumhurbaşkanıyla görüştükten sonra birden bire görevini bırakma kararı aldı.

Bunun kendi tercih ve arzusu olmadığını açıkladı.

Zorunlu nedenlerden bahsetti, haklı olarak milli vicdanın rahatsızlığını dile getirdi.

Sayın Davutoğlu’na Başbakanlık görevini kim verdi? Elbette milli irade, yani Türk milleti.

Peki, bir Başbakan’ı görevden kim alabilir? Elbette yalnızca ve yalnızca egemenliğin asıl sahibi büyük milletimiz.

Sayın Davutoğlu’nu Konya yetkilendirdi mi? Yetkilendirdi.

Eski Başbakana umutlar bağlandı mı? Bağlandı.

İktidar demokratik yollardan belirlendi mi? Belirlendi.

Sayın Davutoğlu’nun görevden ayrılmasına millet karar vermediğine ve de Konya’nın fikri alınmadığına göre, bu nasıl olabilmiştir?

Bir Başbakanın durup dururken görevden el çektirilmesi milli iradeye ve Konyalının seçimine haksızlık, hürmetsizlik ve nankörlük değil midir?

Konyalı bunu sineye çekmemelidir.

Konyalı bunu unutmamalıdır.

Kendi evladının buruşturulup atılmasına, arkasından da iftira ve asılsız suçlamalara maruz bırakılmasına sessiz kalmamalıdır.

Sayın Davutoğlu’nun yanlışları var idiyse, bunun cezasını verecek tek merci büyük Türk milletidir.

Türkiye kansız ve silahsız bir hükümet darbesi yaşamıştır.

Davutoğlu’nu engel ve ayak bağı gören zihniyet, demokrasiyi infaz etmiş, sandığı ateşe vermiştir.

Bu doğru değildir.

Bu meşru görülemeyecektir.

Yeni Başbakan haksızlıktan nemalanmış, sarayın planlarına sarılmış, Konyalının yüzüstü bırakılmasını hiç önemsememiştir.

Ne var ki Konya gözünü açmış, tehditleri ve oyunları görmüştür.

Sayın Davutoğlu’na yapılan tarihi saygısızlık, bileseniz ki, aynısıyla Konya’ya da yapılmıştır.

AKP, Türk milletinin hassasiyetlerine yabancıdır.

AKP, milli ve manevi değerlerimize ters bakmaktadır.

Maalesef, Milliyetçi Hareket Partisi bunu söylediği, bu gerçekleri haykırdığı için karıştırılmak ve kaosa mahkum edilmek istenmektedir.

 

Değerli Ülküdaşlarım,

Muhterem Arkadaşlarım,

İstanbul’daki iftar konuşmamda da değindiğim üzere;

14 yıldır AKP’nin değişim ezberini defalarca işittik.

Yeni Türkiye uydurmasına sayısız kere şahit olduk.

Değişim için bir değişen bir de değiştiren olmalıdır.

Peki, değişim korosuna katılan değiştirici aktörler öncelikle bu yetki ve icazeti nereden, nasıl almışlardır?

Hepsini bir yana bırakınız; siyasetimizde bir yanlışlık olduğunu söyleyen yoktur.

İdeolojik kırıklık, fikri tutarsızlık, Türkiye ve dünya gündemini okuma ve yorumlamada bir eksiklik, bir kusur, bir mahcubiyet olduğunu dillendiren de yoktur.

Dikkat ediniz, paradigma değişimi diye şehir şehir dolaşanların, temel itiraz ve eleştirileri sadece Genel Başkanlık koltuğuna yöneliktir.

Yani ben olmadığım taktirde paradigma değişecekmiş.

İktidar kapıda bekliyormuş.

Birden bire oy patlaması olacak, yüzde 20’ler aşılacakmış.

Paradigma, kabul görmüş olan inançlar bütününe veya problemlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda hemfikir olunan geleneklere denir.

Paradigma değişsin diyenler inançlarımızın nesinden, neresinden rahatsızlardır?

Fikrimizin, ülkülerimizin değişmesini isteyenlerin amaçları nedir, bu aklı nereden almışlardır?

Bir asrı aşan düşünce damarından uzaklaştığımız, 47 yıllık ana kaynaktan koptuğumuz zaman birden bire iktidara mı geleceğiz?

Meselenin gerçek yüzü şudur: Paradigma değişimiyle Okyanus ötesinin siyasi ve şer planlarına yataklık yapılmaktadır.

İşte bu yüzden, Türkiye’nin çok tehlikeli ve milli bekasının birinci dereceden tehdit altında olduğu ağır dönemde, Milliyetçi Hareket Partisi büyük bir oyunla karşı karşıyadır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket ele geçirilmek istenmektedir.

Komşu coğrafyalarda yeni bir düzen kurulurken, Türkiye açık açık sistem ve rejim değişikliğine zorlanırken; Milliyetçi Hareket Partisi’nin köşeye sıkıştırılması; mümkünse de etkisizleştirilmesi hedeflenmektedir.

Şiddetle oynanan bu oyunun senaristleri okyanus ötesinde, içimizden devşirdikleri oyuncular çevremizdedir.

Cumhurbaşkanı bu oyunun içindedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi bu oyuna refakat etmektedir.

Bir kısım medya organı bu oyunun propaganda ve servis ayağını oluşturmaktadır.

İsimleri bizde mevcut sermaye sahipleri bu oyunda sponsor görevindedir.

Devlet içine yuvalanmış karanlık odaklar bu oyunda aktiftir.

Hepsi birden Milliyetçi Hareket Partisi’nin dinamitlemek amacındadır.

Parti olarak 47 yılın son 16 yıllık diliminde beş ayaklı oyunla karşılaştık.

Birinci Oyun; siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerle MHP’nin içinde bulunduğu 57’nci hükümeti yıkmak, MHP’siz bir hükümet, sonra da MHP’siz bir Meclis tasarlamaktı.

Biz bu oyunu gördük, millete gidelim dedik.

İktidarı iç ve dış lobiler, yabancı kulisler, iğrenç tezgahlar değil, yalnızca Türk milleti belirler ve tayin eder dedik. Elbette haklıydık, haklı çıktık.

Ne var ki, aziz milletimiz 3 Kasım 2002’de bizi de diğerleriyle aynı kefeye koydu ve Meclis dışına aldı.

MHP’nin hükümetten ayrılmasıyla, ABD Irak’a girdi.

Afganistan işgal edildi.

Ortadoğu’da adeta kıyamet koptu.

Türklüğe küfredildi, koruyucu kalkanları zedelendi.

Türk milleti tahrip ve taciz edildi; Türk kimliği çiğnendi, Türk milliyetçiliği alçakça ayaklar altına alındı.

AKP hükümeti haçlılara sözcülük, Erdoğan BOP’a eşbaşkanlık yaptı.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin 11 Temmuz 2007’de Meclis’e girmesiyle istikrarsızlık ve istismar kadrolarının gerçek yüzü ortaya çıktı, ellerindeki kozlar birer birer imha oldu.

İkinci Oyun; 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi’nde 12 kötü adamın katılımı, iktidarın PKK’ya iyice yanaşmasıyla somutlaşan “Demokratik Açılım” zırvasıyla başladı.

Biz yıkım dediğimiz bu açılıma direndik, milli ve etkili bir muhalefetle AKP’nin oyununu bozduk, yıkımı durdurduk.

PKK’yla pazarlıklarını milletimize duyurduk.

Bu şartlar altında yapılan ve yankısı halen devam eden 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuna hayır dedik, bundan dolayı suçlandık, ağır iftiralara uğradık.

Başkanlık rayı döşeyen Erdoğan ve bir numaralı yardakçısı paralel yapıyla kıran kırana mücadele ettik.

Referandum sürecinde ne söylemişsek bugün haklı çıktığımız meydandadır.

Hayır tercihimizden dolayı tabanımızın kaydığını, 12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimlerinde baraj altında kalacağımız söylendi.

Referandum sonucuyla Meclis dışında kalmayacağımız anlayan mihraklar Üçüncü Oyun için kolları sıvadılar ve hepinizin bildiği partimizi itibarsızlaştırma ve gözden düşürme arayışına girdiler.

Devletin kalmadığı bir ortamda milletimize giderek bu oyunu da bozduk.

Dördüncü Oyun; ihanet sürecine korkusuzca meydan okumamızla başladı, Mahalli İdareler Seçimiyle hızlandı, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilerletildi ve 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından açıkça sahnelendi.

Milliyetçi Hareket Partisi, yüzde 60’lık PKK bloğunun içinde gösterilmek istendi.

Şahsıma bir ucu Kandil’de, diğer ucu İmralı’da bulunan Başbakanlık görevi medya üzerinden iletildi.

Taşıdığım dava sorumluluğun şuurunda olduğumdan, Milliyetçi Hareket Partisi’ni Kandil’e rehin bırakamaz, Okyanus ötesinin hesaplarına alet edemezdim ve de etmedim.

Hatırlarsanız, Erdoğan başından beri seçimlerin yenilenmesini planlamıştı.

MHP’ye bir koalisyon teklifi gelmemesine rağmen, biz olduk hayırcı onlar oldu istikrar yanlısı.

Bir yanda derdimizi anlatalım, olayların içyüzünü milletimizle paylaşalım dedik, diğer yanda 20 Temmuz’dan itibaren terör dehşet verici şekilde yoğunlaştı.

Milliyetçi Hareket Partisi 1 Kasım seçimlerine toz bulutu içinde, iktidara hayır diyen bir parti ithamıyla girdi ve maalesef oyun tuttu, AKP yeniden tek başına iktidar oldu.

1 Kasım’dan sonra Beşinci Oyun hemen devreye alındı.

Bu defa irade ve tercihlerine her zaman saygı duyacağım muhterem delege arkadaşlarımın imzası alınmak suretiyle Olağanüstü Tüzük Kurultayı için dört bir koldan faaliyet başlatıldı.

7 Haziran ve 1 Kasım seçim kampanya döneminde mahallelerinde bile dolaşmaktan aciz kalmış malum isimler, birden bire illeri gezmeye, telefonlarla değerli dava arkadaşlarımı aramaya koyuldular.

Türkiye’nin en hassas döneminde, PKK’nın şehirlerimize konuşlandığı, canlı bombaların ölüm ve nefret saçtığı bir zaman aralığında MHP’nin susturulması ve içine hapsedilmesi konusunda tembihlenmiş zevat gün geçtikçe daha da hareketlendi.

Değişim düdüğü çalındı.

Böyle gitmeyeceği söylendi.

Sonuçta, 15 Ocak 2016 tarihinde, şahsımın hastanede olduğu bir dönemde, toplanan 543 imza partimize getirildi.

Ne var ki, 10 Ocak 2016 tarihinde, Olağan Büyük Kurultayımızın 18 Mart 2018 tarihinde yapılacağı Merkez Yönetim Kurulu kararıyla belirlenmiş ve duyurulmuştu.

MHP’nin nefes borusunu kesmek, manevra alanını daraltmak, tarihi yürüyüşünü sekteye uğratmak için emir almış kişiler 15 Ocak 2016’da Ankara 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi’ne müracaat ettiler.

Rezilliğin dibine inenler hiçbir nedamet duymadan, Türkiye ve dünya meseleleri hakkında hiçbir vizyon gösteremeden, yalnızca değişim olsun kisvesiyle oynanan oyuna gönüllü şekilde figüran oldular.

Okyanus ötesinin nam ve hesabına çalıştılar.

Bu dönemde;

Abbas yolcu dediler.

Tarzan zorda dediler.

Meleğin kanadını yolduk dediler.

Başparalelci dediler.

Alternatif ihtiyacı doğdu dediler.

Şu felakete bakınız ki, PKK’lı terörist Cemil değişim istedi.

DHKP-C’nin ele başları değişim olsun dedi.

Eski tüfekler, sözde aydınlar, yarım uzman ve akademisyenler, paralel kalemşor ve kaçaklar değişim diye tutturdular.

Pensilvanya değişim şefliğine, eski kıratçılar değişim havariliğine, Washington değişim mühendisliğine, AKP ise değişimin yedek kulübesine tamam diyerek senaryosu yazılan oyunun tarafı oldular.

Bilhassa hatırlatırım ki, delegelerimiz sözlerimin tamamen dışındadır.

Onların tercih ve taleplerini masaya yatırmak benim boynumun borcudur.

Biz bir aileyiz ve aile içinde her sorununun konuşularak çözüleceğine, makul ve ahlaki beklentilerin karşılanacağına yürekten inanıyor, bunun da sözünü bu mübarek akşamda veriyorum.

Hiç kimse merak buyurmasın, Milliyetçi-Ülkücü iradenin sözü yere düşmez, rica ve ümitleri karşılıksız kalmaz.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Ankara 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi, 8 Nisan 2016 Cuma günü zorlama ve lekeli kararını açıkladı ve Olağanüstü Tüzük Kurultayının yapılmasına karar verdi.

Bir hakim, milyonlarca mensup ve sevdalısı olan bir davanın önüne taş koymaya kalkıştı.

Biz hukuk yollarının tükenmediğini, konuyu Yargıtay’a taşıyacağımızı açıkladık.

Nihayetinde çay toplama işine özenen şahsın yönettiği, yandaşlıktan köşesi kalmamış bu yüksek yargının 18’nci Hukuk dairesi 24 Mayıs’ta 5 üyenin tamamının oyuyla Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kararını onadı.

AKP’li ve paralel yargıçlar ittifak yaptılar.

Yargıtay kararı açıklanmadan önce;

Bizim Recep Tayyip Erdoğanla anlaştığımız,

 İlk aşamada partili cumhurbaşkanlığına evet dediğimiz, başkanlık sistemine sıcak baktığımız soysuzca iddia edildi.

Hatta benim Cumhurbaşkanıyla sarayda buluştuğum, bir evde, görüştüğüm, kurultayın yapılmamasına karşılık başkanlığa tamam dediğim, yeni anayasaya boyun eğdiğim yüksek sesle ifade edildi.

Bilmiyorlardı ki, ömrümü verdiğim, 47 yılının her zerresinde bulunmaktan şeref duyduğum davamı dünyevi hiçbir menfaate değişmedim, değişmeyi aklımdan geçirmedim.

Tavizlere kapalıyım, kumpaslara uzağım, MHP düşmanlarıyla son nefesime kadar mücadele etmekten de kesinlikle yorulmayacağım.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket namusumdur, şehitlerin yadigarıdır, Türk-İslam ruhunun aziz hatırasıdır, bu nedenle asla mütecaviz emellere şans ve fırsat tanımam, tanımayacağım.

 

Değerli Ülküdaşlarım,

Bildiğiniz gibi, aylardır kangrene dönmüş kurultay meselesini kökten bitirmek için tarihi bir karar aldık.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin daha fazla yıpratılmasına, tartışılmasına müsaade edemezdik, etmedik.

Bu itibarla 10 Temmuz 2016 Pazar günü, Ankara Arena Spor Salonunda 6’ncı Olağanüstü Büyük Kurultayımızı toplamaya karar verdik.

Fakat tarlada toplaşıp tellere takılı kalanlar Olağanüstü Büyük Kurultay tarihi olarak 19 Haziran’ı belirlemişlerdir.

10 Temmuz’a uymayacaklarını açıklamışlardır.

Ne var ki;

Parti Tüzüğü’müzün 63’ncü maddesinin 3’ncü fıkrasında; “Olağanüstü Büyük Kurultay toplantılarına Genel Başkan ve Merkez Yönetim Kurulunca gerek görülen hallerde veya Büyük Kurultay delegelerinin en az beşte birinin imzaları ile birlikte noterce yazılı talebi üzerine çağrılabilir” hükmü vardır ve yazılıdır.

Genel Başkan olarak parti Tüzüğümüzün bana verdiği yetkiye dayanarak ve gerek gördüğüm haller nedeniyle Olağanüstü Büyük Kurultay tarihini 10 Temmuz 2016 olarak belirledim.

Buna karşılık 19 Haziran dayatması art niyetliliktir, MHP’ye darbe teşebbüsüdür, Ülkücüye ilanı yapılmamış savaştır.

Bilinsin ki, Milliyetçi Hareket Partisi 19 Haziran’a katılmayacaktır.

Yine parti Tüzüğümüzün 64’ncü maddesinin 1’nci fıkrasına göre:

“Büyük Kurultayın Genel Başkan veya Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı yahut Genel Başkanın görevlendireceği Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden biri tarafından usulüne uygun olarak yoklama yapıldıktan sonra yeterli çoğunluk sağlanmışsa açılabileceği” belirtilmektedir.”

Ben katılmayacağıma, ilgili arkadaşlarımın 19 Haziran’da seçilmiş salonda bulunmayacağına göre bahsi geçen korsan kurultay nasıl yapılacaktır?

Yapılırsa geçersiz ve kanunsuz olmayacak mıdır?

Milliyetçi Hareket Partisi’ni sonuçsuz kör dövüşüne mahkûm etmeye kimin ne hakkı vardır?

Bayramın hemen ertesinde, yani 10 Temmuz’da, 6’ncı Olağanüstü Büyük Kurultayımızı Ankara’da dava ve kardeşlik ruhuyla yapmaya her birinizi, her dava arkadaşımı davet ediyorum.

Sizleri korsana değil, Ülkücü karar ve iradenin şölenine bekliyorum.

Diyeceğim odur ki, karşımızdaki oyun şiddetli ve acımasızdır.

Bu itibarla 10 Temmuz’da Oyun Bozulacaktır.

Biz oyun bozmada ustayız. Yine bozacağız.

Biz oyuncuların maskesini indirmede tecrübeliyiz. Yine indireceğiz.

Oyunu bozacağız, Türkiye’ye sahip çıkacağız.

Oyunu bozacağız, Türklüğün mukadderatını ezdirmeyeceğiz.

Oyunu bozacağız, AKP’nin bileğini büküp, sarayın siyasi kumpaslarını alt üst edeceğiz.

Oyunu bozacak Milliyetçi Hareket’i engellemek isteyenleri bozguna uğratacağız.

Geldiğimiz yer belli, gideceğimiz yer belidir.

47 yılın emanetleri bugün de rehberimizdir.

Huzurlarınızda diyorum ki;

Yılmayacağız,

Yıkılmayacağız,

Başaracağız.

Oyunu tümden bozacağız.

İnanıyorum ki, Cenab-ı Allah, Milliyetçi Hareket'e Türkiye'nin geleceğine sahip çıkma mücadelesinde yardımcı olacak, heyecanımızı, azmimizi ve emeğimizi karşılıksız bırakmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve kucaklıyorum.

Allah sofralarımızın bereketini artırsın, Oruçlarımızı kabul etsin.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.