Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 10 Nisan 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
10 Nisan 2018

 

 

 

 



Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken aziz heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

An itibariyle, bizleri dinleyen, bizleri izleyen, dua ve destekleriyle mücadelemize şevk ve heyecan katan yurdumun her güzel insanına, her vatandaşıma gönülden selamlarımı gönderiyorum.

Bugün Türk Polis Teşkilatının 173’üncü yıldönümünü hem gururla, hem de buruk bir kalple kutluyoruz.

Buruk bir kalple kutluyoruz, çünkü Türk polisi milli güvenliğimizi temin amacıyla çok sayıda şehit ve gazi vermiş, onca badirelere göğüs germiştir.

Polis olmak zordur, gece gündüz devlet için çalışmayı, millet için çırpınmayı gerektirir.

Polis olmak; özveri ister, özgüven ister, öz değerlere bağlılık ister, yetmedi mangal gibi yürek ister.

Türk Polis Teşkilatı;

Suç ve suçluyla mücadelede cesaret nişanesi,

Vatana, millete, bayrağa sevgide cevval bir sadakat timsali,

Masum ve mağdurları korumada asalet numunesi,

Hakk’a riayet, halka hürmet, hakikate dikkat gösteren fedakârlık zirvesi olarak 173 yılı geride bırakmıştır.

10 Nisan 1845’den bugüne kadar, emniyet ve esenliğin bekçisi, asayiş ve toplum huzurunun güvencesi olmayı başaran Türk Polis Teşkilatımızla haklı olarak övünüyor, haklarını almaları, hak ettikleri mevki ve mertebelere gelmeleri için üzerimize düşen ne varsa yapacağımızın sözünü çok net bir şekilde veriyorum.

Biz polislerimizin hangi zorluklar altında görevlerini icra ettiklerinin bilincindeyiz.

Biz polislerimizin nelere katlanarak, neleri göze alıp, ne tür engel ve engellemeleri aşarak mesleki onurlarını muhafazaya çabaladıklarının da farkındayız.

Halen görevdeki polislerimizle birlikte gönül huzuruyla emekliliğini yaşayanların sosyal ve ekonomik taleplerinin gerçekleşmesi için meşru ve yasal zeminlerde her inisiyatifi üstleneceğiz, her gayreti göstereceğiz.

Ek gösterge artışından tutun da, emekli polislerimize verilen ve yıllardır hiç değişmeyen 100 liralık temsil tazminatının yükseltilmesi için lazım gelen girişim ve müracaatları derhal yapacağımızdan herkesin emin olmasını özellikle temenni ediyorum.

Türk polisinin; hainlerle mücadele ederken, hiç kimseye muhtaç olmayan haysiyetli bir hayata ulaşmaları en tabii haklarıdır.

Bunu onlara çok göremeyiz.

Bunu onlardan esirgeyemeyiz.

Türk polisi Türk milletinin beka ve güvenliğinin 173 yıllık hizmetkârıdır.

Dilerim ki, Türk polisi mahşeri vicdan türbesinin inanmış türbedarı olarak her daim var olur.

Şunu unutmayalım ki, asıl polis, asıl hâkim ve savcı insanın kendi vicdanıdır.

Vicdan ışıldıyorsa, vicdan işliyorsa; iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın tafsilatlı tefriki mutlaka yapılacak, ne suç ne de suçlu aramızda barınmayacağı gibi başlarını kaldıracak dermanı bile bulunmayacaklardır.

15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü sırasında, teröristlerin havadan bombaladıkları Gölbaşı Polis Özel Harekât Daire Başkanlığı’nda şehit olan 51 kahramanımız başta olmak üzere,

Yurt içinde ve yurt dışında terörle mücadele esnasında şehadet şerbetinden içen aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

Türk Polis Teşkilatı’nın 173’üncü yıldönümünü içtenlikle kutluyor, halen görevinin başında bulunan veya emeklilik günlerini yaşayan, hiçbir millet düşmanına baş eğmemiş, onay vermemiş polislerimizi selamlıyor, hepsine aileleriyle birlikte en iyi dileklerimi sunuyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Gün geçmiyor ki, milletimizi sarsan ve acıya sevk eden bir olay yaşanmasın.

Gün geçmiyor ki, bir skandal patlamasın, bir vahşet ortaya çıkmasın.

5 Nisan 2018 Perşembe günü, Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nde duyanları şok eden, görenleri kahreden bir cinayet vuku bulmuştur.

Gözü dönmüş bir katil, insanlığın yüz karası bir cani anılan üniversiteyi kana ve kedere boğmuş, Türkiye’yi baştan ayağa öfkeye sokmuştur.

Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında Tokat Gaziosman Paşa Üniversitesi’nden Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne akademik çalışma ve araştırma amacıyla görevlendirilen karanlık şahıs önüne kim gelirse soğukkanlı bir şekilde katletmiştir.

Aralarında ülküdaşımız Fatih Özmutlu’nun da bulunduğu dört üniversite mensubu, milletimizin dört evladı maalesef hayatını kaybetmiştir.

Bu hain saldırı hakikaten de sözün bittiği noktayı işaret etmiştir.

Olayın önü ve arkası dikkate alındığında üzüntümüz kadar elbette kaygımız da büyümektedir.

Öncelikle görevlerinin başında uğradıkları silahlı saldırı neticesinde son nefeslerini veren kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

Ailelerinin, mesai arkadaşlarının, Eskişehirli vatandaşlarımın, aziz milletimizin, elbette hepimizin başısağolsun diyorum.

Üniversite hayatı tartışmalı,

Yurt dışında aldığı eğitimi şaibeli,

Karakter ve mizacı sorunlu,

Şahsiyet ve ahlakı sancılı,

Kavga ve şiddete meyilli,

Sosyal ve beşeri münasebetleri sakat ve marazi bir alçak birden bire ülke gündemine yerleşmiştir.

Bu alçak, üniversitede adeta terör estirmiş, akademik özgürlük ve hoşgörünün düşmanı kesilmiştir.

Önüne geleni, gözüne kestirdiğini, kafasına taktığını, hoşuna gitmeyeni, asılsız, mesnetsiz ihbar ve şikâyetlerle FETÖ’cü gösteren, FETÖ’cü diye suçlayan cani, bu tavırlarıyla Osmangazi Üniversitesi’nde huzursuzluk ve korku odağı haline gelmiştir.

Tertemiz insanlara çamur atan, üniversite ortamını karartan, çevresine huşunet ve husumetle davranan, bununla da kalmayıp dört ailenin umut ve hayallerini söndüren şerefsiz en ağır şekilde, hiçbir hafifletici sebep göstermeksizin cezalandırılmalı, bir daha da gün ışığı görmemelidir.

Üniversite yönetiminin hunhar olay sonrasında katil ile ilgili “akıl sağlığı yerinde değildi” açıklamasına sığınması özrün kabahatten büyüklüğüne çok açık delil teşkil etmiştir.

Cenab Şahabeddin’in, “başkası düştü mü çürük tahtaya basmasaydı deriz. Kendimiz düşünce bastığımız tahtanın çürük çıkmasından şikâyet ederiz” sözü burada anlamı bulmuştur.

Madem akıl sağlığı yoktu, neden gerekli önlemler alınmadı?

Madem bu alçağın aklından zoru vardı, niye itibar cellatlığı yapmasına sessiz ve tepkisiz kalındı?

Akli dengesi yerinde olmayan birisinin uyduruk şikâyetlerine ihtimam, ufunetli jurnallerine itibar edilmesi vahim bir çarpıklık, bir bakıma suç ortaklığı değil midir?

Ne işi vardır aklı ve ahlakı olmayan, üstelik ar damarı çatlak bir canavarın üniversitede?

Osmangazi Üniversitesi’nin yönetiminde bulunan şahıslar, yaşanmış bu kadar trajedi ve ağır sonuçlar karşısında, gereğini yapacak iradeyi, görevden ayrılacak basireti ne zaman, daha hangi hallerde göstereceklerdir?

Sorarım sizlere, üniversitede ilim ve irfanın omuzlarda olması gerekirken, masumların içine sere serpe uzandığı tabutların omuzlara alınması nasıl izah edilmelidir?

Suçlu sadece kurşunu sıkan mıdır?

Kaldı ki, bu katilin kripto FETÖ’cü olduğu herkesin dilinde, herkesin ifadesindedir.

Anlaşılan malum kripto FETÖ’cü suçsuz günahsız insanlara bühtanla saldırarak, suç imal ederek kendisini saklamaya, emellerini gizlemeye gayret etmiştir.

Cinayet gününe kadar da bunda ne yazık ki başarılı olmuştur.

Geçen haftaki grup konuşmamda demiştim ki;

“Kim ya da kimler ki, ona buna delilli, belgeli olmadan; önü-arkası tespit, teşhis ve tarif edilmeden FETÖ’cü diyorsa, dikkatinizi çekiyor ve uyarıyorum ki, onlarda bir kuyruk acısı, gizlenmeye, örtülmeye, kapatılmaya çaba gösterilen karanlık bir açık var demektir.”

İşte Osmangazi Üniversitesi’nde bunun acıklı bir örneği vuku bulmuştur.

Keşke yanılsaydık.

Keşke haklı çıkmasaydık.

FETÖ’cü olduğu konusunda güçlü emareler bulunan bir namus yoksunu, mezkur üniversiteyi kana ve gözyaşına bulamış, dahası saygınlığına gölge düşürmüştür.

YÖK derhal acil önlemleri devreye almalı, muhtemel saldırıların önüne geçmelidir.

Suç ve suçluya göz yumanlar, ön açanlar, buyur edenler de gizlenemeyecek kadar nettir.

Üstüne vazife olmadığı halde, Facebook, Twitter gibi sosyal medya zeminleri başta olmak üzere, ekranlarda, gazetelerde, aslı astarı olmadan ona buna FETÖ’cü diyen, onu bunu FETÖ’cü diye fişleyen, çeteci gösteren, dedikodu üreten, fitne yayan, değerli isimler üzerinde karalama yapan kim varsa, biliniz ki, ya lokması haram, ya da kripto damarın gizli hafiyesidir.

Bu hastalıklı tiplerin kimlerle sorunu varsa kötülemeye, suçlamaya, özellikle FETÖ’cü göstermeye çalışmaları Pensilvanya’nın ekmeğine yağ sürmektedir.

Bunlar, FETÖ’nün hedefleri için gizil ve gizli bir şekilde faaliyet içindedirler.

FETÖ’yle mücadeleyi çekemeyen sefiller bunlardır.

FETÖ’nün kökünün kurumasına bir yanda destek verir gibi görünüp diğer yanda takoz koymaya, mücadeleyi sulandırıp herkesi suçlu gibi göstermeye tevessül eden çıbanbaşları da bunlardır.

Diyeceğim odur ki, bunlara azami dikkat ediniz.

Bunlara aldanmayınız, bunlara kanmayınız, bunların oyunlarına gelmeyiniz.

FETÖ’yle mücadele ediyorum bahanesiyle, gerçek FETÖ’cüleri arkalayan, mazlumları hızara veren, insan onuruna kara çalan namertler mücadelenin önündeki en büyük engeldirler.

Bu engelin kaldırılması hepimiz için şarttır, vatan ve millet görevidir.

FETÖ’nün kripto damarı son derece faal ve aktiftir.

İlaveten devletle toplumu karşı karşıya getirmek için yeni tezgâhlar peşindedir.

FETÖ’yle mücadelede sonuç almak için projeyi hazırlayan mihraklar kadar, kripto damarın da tam manasıyla deşifresi, ardından da imhası çok acil ve kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

16 Ocak 2018 tarihli grup konuşmamda, FETÖ’yle mücadelede cevabını aradığımız sorularımızı sizlerle ve aziz milletimizle paylaşmış ve şunları sormuştum:

1-            FETÖ’yle mücadelede devlet aklı topyekûn devrede midir? Yoksa sınırlı sayıda kişinin, kısıtlı sayıda devlet ve siyaset adamının gayret ve çabasıyla mı süreç ilerlemektedir?

2-      FETÖ’yle mücadelenin bir stratejisi var mıdır? Bir konsept hazırlanmış mıdır? Siyasi ve hukuki bir eylem planı kurgulanmış mıdır?

3-      Fikri temelleri, milli hedefleri, hukuki sınırları berrak bir zihin ve siyasi kavrayışla belirlenmiş midir?

4-      Bu terör örgütüyle mücadelenin öncelikleri nedir? Neler olmalıdır? FETÖ’cülüğün standart bir tanım ve tasviri yapılmış mıdır?

5-      Biriken sosyal maliyet, devlete karşı yükselen önyargılar, toplumsal tabana yayılan mağduriyetler nasıl ve hangi tedbir zinciriyle bertaraf edilecektir?

Bu sorularıma verilecek makul ve mantıklı cevaplar, inanıyorum ki, mücadeleye herkesin onay vereceği, herkesin rahat bir nefes alacağı içerik katacak, istikamet çizecektir.

FETÖ’cülük zamanın bir anında durmuş, donmuş, beklemeye alınmış veya tesadüfen ortaya çıkmış bir halin, bir suçun, bir ihanetin özeti değildir.

FETÖ’cü, bilinçli hareket eden, kasten davranan, irtibat, iltisak ve bağlantılarıyla terör örgütünün büyümesine açıktan hizmet eden, bunu hayatının her anına taşıyan, her alanında yaşayan vatan hainidir.

Bize göre, FETÖ’cülüğün alametleri olarak;

Öncelikle bylock veya benzeri bir programı indirerek kullanmış, böylesi bir haberleşmeye gereklilik duymuş olmak,

Pensilvanyalı kardinale; ruhen, aklen, vicdanen iltica etmek, köleliğe tamam demek,

Terör örgütünün emellerine açıktan katkı vererek ve bunu süreklilik içinde yaparak hıyaneti diri tutmak, kanlı hedeflere kilitlenmek,

Dini kisveye bürünüp bir program dahilinde devleti ele geçirme hesaplarının merkezinde, vatanı parçalama planlarının içinde şuurla yer almak,

Terör örgütüne aidiyeti benimseyip kabullenmek, bunu da gerek yasa dışı yollarla gerekse de yasaların boşluklarından istifadeyle takviye etmektir.

Kanunen meşru bir sendika üyeliği muhatabını terörist yapacak mıdır?

Yine kanunlar çerçevesinde kurulmuş okullarda okumak, bankalara para yatırmak bir şahsın terör örgütü üyeliği için yeterli olacak mıdır?

Bunlar üzerine iyi düşünmek, yarınlarımızı riske atacak sosyal maliyetlere, içten içe büyüyen devlet düşmanlığına karşı mutlaka, ama mutlaka tedbir geliştirmek lazımdır.

FETÖ, yıllar boyunca devlet ve toplumla içiçe geçmiştir.

Bu çok bariz bir gerçektir.

Mücadelede örgütün tutunduğu zeminlerden sökülüp atılmasından ziyade yırtılarak, kazınarak, koparılarak yok edilmesi tek seçenek, tek çaredir.

Başka türlüsü de mümkün değildir.

İşte bu şartlar altında OHAL’in devamı, proje sahibi ülke ya da ülkelerle her düzeyde hesaplaşmaya hazırlık tarihi önemdedir.

Koro halinde, OHAL kalksın diyenler, kaosa alkış tutan, kripto damara göz kırpan şuursuz ve sorumsuz zihniyetlerdir.

Normal şartlarda değiliz ki OHAL’i kaldıralım.

Tehdit geçmedi ki OHAL’e son verelim.

CHP’sinden TÜSİAD’ına, AB’sinden BM’ne kadar OHAL’e karşı gelenler, öncelikle Türk milletinin beka meselesini kavramayan, kavramak gibi dertleri de olmayan maksatlı çevrelerdir.

Kripto damar kan dökmek, can havliyle efendilerinden aldığı talimatı yerine getirmek için hazırda beklerken, OHAL’i kaldırmaya teşebbüs veya bunu teşvik cinayettir, cüretkar bir gafilliktir.

Hele CHP yönetimi var ki, köprüye gelmeden geçmeye çalışacak kadar akıl fukarasıdır.

Akıl bir paraşüt gibidir, ancak açıldığı zaman iş görür.

CHP yönetiminin paraşütü uzun süredir kapalıdır, bunu da çakıldığı zaman bizzat anlayacaklardır.

Unutmayalım ki; kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte hem ışığı hem de gelecek treni görür.

Biz tüneli gördüğümüz gibi üzerimize gelen treni de çok net öngörüyoruz.

OHAL, hâlihazırda Türkiye gerçeğinin yansımasıdır.

Sürmesi de milli bir zorunluluktur.

FETÖ’cüler temizlenmeden, tehdit ve tehlikeler geçmeden OHAL bitmez, bitemez, bitmemelidir.

Aksini iddia edenler tek ayak üstünde kırk yalan söyleyen, müfteriklikte, iki yüzlülükte marka olan, Türkiye’nin var oluş davasına kast eden kokuşmuşlardır.

Bu kokuşmalara da Allah’ın izniyle müsaade etmeyeceğiz, tuzaklarında boğacağız.

Büyük kafaların büyük hedefleri vardır, küçük kafaların ise sadece arzuları.

Küçük kafalar talihsizliklere boyun eğerler.

Büyük kafalar ise talihsizliklerin üstünde yükselirler.

Türkiye yükselecektir, yükseklerde hak ettiği doruklara ulaşacaktır.

Buna hiçbir zalim, hiçbir hain, hiçbir işbirlikçi engel olamayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bugüne kadar ülkemiz, Suriye’de barışın sağlanması, sivil kayıpların en aza çekilmesi, mücavir toprakların terör örgütlerinden temizlenmesi adına samimi ve kararlı bir duruş sergilemiştir.

Ne acıdır ki Suriye’de sivil ve masumların ölümleri son bulmadı.

Bir yanda teröristler, diğer yanda zalim Esad bebeklere, kadınlara, savunmasız insanlara acımadan kıydılar, vahşilikte yarış içine girdiler.

Mazlumlar Suriye’de iki ateş arasında kaldı.

Bugün insanlığın gözü önünde, Doğu Guta ve çevresinde tam bir katliam yaşanmaktadır.

Esad rejimi sivillere kimyasal silahlarla saldırıp çocukları öldürecek kadar denetim ve kontrolden çıkmıştır.

Doğu Guta’daki Duma bölgesine Sarin Gazı atan Esad yönetimi çok sayıda masumun ölümüne sebep olmuştur.

Şam yönetimi hesabı mutlaka sorulması gereken bir insanlık suçu işlemiştir.

Zalim Esad meşruiyetini, inandırıcılığını tamamen kaybetmiştir.

Suriye topraklarında, 11’inci yüzyılda Haçlı müfrezeleri ne yapmışsa Esad aynısıyla tatbik etmekte, hatta vandallığı bir adım ileriye taşımaktadır.

Görünen odur ki, Frenk zihniyeti tekrar hortlamış, Esad’a hakim olmuştur.

Doğu Guta’nın Duma bölgesinde düzenlenen kimyasal saldırıyı nefretle kınıyor, şiddetle lanetliyorum.

Bu cani saldırganlıkta parmağı olan kim ya da kimler varsa doğduklarına pişman edilmelerini temenni ediyorum.

Önceki gece, Suriye’deki Tayfur askeri havaalanına yapılan füze saldırıları bölgenin çok şeye açık ve müsait olduğunu gözler önüne sermiştir.

Bu saldırıyı planlayıp icra edenlerle ilgili tutarsız, kafa karıştırıcı açıklamaların yapılması caniliği geriye itmekte, suçu gizlemektedir.

İnsanlık dışı saldırıların tevili yoktur.

Masumlara Sarin Gazıyla saldırılmasının hiçbir mazereti, hiçbir haklı gerekçesi olamayacaktır.

Esad döktüğü kanların, üstlendiği veballerin, işlediği cinayetlerin hesabını mutlaka vermelidir.

Artık Suriye’nin geleceğine, Suriyeliler karar vermeli, şiddeti durduracak irade ve müdahaleyi gecikmeksizin gösterebilmelidirler.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye-İran-Rusya 23 Ocak 2017 tarihinde Astana görüşmelerine başlamıştı.

Astana’da gerçekleşen ilk görüşme sonucunda üç ülkenin dışişleri bakanları Suriye’de ateşkesin ilan edildiği bölgelerde denetimde bulunmak için üçlü bir mekanizma kurulmasını kararlaştırmıştı.

Bölgesel istikrar adına ilk adım atılmış ve terör örgütü PYD/YPG’ye binlerce tır silah ve mühimmat gönderen ABD masanın dışında bırakılmıştı.

Astana’da kurulan masa etrafında dokuz görüşme gerçekleştirilmiştir.

Bu görüşmelerden sekizi 2017 yılında, sonuncusu ise 15 Mart 2018 tarihinde yapılmıştır.

Bölgesel istikrar için terörle mücadele eylem planı kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri PYD/YPG unsurlarının etkili olduğu alanlarda temizlik yapmış ve bölgeyi gerçek sahiplerine teslim etmiştir.

Suriyeli mültecilerin yurtlarına dönmesi ve kontrolsüz göçlerin tersine çevrilmesi için ortaya konulan irade meyvelerini vermeye başlamıştır.

Süren ve sürdürülen operasyonlar sivil hassasiyeti en üst düzeyde tutarak gerçekleştirilmektedir.

Bölgenin geleceği için Astana’da kurulan masa ile yetinilmemiş ve Türkiye-İran-Rusya Soçi’de yüksek düzeyli işbirliği için toplantılar düzenlenmiştir.

Suriye’de yedi yıldır süren iç savaş ortamının sona ermesi, buna bağlı olarak yaşanan sivil kayıpların önüne geçilmesi için yapıcı bir rol üstlenen Türkiye kısa zamanda önemli mesafeler almıştır.

4 Nisan’da Ankara’da Türkiye, Rusya ve İran Devlet Başkanlarının katılımıyla gerçekleşen liderler zirvesinde Suriye’nin istikrarlı geleceği ve terörle mücadele için varılan mutabakat bir kez daha yinelenmiştir.

Zirve sonrasında yapılan açıklamada üç ülkenin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik sergiledikleri duruş oldukça değerli ve önemlidir.

Bizim de görüşümüz bu yöndedir.

Ayrıca Türkiye’nin bölgede bulunan terör örgütlerine karşı başlattığı operasyonların devamı için ortaya koyduğu korkusuz irade bir kez daha dile getirilmiştir.

Unutulmamalıdır ki, Suriye’de yuvalanan terör örgütleri sadece Türkiye için değil, bölgedeki tüm devletler için tehdittir.

Aynı zamanda Esad rejiminin kimyasal silahlara sarılması tam bir facia, bölgesel ve küresel vicdana kast etmektir.

Var olan, günden güne derinlik kazanan tehditlerin ortadan kaldırılması, Suriye ve Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğü içinde huzura kavuşması Türkiye için bir beka meselesidir.

Ülke olarak “Suriye’deki terör örgütlerinden veya Esad rejiminin katliamlarından bize ne” demek gibi bir lüksümüz yoktur.

Devletin egemenlik haklarıyla birlikte milletin bekası tehlikeye girdiğinde karşımıza kim çıkarsa çıksın, bunlar sırtlarını nerelere dayarsa dayasınlar hak ettikleri dersi vermek, kafalarını ezmek yaşanmış Türk asırlarına karşı namus ve vefa borcumuzdur.

Biz borca sadığız, verdiğimiz sözü de Allah şahittir ki tutarız.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye’nin geleceğini tayin edecek, istikrar ve normalleşmesini temine yarayacak bir yönetim yapısıdır.

Bu nedenle lazım gelen, eksik kalan uyum yasalarının süratle çıkarılması gerekmektedir.

Cumhur İttifakı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin 2019’dan itibaren yerleşmesi, kurum ve kurallarıyla hayata geçmesi için tüm gücüyle çalışacaktır.

Bu maksatla Cumhur İttifakı’nın zayıflamasına, zaafa düşmesine hiçbir şart altında izin vermeyeceğiz.

2019 yılının Mart ayında yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri’nde dikkatli bir dil, hassas bir üslup, Cumhur İttifakı’nın doğasını zedelemeyecek bir kampanya stratejisi izleyeceğiz.

Asıl hedeften şaşmayacağız.

Ağaca bakarken, ormanı gözden kaçırmayacağız.

Zarfa değil, mazrufa kafa yoracağız.

Adalet ve Kalkınma Partisi’yle son derece olgun, düzeyli, seviyeli, anlaşmaya ve uzlaşmaya dayalı ittifak hukukunu Cumhurbaşkanı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerine kadar sürdüreceğiz.

Yol kazası istemiyoruz, siyasi provokasyonlara kapalı duruyoruz.

Kısır siyasi polemiklerle, sığ çıkar hesaplarıyla hareket etmedik, etmeyeceğiz.

Denizden geçmeyi amaçlarken derede boğulmayacağız.

Aşırı gurur, ışığa bakarken kör olmaktır; bu itibarla tevazudan, engin gönüllükten vazgeçmeyeceğiz.

Pusuya yatıp Cumhur İttifakı’nın çatlamasını bekleyen odaklara asla fırsat vermeyeceğiz.

CHP’liler PYD’yi selamlasın, PKK’lıları cezaevlerinde ziyarete koşsun.

Biz işimize bakacağız, önümüze bakacağız, milletimize bakacağız, Cumhur İttifakı’nın başarıya ulaşması için canla, başla mücadele edeceğiz.

CHP durmasın arka kapılarda, siyasi mahzenlerde, kuytu köşelerde İP’le görüşsün, HDP’yle buluşsun, FETÖ’yle uzlaşsın, PKK’yla anlaşsın; biz cumhurun iffet ve iradesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatmanın heves ve heyecanıyla yoğrulacağız.

Biz Zeytin Dalı Hareketi’nin zafer ve onuruyla sevinirken, bu miras yedi CHP hazımsızlık krizine girip sanatçılarla uğraşmaya, bunlara hakarete girişmiştir.

Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı eşliğinde Hatay Oğulpınar Hudut Karakolu’na giden sanatçılara, sporculara reziller diyerek kesif bir cephe açmıştır.

Her yeni açıklaması bir öncekini aratan CHP liderindeki tahammülsüzlük, basiretsizlik; hezeyan boyutlarını aşmış, siyasi cinnete varmıştır.

“Politik çapsızlık ve yetersizlik sendromu” kronik bir hâl alan Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkanı kulağı duymuyor; diline gelen, gönlünden geçene bile rahmet okutuyor.

Diyor ya Hz. Mevlana; “garez gelince hüner kaybolur, yüzlerce perde iner gönülden göze.”

CHP liderinin malum sanatçıların Afrin’de destan yazan Mehmetçiğe moral ziyaretini en hakaretamiz ifadelerle eleştirmesi akıl tutulması, ahlak kırılmasıdır.

Kılıçdaroğlu’nun Mehmetçiği bağrına basanlara büyük bir şiddetle saldırması, sadece düşünce özgürlüğüyle açıklanamaz.

Bu son çıkışta; millete yabancı bir zihniyet, çarpık bir bakış açısı, sakat bir dünya görüşü çok net biçimde sırıtmaktadır. 

CHP'nin sanatçı kabul ve takdir kriterleri de evlere şenliktir.

Ana muhalefetin başındaki bu zat, her geçen gün tarzını ve üslubunu çirkinleştirmekte, çirkefleştirmektedir.

Türkiye’de aşırı solcu olmayan, devlete isyan etmeyen, sözde barış adına Türk askerinin haklı operasyonlarına karşı çıkmayan, HDP’yi zımnen de olsa desteklemeyen sanatçı; CHP tarafından sanatçıdan sayılmıyor.

Böyle bir zihniyete tek kelimeyle yazıklar olsun diyoruz.  

CHP’nin, Afrin şehitlerini anmak isteyen üniversite öğrencilerine saldıran teröristlere “evlatlarımız!” diye sahip çıkmasıyla Afrin kahramanlarına moral ziyareti düzenleyen sanatçılara hakaret etmesi aynı ruh hastalığının belirtisidir.

Bugünkü CHP, aziz Atatürk’ten sonra özellikle sanat camiasında kutuplaşmayı ve ayrışmayı körükleyen, kendileri gibi düşünüp inanmayanları dışlayan, tutucu, softa ve yobaz bir geleneğin siyasi temsilcisi hâline gelmiştir.

Ana muhalefet, halktan kopmuş, millî hassasiyetlerden uzaklaşmış; örf, âdet ve geleneklerimizle köprüleri atmıştır.

CHP, Türk milletinin gerçeklerinden ve sosyal dinamiklerden bihaber siyasi garabete dönüşmüştür.

Ne yazık ki Cumhuriyet’i kuran parti, kurucu değerlerden hızla uzaklaşarak “Cumhuriyet düşmanlarının ini” hâline gelmiştir.

Vatanseverlik, bayrak aşkı, millet sevdası, terörle mücadele gibi konular siyaset üstüdür.

Vatan ve bayrak sevgisinin, millî meseleler karşısında coşkun hissiyatın toplumsal tezahürünün sanatçılarda makes bulması olağandır, doğaldır ve normaldir.  

Asıl anormal olan,  asıl ahlaki düşüklük olan bu makesin gözü dönmüşçesine eleştirilmesidir.

Millet tarafından beğenilen sanatçıların, kahraman askerlerimize moral vermek üzere ziyaret davetine icabet etmeleri alkışlanacak bir tutumdur.

Bundan eleştiri gerekçesi çıkarmak; cehalettir, aymazlıktır, terbiyesizliktir, tabansızlıktır.

Sayın Kılıçdaroğlu, rahatsız olduysa kendisine yakışanı yapmasını tavsiye ederiz.

Cumhurbaşkanı kamuflaj giyip sanatçılarla birlikte sınır karakolumuza gitmişken, Sayın Kılıçdaroğlu da mekapları ayağına geçirip terörist kıyafetlerini üzerine giyip doğruca PKK/PYD/YPG tünellerinde soluğu alabilir, arkadaşlarıyla çay partili, bol bol ihanet anısıyla dolu akşamlarda hasret giderebilir.

Önüne geçen yoktur, karşısında engel yoktur.

Buyursun, yolu açık olsun.

Ancak Türk milletinin hakkında vereceği siyasi hükme de ister seve seve, ister zoruna gide gide rıza göstersin, göstermek durumunda kalsın.

Millî Mücadele yıllarında; Halide Edip başta olmak üzere dönemin yazar, sanatçı ve gazetecilerinin çoğunluğu Mustafa Kemal Paşa’ya ve Ankara hükûmetine açık destek vermişlerdi.

Hatta Halide Edip, cepheye giderek Halide Onbaşı unvanını almıştı.

Sayın Kılıçdaroğlu, bunu da eleştirecek midir?

Millî Mücadele’ye hasım olan Ali Kemal ve muhalif İstanbul basınının sergilediği tutumun aynısıyla CHP’de vücut bulması kepazeliktir.

CHP lideri Kılıçdaroğlu; söz konusu çıkışıyla Türkiye’nin bekası için gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı’nı tenkit eden, ülkemizin terörle mücadelesine karşı çıkan emperyalist ülkelere ve onların taşeronlarına dolaylı destek vermiş, kucak açmıştır.

Türk milleti temellerinden kopan CHP’yi mahkum edecek, siyasi erimeye bırakacaktır.

Gezi seviciler, Kandil sevdalıları, YPG’ci düşükler, FETÖ’cü şerefsizler, eski tüfekler, komünist kalıntılar, Türklüğe ve devlete küfreden sözde sanatçılar CHP’nin çöken çatısı altında kalacaklar, sonlarını hazırlayacaklardır.

Diyorum ki, bu CHP’den bir halt olmaz, bu CHP’den bir sonuç çıkmaz.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bazı derneklerle düzenlediği “Gençlik ve İnanç Çalıştayı”nın sonuç bildirgesinde, hepimizi tedirgin ve rahatsız eden bir tespit yapılmıştır.

Buna göre Türk gençliği deizme kayıyormuş.

Yani Allah’a inanan, ama dine inanmayan bir gençlik doğuyormuş.

Bu neticeye nasıl ulaşıldı, hangi delil ve tespitlerle böylesi bir kanaat uyandı bize göre belirsizdir.

İmam Hatipli kardeşlerimizin de bu kategoriye alınması oldukça düşündürücü, oldukça sarsıcıdır.

Şunu özellikle ifade etmeliyim ki, Türk gençliği inançlıdır, ahlaklıdır, imanlıdır, dinine, diyanetine, geleneksel değerlerine, kültürel emanetlerine bağlı ve sadıktır.

Türk gençliğinin deizme kaydığını söylemek densiz bir uydurmadır.

Yüzbinlerce Ülkü Ocaklı evladım bu tezi çürüten bir asalete, duruşa, ve inanca şuurla sahiptir.

Türk gençliğinin itham edilmesi, töhmet altında bırakılması ayıplı ve ahlaksız bir komplodur.

Düşünmek görmektir, temiz bir vicdanla düşünenler gerçekleri muhakkak surette göreceklerdir.

Atalarımız boşuna söylememiş; arife günü yalan söyleyen, bayram günü utanır.

Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar, onurları kaldıysa nedamet getirsinler.

Yüksek ülküler yüksek dağlara benzer, alışık olmayanları ürkütür.

Türk gençliği yüksek ülkülere tırmanmayı göze alan, eften püften tezviratları ayağının altına alan inanç ve iman erleridir.

Onlar gelecektir, gelecek onların iradelerine emanettir.

Deizmle uğraşanlar, önce haram yiyenlere baksınlar.

Sahte fetva makamlarıyla uğraşsınlar.

Çocukları istismar eden kansızlarla ilgili çalıştay düzenlesinler.

Münafıklara, müşrik emellere, kafir niyetlere tedbir alsınlar.

Bırakın hayallere pranga vurmayı.

Düşün Türk gençliğinin yakasından.

Çekin ellerinizi Türk gençliğinin yarınlarından.

Türk gençliği haklıdır, haysiyetlidir, erdemlidir, inanç kalpazanlarının, din tacirlerinin üstesinden gelecek güce, yeterliliğe, kabiliyet ve kifayete hamd olsun sahiptir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Sözlerime son vermeden, Yunanistan’ın yandan çarklı, icazetli ve ruhen tükenmiş Savunma Bakanı’nın söz ve tehditlerine de kısaca değinmek istiyorum.

Bu bakan artığı, Türkiye’yi düşman olarak nitelemiş.

Ege adalarına ve sınıra ilave 7 bin asker göndermiş.

Birlik olup bizi ezeceklermiş.

Mart ayının başında tutuklanan iki Yunan askeri için de; “gerekirse gider onları alır getiririz” demiş.

Anlaşılan Yunan Savunma Bakanı aklını kaybetmiş, yediği yürek kendisini çıldırmanın eşiğine getirmiş.

Anlaşılan bu şahıs tarihi unutmuş, kovalandıkları, denize döküldükleri günleri hafızasından çıkarmış.

Arzu ederse, talebi olursa tarihi tekerrür ettirmek bizim için çocuk oyuncağıdır, bu defa Atina’ya kaçmakla da kurtulmaları imkansızdır.

Yunan Savunma Bakanı mitolojiye kendisini fazlasıyla kaptırmış olacak ki, Zeus’a özenmiş, Apollo’ya öykünmüş, Poseydon olmaya heveslenmiş.

Uykudaysa uyansın, histeri nöbetindeyse en yakın bir kliniğe yatsın.

Dedeleri Türk düşmanlığının bedelini ödediler, Anadolu’yu işgal ve istila teşebbüsünün cevabını er meydanlarında aldılar.

Konya kadar bile büyüklükte olmayan bir ülkenin sorumsuz ve sabıkalı siyasetçilerinin iki de bir dişlerini göstermesi beyhude bir çırpınmadır.

Biz yeri gelirse o dişleri sökmesini, hatta kırmasını çok iyi biliriz.

Keskin bıçak olmak için çok çekiç yedik, daha da çekiç kaldıran olursa kafasına geçiririz.

Çünkü biz Türk milletiyiz.

Yunan munan tanımayız, PKK, FETÖ, PYD’den anlamayız.

Esareti boğarız. Zilleti ezeriz. Karanlığı yırtarız.

Düştüğümüz yerden doğrulur, güneş olur doğarız.

Devir artık başkalarının ne düşündüğünün dikkate alındığı devir değildir.

Artık bu çağda herkes pozisyonunu Türkiye’ye göre belirlemek mecburiyetindedir.

Asır Türk asrıdır. Hedef Kızılelma, hedef Turan ülküsüdür.

Yunanistan’ın maceraperest bakanı ve aynı düşünceye sahip siyasetçileri önümüzü kesmeye kalkışırlarsa, enselerinden tutacak iradenin tıpkı 1920’li yıllarda olduğu gibi Anadolu’da hazır beklediğini de hesaba katmaları kendilerine hassaten tavsiyem ve tembihimdir.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı, saygıdeğer misafirlerimizi hürmetle selamlıyor, başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Bu hafta idrak edeceğimiz Miraç Kandilimizin mübarek olmasını niyaz ediyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.