Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 20 Şubat 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
20 Şubat 2018

 

 




Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızın başında sizlerle birlikte olmaktan duyduğum tarifsiz mutluluğu özellikle ifade etmek istiyorum.

Bu suretle konuşmamın başında saygın ve muteber heyetinize hürmetlerimi sunuyorum.

Yurdumun her güzel insanını, Türk-İslam âleminde varlık ve birlik mücadelesi veren her kardeşimi gönül dolusu muhabbetlerimle selamlıyorum.

Ülkemiz bir yanda bilenmiş güvenlik tehditleriyle boğuşurken, diğer yanda sosyal ve ekonomik cephede biriken tehlikelerle mücadele etmektedir.

Bu zorlu bir mücadeledir, zaman alacak, dahası sabır ve sebat gerektirecektir.

Merhum Fuat Köprülü’nün ifade ettiği gibi, bir milletin hayatı nasıl gördüğü, nasıl düşündüğü, nasıl hissettiği, hangi hedef ve hakikatlerin peşine düştüğü o milletin fikir ve kalem mahsullerinde aranıp bulunabilecektir.

Bu da kast ettiğim mücadelenin bir boyutu, bir parçasıdır.

Öncelikle ve öncü olarak devrin kalem ve fikir sahipleri sosyal krizlere, ahlaki bunalımlara milli duruşlarıyla, manevi dokunuşlarıyla cevap ve çareler üretmek durumundadır.

Ahlaki ve vicdani meseleler siyasallaşıp soğumaya terk edilirse karmaşa ve kutuplaşma da ister istemez sökün edecektir.

Diken battığı yerden, battığı zaman çıkarılmalıdır.

Yaranın iyileşmesi zamana değil, katlanılan zahmete bağlıdır.

Demem odur ki, beka üzerindeki sis perdesinden ne kadar rahatsızsak, toplumsal ahlaktaki mevzi ve irtifa kayıplarından da bir o kadar rahatsız ve kaygılıyız.

Bekanın çöküşü yalnızca güvenlik duvarlarının yıkılmasıyla gerçekleşmez.

Bekanın çürüyüşü yalnızca siyasi ve askeri tedbirlerdeki zaaf ve zayıflıklardan da doğmaz.

Ahlak biterse, ati karanlığa gömülü kalır.

Ahlak sönerse, Allah muhafaza, beka silinir gider.

Böylesi bir zillete tahammül edemeyiz.

Böyle bir boyunduruğa tamam diyemeyiz.

Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif, bu nedenle hepimize diyor ve sesleniyor ki:

“Ahlakın izmihlali en müdhiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur, zira ne milliyet, ne istiklal.

Oyuncak sanmayın! Ahlak-i milli ruh-i millidir.”

Yani milli ruh demek milli ahlak demektir.

Kuşku yok ki, bunun tersi de doğrudur.

Milli bekanın geleceği ise milli ahlakın varlığıyla temellenmiştir.

Nitekim ahlak yoksa beka da yoktur, hadi diyelim olsa bile mana ve muhtevası korkarım ki olmayacaktır.

Yine diyor ki Akif;

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”

Allah korkusu bilmeyenlerin, kul hakkı tanımayanların, kalben bitmiş tükenmişlerin son zamanlardaki ahlaksızları, aşağıların da aşağısı eylemleri gerçekten akıllara durgunluk, vicdanlara suskunluk vermiştir.

Özellikle Adana ve Antalya’da vuku bulan çocuk istismarları duyan herkesi, düşünen ve duygu sahibi her vatan evladını infiale sürüklemiştir.

Söylemeye dilimin varmadığı, anlatmaya gücümün ve takatimin yetmediği en rezil, en çarpık, en menfur suçlar kadınlara, bebeklere, çocuklara karşı işlenmiş ve işlenmektedir.

İnanıyorum ki, milletimizin tamamı çocuklara yönelik cinsel saldırılara nefret, öfke ve bedduayla tepki göstermişlerdir.

Sorarım sizlere, çocukların cinsel istismara uğramasını nasıl izah, nasıl ifade edeceğiz?

Bir sapığın günahı mı diyelim?

Bir manyağın suçu mu sayalım?

Bir pedofili vakası mı görelim?

Çocukları istismar edilmiş bir milletin gelecek ülkülerinden, söyler misiniz bana, nasıl bahsedelim?

Allah için durup sorgulayınız, tertemiz bir sabinin gözüne, emzikli bir yavrunun günahsız yüzüne, bu şartlar altında nasıl bakacağız, onlara ne anlatacağız?

Alenileşmediğinden dolayı şu anda hala istismara maruz kalan çocuklarımızla ilgili endişe ve şüphelerimizi dile getirmeyi zaruri görüyorum.

Çocuklarına kast edilmiş bir medeniyetin umutları kırgın, hayalleri kırıktır.

Çocuklarına yan gözle bakılan, cinsel obje görülen, evlilik yaşıyla ilgili toto oynar gibi görüşler paylaşılan bir milletin hüznü ve hüsranı dağlar kadardır.

Bu hüznün dağıtılması şarttır.

Bu hüsranın telafisi aciliyet arz eden bir ahlak görevidir.

Müslüman Türk milletinin içinden hasbelkader çıkmış sapıkların çocuklarımıza, kadınlarımıza kıymaları, onların hayatlarını zindana çevirmeleri hepimiz adına utanç vericidir.

Bu da bir beka sorunudur, üstesinden gelinmesi mecburiyettir.

Gelecek nesillerimize karşı sorumluluklarımız sadece siyasetle sınırlı, siyasi çalışma ve faaliyetlerle kısıtlı görülmemelidir.

Hayatın olağan akışı içinde çocuk ve kadınları doğrudan hedef alan cinsel saldırı, taciz ve cinayetleri durduramıyorsak mutlaka yapılması gereken bir şey eksiktir, mutlaka bir pürüz var demektir.

Nesillerimizi heba edemeyiz, çünkü gelecekten tasarruf yapamayız.

Nefisleri canavarlaşanların elinde bu ülkeyi, bu milleti karalatamayız, karanlığa sürükletemeyiz.

Çocuklarımızı kör kuyularda, şiddet sağanağında, istismar vahşiliğinde bir başlarına bırakamayız, alçaklara, namussuzlara, canilere asla teslim edemeyiz.

Allah şahit olsun ki, teslim de etmeyeceğiz.

Çocuğa sahip çıkamazsak, medeniyetimizle övünmeye hakkımız, insanlığımızla gururlanmaya yüzümüz kalmayacaktır.

Yusuf Has Hacib’in dediği gibi; “insan nadir değil, insanlık nadirdir. İnsan az değil, doğruluk azdır.”

İnsanlığı çoğaltmaktan başka seçeneğimiz, doğruluğu yükseltmekten başka seçeceğimiz yol emin olunuz kalmamıştır.

İman imansızlıktan; ahlak ahlaksızlıktan korkmaz, korkamaz, korkmayacaktır.

Şunu çok net ifade etmek lazımdır ki, kadına el kalktığı müddetçe, çocuklarla ilgili cinsel istismar suçları duyulduğu sürece ne demokrasiden, ne özgürlükten, ne de insanlıktan bahis açmak imkansızdır, deli saçmasıdır.

Türkiye’de;

Yalan rayiç değildir, hıyanet mültezim değildir, hak meçhul değildir.

Yürekler merhametsiz, duygular süfli, emeller hunhar hiç değildir, olmayacaktır.

Sapıklığın yeşerdiği sosyal bünye süratle tedavi edilmelidir.

Sapıklara müsamaha asla gösterilmemelidir.

Ve de bunlara hayat haram edilmeli, gün yüzü ise ilelebet karanlığa dönüştürülmelidir.

Anlaşılan odur ki, kadına yönelik şiddeti durdurmak, çocuklara yönelmiş saldırıları engellemek için yapılmış yasal düzenlemeler şu ana kadar sonuç vermemiştir.

Şiddet devam etmektedir.

İstismar ve tecavüz vakaları frensiz ilerlemektedir.

Bu selin önüne geçmezsek, bu yangına son vermezsek meçhul akıbetlere sürüklenmemiz kaçınılmazdır.

Birleşmiş Milletler tarafından 20 Kasım 1989 yılında onaylanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, tarihte en geniş mutabakatla kabul gören bir insan hakları belgesidir.

Türkiye anılan bu sözleşmeyi 1990 yılında imzalamıştır.

Çocukların yaşama hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı; zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden korunma hakkı; aile, kültür ve sosyal hayata eksiksiz katılma hakları insanlık vicdanın teminatı altındadır.

Bu haklar çiğnenemez, bu haklar yok sayılamaz.

Kim ki, çocukların hakkını, hukukunu inkar ve imha etmeye kalkıyorsa ya anasından doğduğuna pişman edilmeli ya da kurulacak bir darağacında boğazına yağlı urgan dolanmalıdır.

Kim olursa olsun, sübyancı şerefsizler iki cihanda da hasmımızdır.

Kadınları hedefine almış namert ve kanlı niyetler yok edilmeye mahkumdur.

Çocuk hakkı insan hakkıdır.

Kadın hakkı insan hakkıdır.

İnsan hakkı ise eşref-i mahlukata ait, bununla mündemiçtir.

Hak düşmez, hak zayi olmaz, mazlumun ahı yerde kalmaz, asla kalmayacaktır.

Utanmaz yüzlere, bunların tükenmez sözlerine, işitmez kulaklarına, görmez gözlerine adalet hakkın nefesi olup gereğini yapmalıdır.

Son günlerde medyaya yansıyan cinsel istismar vakalarını derin bir sızıyla lanetliyorum.

Parti olarak, yapılacak her hukuki ve yasal düzenlemeye sonuna kadar destek vereceğimizi huzurlarınızda kararlılıkla açıklıyorum.

Toplum hayatımızı sapıklardan ayıklamak, kudurmuş ilkellerden arındırmak amacıyla her sorumluluğu almaya hazır olduğumuzu ifade ve ilan ediyorum.

Unutmayınız, Yusuf Has Hacib’in işaret ettiği gibi, “hayâsızın yüzü etsiz bir kemiktir; hayâsızın özüyse kapanmaz bir gediktir.”

İnanıyorum ki haya, hayasızlığı; ahlak, yozlaşmayı; insanlık, izansızlığı; fazilet, felaketleri her cephede, her seviyede acı bir yenilgiyle tanıştıracaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Asırlardan beri önümüz kesilmek, yürüyüşümüz engellenmek isteniyor.

Asırlardır çevremizde oyun kuruluyor, milli çehremiz onur mücadelesi veriyor.

Yurt tuttuğumuz bu aziz topraklar emperyalistlerin iştahını kabartıyor.

Düşmanlıkların birisi bitse, diğeri başlıyor.

Saldırıların birisi dinse, bir başkası diriliyor.

Nice badireleri bertaraf edip geldiğimiz, nice çileleri çekip sığındığımız Anadolu coğrafyası zalimlerin gözüne batıyor, sürekli gündemlerinde tutuluyor.

Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönemini anlatırken aynen şöyle demişti:

“İmparatorluk şarkta, garpta şan ve şerefle dövüşüyor, kanı pahasına olan bir üstünlüğü devam ettirmek için elinden gelen her gayreti sarfediyordu.”

Bir bakıma bugün de aynı durumda değil miyiz?

Bugün de çok cepheli sürdürülen saldırı ve tahriklere karşı yüreklice duruş göstermiyor muyuz?

Kan pahasına, can pahasına milli bekamızı muhafaza ve müdafaa için korkusuzca ileri atılmıyor muyuz?

Bu soruların tamamına verilecek tek cevap şüphesiz evettir.

Bunların hepsini tarih boyunca yaptık, kadere ve talihe bakınız ki, yine yapmaya devam ediyoruz.

Türk milleti egemenlik haklarına vurulmak istenen prangaları kırıyor.

Türk milleti meşru bir savunma ve mücadele bilinciyle varlığına, birliğine, bekasına yönelmiş düşmanca emellere kahramanca duruş, korkusuzca vuruş gösteriyor.

Hak ile batıl bir kez daha karşılaşmıştır.

Hilal ile haç karşılıklı şekilde yeniden mevzilenmiştir.

Ardı arkası kesilmeyen barbarlıklar bir kez daha yaygınlaşmış, hatta yoğunlaşmıştır.

Zalimler, terör örgütlerinin arkasına saklanarak hiç kapanmamış hesaplarını görmek, çevreden merkeze, yani komşu ülkelerden Anadolu’nun bağrına kan dökerek, işgal ederek ulaşma amacına kilitlenmişlerdir.

Halen ne işiniz var Afrin’de diyenler; geçmişte ne arıyorsunuz Viyana kapılarında diyenlerin bugünkü varisleridir.

Böyle soruları ciddiye alsaydık, böyle telkinlere bir an için kapılmış olsaydık ne üç kıtaya ulaşabilir, ne de adımızı ve anılarımızı yaşatabilirdik.

Bu aşamada şunu da ifade etmeliyim ki, ne arıyorsunuz Afrin’de diyenlerle, Afrin’e girmeyin uyarısı yapanlar zihniyet itibariyle hıyanet madalyonun iki yüzü, aynı beşikte ninnisi söylenen iki sütkardeşidir.

İlk tehditte istiklalinden vazgeçen, ilk saldırıda tarihsel haklarından taviz veren bir milletin yaşaması tesadüflerin lütfuna bağlıdır.

Biz öyle bir milletiz ki, zoru başarır, imkansıza Allah’ın izniyle diz çöktürürüz.

Sıkıştığımız, sıkıntıya girdiğimiz, dara düştüğümüz her devirde bir milli mucizeyle kuşatmayı yardık, ihanet ve istilayı iman kuvvetiyle yerle yeksan ettik.

Bu milli iman ve irade hamd olsun henüz canlılığından, cesaretinden, cevvaliyetinden bir şey kaybetmiş değildir.

17’nci yüzyıl Divan Şairlerinden Bahâyî bakınız ne kadar etkili, ne kadar sarsıcı ifadelerle kahramanlığımızı satırlara dökmüştü:

“Bu ne olağanüstü bir kahramanlık gücüdür ki, hançerinin tesir ve üstünlüğü gökteki aydan, denizdeki balığa kadar geçerlidir.”

Elbette yeri gelirse gök kubbeyi çadır, güneşi de bayrak yapar, yine yıldırımlar gibi küfrün üzerine atılırız.

Kutlu mazimiz, iddiayla söylüyorum ki, parlak geleceğimizin kefilidir.

Biz kefaretimizi çoktan verdik.

Bedelse çoktan ödedik, çok şükür sırayı savdık.

Ve biz millet olarak bir elimize sancağımızı, diğer elimize de kefenimizi alarak Ötüken’den itibaren kervan kervan yola koyulduk, Söğütle beraber kafile kafile hedefe kilitlendik.

Bu kervan durmayacak, ariflerin, alimlerin, erenlerin, evliyaların, elleri öpülesi şühedanın, Allah dostu mübarek ahlak zirvelerinin duaları hürmetine durdurulamayacaktır.

Zira her şey tarihin tanıklığıyla meydandadır.

Türk milleti hafife alınamaz.

Türkiye görmezden gelinemez.

Varsayalım hafife aldılar, hadi görmezden geldiler diyelim; biliniz ki, Türk milleti hiçbir kursağa sığmaz, hiçbir şer güce kurban edilemez, hiçbir esaret zinciri bu asil milleti tutamaz, bu necip millete vurulamaz.

Küresel ve bölgesel düzeyde, hatta kendi içimizde, her türlü engellemeye rağmen, Afrin’deki terör örgütlerini kapsamına alan Zeytin Dalı Harekatı 32’nci gününe girmiştir.

Kahraman Mehmetçik Özgür Suriye Ordusu ile birlikte adım adım, aşama aşama Afrin’e yaklaşmaktadır.

Bu süreçte, 320 kilometrekarelik karasal alanda güvenliğin sağlandığı anlaşılmaktadır.

Kritik ve stratejik nokta ve yerleşim birimlerinin hainlerden temizliği peyderpey devam etmektedir.

Şu ana kadar yaklaşık bin 650 terörist etkisiz hale getirilmiştir.

Verdiğimiz şehit sayısı 32, sivil kaybımız 9’dur.

Yaralı sayımız ise 170’i bulmuştur.

Aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, minnetle anıyor, şehadetleri mübarek olsun diyorum.

Halen tedavi altında bulunan kahramanlarımıza şifalar diliyorum.

CHP Parti Meclisi’ne seçilen bir şahsın; “hayatta hiçbir laftan tiksinmedim, şehitler ölmez vatan bölünmezden tiksindiğim kadar” hakaretini ayaklarımın altında çiğniyor ve diyorum ki:

Sevseler de sevmeseler de, beğenseler de beğenmeseler de, şehitler ölmez vatan bölünmez.

Bayrak inmez, ezan dinmez.

Bunlar YPG’ye meftun, PKK’ya vurgun, şehitlere suskundur.

Bunlar FETÖ’ye hayran, milli şuura hasımdır.

Ve de bunların Atatürk’le yolları ayrılmış; kimisi Pensilvanya’ya, kimisi Kandil’e, kimisi de PYD/YPG üzerinden Washington’a hızla dümen kırmıştır.

Mehmetler Afrin’de başarıyla ilerledikçe içimizdeki müstevli kalıntıları telaşlanmakta, iftira ve ihanet mangasındaki yerlerini soluk soluğa almaktadırlar.

Ederi bir dolar olanlar da satılmışlıklarını unutarak bize küstahça, çok kaba bir dille, ağır ifadelerle sataşmaya kalkışmaktadır.

Gandisini, muhasebecisini, muhallebicisini bilmem; yaptıklarıyla küçülenler kirli sözlerle büyüyeceklerini asla zannetmesinler.

Dünya dönüyor dönmesine de, yörüngesi olmadan fırıl fırıl dönen omurgasızlara ne diyeceğiz?

Kibrit çöpü kadar ışık saçmayanların kendilerini olimpiyat meşalesi sanmaları akıl tutulması, ahlak karmaşası, şuur kaosuna işarettir ki, bunların sonu kendi anlayışları gibi kapkaranlıktır.

Afrin’de olağanüstü bir beka mücadelesi sürerken, cephe gerisinde fitne kuyusu kazmak dalalet, densizlik ve bozgunculuktur.

Türk milleti kötü niyet sahiplerini açık bir şekilde görmekte, gerekli notlarını almaktadır.

PKK/PYD/YPG hem saldırıp hendek kazmakta, hem de Türkiye’deki uzantılarıyla Zeytin Dalı Harekatı’nı sabote etmeye çalışmaktadır.

Ancak bu çırpınışlar beyhudedir.

Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi oyunu oynarlarsa oynasınlar, Afrin terörden mutlaka arındırılacaktır.

Ve Afrin’e Türk askeri girecek, ay yıldızlı al bayrağı hak ettiği yükseğe, istiklalimizin manzum eseri eşliğinde eninde sonunda gururla çekecektir.

Bundan kaçış yoktur.

Bundan kurtuluş da yoktur.

Teröristler kaçtıkları yere kadar kovalanmalıdır.

Hazırlayıp tuzakladıkları el yapımı patlayıcılar, mayınlar bumerang gibi dönüp hainleri vuracaktır.

Kazdıkları çukurlar, açtıkları hendekler sonlarını getirecektir.

En son terörist teslim alınasıya veya yok edilesiye kadar Türk milleti dua ve desteğiyle kahramanların yanındadır.

Afrin’den geri dönüş, beka davasından en ufak taviz yoktur, olmamalıdır.

YPG’nin kadınları silahlandırması, çocuklara silah dağıtması, masumları kalkan olarak kullanması, sivillerin arasına gizlenme çabası, inanıyorum ki, hiçbir işe yaramayacaktır.

Korkunun ecele faydası nerede görülmüştür?

İhanetin imana galebe çalması ne zaman duyulmuştur?

ABD’nin tavrı ne olursa olsun terörün Afrin’deki başı ezilecektir.

Esad ise yanılıp yenilip Afrin’e girerse, PKK/PYD/YPG ile aynı cepheye düşerse elbette ki sonuçlarına katlanmak durumunda kalacaktır.

Afrin, Şam yönetiminin aklına yeni mi gelmiştir?

Bu nasıl bir çelişkidir?

Bu nasıl bir çarpıklıktır?

Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıdır.

Meselenin bu kısmında bir kuşkumuz, bir tereddüdümüz yoktur.

Ancak Esad, kendi topraklarından milli bekamıza yönelen terör tehdidiyle başa çıkmak için herhangi bir irade bu zamana kadar göstermiş değildir.

Doğrulanmasa da, teyidi yapılmasa da, Esad’ın PKK/PYD’yle birlikte Türkiye’ye karşı Afrin’de açık tavır alması felakete davetiye, Suriye’nin bölünmesine açık çek işlevi görecektir.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın dün Rusya Devlet Başkanı’yla telefon diyaloğu ve bu vesileyle Suriye’yi uyarması son derece makul ve yerinde bir müdahaledir.

Suriye’nin kuzeyi fillen ve uzun bir süredir terör örgütleri tarafından istilaya uğramıştır.

Peki Esad neredeydi?

Niye tepkisini göstermedi?

Hangi sivil ve masumları bombalıyordu?

Afrin’de sayıları 13 bini bulan teröristin varlığı iddia ediliyorken, bunların yuvalanmasına, yerleşmesine, sözde kanton kurmalarına hangi mantık ve mağlup olmuş vicdanla sessiz kalındı?

Türkiye, Afrin’de bir savaşın tarafı değil, terörle haklı bir mücadelenin içindedir.

Amaç bellidir.

Ulaşılmak istenen hedef bilinmektedir.

Suriye yönetiminin, Türk ordusuna işgalci demesi de yalnızca hezeyan ve seviyesizliktir.

Asıl kimlerin işgale heveslendiği ortadadır

Kimsenin toprağında gözümüz yoktur.

Ama kimsenin de topraklarımızda gözünün olmaması tarihi, hukuki ve ahlaki bir mükellefiyettir.

Şayet gözü olan varsa, herkes bilmelidir ki, o gözü çıkarmasını, o göze çomak sokmasını çok iyi bilir, çok da iyi yaparız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Zeytin Dalı Harekatı sürerken, geçen hafta Türkiye’yle ABD arasında yoğun bir görüşme trafiği yaşanmış, gergin ilişkiler nispeten ve ilk bakışta yumuşama eğilimi göstermiştir.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanının ülkemize gerçekleştirdiği ziyaretin ardından iki ülke savunma bakanları geçtiğimiz Çarşamba günü Brüksel’de bir araya gelmişlerdir.

Bu görüşmeden bir gün sonra ABD Dışişleri Bakanı ülkemizi ziyaret etmiştir.

Biz daha önce iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için atılması gereken adımların neler olduğunu ifade etmiştik.

Görüşlerimizi aynısıyla muhafaza ediyoruz.

Başta Zeytin Dalı Harekâtı olmak üzere, terör tehdidinin ortadan kaldırılmasına yönelik iradeden taviz verilmesinin söz konusu olmayacağını söylemiştik.

PKK/PYD terör örgütüne verilen desteğin derhal kesilmesini ön şart görmüş, duruşumuzu bu şekilde sergilemiştik.

Menbiç’teki PKK/PYD varlığının sonlandırılmasını ısrarla vurgulamıştık.

Ne var ki ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyaretiyle birlikte peşpeşe yapılan çelişkili açıklamalar kuşkularımızı maalesef daha da tetiklemiştir.

ABD Ulusal İstihbarat Direktörü’nün kendi ülkesinin Kongresi’ne sunduğu bir raporda PYD/YPG’nin Suriye’de muhtemel bir otonom bölge arayışında olduğu tespit edilmiştir.

Bu girişime de Türkiye, Rusya ve İran’ın müsaade etmeyeceği değerlendirilmiştir.

Geldiğimiz bu aşamada, ABD’nin Suriye’deki temel hedefinin PKK/PYD terör örgütünü sözde meşru bir yönetim kılıfına sokmak istediği artık sır değildir.

Kuzey Irak modelinin, Kuzey Suriye’ye uyarlanma hazırlığı medyaya bile yansımıştır.

Son gelişmelerin seyri böyleyken, ABD’nin bölgesel politikası, kendi kuruluşlarının raporlarıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

PKK/YPG’ye binlerce tır dolusu silah yardımı yapan, bununla da yetinmeyip 550 milyon dolar bütçe ayıran Beyaz Saray yönetimi, öyle anlaşılmaktadır ki, Suriye’nin bölünmesini hedeflemiştir.

Bu ülkenin Ortadoğu politikasının ağırlık merkezlerinden birisi PKK/PYD’ye terör devleti kurdurmaktır.

Diğer yandan ABD Savunma Bakanı YPG ile PKK’yı birbirinden ayırıp çatıştırma önerisinde bulunmuştur.

İtiraf edilen vahim politika, kimin kime tetikçilik yaptığının, kimin kimlerle düşüp kalktığının net bir delili olmuştur.

Bu durum ABD’nin devlet ciddiyetinden ne kadar uzaklaştığının açık bir göstergesidir.

ABD Savunma Bakanı, PKK ve YPG’nin vasiliğini kabullenmiş, dahası tuzaklarla dolu, asla kabulü olmayan bir ifadenin tarafı haline gelmiştir.

YPG ve PKK birbirinden hiçbir farkı olmayan iki katil, iki bölücü terör örgütüdür.

ABD madem bu kadar PKK/YPG’ye sözü geçiyor idiyse, yıllardır terör saldırıları karşısında niye sesi çıkmamış, bir iki cılız kınama mesajından öteye neden geçememiştir?

Türkiye’ye, terör örgütü PKK/PYD’ye orantılı ve ölçülü karşılık vermesi konusunda tavsiyelerde bulunan NATO Genel Sekreteri bu olan bitene ne diyecektir?

NATO, orantısız bir ahlak kaybıyla bize sınır çizmeyi bırakmalı, terör örgütlerine karşı sesini yükseltmeli, safını belirlemelidir.

NATO üyesi Türkiye midir? Yoksa PKK/PYD midir?

Müttefiklik hukukunun namusunu kirletenler kimin değirmenine, hangi maksatla su taşımaktadır?

Bu şartlar altında kötü günümüzde yanımızda olmayan NATO’yu iyi günümüzde ne yapalım, neyine umut bağlayalım?

YPG’yi kuran düşman zihniyetle PKK’yı kiralayan ve kullanan sefil anlayış bir ve aynıdır.

ABD’nin bunun bilmemesi mümkün değildir.

NATO’nun bu gerçekleri yeni duyması da aklın inkarıdır.

PKK eşittir PYD, o da eşittir YPG’dir.

FETÖ de bunların bir diğer kanlı ve hain kardeş örgütüdür.

ABD’li Savunma Bakanı, YPG ile PKK’yı birbirinden ayırma senaryosunu devreye almak isterken bu kez de bu ülkenin Dışişleri Bakanı YPG’ye hiçbir ağır silah vermedikleri yalanına müracaat etmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı, 11-16 Şubat 2018 tarih aralığında çıktığı Ortadoğu ziyaretinin son durağı olan Türkiye’de, kabine arkadaşıyla birer gün arayla ters düşmüştür.

ABD’li bir bakan PYD/YPG’ye silah verdiklerini, diğeri de ağır silah vermediklerini iddia etmiştir.

Silahın ağırı hafifi olmaz, nitekim silah silahtır.

Terör örgütünün kanlı cinayetleri, bilhassa ABD ve Rus menşeli silahlarla işlenmiştir.

ABD’li bakanların ya birbirinden haberi yoktur, ya da bunlar Türk milletini ahmak yerine koyacak kadar rezilliğe gömülmüşlerdir.

ABD, 5 bin tırın içerisinde PKK/PYD’li teröristlere çiklet ve şekerleme mi göndermiştir?

Kimse aklımızla alay etmesin.

Biz neyin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Türk milletinin arkasından ne oyunlar çevrildiğinin farkındayız.

Bütün bu gelişmelerin akabinde ABD Dışişleri Bakanı’nın ülkemizi ziyaretinde iki ülkenin Suriye ve Irak konusunda beraber çalışacağı ifade edilmiştir.

Ayrıca iki ülke arasındaki sorunların çözümü konusunda Mart ayına kadar üç ayrı ortak mekanizma kurulması kararlaştırılmış, ilk toplantının 14 Mart’ta yapılacağı dile getirilmiştir.

Suriye içerisinde fiili durum oluşturma ve demografik değişim yaratacak çabaların karşısında olunacağı belirtilmiştir.

Ancak bizim karnımız vaatlere toktur.

Ayinesi iştir kişinin, lafına bakılmayacaktır.

PKK/PYD’ye verilen destek kesilmeden, ülkemize Suriye konusunda verilen sözler yerine getirilmeden, FETÖ konusunda taleplerimiz karşılanmadan ABD ile var olan ilişkilerin ileri seviyeye taşınmasını beklemek aşırı iyimserlik, hatta saflıktır.

Türkiye sınır ötesindeki terör varlığının imhasına yönelik kararlı bir duruş sergilemektedir.

Fırat’ın batısı ya da doğusu fark etmeyecek, terör tehdidi tamamıyla ortadan kalkıncaya kadar mücadele Allah’ın izniyle devam edecektir.

Elbette ABD sözlerini yerine getirip sorumlu bir davranış sergilemeye başlar ve teröristlere verdiği yardımı keserse ilişkilerimizin düzelmesi kolaylaşacaktır.

Bunun için öncelikle sorumluluk ABD’nin sırtındadır.

Kaybetmeyi göze alamayacağımız sadece milli birliğimiz, vatanımız ve istiklalimizdir.

Gücümüzü bu iradeden alır, milli menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa heyecanla, sevdayla, azimle onu yaparız.

Zira durursak düşeriz, düşersek emperyalizm tıpkı Irak’ta olduğu gibi, tıpkı Suriye’de yaptığı gibi üzerimize kapaklanacaktır.

Müttefikliğimizin devamını ya da stratejik ortaklığın sürmesini arzulayanlar ilk önce milli hassasiyetlerimize saygı duymak mecburiyetinde olduklarını unutmamalıdırlar.

Aksi bir durumda yolunuz açık olsun der, tam bağımsızlık iradesiyle geleceğe emin adımlarla yürümekten de asla kaçınmaz, korkmayız.

Çünkü biz Türk milletiyiz.

Sadece Allah’ın huzurunda eğilir, mevzu bahis vatan olduğunda da diğer her şeyi, her zaman ve her durumda teferruat sayacak mertliği gösteririz.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi’yle Adalet ve Kalkınma Partisi arasında yapılan ittifak görüşmeleri tamamlanmıştır.

İki partiden belirlenen üç değerli arkadaşımızın katılımıyla oluşan Milli Mutabakat Komisyonu 14 Şubat 2018 Çarşamba günü son toplantısını gerçekleştirmiştir.

Toplantılar başarılı, özverili ve samimi bir havada geçmiştir.

Milli Mutabakat Komisyonu 9 defa toplanmış, 22 saat 45 dakika çalışmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanı’yla geçen Pazar günü yaptığımız oldukça verimli ve yararlı görüşme neticesinde de yapılacak yasal düzenlemelerin son şekli verilmiştir.

Allah kısmet ederse, yarın iki partiyi temsilen iki değerli arkadaşımız basın toplantısı düzenleyerek ittifakın boyut ve hukuki muhtevası hakkında milletimize bilgi vereceklerdir.

Ve de hazırlanmış 26 maddelik yasa teklifi TBMM’ne sunulacaktır.

Partimizi temsilen Komisyona katkı ve katılım sağlayan Genel Sekreter Yardımcımız ve Konya Milletvekilimiz Sayın Mustafa Kalaycı’ya, İstanbul Milletvekilimiz Sayın İsmail Faruk Aksu’ya, Afyonkarahisar Milletvekilimiz Sayın Mehmet Parsak’a,

Adalet ve Kalkınma Partisi’ni temsilen kurulmuş Komisyona dahil olan; Adalet Bakanı ve Gaziantep Milletvekili Sayın Abdulhamit Gül’e, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Şentop’a, Genel Başkan Yardımcısı ve Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mahir Ünal’a,

Elbette yapıcı tavırlarıyla destek ve katkısını sürekli gösteren Sayın Cumhurbaşkanı’na huzurlarınızda içtenlikle teşekkür ediyorum.

TBMM’ye sunulacak kanun teklifinin ve 2019 yılını kapsayacak milli ittifakın milletimize, ülkemize, partilerimize ve demokrasimize hayırlı olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.

Son olarak bir konuya daha temas edip konuşmamı noktalamak istiyorum:

TBMM’de, geçen yıl Kasım ayında kabul edilen 7061 sayılı Kanunla, Gazilerimizin “hizmetli” unvanlı kadro ve pozisyonlar yerine “memur” unvanlı kadro ve pozisyonlara atanmaları düzenlenmişti.

Parti olarak gazilerimizle ilgili yapılan düzenlemeyi desteklemekle birlikte, şehit ve gazi yakınlarının da “memur” unvanlı kadro ve pozisyonlara atanmaları görüşünde olduğumuzu ifade etmiştik.

Şehitlerimizin emanetlerine ve gazilerimize sahip çıkmak, korumak ve toplumda kendilerine yakışır bir hayat seviyesi sağlamak hepimizin görevidir.

Şehitlerimizin ailelerine ve gazilerimize hak ettikleri değeri vermeliyiz.

Onları her zaman ve her yerde onurlandıracak davranışlarda bulunmalıyız.

Bu itibarla, hizmetli unvanlı kadrolarda görev yapan şehit ve gazi yakınlarımızın, kadro ve pozisyon unvanları başka bir işleme gerek kalmaksızın memur olarak değiştirilmesini ümit ve temenni ediyorum.

Şehit ve gazilerimizin anne ve babalarına bağlanan aylık, her biri için asgari ücretin net tutarından az olmamak üzere artırılmalıdır.

Şehit yetimlerinin hepsine kamuda iş hakkı verilmelidir.

Gazilere 3600 günde emekli olabilme hakkı tanınmalıdır.

Ordu ve polis vazife malulü gazilerin aylıkları iyileştirilmelidir.

Muharip gazilerin sosyal güvencesi olsun olmasın hepsine aynı tutarda şeref aylığı ödenmesi, kendilerinden madalya için para istenme ayıbının ortadan kaldırılması mutlaka sağlanmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri bir kez hürmetle selamlıyor, başarılı bir hafta geçirmenizi diliyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.