Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 1 Kasım 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
1 Kasım 2016

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis parti grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, Trabzon Beşikdüzü’nde geçen ay meydana gelen sel felaketi nedeniyle oluşan maddi ve manevi kayıpların hala karşılanmamasından duyduğum üzüntüyü dile getirmek istiyorum.

Beşikdüzü’ne hükümetin el uzatması, vaat ettiği yardım ve desteği bir an önce ulaştırmasını bekliyor, tüm Beşikdüzülü kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimi bildiriyorum. 

Muhterem Arkadaşlarım,

Bugün ne yaşıyorsak, hangi sorunla boğuşuyorsak dünden bağımsız değildir.

Çetrefilleşen meselelerimizin muhakkak ki tarihi bir arka planı vardır.

Bu arka plan uzak ya da yakın bir geçmişe dayanabilecektir.

Çözümü ertelenmiş problemler zaman içinde büyümektedir.

İhmaller bir süre sonra yerini pişmanlıklara bırakmaktadır.

Özellikle son yıllarda devlet, toplum ve siyaset hayatında bunun çok sayıda misalleri vardır.

Türkiye şu an önünü görmekten mahrumsa, geleceği okuma ve anlamlandırma bunalımıyla sarsılıyorsa, öncelikle sorumluluk mertebesinde bulunanlar samimiyetle özeleştiri yapmak durumundadır.

Sorulması gereken ilk soru; ülkemizin bu içler acısı tuzağa nasıl düştüğü, fikir ve fiilleriyle bu çıkmazın faillerinin kimlerden oluştuğudur.

İkinci aşamada, vahamet düzeyindeki yanlışların tekerrür etmemesi, denge, düzen ve istikrarın temini için nelerin, hangi hız ve kıvamda yapılması gerektiğini hem aklen, hem vicdanen, hem de siyasi ve entelektüel boyutlarıyla sorgulamaktır.

Vereceğimiz doğru cevap en azından bundan sonrası için daha tedbirli, daha temkinli, daha ihtiyatlı siyasi tutum ve tavırları doğuracaktır.

Ülkemiz kaskatı kesilmiş uzun süreli bir siyasi cepheleşme sürecinden sonra 15 Temmuz akşamının vahşi kalkışmasıyla irkilmiştir.

Türkiye, 1 Kasım Milletvekili Genel Seçimleri’nden önce aşırı gerilmiş, uzlaşma ve anlaşmanın dışlanmasıyla milletimiz bitap ve yorgun düşmüştür.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen 4 ay 23 günlük sürede demokrasinin ilke ve usulleri ufalanmış; yalan, aldatma, saptırma, iftira ve algı oyunları maalesef hakimiyet kurmuştur.

Bu süre zarfında siyaset dağınık, toplum karışık, iktidar bulanık, gelecek karanlık bir görüntü çizmiştir.

20 Temmuz 2015 tarihinden itibaren terörizm bütün hıyanet ve acımasızlığıyla Türkiye’ye saldırmıştır.

Toplumsal dirlik peşpeşe suikasta uğramıştır.

Türkiye’nin yıkımını projelendiren tüm mihraklar devreye girmiş, provokasyonlarıyla üzerimize gelmişlerdir.

7 Haziran’dan bir gün sonra milli iradenin yenilenmesi, yeniden bir seçim yapılması için kolları sıvayanlar aylar süren samimiyetsiz ve nafile koalisyon arayışlarından sonra 1 Kasım’ın şartlarını oluşturmuşlardır.

Siyasetin doğası, demokrasi kültürünün ruh ve anlamı ihlal edilmekle kalmayıp imha sınırına da taşınmıştır.

1 Kasım, kaygı ve korkularla çembere alınmıştır.

1 Kasım, siyasi centilmenliğin yok sayılıp nezaket, zarafet, iyi niyet ve işbirliği kanallarının tıkandığı sancılı bir dönemin ardından vasat bulmuştur.

Türkiye, 7 Haziran’da hız ve ivme kazanan, 1 Kasım’da derinleşip çatallaşan uzun süreli huzursuzluk dönemini henüz atlatabilmiş değildir.

Üstelik 15 Temmuz felaketi bu huzursuzluğu daha da şiddetlendirmiş, daha da kemikleştirmiştir.

Nitekim içinden geçtiğimiz sorun ve sıkıntılıları kavrayabilmek, daha sonra da aşabilmek için öncelikle 7 Haziran’dan itibaren etkin olan yanlış siyaset dilini teşhis ve tedavi etmek şarttır.

Türkiye’nin beka ve birliği sağlamak maksadıyla, her siyaset ve devlet adamının geçmişi vicdan merceğinde inceleyip hanesine düşen sorumluluğu dürüstçe kabullenmesi gerekmektedir.

Kavgayla mesafe alamayacağımız malumdur.

Kutuplaşmanın soğuk yüzüyle, siyasi ve ideolojik ayrışmanın yıldırıcı hamleleriyle Türkiye’nin tarihi hak ve çıkarlarını savunmamız akla yatkın değildir.

7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları tarih elbette yazacak, o dönemdeki siyasi tarafların nerede durduklarını objektif olarak açıklayacaktır.

İşte o zaman Milliyetçi Hareket Partisi’nin hakkı Allah’ın izniyle teslim edilecek, haklı duruşu, Hakk’tan ve halktan yana tutumu da teyit edilecektir.

Bize hayırcı diyenler, koalisyondan kaçtığımızı uyduranlar günü geldiğinde eğer yaşıyorlarsa mahcup olacaklar, varsa vicdanları azap içinde kıvranacaktır.

Şundan eminim ki, tarih bir kez daha yüzümüzü ak edecek, bize karşı teşekkül eden dedikodu ve nifak cephesini yerini dine geçirecektir.

Biliyor ve inanıyoruz ki, 7 Haziran’dan sonra aleyhimize tertip edilen kara kampanyalar Milliyetçi Hareket Partisi’ni işgal teşebbüslerinin ön hazırlığı, ele geçirme stratejilerinin ara istasyonudur.

Ve bu sinsi faaliyetler adım adım ilerletilmiştir.

4 ay 23 günün acı faturasını bize çıkarmakla kalmayıp, 2 Kasım sabahı hışım ve hırsla kuyumuzu kazmaya, omurgamızı kırmaya, ufkumuzu kapatmaya heves edenler milliyetçiliğin gönüllere girmesini hazmedemeyen işbirlikçilerdir.

Bunlar MHP’yi kirli operasyon ve planlamalara alet etmek isteyen çürümüşlerdir.

7 Haziran’dan sonra “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” dedik, yanlış mı yaptık?

7 Haziran’dan sonra, Türkiye’nin derlenip toparlanması için yol ve yöntemler gösterdik, formüller ürettik, hata mı ettik?

Siyasetin mutlaka sorumluluk almasını, mutabakat ve meşruiyet zemininde buluşmasını, ülkenin hükümetsiz bırakılmamasını arzuladık, çok şey mi istedik?

Gerekirse, değil elimizi gövdemizi taşın altına koyacağımızı söyledik, hiç duyan, dikkate alan çıkmadı.

Seçimden en çok oyu alan AKP ile CHP hükümet kursun, bu ülkenin hayrınadır, milli birlik ve beraberlik için bulunmaz bir fırsattır dedik, 32 gün toplanıp toplanıp dağıldılar, istikşafiden inkişafı aşamaya geçemediler.

Bizi yüzde 60’lık bloğa mahkûm etmeye kalkıştılar, PKK ve İmralı canisiyle ortaklığa sürüklemek için çırpındılar, oyunu bozunca adeta kudurdular, deliye döndüler.

CHP’nin kuyruk acısı ta buraya kadar dayanmaktadır.

Sırf bu yüzden eleştirildik, saldırılara uğradık.

Ancak şunu bilmiyorlardı ki, inançlarımızla, Türkiye’nin gerçekleriyle, milletimizin beklentileriyle bağdaşmayan bir koalisyona sonu ölüm de olsa girmeyiz, giremeyiz.

Adımız Milliyetçi Hareket Partisi’dir, manevi muhafızlarımız bir hilal uğruna toprağın koynunda kefensiz yatan kahraman Ülkücü şehitlerimizdir.

Onlara karşı vefa ve vazife borcumuz vardır.

Bizlere emanet ettikleri kutlu davamızı başarıya ulaştırmanın, layık olduğu zirvelere taşımanın sorumluluğu omuzlarımızdadır.

İlkelerimizi çiğneyip, ülkülerimize sırt dönüp yüzde 60’lık blok içinde masaya otursaydık, bunu şehitlerimize nasıl anlatacağımızı, bunu tarihimize ve milletimize nasıl açıklayacağımızı aranızda bilen ve öngören var mıdır?

 7 Haziran’dan sonra Pensilvanya, İmralı, Kandil ve Türk düşmanları arasında kurulan melun ittifaka dahil olup iktidar olsaydık, yarın ruz-i mahşerde bunun hesabını nasıl verecektik?

Dediler ki, MHP, AKP’nin önünü açtı.

Dediler ki, MHP, AKP iktidarının devamını sağladı.

Herhalde bu çürük iddia sahipleri, milli iradenin ne dediğinin, nasıl tercihte bulunduğunun, neye karar verdiğinin hem yabancısı hem de hazımsızıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin sandık sonuçlarına saygısızlığı, milli iradeye şaşı bakışı nerede görülmüş, ne zaman duyulmuştur?

Millet ne derse o değil midir?

Millet neye karar verirse buna uymak ve riayet etmek demokratik teamül ve kuralların sonucu olmayacak mıdır?

Ne yapsaydık, sandıkta bulamadığımızı sokaklarda mı arasaydık?

Demokraside göremediğimizi kaosla mı elde etseydik?

Biz yalnızca Türkiye’nin önünü açar, düğümleri çözeriz. Başkası bizi ilgilendirmez, ilgi sahamıza da asla girmez.

Biz yalnızca Türk milletinin yanında durur, hakkını ve hukukunu korkusuzca savunuruz.

Bunu çekemeyen kim varsa, bizim de onunla hesabımız vardır ve bu kesindir.

Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi kulislerin, lobilerin, çıkarcıların, pazarlıkçıların, belirli bir zümre, elit ve kaymak tabakanın değil; Türk milletinin eseri, Türklüğün kıvanç ve kutup başıdır. 

Değerli Arkadaşlarım,

Türk siyaseti kısır çekişmelerden, sonu olmayan polemiklerden, anlamsız hizip ve bloklaşmalardan bugüne kadar bir fayda sağlamamıştır.

Tam tersine Türkiye kaybetmiş, umutlar heba edilmiş, milletimiz zarar görmüştür.

Üslup kirliliği, asılsız suçlama ve karalamalar, vizyonsuz söylemler tavandan tabana siyasi dinamikleri köreltmiş, ülkemizi geriye düşürmüştür.

Siyasetin milli ve manevi kıstaslar dahilinde; yapıcı, değer üretici ve daha iyiye dönüştürücü vasfı kazanarak, klasik ezberlerinden sıyrılması ve milletimize kılavuzluk yapması acil ihtiyaçtır ve bizim de beklentimizdir.

Siyasi mücadeleler sadece iktidar hedefiyle sınırlandırılamayacaktır.

Kastımız siyasetin iktidar ve muhalefet arasına sıkıştırılamayacak kadar mana ve muhteva içermesidir.

İster iktidar olalım, isterse de muhalefet, demokratik ve dürüst arayışların kıvılcımıyla ülkemiz ve milletimiz daha parlak, daha müreffeh, daha adil ve huzurlu bir geleceğe ulaşacaktır.

Gayemiz öncelikle bu olmalıdır.

Siyaset erdem ve değer alanından soyutlanıp, ilke ve inançlarla bağını koparırsa kriz üreten, demokrasi dışı emelleri teşvik eden hastalıklı bir organizmaya dönüşecektir.

Konuşmak yerine kavgaya tutuşan, anlaşmak yerine düşmanlığı taçlandıran siyasi yapının milli iradeye kast edeceği, demokrasiyi budayacağı çok açıktır.

Türkiye bundan çok çekmiş, hala da çekmektedir.

15 Temmuz FETÖ darbe kalkışması, taşları yerinden oynatmış, yeni bir durum ortaya çıkarmıştır.

Elbette bu meşum terörist girişimi 7 Haziran’dan sonraki olay ve gelişmelerden muaf görmek rasyonel değildir.

Siyasi tükenmişlik hali, devlet hayatındaki gelgitler, iktidar-muhalefet arasındaki kapanmayan uçurumlar darbeci teröristlere kapı aralamış, bölgesel ve küresel mihraklara ümit aşılamıştır.

Kendi içimizde çözemediğimiz her meseleye Türkiye’ye husumet besleyen iç ve dış odaklar müdahil olmak, çıkarlarına müzahir olacak şekilde yönlendirmek için uygun ortam kollamışlardır.

Türkiye, söküğü varsa bizzat dikebilecek cesaret ve kabiliyettedir.

Eksiği varsa bunu tamamlayabilecek kırattadır.

Bu itibarla Türk siyaseti, yapısal sorunlarından arınıp, geleneksel çatışmacı anlayışından kurtularak, yeni bir milat, yeni bir misak, yeni bir mutabakat anlayışıyla 15 Temmuz’dan sonra beliren yeni şartlara uyum sağlamalıdır.

Gördük ki, Türkiye adı konmamış, ilanı yapılmamış ikinci bir Mondros ve Sevr süreciyle karşı karşıya kalmıştır.

Türk askeri içinden devşirilmiş, postal ve kamuflaj içine saklanmış teröristler vatana ve millete bomba yağdırmışlar, nefret ve şiddet saçmışlardır.

Allah muhafaza FETÖ’nün canileri başarılı olsalardı, bugün ne siyasetten, ne iktidar olmaktan, ne de bir vatandan bahsedebilecektik.

Türkiye bağımsızlığından olacaktı.

Kozmik odalara girilmesi, MGK’nın dahi dinlenmesi, devletin ur gibi sarılması boşuna değildi.

Türk milleti iç savaş şartlarına mahkum olup asırların emek ve mirası mahvolacaktı.

1919’lu yıllardan sonra ilk kez bir işgal girişimi gerçekleşmiştir.

Türkiye kefeni yırtmış, istila ve infazı engellemişse, bunun en büyük şeref payesi hiç kuşku yok ki büyük Türk milletine aittir.

Kahraman milletimiz mukaddesatına sahip çıkmanın yanında, egemenlik haklarını canı pahasına müdafaa etmiş, terörizmin şer niyet ve tetikçilerini bir vuruşta yere sermiştir.

Biz bundan iftihar ediyor, milletimizle övünüyoruz.

Fetullahçı terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişimi siyasi ve toplumsal dengeleri etkilemek şöyle dursun, vahim ölçüde sarsmıştır.

Diğer yandan FETÖ’yle süren yoğun mücadelenin sosyal maliyetini hesaba katmak zorunludur.

29 Ekim’de yayımlanan 675 ve 676 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle 10 bin 159 memur ihraç edilmiştir.

Buna karşılık memuriyete iade edilenler de olmakla birlikte, bunların sayısı oldukça az düzeydedir.

Suçu sabit görülenler, FETÖ’yle irtibatı veya iltisakı bulunanlar şüphesiz devletin hiçbir kademesinde tutulmamalıdır.

Bu konudaki irademiz nettir.

Ancak sürekli artan mağduriyet ve şikayetleri etraflıca incelemeden insanları açlığa ve çaresizliğe itmek İslami ve insani hiçbir değerle bağdaşmayacaktır.

İhanet edenler ayıklanmalı, FETÖ’yle bağlantısı olanlar kaçtıkları yere kadar kovalanmalıdır; ama eften püften nedenlerle, cılız ve ucuz suçlamalarla iktidar gücünü kötüye kullanmaktan da kesinlikle uzak durulmalıdır.

Kripto FETÖ’cülerin hala görevde bulunduğu, iftiralarla çok sayıda kamu görevlisinin memuriyetten atılmalarını sağlayarak sürdürülen mücadeleyi savsaklamak amacında oldukları çok sık dile getirilmektedir.

Bu iddianın doğru olup olmadığı süratle açıklığa kavuşturulmalıdır.

Herhangi bir suçu olmayıp işi, mesleği ve ekmeği elinden alınanların feryat ve figanları toplumsal güven ve huzur açısından büyük bir risktir.

İktidarın daha sabırlı, soğukkanlı, adaletin ruhuna uygun hareket etmesi başlıca dilek ve tavsiyemizdir.

Hükümet gittikçe ağırlaşan, yaygınlaşan ve herkesi vurmaya başlayan FETÖ’yle mücadele sürecinde, hukukun temel ilkelerinden ayrılmamalıdır.

Zabıt katibine, garsona, sıvacıya, hizmetliye, ebe ve hemşireye kadar inen; ama hala siyaset ayağına değmeyen, üst mevkilere dokunmayan FETÖ’yle mücadelenin, bu gidişle inandırıcılığını kaybetmesi olağan ve mümkündür.

Bu itibarla hukuk herkese eşit uygulanmalı, aynı ölçü ve dozajda etkisini göstermelidir.

Hukukun üstünlüğüne bağlıysak başka türlüsünü düşünmek zaten imkansızdır.

Bir terör örgütüyle mücadelede hatırlı ve iktidara yakın olmak hiç kimseye avantaj sağlamamalı, korumaya almamalıdır.

Kimin Bylock’u varsa deşifre edilsin, kim FETÖ’ye yardım ve yataklık yapmışsa gereği eksiksiz ve sonuna kadar yapılsın.

Adalet yerini bulmadan, hak ve hukuka saygı duyulmadan Türkiye’nin güvencede olması, milli güvenliğini tesis etmesi düşünülemeyecektir.

Bylockla ilgili gazetelerde röportajı yayınlanan, ismini değiştirip ABD’ye kaçan ve yabancı istihbaratlara uşaklık yapan ajan ve alçakların manipülasyonlarıyla FETÖ operasyonlarının sulandırılmak istendiği de ortadadır.

Buna fırsat vermemek, kriptolu yazışma ve mesaj programı olan Bylocku kullananların sıfat ve görevi ne olursa olsun üstüne gitmek siyasetin namus borcudur.

Gizlenmiş abi ve ablaların saklandıkları delikten çıkarılmaları, Pensilvanya’daki terörist başının ABD’yi ikna ederek ülkemize getirilmesi hükümetin tarihi nitelikli görevidir.

Diplomasi hukuki delilerle güçlendirilmeli, Yurtta Sulh Konseyi başta olmak üzere FETÖ tümüyle, tüm organ ve unsurlarıyla ortaya çıkarılarak cezalandırılmalıdır.

Türkiye’nin, 15 Temmuz’dan beri içinde bulunduğu zorlu ve bedeli yüksek imtihan sürecinden çıkarılması konusunda el ve güç birliği yapılmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi hainlere karşı milletiyle yan yanadır.

Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’ye kafa tutan, bölüp parçalamaya çalışan her terör örgütünün amansız düşmanıdır.

Bunun adı FETÖ olmuş, PKK olmuş, IŞİD veya PYD olmuş hiç fark etmeyecektir.

Bizim nazarımızda bunların hepsi birden yok edilmesi gereken suç ve cinayet çeteleridir ki, mücadelenin tavsaması halinde mahvımız kaçınılmazdır.

Son günlerde alevlenen idam tartışmasını da bu kapsamda değerlendirmekteyiz.

Gördüğümüz kadarıyla Cumhurbaşkanı idam cezasına gönüllüdür ve TBMM’ne getirilip kabulü halinde onaylayacağını şimdiden beyan etmiştir.

Başbakan da idam cezasının toplumsal bir talep olduğunu ifade ederek, Meclis’te uzlaşma olması halinde bunun mümkün olabileceğini söylemiştir.

Geçmişte idam cezasını kaldıranların bugünlerde hararetle desteklemeleri çelişkiden öte milli çağrı ve infiale duyarsız kalamamaları şeklinde okunmalıdır.

İdam cezasına bakışımız öteden beri net ve bellidir.

Milliyetçi Hareket Partisi, İmralı canisinin asılması konusunda mücadelesini gösterirken, karşımızda oluşan gökyüzü koalisyonu bunu engellemiş, hatta yıllarca bizi hak etmediğimiz şekilde suçlamıştı.

Biz de değişen bir yoktur, duruşumuz aynıdır.

Aynı olmayan, bizi dün eleştirenlerin bizim çizgimize gelmeleridir.

Bu durum siyasetimizin tutarlılığı kadar, doğruluğunu da tescil etmektedir.

AKP hükümeti, 7 Mayıs 2004 tarihinde 4771 sayılı kanunda bulunan, “savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere” cümlesini de kaldırmıştı.

Madem idam cezasına ihtiyaç vardır.

Madem milletimiz bunu istemektedir.

O halde bahaneye, kaçak güreşmeye, fuzuli konuşmaya gerek yoktur.

AKP hazırsa, MHP dünden vardır.

Sayın Başbakan’a diyorum ki, gelin bu işi bitirelim, milletimize ve ülkemize düşmanlık yapanların hakkından gelelim.

Terör, savaş ve çok yakın savaş suçlarına idam cezasını düzenleyen tasarı veya teklif TBMM gelmesi halinde, Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin talep ve beklentileri doğrultusunda gereğini yapacaktır.

İdam cezasına karşı gelen, şimdiden ikaz eden AB komiserleri kendi işlerine baksın, bizim sözünü dinleyeceğimiz tek mercii Türk milletidir.

Türkiye Brüksel’den değil Ankara’dan, TBMM’den yönetilmektedir.

Bunun dışında ne bir güç tanır, ne de boyun eğeriz.

Şimdi söz ve hamle sırası AKP’dedir.

Getirin hazırlığınızı, gösterelim hainlere dünyanın kaç bucak olacağını.

Türk milletinin ismet-i haremine göz dikenleri, saffet ve sancağına el uzatanları cezalandıralım, hadlerini mutlaka bildirelim.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Bir tarafta FETÖ, diğer tarafta PKK Türkiye’nin karşısında toplanmış cinayet ve melanet örgütlerdir.

15 Temmuz’dan bu tarafa FETÖ’yle mücadele edilirken, PKK ihanet nöbetini aksatmamakta, kanlı saldırılarına ara vermemektedir.

Sanmasınlar ki korkuyoruz, sanmasınlar ki teslim bayrağını çekeceğiz.

Bir ölüyorsak bin dirileceğimizi, bir gidiyorsak binlerce geleceğimizi yüreklice haykırıyorum.

Evlatlarımız şehit olsa da, ciğer parelerimiz bir bir uçmağa varsalar da, Türkiye’nin varlık yokluk mücadelesinden geri dönmesi hayaldir, olmayacak bir şeydir.

Terörün başını ezmekten başka seçeneğimiz yoktur.

Katilleri gerekirse teker teker, gerekirse topluca arayıp, bulup yok etmekten başka çaremiz de yoktur.

Ya bu beka mücadelesini milletçe kazanacağız, ya da kayıplarımıza yenilerini ekleyeceğiz.

Ya devlet ihanetin başını koparacak, ya da milli birliğimiz bozulacaktır.

Terörizmle mücadeleyi kazanmaktan başka alternatifimiz artık kalmamıştır.

Aksi halde iflas yakın ve muhtemeldir.

PKK, kanlı ikizi FETÖ’nün açığını kapatmak, diğer hısım ve akraba terör örgütlerinin hedeflerini gerçekleştirmek için bomba patlatmayı, kurşun atmayı şerefsizce sürdürmektedir.

Dün Hakkâri Çukurca Hisar Dağı bölgesinde, teröristlerle çıkan çatışmada 3 evladımız şehit düşmüş, biri de yaralanmıştır.

Geçtiğimiz hafta boyunca birisi yıldırım düşmesi sonucunda olmak üzere 10 evladımız şehit olmuştur.

Dikkatinizi çekmek isterim ki, Türk milleti her hafta kahramanlarını ağıtlarla son yolcuklarına uğurlamaktadır.

Bu ne acıdır, nasıl bir kara dönemdir?

Şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerken, kederli ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize tekrardan başsağlığı temennilerimi iletiyorum.

Yaralılarımıza şifalar diliyorum.

Diyorum ki, PKK’nın son teröristi kelepçelenmeden veya gömülmeden, son kanlı silah alınıp kırılmadan mücadeleden dönmek devlete haram, millete hakarettir.

Milliyetçi Hareket Partisi terörle mücadelede siyasi hesap yapmadan, hanesine ne düşer fırsatçılığına tevessül etmeden kahraman Mehmetçiğin, korkusuz korucu ve polislerimizin her daim yanında, hükümetin de arkasındadır.

Zulümle abad olunmaz, tehditle bu millet sinmez, sindirilemez.

Cumhurbaşkanı’nın sık sık dile getirdiği yeni güvenlik ve mücadele stratejisi bize göre anlamlı ve değerlidir.

Teröristler kaynağında imha edilmelidir.

Hainler neredeyse Türk devleti orada bulunmalı, bu da yetmez çelikten iradesiyle kudretini göstermeli, artık bu fitnenin kökünü kurutmalıdır.

Sayın Erdoğan’ın Sincar’ın yeni bir Kandil olmasına müsaade etmeyeceklerini söylemesi de yerindedir.

O zaman yapılması gerekenler belli ve ortadadır.

Sincar’a konuşlanmayan çalışan hainleri Irak topraklarında da olsa takip edip yok edecek dirayet ve direnç Türk devletinde vardır.

Şartlar olgunlaşıp karşımızdaki devasa tehlikede herhangi bir azalma olmazsa, Kandil ve Sincar’a Türk Bayrağını dikmek, kim ne derse desin milletimizin helali hakkıdır.

Musul operasyonunda Türkiye’nin üstleneceği rol tarihi önemdedir ve Türkiye’nin güvenliği için hayati niteliktedir.

Musul’a girmemiz halinde Diyarbakır’ı vereceğimizi iddia eden zeka özürlüler bilmelidirler ki, Musul ve Kerkük’ün kaderini Ankara ve İstanbul’dan ayrı düşünmek vizyonsuzluk, tarihsizlik ve teslimiyetçiliktir.

Musul Musulların, Türkmenlerin yurdudur.

Ve burada Türkiye’nin varlığı kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Türkmeneli’ndeki huzur ve istikrar, Türkmenlerin hak ve çıkarları ülkemizin teminatı altındadır, bu ise tarihin bize yüklediği sorumluluktur.

Telafer yanarken susalım mı?

Tuzhurmatu, Halep, Türkmen Dağı ölümcül yaralar alırken duralım mı?

Musul’da yeni bir dünya kurulup, Irak ve Suriye baştan ayağa dizayn edilirken tepkisiz kalmak bölgesel statükoya kapılmak, küresel markaja alınmak demektir.

Terör örgütleri sınırlarımızın hemen dibinde kendilerine hayat alanları açıp devletleşme yolu ararken Türkiye’nin kenarda beklemesi, gelişmeleri atıl şekilde izlemesi olacak şey değildir.

Bizim için Musul Türkiye’nin tarihi meselesidir.

Ve de kaderinin belirlenme sürecinde Türkiye dışarıda tutulamayacaktır.

İp inceldiği yerden kopacaktır.

Türkiye’nin meşru ve nefsi müdafaasına gölge düşürmeye, sorgulamaya, tartışmaya açmaya kalkışanlar terörle ve küresel projelerle aynı karede duranlardır.

İçeriden ve dışarından Türkiye’yi perdeleme ve önünü kesme çabaları karanlık bir amaca dönüktür.

Hükümet bu oyuna gelmemeli, işbirlikçi aktörleri fark etmelidir.

Bizi Musul’dan uzak tutmak için PKK ve FETÖ görevlendirilmiş, PYD-İŞİD çoktan devreye sokulmuştur.

Dışımızda bunlar oluyorken, HDP’li sözde siyasetçilerin terörist cenazelerine pişkince katılmaları, PKK’yı övme ve parlatma rezillikleri eskiyi aratmayacak şekilde devam etmektedir.

Bunlarda ne utanma ne de arlanma vardır.

PKK kan dökerken, HDP’liler alkışlamaktadır.

PKK vatan evlatlarını şehit ederken, HDP’liler onaylamaktadır.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanıyla birlikte iki siyasi bölücünün tutuklanması gecikmiş bir karar olmakla birlikte milletimizi bir nebze de olsa rahatlatmıştır.

İhanet karşılıksız bırakılırsa milli vicdan çökecek, devlete duyulan güven çözülecektir.

Bölücü hevesleri okşayan, suç ve cinayetlere kılıf arayan, teröristleri özgürlük savaşçısı, hakkı yenmiş mazlumlar şeklinde göstermeye kalkan kim varsa vatana ihanet etmiş sayılacaktır.

Maalesef bunların kadroları geniş ve sayıları kalabalıktır.

Özgürlük ve demokrasi paravanının arkasına gizlenmek muhataplarını kurtarmaya, aklamaya, temize çıkarmaya yetmeyecektir.

Yayınlarıyla teröre destek veren dergi, gazete ve televizyonlar da tahammül ve sabrın bir sınırı olduğunu görmeli ve bilmelidirler.

Her alanda FETÖ ve PKK’nın ayıklanmasıyla ilgili faaliyetler devam ederken, medya ayağına dokunulması neden birilerini rahatsız etmektedir?

Adında Cumhuriyet olup da, Cumhuriyet değerlerine en çok zarar veren,  Türkiye karşıtı oluşumları sevindirip umutlandıranların medya özgürlüğüne sığınmaları inandırıcı görülemeyecektir.

Özgürlük demek millete küfretmek değildir.

Özgürlük demek maneviyata sataşmak, mukadderata saldırmak hiç değildir.

Şehitlerimize bir kez olsun Fatiha okumayıp milletimizin acılarını paylaşmayanların gündemdeki operasyonlardan hemen sonra mağduriyet kartını ileri sürmeleri bize göre gerçekçi ve geçerli bir durum değildir.

Partimize yönelik yalan haberlerin merkezi olanlar, Türk milletinin safında durmayanlar, önce zihniyetlerini gözden geçirmeli, sonra da özeleştiri yapacak cesareti gösterebilmelidir.

Terörizmle mücadelede herkese az ya da çok görevler düşmektedir.

Ortak milli hedef ve ülkülerde buluşabilmek için önce milli düşünmek, yerli hareket edebilmek gerekmektedir.

Bunu yapar ve başarırsak PKK’nın, FETÖ’nün ve diğer terör örgütlerinin kaynağı kuruyacak, saldırıları ise sonuçsuz kalacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

İktidar partisinin anayasa hazırlık süreciyle ilgili çalışmalarında sona yaklaştığı anlaşılmaktadır.

Elbette AKP’nin neyi teklif edip etmeyeceğini, bizim duyarlılıklarımıza nasıl yaklaşacağını henüz bilme şansımız yoktur.

Çünkü elimizde somut bir veri bulunmamaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin temel ve gittikçe karmaşıklaşan sorunlarının çözülmesinden yanayız.

Hükümet sistemleri üzerindeki tartışmaların son bulmasını ümit ediyoruz.

Fiilli durumun sonlandırılarak devlet ve toplum hayatını tesiri altına alan hukuksuzluğun bıçak gibi kesilmesini arzuluyor, bunu istiyoruz.

2007 yılında 367 tıkacını açarken aynı düşünceyle hareket etmiştik.

Başörtüsü sorunun çözümünde de duruşumuz benzerdi.

Dünden bugüne ne söylediysek onun gereklerini yerine getirmekte tereddüt etmedik.

Gerilim ve kutuplaşmanın sakıncalarını vurgulayıp Türkiye’nin normalleşmesi gereğinden devamlı söz ettik.

AKP’nin medyada özet halinde yer bulan anayasa teklifi resmen bize ulaşmadan peşinen yorum yapmamız yersiz ve faydasızdır.

Hazırlanan teklifi önce göreceğiz, sonra değerlendireceğiz, daha sonra da bir karar ve kanaate varacağız.

Bizi anlaşılmaz bulanlar, sözlerimizin şifrelerini çözmeye çalışanlar biraz daha sabrederlerse pek yakında muratlarına ereceklerdir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin anayasal yörüngeye kavuşturulmasını, fiili açmaz ve çatlağın onarılmasını acil görüyoruz.

Aksi halde hesapta olmadık sorunların ortaya çıkabileceğini, daha şiddetli kriz ve kaos dalgasının ülkemize çarpabileceğini düşünüyoruz.

Çözüm demokrasidedir, çare TBMM’nin iradesinde saklıdır.

Biz bu iradeye saygılı ve bağlıyız.

Milletimizin tercihlerine de her şart altında sadığız.

Milliyetçi Hareket Partisi demokratik meşruiyetin içinde kalarak, her sorunun makul bir sonuca ulaştırılacağına içtenlikle inanmaktadır.

Ne istiyorsak Türkiye’nin lehinedir.

Amacımız milletimizin istikrar, huzur ve refahına hizmettir.

Beklentimiz ve ümidimiz partimizin yeni anayasa hazırlığı kapsamında yaptığı sağduyulu, ahlaklı, samimi ve dürüst çağrılarının cevap bulması, Türkiye’nin bir sorunundan, bir kamburundan daha kısa süre içinde kurtulmasıdır.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılı ve sağlıklı günler diliyorum.

Sağ olun, var olun; Cenab-ı Allah’a emanet olun.