13.05.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

13 Mayıs 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Mensupları,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Bilindiği üzere 10 Mayıs–16 Mayıs arası ‘Engelliler Haftası’ olarak kutlanmaktadır.

Hepinizin takdir edeceği üzere, engelli vatandaşlarımızın maddi ve manevi varlıklarının iyileştirilmesi; üreten, kendi kendine yetebilen ve toplumla barışık fertler olabilmeleri için öncelikle devlete büyük görevler düşmektedir.

Engelli vatandaşlarımızın, karşı karşıya oldukları sorunlarının çözümü hakkında yapılması gereken mücadelenin kamuoyu tarafından tam olarak benimsenmesi ve bu konuda toplumsal bilincin yükseltilmesi aciliyeti olan çok önemli bir husustur.

Elbette bu sorumluluk da en başta siyasi iktidardadır.

Bilinmelidir ki, engelli vatandaşlarımıza sunulan hizmetler asla bir ikram değil, toplumsal ve insani mesuliyetten kaynaklanan insan olmanın getirdiği doğal bir sonuçtur. Onları bir eksiklik içinde görmemek ve bu eksikliklerini de hissettirmemek herkesin dikkat etmesi gereken bir davranış olmalıdır.

Ayrıca engelli vatandaşlarımızla ilgili yaklaşım ve değerlendirmelerde önceliğin, engelliğe neden olan faktörleri ortadan kaldırmaya veya en aza indirmeye ayrılması bir zorunluluktur.

Bireysel yardıma dayanan ve geçici çözümler üreten değil, engelli vatandaşlarımızın tercihlerini ön plana çıkaran, her türlü ayrımcılıkla mücadele eden bir politika izlenmesi şüphesiz doğru sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Engelin derecesi ne olursa olsun, bu vatandaşlarımızın insan onuruna yakışır bir hayat sürmesi ve onurlu bir üye olarak toplumda yer alması hepimize düşen müşterek bir görevdir.

Bu hafta vesilesiyle, engelli olmanın anlamı üzerine düşünülmesini, engelli vatandaşlarımızın toplumla bütünleşmesini ve yaşamaktan zevk almaları için gereken azami çabanın yerine getirilmesini diliyor, gönüllerimizin ve dikkatlerimizin engelli vatandaşlarımızla birlikte olduğunu belirtiyor hepsinin bu anlamlı haftasını kutluyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz hafta içinde terör örgütünün Mardin, Bingöl, Siirt ve Batman’da araziye yerleştirdiği patlayıcılar ve mayınlı saldırılar sonucu dört vatandaşımız hayatlarını kaybetmiş, altı güvenlik görevlimiz ve vatandaşımız yaralanmıştır.

Son olarak kanlı teröristlerin 9 Mayıs 2008 günü Hakkâri’deki Aktütün sınır karakolumuza yaptığı silahlı saldırıda 6 güvenlik görevlimiz şehit olmuş ve 2 askerimiz yaralanmıştır.

Şehit olan kahraman evlatlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

  • Bahar dönemine girilmesiyle birlikte alçak eylemleri için Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye sızma girişimlerine hız veren teröristlere, Irak topraklarında ve ülke içinde güvenlik güçlerimizce ağır zayiat verilmesi Türk milletinin yüreğini ferahlatmıştır.
  • Bu etkili ve başarılı askeri harekâtlar nedeniyle güvenlik güçlerimizi kalpten kutluyor ve takdir duygularımızı iletiyorum.

Sayın Milletvekilleri,

Türkiye’nin milli ve manevi değerleri etrafında süregelen tartışma ve polemiklerin son günlerde yeni boyutlar ve yoğunluk kazanmasını aziz milletimiz ibretle izlemektedir.

Bu tartışmalara Avrupa Birliği’nin de fiilen müdahil olması ve Brüksel müfettişlerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri hakkında uluorta küstahça beyanlarda bulunmaları, gerilim yüklü ortamı daha da ağırlaştırmıştır.

  • Türkiye’nin milli kimliğinin kapsayıcı olmadığı gerekçesiyle yeniden tanımlanmasını isteyen, milli devlet niteliğini ve üniter siyasi yapısını çağın gerçeklerine uygun olmadığı bahanesiyle sorgulayan Avrupa Birliği, şimdi de AKP’nin kapatılması sürecine müdahale kapsamında Cumhuriyetin değerlerini ve Türk demokrasisini tartışmaya açmıştır.
  • Türk toplumunu “liberal demokratik güçler”, “Müslüman demokratlar”, “aşırı laikler” ve “otoriter milliyetçiler” gibi karşıt gruplara bölen AB’nin sözde karşılaştırmalı siyaset bilimcileri;
  • Türkiye’de yaşanan krizleri bunlar arasındaki güç çatışmasına dayandırmakta,
  • Bu duruma gelinmesinin en büyük sorumlusu olan AKP’yi hala demokrasinin tek teminatı olarak gösterebilmekte ve,
  • Bu garabeti de Türkiye’ye, Venedik kriterleri, çağdaş demokrasi standartları, Avrupa hoşgörü vizyonu gibi süslü ambalajlarla pazarlamaya çalışmaktadır.
  • Kapatma davasını, Müslüman bir ülkede demokrasi ve laikliğin yürüyüp yürümeyeceğinin bir göstergesi haline getirerek adalet mekanizmasına baskı yapmayı amaçlayan Avrupa Birliği, bu amaçla laiklik ilkesine de el atmıştır.
  • Avrupa Birliği yetkilileri, son olarak, laiklik ilkesinin anlamından tanımına, korunmasından uygulanmasına kadar uzanan her alanda uzman bilirkişi edasıyla beyanat vermeye başlamıştır.
  • Türkiye’de laikliğin zorla dayatıldığını söyleyen Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı, kapatma davasını nüfusun çoğunluğu Müslüman bir ülkede gerçek demokrasinin bulunup bulunmayacağının ölçüsü olacağını söyleyerek AKP’ye koltuk değneği olmaya çalışmıştır.
  • Farklı tarihsel süreçler ve tecrübeler yaşayan Avrupa ülkelerine mensup AB yetkilileri, laiklik konusunda ahkam keserken, Türkiye’de bugün yaşanan tartışma ve gerginliklerin kaynağının Türk milletinin manevi değerleri ve laiklik ilkesinin tanımı olmadığını anlamaya çalışmamışlar, bu konuda hiçbir çaba sarfetmeden afaki değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
  • Buradaki temel sorunun, Türk milletinin bu ortak değerlerinin siyasi istismar vasıtası ve iç siyaset malzemesi yapılması olduğunu sağır sultan bile duymuşken, Brüksel müfettişleri bu gerçeklere kulaklarını tıkamışlardır.
  • Avrupa Birliği, Anayasa’da ifadesini bulan devlet düzeninin temel taşlarından birisi olan laiklik ilkesini, içi doldurulmamış ve anlamı belirsiz “klasik laiklik” – “demokratik laiklik” gibi kavramlar arasına sıkıştırılan sığ bir denklem içinde değerlendirme kolaycılığını ve fırsatçılığını seçmiştir.
  • Bunun sonucu, laikliğin günlük yaşamda korunması amacıyla “kamu denetçiliği” kurumu kurulması gibi garip önerileri, her derde deva bir çözüm reçetesi olarak Türkiye’nin önüne koymuştur.
  • Türkiye’deki din ve laiklik temelindeki cepheleşmeye bu çözümü öneren AB’nin, kendisinin de çok büyük sorumluluğu olduğu etnik temelde ayrışmaya karşı da benzer bir yapılanmayı savunması hiç de şaşırtıcı sayılmayacaktır.
  • Avrupa Birliği’nin bu süreçte bütün çabası, her dayatmasını karşılamaya amade Adalet ve Kalkınma Partisine siyasi paratonerlik yapmak olmuştur.
  • Avrupa Birliği yetkililerinin geçtiğimiz hafta içinde devletin temel ilkelerini, Türk demokrasisini, yargı kurumlarını ve Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını hedef alan beyanları, Brüksel’in AKP’nin kapatma davasına müdahil olarak fiilen katıldığını göstermiştir.
  • Türkiye’de siyasi iktidarın yargı ve bürokrasinin vesayeti altına sokulduğundan şikayet ederek ucuz ve sahte bir demokratlık rolünü oynamaya çalışan AKP ve yandaşlarının, Türkiye’nin bu hakaretlere mazur kalmasından büyük bir mutluluk duyması, aslında temsil ettikleri sakat siyaset anlayışının iflasının tescili olmuştur.
  • Avrupa Birliği’nin,  Türkiye’yi demokrasi ve siyasi kültürü gelişmemiş özürlü bir ülke olarak gören, Türk milletini Batı medeniyetinin çok gerisinde kalmış ve ancak dış müdahale ve zorlamalarla bir forma sokulabilecek bir topluluk saydığı ortadadır.
  • Bu itibarla Avrupa’nın vesayetini son sığınma limanı olarak görmek ve siyasi geleceğini kurtarmak için kapı kapı dolaşarak merhamet ve lütuf dilenciliği yapmak, bir siyasi partinin düşebileceği en utanç verici durumdur.
  • Altmış iki yıllık geçmişi olan çok partili siyasi hayatımızda fırtınalı ve gerilimli dönemler, demokrasinin askıya alındığı askeri müdahaleler yaşanmıştır.
  • Ancak, bu dönemlerden hiçbirinde, haksızlığa uğradığını düşünen, mağdur ve mahkum olan siyasi partiler ve siyasetçiler, dış baskı ve müdahalelerden medet ummamış, ülkesinin onurunu ve milletinin haysiyetini böyle bir terazinin bir kefesine koymayı aklından bile geçirmemiştir.
  • Türkiye böylesine yüz kızartıcı bir durumu, AKP’nin kapatma davası vesilesiyle ilk defa yaşamak talihsizliğine düşmüştür.
  • İktidar partisinin Türkiye’nin itibarının ayaklar altına alınması pahasına Avrupa Birliği’ne sığınması ve Brüksel’in Türkiye’yi aşağılayan beyanları Türk milletini derinden üzmüş ve rencide etmiştir.
  • Türkiye’ye iflah olmaz önyargıların penceresinden at gözlüğüyle bakan Avrupa Birliği;
  • Türkiye’yi, kendilerine mutlak anlamda biat eden AKP’den ibaret zannetmek ve,
  • Yabancı fonlardan beslenerek sahte aydın hüviyetiyle sözde demokrasi havariliği yapan bir avuç lobinin Türk milletinin hissiyatını temsil ettiğini varsaymak gibi bir yanılgıya düşmemelidir.
  • Türkiye’nin içişlerine karışmayı, milli değerlerine dil uzatmayı ve Türk milletini aşağılamayı sadece bir hak olarak değil, bir görev olarak gördüklerini söyleyecek kadar küstahlaşan Brüksel temsilcileri;
  • Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin sömürgesi ve uydusu olmadığını asla unutmamalı ve,
  • Potansiyel suçlu olarak göstermeye yeltendikleri Türk milliyetçilerinin, yüksek perdeden dile getirdikleri hezeyanları ve tehditleri ciddiye alacaklarını ve bundan çekineceklerini düşünmek gibi bir hesap hatası yapmamalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önümüzdeki zor ve nazik süreci, üç ayaktan oluşan bir strateji ile yürütmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır.

  • Birinci ayağın, Avrupa Birliği’nin desteğini yanında tutacak ve içerde demokrat olduğu izlenimini verecek makyaj niteliğinde bazı adımlar atmak olarak belirlendiği ortadadır.
  • Kapatma davasını; geçmişin üzerine sünger çekecek, AKP’nin son beş buçuk yılda yaptığı tahribat ve kötülükleri unutturacak ve yaşanan ekonomik sıkıntılar için günah keçisi olarak gösterilecek bir bahane ve imkan olarak kullanmak bu stratejinin ikinci ayağını oluşturmaktadır.
  • Üçüncü ayağın da milli irade edebiyatıyla ve dış destekle yargının taciz edilerek baskı altına alınması için her yolun denenmesi olduğu görülmektedir.
  • Bu stratejinin genel çerçevesi ve ana istikametleri büyük ölçüde ortaya çıkmıştır.
  • Ancak, birinci ayak kapsamında reform adı altında gündeme getirilecek AB dayatmalarının hangileri olacağı ve bunların uygulama takvimi henüz belirsizliğini korumaktadır.
  • Yargı reformu hazırlıklarının, kamuoyunda tartışmaya açılmadan ve çalışmaların Yargıtay’ın bilgisi dışında ve görüşü alınmadan sonuçlandırılması ve Avrupa Birliği’ne bizzat Adalet Bakanı tarafından sunulması, AKP hükümetinin tam ve mutlak teslimiyet politikasını bir kere daha gözler önüne sermiştir.
  • Geçtiğimiz hafta Ankara’da yapılan Türkiye-AB Troyka toplantısında, Türklüğe hakaretin önünü açan 301. maddede yapılan değişiklik AKP’nin “batılaşma ve çağdaşlaşma sertifikası” olarak AB temsilcilerine sunulmuş ve bu vesileyle Yargı Reformu Strateji taslağı  görücüye çıkarılmıştır.
  • Avrupa Birliği reform sürecinde;
  • AKP’nin gündeminde olan ve etnik bölücülerin siyasi taleplerinin hayata geçirilmesi amacıyla, üniter devlet yapısını tartışmaya açacak girişimlerin başlatılması için uygun bir ortam ve zemin bulunup bulunmayacağı,
  •  Teröristlere örtülü siyasi affın gündeme getirilip getirilemeyeceği ve,
  •  Siyasi unsurlar taşıyan çözüm paketinin açılıp açılmayacağı da zaman içinde görülecektir.
  • AKP hükümetinin, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin hayati milli çıkarlarını zedeleyecek ve ipotek altına alacak politikalar izlemesi ihtimali de çok ciddi bir risk teşkil etmektedir.
  • Kıbrıs’ta başlayan yeni görüşme süreci, AB’nin baskı ve yönlendirmesiyle Rum yönetimine ilişkin devlet politikalarından sapma anlamına gelecek örtülü adımlar atılıp atılmayacağı, bu kapsamda yakından izlenmesi gereken hususlardır.
  • Kuzey Irak’taki Bölgesel Yönetim ile başlatılan resmi ilişki süreci ile Barzani’ye açılım politikalarının, hem Irak’ta hem de Türkiye’de karşımıza çıkaracağı tehlikeli sonuçlar da aynı şekilde bu çerçevede büyük önem taşımaktadır.

Sayın Milletvekilleri,

  • Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda olduğu beşbuçuk yıl içinde, Türkiye’ye her alanda çok ağır bir bedel ödetmiş, istismar etmediği manevi değer, el uzatmadığı, tahrip etmediği milli değer kalmamış, ülke bir yangın yerine dönmüştür.
  • Yanlış ve beceriksiz politikalar sonucu ekonomi büyük bir felaketin eşiğine gelmiş, tarım çökmüş ve ekonomik ve sosyal hayatın her alanında büyük bir yıkım yaşanmıştır.
  • Dış politikada ve güvenlik alanında Türkiye’nin milli çıkarları, ucuz bir iç siyaset malzemesi olarak kullanılarak ateşe atılmıştır.
  • İktidar döneminde görülmemiş ölçüde bir vurgun ve yolsuzluk bataklığına saplanan AKP, Türkiye’nin milli kaynaklarını talan etmiş ve yandaşlarına peşkeş çekmiştir.
  • Bu yıkım döneminin sorumluları bunun hesabını önce Türk milletine sonra da Türk adaletine mutlaka ama mutlaka vereceklerdir.

Zamanı ve vadesi ne olursa olsun bu hesaplaşmadan kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir.

  • Ancak, Sayın Başbakan ve AKP’nin çıkmadık candan ümit kesilmez hesabıyla, Yüce Mahkemede açılan kapatma davasını;
  • Bütün bu kötülükleri unutturacak,
  • Hırsızlık, vurgun ve yolsuzlukların üzerini örtecek,
  • Ekonomik ve sosyal çöküntünün sorumluluğundan kendilerini kurtaracak bir aklanma imkanı olarak kullanabilir miyim hesabı içine girdiği anlaşılmaktadır.
  • Bu hesaba göre;
  • Anayasa Mahkemesindeki dava kapatmayla sonuçlanmazsa, AKP son beşbuçuk yılın sorumluluğunu bu davaya yükleyecek ve kaldığı yerden yola devam edecektir.
  • Hukuki sürecin sonunda parti kapatılırsa, Sayın Başbakan ve arkadaşları mağdur ve mazlum oldukları iddiasıyla Türk milletinin merhamet ve acıma duygularına sığınarak geçmişin bütün günahlarından bu yolla temizlenecek ve dokunulmazlık zırhını bir şekilde koruyacakları bir geçiş dönemi sonrası yeniden siyaset sahnesinde boy göstereceklerdir.
  • Bütün bunlara bakıldığında Sayın Başbakan’ın kapatma davasını geçmişin üzerine sünger çekecek bir imkan olarak gördüğü ve aslında içinden AKP’nin kapatılmasını istediği sonucu da çıkarılabilecektir.
  • Ancak, evdeki hesabın her zaman çarşıya uymadığı tecrübelerle sabittir.
  • “Herkesin bir hesabı varsa Allah’ın ve bizim de bir hesabımız vardır” diyen Sayın Başbakan’ın hesabının ne olduğu bizi ilgilendirmemektedir.
  • Ancak, unutmasın ki, Türk milletinin;
  • Temiz duygularla verdiği emanete ihanet edenlerle,
  • Vurgun ve soygun düzeni kuranlarla,
  • Kul ve yetim hakkına el uzatanlarla ve,
  • Geniş halk kitlelerini açlığa ve yoksulluğa mahkum ederek, bunların sırtından kendi siyasi saltanatını sürenlerle olan hesabı, mutlaka bu dünyada görülecektir.
  • Sayın Başbakan’ın siyasi manevraları ve oyunları, bu milli hesaplaşmayı engelleyemeyecek, erteleyemeyecek ve bunun sorumlularını hesap vermekten kurtaramayacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Önümüzdeki fırtınalı dönemde Türkiye’yi çok zor ve sıcak günler beklemektedir.

Belirsizliğin giderek yoğunlaştığı bu puslu ortamda, hükümetin Türkiye’yi yönetmede ve kendisini kontrol etmede büyük bir acz içine düşmesi ve gayri meşru ve gayri ahlaki yol ve yöntemlere başvurmayı çıkış ve kurtuluş yolu olarak görmesi çok vahim bir durum olacaktır.

  • Yargıyı kuşatma altına alarak tehdit ve hakaret boyutlarına ulaşan bir taciz, baskı ve etkileme kampanyası yürütülmesi, AKP’nin stratejisinin en tehlikeli yönünü oluşturmaktadır.
  • Kapatma davası sürecinde izlenen ve milli iradeyi temsil etme iddiasıyla yargıyı tanımama, muhatap almama, savunma yerine cevap verme ve tarihe ve yaşanan çağa not düşme gibi tezahürleri olan bu tutum, bir yönüyle suçluluk psikolojisinin yansımaları olarak da görülebilecektir.
  • Herkesin AKP’ye karşı komplo kurmak ve tuzağa düşürmek için seferber olduğu paranoyası, bir şuur altı takıntı ve savunma mekanizması olmanın ötesinde, bu psikolojinin dışa vurulması sayılabilecektir.
  • Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, iç ve dış destekçileriyle birlikte yargıyı baskı altına almak ve korku salmak için topyekün bir psikolojik savaş başlatması da, bu ruh halinden bağımsız olarak ele alınamayacaktır.
  • Bu amaçla tedavüle çıkarılan;
  • AKP’nin alternatifi yoktur,
  • Türkiye’nin bütünlüğünü temsil eden AKP kapatılırsa Türkiye bölünür,
  • Avrupa Birliği süreci biter,
  • Türkiye dünyadan kopar ve,
  • Ekonomi çöker gibi iddialarla Türk adaletini baskı altına alarak yönlendirmek için AKP’nin başvurduğu tehdit ve yıldırma araçları olmuştur.

Ancak, AKP yöneticileri çok iyi bilmelidir ki, bu yöndeki çabalar, sonuç vermeyecek beyhude gayretler olarak kalmaya mahkûmdur.

  • Siyasetçilerin her şart altında hesaplarını verebilmeleri, demokrasinin vazgeçilmez bir ön şartıdır.
  • Yargı süreci sonunda AKP’nin kapatılmaması yönünde bir karar çıkarsa, Milliyetçi Hareket Partisi demokrasi ve rejimin geleceği açısından bundan sadece memnuniyet duyacaktır.
  • Ancak, unutulmamalıdır ki, hiçbir siyasetçi ve siyasi parti vazgeçilmez ve alternatifsiz değildir.
  • Hiç temenni etmemekle birlikte, AKP’nin kapatılması halinde bu durum dünyanın sonu olmayacaktır.
  • Türk demokrasisi, bazı eksiklik ve sorunlarına rağmen, siyasi krizleri aşma olgunluğuna, iradesine ve kapasitesine sahiptir.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi görevinin başındadır.
  • Bu bakımdan Türk milleti bu konuda müsterih olmalıdır.
  • Burada tek sorun, bu krizden çıkış sürecinin tahribat derecesinin ne olacağı, bunun derinleşmesinin önlenerek katlanılabilir bir düzeyde tutulup tutulamayacağı noktasında düğümlenmektedir.
  • Bu konuda en büyük sorumluluk da Sayın Başbakan’ın omuzlarındadır.
  • Ancak, Sayın Başbakan’ın ruh hali, üslubu ve tavırlarının, bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmesinin önündeki en büyük engel olduğu görülmektedir.
  • Sayın Başbakan;
  • Herkesi suçlamaktan, herkesle kavga etmekten ve bağımsız yargıyı hedef almaktan vazgeçmelidir.
  • Milli iradenin, kendisine istediği her şeyi yapma ruhsatı anlamına gelmediğini idrak etmelidir.
  • Türkiye’yi germeyi bırakması ve tutunacağı ipi, Avrupa başkentlerinde ve yeminli Türkiye karşıtlarında değil, siyasi sağduyuda, sorumluluk ahlakında ve demokratik meşruiyette aramalıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Konuşmamın bu bölümünde; AKP hükümetinin, bir çığ gibi büyüyen işsizliği sözde azaltmak için açıkladığı istihdam paketi üzerinde değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Bugün ülkemiz, altıncı yılını yaşayan AKP iktidarının; siyasi, sosyal, ekonomik hayatta neden olduğu ağır tahribatın acı sonuçları ile yüz yüzedir.

İktidarın bu uzun süre içerisinde halkımızın iş, aş, üretim gibi temel ve insanca hayat için gereken taleplerine çözüm getiremediği ortaya çıkmıştır.

Artık söyleyecek yalanı, uyduracak mazereti kalmayan bu zihniyet için yolun sonuna gelinmiştir.

Beş yıldır bir türlü ulaşılamayan ekonomik hedeflerin bahanesini küresel ekonomide, merkez bankasının kararlarında, petrol fiyatlarının artışında aramaya çalışan hükümetin başarısızlığı saklanamayacak boyutlara ulaşmıştır.

Özellikle son haftalarda hükümet üyelerinin birbiri ardına yaptıkları açıklamalar, iktidar zihniyetinde bir panik havasının esmeye başladığının da göstergesi olmuştur.

İstihdamın artırılması, AKP iktidarlarının bir türlü yakalayamadığı hedeflerin başında gelmektedir.

Bize göre gerçek bir büyüme beraberinde iş kollarının artışını ve iş yerlerinin çoğalmasını getirmelidir. Bu ise üretimin artması, artan üretimin de istihdamı artırması demektir.

Oysa AKP iktidarında bu böyle olmamış, düşük kur- yüksek faiz ve sıcak paraya dayanan ithalat artışıyla istihdama yansımayan sanal büyüme gerçekleştirilmek istenmiştir.

AKP’nin bu temelsiz politikası ile istihdamın kaynağı olan üretici firmalarımız; destekten mahrum, korumasız, çaresiz bırakılmış ve bugün tükenme noktasına getirilmiştir.

Bu nedenle, dışarıdan almak zorunda kaldığımız her ürünün bizim için öncelikli anlamı; emeğinden, fikrinden, eğitiminden istifade edilemeyen aziz vatan evladı anlamına gelmektedir.

Devlet denen organizasyonların çağımızdaki en önemli görevi de zaten, vatandaşlarına iş alanı açarak temel yaşam ihtiyaçlarını başkalarına muhtaç olmadan temin etmelerini sağlamaktır.

İş ve istihdam, hem fikrin, hem emeğin hem beşeri potansiyelin azami kullanılmasının bir yolu, aynı zamanda huzurun, güvenliğin, erdemli bir yaşantının, ahlaklı bir toplumun ve geleceğe güvenin en önemli etkenidir.

Oysaki bugün ülkemizin her tarafında, sürekli bir iş ve helal kazançtan umudunu kaybetmiş, geleceğinden endişe eden, evine ekmek götüremeyen yüz binlerce vatandaşımızın feryatları işitilmektedir.

Türkiye’nin karşısındaki istihdam sorunu, maalesef ülkemizde yıllardır süregelen yanlış ve çarpık ekonomi politikalarının doğal sonucu ve kaçınılmaz akıbeti olarak kritik bir aşamaya gelmiştir.

Resmi rakamlarla Türkiye genelinde işsizlik oranı yüzde 11,3’e; kentlerde ise bu oran yüzde 13’e ulaşmıştır.

Gerçekte işsizlik oranı; iş bulma ümidini kaybeden ve çalışmaya hazır oldukları halde umutsuzluktan iş aramaktan vazgeçerek kahve köşelerine çekilen çaresiz vatandaşlarımızla birlikte yüzde 20’yi aşmış bulunmaktadır.

Bu rakamların doğal sonucu olarak, işgücüne katılma oranı da giderek düşmüş, yüzde 45,7 seviyesine gerilemiştir.

Dikkatimizi çeken ve AKP hükümetleri tarafından görmezden gelinen bir olgu da genç nüfustaki yüksek işsizlik oranındır. Geleceğimizin teminatı olan 15–24 yaş grubundaki işsiz evlatlarımızın oranı yüzde 21 seviyesine ulaşmıştır.

Ne hazindir ki bu genç işsizler ordusu, çaresiz ve umutsuz bir arayışla, iş bulma sırasının siyasi iktidar mensuplarının yakınlarından kendilerine gelmesini beklemektedir.

AKP hükümetinin aile fertleri ise şirket üstüne şirket kurup, lüks yaşamlarını hızla arttırırken, yüz binlerce vatandaşımız, insani bir hayatın asgari şartlarından çok uzakta yaşamaya çalışmaktadır. Bir paket makarna, bir kilo peynir, bir teneke yağ, bir torba un, bir kutu şekerle hayatını sürdürmeye zorlanmaktadır.

İşin düşündürücü yanı, Sayın Başbakan’ın bu adaletsiz düzeni “istikrar” adına hala savunması ve istismarını sürdürmeye çalışmasıdır.

Milletimiz adına, buradan başta Başbakan Erdoğan olmak üzere istikrar sözünü dilinden düşürmeyenlere şunları sormak istiyorum:

  • Açlık ve işsizlik artarken varlığı iddia edilen istikrar nerededir?
  • Fiyatlar artarken, gelirler düşerken, yakıt ve gıda fiyatları büyürken sözde istikrar bunun neresinde aranmalıdır?
  • Gündelik kazanca, sigortasız işlere, işporta tezgâhlarına olan talebin bile çığ gibi arttığı bu ortamın neresinde istikrar vardır?
  • Pazar tezgâhlarını seyretmekle yetinen, kendi yemeyip çocuğuna yediren ve kaderine terk edilen vatandaşlarımızın yoğunlaştığı bu sistemin istikrar neresindedir?

Bu sorulara Sayın Başbakan’ın ve partisinin vereceği namuslu ve vicdani bir cevap elbette olmayacaktır.

“Sokaklarda simit, su ve limon satarak buralara geldiğini” söyleyerek duygu sömürüsü yapan Başbakan vatandaşı unutmuş, kul ve yetim hakkına el uzatan yerli ve yabancı menfaat çetelerinin ümidi ve kurtarıcısı haline gelmiştir.

Ve ne üzücüdür ki, istikrar masalları, büyüdük yalanları, geliştik safsatalarıyla geçen AKP’li iktidar yılları her anlamda kayıp ve heba edilmiş dönemler olarak hatırlanacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Herkese iş sağlamak, tıpkı askere almak gibi, vergi toplamak gibi, eğitmek gibi devletin temel yükümlülüğüdür.

Bu itibarla, vatandaşına iş imkânı sunamamak iş ortamı oluşturamamak, bir ekonomik düzen için son derece ciddi bir kusurdur.

Bu durumun, bir yanda işsiz fertlerin ve ailelerinin maddi ve manevi mahrumiyetine neden olması kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra böylesi bir durum milli kalkınma için eksik kalmış bir fikir ve emek katılımının da işaretidir.

Bir başka ifade ile bir milletin sosyo kültürel ve ekonomik bütün varlığı ve mevcudiyeti, bu varlığın oluşması için emek ve düşünce katmış bütün vatandaşlarının kolektif birlikteliğinden oluşur.

Bu nedenle işsiz her insanımız, atıl duran bir potansiyelin ifadesi ve başkalarının ürettiği emeğin ve katılımının tüketicisidir.

Hükümetin istihdam konusundaki bitmek tükenmek bilmeyen başarısız arayışları bu açıdan bakıldığında tam acze düşmüş olduğunun açık bir göstergesidir.

Hukuk karşısında tehlikeye düşen siyasi varlığını korumayı önceliğe alan AKP hükümeti, partisinde bir kaos ve dağınıklık yaşanırken “İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı” adı altında bir istihdam paketini kamuoyunun gündemine taşımıştır.

Bu girişim Sayın Başbakan tarafından “yıllardır yapılamayan, cesaret edilemeyen” bir konu olarak takdim edilmiş, ne kadar cesur bir karar almış oldukları, fukaralığın üzerine nasıl gitmeye başladıkları altıncı yılın içindeki hükümet tarafından dile getirilmiştir.

Buradan sormak lazımdır?

  • Şayet ortada bir sorun var idiyse, altı yıllık iktidarınızda bu tedbirleri neden almadınız?
  • Sizden öncekileri korkak olmakla itham ettiğinize göre, bu cesareti geçmiş altı yılda neden göstermediniz?
  • Yoksa milyonlarca vatandaşımızın işsizlikten kıvranması AKP’nin siyasi ikbali ve oy toplaması için bir şantaj vasıtası mıydı?
  • Kapı kapı kömür dağıtarak yardıma muhtaç aile sayısının azalmasını bu maksatla mı önlediniz?

Her açıdan; ülkemizi yoran, çalışanımızı üzen, mağdurumuzu bıktıran, çiftçiyi dışlayan, emekliyi unutan, işsizi yok sayan, milletimizi kendi kaderine terk eden bu siyasi zihniyetin ülkemize vereceği de yapacağı da bir şey kalmamıştır.

Yılların ağır sorunları karşısında yorgun ve yoksul düşen aziz milletimiz artık gerçekleri görmektedir.

Dayanılamayacak noktaya gelmiş olan ekonomik faturanın zam ve vergi olarak kendisine kesileceğinin farkındadır.

Temennimiz, bir sosyal çalkantıya neden olmadan Türkiye’nin demokrasi içinde bu meselelere bir an önce ve kalıcı olarak çözüm bulmasıdır.

Milliyetçi Hareket milletimize reva görülen bu süreci kararlılıkla reddetmektedir.

Milletimizin hak ettiği, huzur, refah ve kalkınmanın bir an önce gerçekleşmesini arzulamaktadır.

Bu konuda Partimiz, aziz milletimizin sonuna kadar yanında ve destekçisidir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı