15.02.2007 - MYK Toplantısı Öncesi Yapmış Olduğu Basın Toplantısı Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Merkez Yönetim Kurulu Öncesinde
Yapmış Olduğu Basın Toplantısı Metni

15 Şubat 2007

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Merkez Yönetim Kurulumuz, Türkiye’nin iç ve dış politikada kriz yorgunu haline geldiği ve genel seçim sürecinin başladığı kritik bir dönemde, çok önemli konuların ele alınacağı bir gündemle toplanmaktadır.

Toplantımızın basına açık bu bölümünde, Türkiye’nin gerilimli ve fırtınalı gündeminde yer alan konulardaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu vesileyle, basınımızın değerli mensuplarını ve aziz dava ve ülkü arkadaşlarımı en sıcak duygularla selamlıyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Son dönemde yaşanan vahim olaylar ve ibret verici gelişmeler, Türkiye’nin önüne çıkarılan hain tuzakların amaçlarını ve yıkıcı boyutlarını bir kere daha ortaya koymuştur.

Bugünkü gerilim ortamı maalesef yeni husumet ve cepheleşme tohumlarının yeşermesine ve kök salmasına müsait bir zemin teşkil etmektedir.

Türk toplumunun kışkırtmalara açık, tehditlere karşı korumasız, güvensizliğin karanlığına itilmiş, sorunlu ve yaralı bir toplum haline getirilmesi için uzunca bir süredir tezgâhlanan sinsi oyunlarda yeni bir aşamaya gelinmiştir.

Bugün içinden geçtiğimiz sancılı ve sıkıntılı süreç, Türkiye’nin nereye sürüklendiği konusunda herkesin elini vicdanına koyarak ve ön yargıların esiri olmadan bir muhasebe yapmasını ve yaşananlardan gereken dersleri ve sonuçları çıkarmasını zorunlu kılmaktadır.

Bu, her şeyden önce, Türkiye’nin bir çatışma girdabının içine çekilmesinin ortak akıl ve sorumluluk duygusuyla önlenebilmesi için elzemdir.

AKP yönetiminde geçen son dört yıla bakıldığında, bugün karşımıza çıkan karanlık tablonun hazırlanmasında etkili olan şu iki gerçek bütün çıplaklığıyla görülecektir.

  • Türkiye, nihai hedefi milli birliğimizi ve toplumsal bünyemizi tahrip etmek ve etnik köken farklılıklarına dayalı bir ayrışma, yabancılaşma ve çatışma sürecini harekete geçirmek olan hain bir siyasi suikastın hedefi haline gelmiştir.
  • Bu amaçla, Türk milletinin kardeşliğini ve birlikte yaşama iradesini yıkmak için millet ve devlet olarak milli varlığımızı ifade eden ve bin yıldır paylaştığımız bütün değerler ve kavramlara karşı topyekün bir inkâr, dışlama ve aşağılama kampanyası başlatılmıştır.

Son dönemde estirilen tahrik fırtınaları ve Türk milliyetçiliğine karşı başlatılan topyekün suçlama ve karalama seferberliği, bu sinsi oyunun yeni bir sahne provası olarak görülmelidir.

Milliyetçi Hareket’in ve Türk milliyetçiliğinin hedef seçilmesinin nedenleri ortadadır.

Türkiye üzerinde karanlık oyunlar oynamak hevesinde olanların önündeki en büyük engel, gerçek manada Türk milliyetçiliği ruhu ve şuurudur.

İşte bunun içindir ki, bu milli ruh ve şuur, şaibe ve töhmet altında bırakılmak ve vicdanlarda mahkûm edilmek istenmektedir.

Maksatlı ve planlı olarak başlatılan bu topyekün kara çalma kampanyasında;

  • Türk milliyetçiliğine gönül vermek, suç karnesi olarak kabul edilmiş,
  • Bilimsel, fikri ve ahlaki temeli olmayan değerlendirmelerle Türk milliyetçiliğine yakıştırılmayan sıfat, yüklenmeyen günah kalmamış,
  • Türk milliyetçiliği; şoven, ırkçı, çatışmacı, ayrımcı, lümpen, şiddet kışkırtıcısı, bölücü, demokrasi düşmanı gibi temelsiz ve hayasız suçlamalarla bir iftira sağanağı altında bırakılmıştır.

Kısacası, Türk milliyetçiliğini topyekün aşağılamak ve suçlamak günün modası haline gelmiştir.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Türk milliyetçiliğine karşı kin ve nefret kusma yarışına giren bu çok sesli koroyu Türk milleti çok iyi tanımalı, amaçlarını ve niyetlerini çok iyi anlamalıdır.

Bu koronun içinde;

  • Türkiye’nin milli değerleriyle kavgalı ve Türk milliyetçiliğine karşı kan davası güden siyasi ideolojilerin müritleri,
  • İktidarın sofrasında nimet ve ikbal arayan ucuz çıkarcılar,
  • Teslimiyetçi sömürge aydını ruhlu lümpen entellektüeller,
  • Etnik bölücülüğü destekleyen ihanet ortakları ve
  • Siyasi pusulaları sürekli değişen, ancak değişmeyen ortak paydaları Türk milliyetçiliği düşmanlığı olan AB misyoneri sahte demokratlar, saf tutmuştur.

Bu koronun şefliğini de Türk milliyetçiliğini ulu orta suçlamaya cüret eden Başbakan Erdoğan yapmaktadır.

Türk Milliyetçiliğini ırkçılık ve bölücülükle aynı kefeye koyarak kışkırtıcılık yapan Başbakan, bugün yaşanan yüksek gerilim ortamının en büyük sorumlusudur.

Başbakan’ın, bütün bu tahrik ve saldırıları yaptıktan sonra, hiç sıkılmadan muhalefeti ortak değerler üzerinde siyaset yapmakla ve kışkırtıcı ve kutuplaştırıcı üslup kullanmakla suçlamaya kalkması, emsalsiz bir riyakarlık örneğidir.

“Tavşana kaç, tazıya tut” politikasından medet uman Başbakan Erdoğan, bir taraftan sureti haktan görünerek günah çıkarmaya çalışırken, diğer taraftan tahriklerini bir başka yolla sürdürmektedir.

Bizim, Milliyetçi Hareket camiasının tahriklere kapılmaması yolundaki sağduyu çağrılarımız karşısında, “bunu anlamlı bulduğunu” söyleyen Başbakan, yine de kışkırtıcı nefsine yenilmiş ve bize “ortaya çıkan sonuçlar üzerinde de iyi düşünmemiz” tavsiyesinde bulunmuştur.

Bu durum karşısında, biz de şimdi Başbakan’a üzerinde çok iyi düşünmesi gereken bazı hususları hatırlatmak istiyoruz.

Son yaşanan olayları değerlendirirken herkesin cevabını araması gereken ilk soru, hangi duygu ve düşüncelerin bir Başbakan’ı Türk milliyetçiliğini suçlama kampanyasının bayraktarlığını yapmaya sevketmiş olduğudur.

Bunun cevabı, Başbakan Erdoğan’ın siyasi dünya görüşünde bulunacaktır.

Başbakan’ın Türkiye’nin milli birliği ve milli kimliği hususundaki sakat düşüncelerinin, etnik bölücülüğe cesaret kazandıran tutumunun nedenlerinin aranacağı adres de aynı adrestir.

Gelişerek değiştiği edebiyatıyla geçmişini inkâr ederek, değişmeyen niyet ve düşüncelerini saklamaya çalışan Başbakan’ın siyaset geçmişi ve geleneği, bugününün aynasıdır.

Başbakan Erdoğan’ın 1991 yılında Refah Partisi İl Başkanı iken “Kürt sorunu” hakkında parti yönetimine sunduğu rapor, Başbakan’ın bugün sergilediği tutumun ve Türk Milliyetçiliği düşmanlığının derin köklerini göstermesi bakımından bir ibret vesikasıdır.

Hafıza kayıtlarının tazelenmesi söylemine pek meraklı olan Başbakan’a şimdi bu raporu hatırlatmak istiyorum.

  • Başbakan Erdoğan 18 Aralık 1991 tarihinde hazırladığı raporda, tıpkı bugün Türk Milliyetçiliğini karalamaya çalıştığı gibi, Milliyetçi Hareket’in siyasi felsefesini “Türk ırkçılığı” olarak itham etmiştir.
  • Türkiye’nin resmi ideolojisinin de ırkçı olduğunu iddia eden Başbakan devletin meşru güçlerinin PKK terörüyle mücadelesini, “Kemalist devletin geleneksel zora ve silaha başvurma” yöntemi olarak tanımlamış ve bu yöntemin iflas ettiğini söylemiştir.
  • Başbakan, raporunda “Devlet ile PKK’nın çatışmasında kendilerinin devletçi bir safta görünmemesi gerektiğini ifade etmiş ve PKK terörü konusunda devletin kullandığı bölücü, terörist ve ayrılıkçı gibi söylemlere dayanan resmi üslubun benimsenmemesini önermiştir.
  • Daha da ileri giden Başbakan, PKK terörü kadar, devlet terörünün de kınanması gerektiğini raporunda dile getirmiştir.
  • Kürt sorununu çözmek için bir reçete hazırlayan Başbakan, bu çerçevede “Kürt milli kimliğini tanınmasını”, “Kürtçe’nin eğitim dili olmasını”, “bunun yanı sıra Türkiye’deki her etnik gruba anadilde eğitim-öğretim hakkı verilmesini” savunmuştur.
  • Türkiye’nin üniter yapısının yıkılması anlamına gelecek şekilde, merkezi devletin küçültülerek “yerel parlamentoların oluşturulması” da Başbakan’ın diğer bir önerisi olmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın hazırladığı bu rapor ile PKK’nın siyasi talep listesi yan yana konulduğunda, ikisi arasındaki birçok noktada şaşırtıcı benzerlik ve örtüşme bulunduğu görülecektir.

Başbakan’ın millet, milli kimlik ve milliyetçilik konularındaki zihniyetinin derin ideolojik nedenlerini açığa vuran bu rapor, Başbakan Erdoğan’ın bugün için de temel kılavuzu ve yol haritasıdır.

Başbakan’ın şaibeli siyaset yolculuğunda ideolojik özü ve ana hedefleri değişmemiş, değişen sadece taktığı siyasi maskeler olmuştur. Türk milliyetçiliğine olan derin husumetini bir kere daha açığa vurması, bu bakımdan siyasi meşrebinin doğal bir sonucu olarak görülmelidir.

 

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türk milliyetçiliği, siyasi tarihimizde en fazla saldırı, suçlama ve iftiraya maruz kalmış fikir ve düşünce hareketidir.

Milli ve ahlaki hassasiyetlerini kaybedenlere, milli ve tarihi aidiyetlerini küçümseyenlere her devirde rastlanmıştır.

Son dönemde Türk milliyetçiliğini hedef alan kampanyalar, süreklilik arzeden bu hezeyanların yeni bir tezahürü olmuştur.

Türk milliyetçileri, bu linç kültürünün iflah olmaz temsilcileriyle demokratik ve medeni her zeminde fikri hesaplaşmaya hazır ve kararlıdır.

Milliyetçi Hareketin şahsında Türk Milliyetçiliğini karalamayı geçim kapısı haline getirenlerin saldırıları karşısında, bu konudaki temel anlayışımızın esaslarını toplu şekilde bir kere daha hatırlatmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türk milleti ve milli kimlik konusundaki yaklaşımının temelini oluşturan ilke ve esaslar beş ana noktada toplanmaktadır.

1. Türkiye’nin uzun tarihi geçmişine bakıldığında, millet kavramının etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarını aşan, ortak kültür ve tarih bilinci üzerinde bina edilen bir kavram olduğu görülecektir.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da, millet kavramı birleştirici ve kaynaştırıcı bir oluşum olarak kabul edilmiştir. Paylaşılan ortak noktalar esas alınmış ve etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara bakılmamıştır.

2. Türk milletini oluşturan temel bağ, kültür ve duygularda ortaklıktır.

Ortak bir geçmişi paylaşan, ortak bir gelecek idealine inanan ve ortak bir kültürü yaşayan tüm Türk vatandaşları, etnik kökenleri ne olursa olsun, Türk milleti kimliğinde birleşmişler ve Türk milletine ortaklaşa vücut vermişlerdir.

Türk milletini oluşturan temel unsur kan bağı ve soybirliği olarak görülmemiştir.

Burada esas olan vatandaşlık bağıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milletinin eşit ve onurlu bireyleridir.

Bireyleri birbirleriyle kaynaştıran temel bağ, aynı milletin eşit fertleri olma ve aynı vatanı paylaşma bilincidir.

Devletin temelinde bu milli bağ ve şuur yatmaktadır.

3. Türk milli kimliğinde bu şekilde birleşilmesi, Türk vatandaşlarının etnik kökenlerini, dil ve dinlerini inkâr anlamına gelmemektedir.

Bu esas, büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk Milleti denir” sözlerinde ifadesini bulmuştur.

“Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi de bu anlayışın bir ifadesidir. Burada Türklük ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır.

Bu bakımdan Türklüğün etnik biçimde algılanarak dışlanması ve vatandaşlık bağı ile tanımlanan bir alt-kimlik konumuna itilmesi düşünülemeyecektir.

4. Bu tarihi, siyasi ve hukuki gerçekler karşısında Türkiye’de milli kimlik arayışına girilmesi, alt ve üst kimlikler tartışması yapılması abesle iştigaldir.

Bu topraklarda bin yıldır hüküm süren “kardeşlik hukukunu” yaratmış olan Türk milletine bugün milli kimlik aramak, Türk tarihine ağır bir hakarettir.

Bir Türkiye Cumhuriyeti varsa, bir Türk milleti de vardır.

Türkiye, sadece bir coğrafi bölgenin ve bir toprak parçasının adı değildir. Bu nedenle “Türkiyelilik” gibi tarihi ve ilmi gerçeklere aykırı sanal kavramların üst kimlik olarak kabulüne yönelik çabalar art niyet ifadesidir.

5. Türkiye Cumhuriyet devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir.

Bağımsızlığımızın ve milli egemenliğimizin simgesi olan Türk bayrağı bütün Türk vatandaşlarının ortak mukaddesatıdır.

Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

MHP’nin Türk milliyetçiliği anlayışı da bu kültürel, siyasi ve hukuki esaslara dayanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anlayışımızın temelleri de bunlardır.

  • Türk Milliyetçiliği özde bir kültür hareketidir. Kan bağına ve soya dayalı ırkçı milliyetçilik anlayışının her şekli Türk milliyetçiliği anlayışına yabancı ve aykırıdır.

Türk milliyetçiliği, din, dil, ırk ve mezhep temelinde bölücülüğe ve ayrılıkçılığa kapalıdır.

Türk milliyetçiliği kimsenin ırkıyla, etnik kökeniyle ve mezhebiyle ilgilenmeyen ve bunları sorgulamayan bir anlayıştır.

Esas olan Türk milletine bağlılık ve milli şuurdur.

  • Türk milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, her türlü ayrımcılığı ve dışlamayı reddeden birleştirici, toparlayıcı ve bütünleştirici bir fikriyattır.

Fert olarak ayrı bir kökenden gelmek, Türk Milliyetçisi olmaya engel değildir.

Türk milliyetçiliği ülküsü, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren tüm vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklamaktadır.

  • Türk milliyetçiliği etnik, ırkçı, ayrımcı ve bölücü tahriklere ve tuzaklara karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucu kalkanıdır.

Milli kimliğimizin ve birliğimizin temeli ve birleştirici tutkalı olan bu milliyetçilik anlayışı, Türkiye’nin mayasıdır.

  • Türk milliyetçiliği, ırkçılık, etnik nefret ve düşmanlık üreten ve bunlardan beslenen değil, tam tersine bu insanlık dışı duyguları mahkûm eden milli şuurun adıdır.

Bu bakımdan, “iç düşman yaratma ihtiyacı” ve “biz ve ötekiler” gibi kurgu ve kavramlar Türk milliyetçiliğine yabancıdır.

  • Türk milliyetçiliğinde, şiddete, yıkıcılığa, kaba kuvvete ve kavgaya yer yoktur.

Milli birlik, beraberlik, kardeşlik ve huzurun vazgeçilmez önemini çok iyi bilen Türk milliyetçileri, bunları yıkmak isteyenlerle amansız mücadeleyi, fikir planında ve demokratik ve meşru zeminlerde yapacaklardır.

  • Türk milliyetçiliği, vatanına ve milletine, bunların temsil ve ifade ettiği tüm değerler manzumesine karşılıksız bir aşkla, derin bir sevgi ve imanla bağlanmaktır.

Bununla birlikte, bütün milletlerin eşit olduğuna inanan ve hepsine saygı duyan Türk milliyetçiliği anlayışında, diğer milletlere karşı kin, nefret, garez ve öfkeye yer yoktur.

  • Türk milliyetçiliği ile demokrasi, birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütündür.

Milli egemenliğin ve halkın iradesinin tartışmasız üstünlüğüne dayanan demokrasi anlayışımız, milli iradeye her türlü müdahaleyi reddeden ve demokratik hukuk devletinin bütün kurumları ve kurallarıyla Türkiye’de kök salmasını temel siyasi hedef olarak benimseyen, lafta değil özde ve gönülde, gerçek bir demokrasi aşkıdır.

  • Bu üstün hasletleri, kapsayıcı, ve birleştirici nitelikleriyle Türk milliyetçiliği Türk milletinin ortak paydası olarak görülmelidir.

Türkiye’nin onurlu ve aydınlık geleceği, herkesin bu ortak değerler manzumesi etrafında kenetlenerek milliyetçilik şuuru ile Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasına bağlıdır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Tarihi sürekliliği ve köklü bir geleneği olan Milliyetçi Hareket, Türk Milliyetçiliği fikir ve inanç sisteminin yegâne siyasi temsilcisidir.

Milliyetçi Hareket’in fikri temelini oluşturan bu ilke ve esaslar, fikri mücadele alanının da sınırlarını belirlemektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu hüviyetiyle ve şerefli mücadele geçmişiyle otuzsekiz yıldır alnı açık ve başı dik olarak siyaset sahnesinde ve aziz milletimizin huzurundadır.

Yukarda ana hatlarıyla ortaya koyduğum Türk Milliyetçiliğine vücut veren bu ilke ve esasları benimsemeyenlerin, gerçek anlamda Türk milliyetçisi olmaları bir tarafa, böyle bir iddiada bulunmaları dahi mümkün ve kabul edilebilir değildir.

Milliyetçi Hareket’i karalamak için yola çıkanların bu gerçekleri çok iyi kavramaları büyük önem taşımaktadır.

Aynı şekilde, Milliyetçi Hareket’in siyasi yelpazedeki konumu ve duruşu hakkında “sapla samanı karıştırarak” yorum yapanların da şu hususları çok iyi anlamaları yerinde olacaktır:

  • Milliyetçi Hareket, Türk Milliyetçiliğinin özü ve ana damarıdır.

Milliyetçi Hareket’in “popüler milliyetçilik”, “lümpen milliyetçilik”, “ulusalcılık” gibi kavramlarla, “ulusalcı cephe”, “Kuva-i Milliye” ve benzer isimler altında faaliyet gösteren akımlar ve oluşumlarla, fikri ve siyasi hiçbir benzerliği, yakınlığı ve birlikteliği yoktur ve bunun olması da mümkün değildir.

Milli ve manevi değerleriyle, gelenekleriyle, milli tarihi ve kültürüyle bir bütün olarak milleti merkezine alan toplum merkezli Türk Milliyetçiliği anlayışının böyle bir yelpaze içinde yeri yoktur.

 

Sayın Basın mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

İçerde böylesine ağır tahriklerle hırpalanan Türkiye, dış politika alanında da çok ağır tehditlerle karşı karşıya bırakılmıştır.

Kuzey Irak kaynaklı PKK terör tehdidi, bu bölgedeki siyasi yapılanmanın Türkiye’yi hedef alan faaliyetleri ve Kerkük’ü zorla ele geçirme sürecinde sona yaklaşılması, Türkiye’nin önüne çok ciddi bir sorunlar yumağı çıkarmıştır.

Giderek ağırlaşan bu güvenlik tehditleri karşısında AKP hükümeti hareketsizliğini sürdürmekte, etkisiz ve göstermelik bazı beyan ve girişimlerle yetinmektedir.

Hükümetin Irak’taki gelişmelerin başından itibaren sergilediği bu acz, bugün Türkiye’nin karşısına çok tehlikeli bir baskı, tehdit ve dayatma denklemi çıkarmıştır.

PKK terörü, Kuzey Irak’taki devlet yapılanması ve Kerkük ekseninde oluşan bu denklemin hedefi Türkiye’ye çok ağır bir bedel ödetmektir.

  • Bu denklemin merkezinde, PKK terör tehdidinin Türkiye’ye karşı çok yönlü bir pazarlık kozu olarak kullanılması niyeti yatmaktadır.

- Barzani ve Talabani, PKK’ya karşı Kerkük ve Türkiye’nin Kuzey Irak’taki federal devleti tanıması pazarlığı yapmak için harekete geçmiştir.

- PKK terör kartı, Türkiye’nin Kuzey Irak’a karşı harekete geçmesini ve Kerkük’e müdahil olmasını önleyecek, kendi tabirleriyle Türkiye’yi hizaya getirecek bir tehdit silahı olarak alenen karşımıza çıkarılmıştır.

- Bu hesaba göre, Türkiye Kuzey Irak’taki siyasi yapıyı resmen tanıyacak ve Kerkük’ün halkoylamasıyla buraya bağlanmasına fazla ses çıkartamayacaktır.

Buna karşılık peşmerge grupları Kuzey Irak’taki PKK mevcudiyetini sınırlayacak bazı tedbirler alacak ve Türkiye’nin bu konuda yine sınırlı bazı adımlar atmasına izin ve icazet verilecektir.

  • Türkiye’nin bu denklemi kabul ederek bir pazarlık sürecine çekilmesine çalışan Barzani ve Talabani, PKK terör kartının yanı sıra, Türkiye’nin içini karıştıracakları tehdidinde bulunacak kadar ileri gitmektedir.

- Türkiye’nin milli ve siyasi birliğini alenen hedef alan bu meydan okumalar karşısında AKP hükümeti yine derin bir atalet içindedir.

- Barzani ve Talabani’nin bu cüreti göstermesinde en büyük güç kaynağı AKP hükümetinin bu aczi ve ABD’nin sağladığı siyasi destek ve himayedir.

- ABD’nin PKK terörüyle mücadele konusunda sergilediği isteksizlik, Kerkük’te referandumun öngörülen tarihte yapılması ısrarı ve Türkiye’ye Kuzey Irak’taki yetkililerle resmen temas kurması ve Erbil’i muhatap alması yönündeki baskı ve telkinleri, PKK terör kartının Türkiye’ye karşı kullanılmasına ses çıkarmayacağını göstermektedir.

  • Türkiye’yi böyle bir denklemi kabule zorlamak için, tehdit unsurunun yanı sıra ikna argümanları da içeren bir strateji geliştirilmiştir.

- Bu amaçla, Türkiye’nin çıkarları ile Kuzey Irak’ın çıkarlarının ortak olduğu, Türkiye’nin bu bölgedeki federe devleti tanıması ve işbirliği yapmasının Türkiye’ye ekonomik alan yaratacağı, böyle bir kader birliğinin Türkiye’nin içini de rahatlatacağı tezleri sistematik bir şekilde işlenmektedir.

- Bu tezlerin Türkiye’deki en büyük savunucusunun, ayrılıkçı emeller peşinde koşan ve PKK terörünün maşası olan çevreler olmasının şaşırtıcı bir yönü bulunmamaktadır.

- Keza, dış politikaya ilişkin her konuda Türkiye’yi peşinen haksız gören ve Türkiye için bölünme reçeteleri hazırlamayı demokratlık sayan bazı odakların da bunlara sıcak bakması doğal sayılmalıdır.

- Ancak, bu tehlikeli yaklaşımın bazı siyasi çevrelerde de taraftar bulması üzücüdür.

- Türkiye’nin Kuzey Irak’la ekonomik entegrasyon kurması, bu bölgeyi de içine alacak “Benelüks” modeli benzeri ortak çıkar ve işbirliği alanı oluşturması gibi önerilerin, doğuracağı sonuçlar üzerinde herkes çok iyi düşünmelidir.

- Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika izlemesi, ekonomik ilişkilerini başta Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu olmak üzere çeşitlendirmesi ve geniş bir coğrafya’da yaygınlaştırılması elbette gereklidir.

- Ancak, Türkiye’nin önüne böyle bir güvenlik denklemi ve pazarlığının konulduğu bir dönemde, Kuzey Irak bağlamında bu görüşlerin savunulmasının kimlerin amacına hizmet edeceğini ve kimlere cesaret ve meşruiyet kazandıracağını herkes artık görmelidir.

- Türkiye’nin güvenliğinin ve hayati milli çıkarlarının ekonomik ve maddi karşılığı olamayacağını ve paraya çevrilemeyeceğini artık herkes anlamalıdır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye, bugün, milli güvenliği üzerinde pazarlık yapılmasını öngören böyle bir denklemle karşı karşıyadır.

Burada önemli olan, Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin bu denklem karşısında nerde durduğu ve ne düşündüğüdür.

  • Türkiye’nin PKK konusunda son olarak Mahmur kampı komedisinde görüldüğü gibi göstermelik bazı adımlarla yetineceği izlenimini vermesi çok vahim sonuçlar doğuracaktır.

- Böyle bir gaflet, Türkiye’nin siyasi caydırıcılığını sıfırlayacak ve Barzani ve Talabani’ye bulunmaz bir fırsat sağlayacaktır.

- AKP hükümetinin, seçim sürecinde siyasi kazanç hesabıyla, PKK’ya karşı sınırlı bir müdahale karşılığında Kuzey Irak ve Kerkük pazarlığı denklemini kabul etmesi ise tam manasıyla ihanet olacaktır.

- Temennimiz, AKP hükümetinin, Türkiye’nin güvenliği üzerinden pazarlık yapılmasının doğuracağı çok ağır sonuçları idrak ederek böyle tehlikeli bir yola girmemesidir.

  • Ancak, PKK’ya karşı göstermelik bazı adımlar atılmasına ABD’nin yeşil ışık yakmasının seçim sürecinde AKP’nin elini güçlendireceği yolunda basına da yansıyan Washington kaynaklı bazı değerlendirmeler, bu konuda haklı endişelerin doğmasına yol açmıştır.

- ABD’nin seçimlerde AKP’yi “ehveni şer” görerek desteklemeyi düşündüğü yolundaki haberler bu bakımdan çok dikkat çekicidir.

- Nitekim bu ay başında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı “AKP’nin geçtiğimiz seçimleri kazanmasını Türk milliyetçiliğinin Türkiye’nin geleneklerini kucaklayan pozitif şeklinin yansıması” olarak gördüklerini ifade etmiştir.

Bu tespit ve son dönemde Başbakan’ın başlattığı negatif ve pozitif milliyetçilik anlayışı tartışması bu bakımdan da ilginç görülebilecektir.

- ABD’nin, stratejik plan ve senaryoları için AKP’nin uygun bir figüran olduğunu düşünmesi mümkündür. Esasen, geçtiğimiz yıl Başbakan’ın danışmanlarının “kendisini kullanmaları” için Washington’da ricacı oldukları da bilinmektedir.

- Ancak, Türkiye, milli güvenliğimizi tehdit eden PKK terörü karşısında kendi imkanlarıyla mücadele etmek ve bunun için ne gerekiyorsa onu yapmak zorundadır.

Uluslararası hukuktan doğan bu meşru hakkımızın kullanılmasını ucuz siyasi pazarlıkların konusu haline getirmek ve bunun için üçüncü tarafların izni ve icazeti için ricacı olmak çok ağır bir Anayasal suçtur.

Vatana ihanet fiilinin tanımı, somut karşılığı ve bu suçun maddi ve manevi unsurlarının hangi şartlarda oluşacağının cevabı başka yerlerde aranmamalıdır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin bir batağa saplanan dış politikasına ilişkin olarak değineceğim bir diğer konu, asılsız Ermeni soykırımı iddialarının son dönemde uluslararası planda zemin kazanmasıdır.

Türkiye, bu konuda da giderek daralan bir husumet kıskacı içine alınmıştır.

Sözde Ermeni Soykırımının tanınması konusu son olarak ABD Kongresi’nin gündemine girmiştir.

Bu konudaki yasa tasarısının önümüzdeki bir-iki ay içinde ele alınması beklenmektedir.

Bildiğiniz gibi ABD, Türkiye’ye karşı tedavisi imkânsız bir husumet besleyen Ermeni diasporasının merkezi, beyni ve kalbidir.

ABD’nin soykırımı tanıması için 2000 yılından beri Kongre nezdinde çok yoğun bir çaba gösteren Ermeni diasporası, 7 Kasım 2006 tarihinde yapılan ara seçimlerde Demokrat Parti’nin Kongrenin her iki kanadında da çoğunluğu kazanmasıyla bu emellerini gerçekleştirme aşamasına gelmiştir.

Kongre’nin Ermeni iddialarını destekleyen Demokrat çoğunlukla yeni yapısı, bu kez başarılı olacaklarını göstermektedir.

Seçimler öncesi bu konuda Ermeni lobisine söz vererek kendisini bağlayan Kongre’nin Demokrat Başkanı’nın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü son Washington ziyareti sırasında kabul dahi etmemesi, bunun bir göstergesidir.

Asılsız Ermeni soykırımının ABD tarafından tanınmasının siyasi ve hukuki etki ve sonuçları, diğer ülkelerin kabul ettiği benzer kararlardan çok farklı olacaktır.

Bu noktada, özellikle üç konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.

  • Diaspora Ermenilerinin 1915 olaylarıyla ilgili tazminat talepleri konusunda ilk hukuki süreci başlattıkları ülke ABD olmuştur.

Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilere hayat sigortası poliçesi satan şirketler aleyhine varislerinin açtığı tazminat davası sonuçlanmış ve ABD sigorta şirketleri tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.

ABD’nin sözde soykırımı resmen tanıması halinde, doğrudan Türkiye’yi muhatap alacak bir hukuki tazminat sürecinin başlatılması riski karşımıza çıkacaktır.

  • Diğer taraftan, ABD’nin Ermeni soykırımı yasasını, Ermenistan’la ilişkileri normalleştirmesi ve kara sınırını açması için Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanması ihtimali de gözardı edilmemelidir.

AKP hükümetinin bu konudaki ezikliğinden cesaret alarak esasen bu konuda sürekli telkinlerde bulunmakta olan ABD’nin, şimdi bunu açık veya örtülü bir baskı aracı olarak kullanması muhtemeldir.

  • Son olarak, bu konunun Irak pazarlık denklemine bir yan unsur olarak sokulmasının ABD’deki bazı çevrelerce düşünülebileceği de hatırda tutulmalıdır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bu konuyu kapatmadan önce, sözde Ermeni soykırımı konusunun Türkiye’nin içindeki yansımalarına ve bu eksende yapılan tartışmalara kısaca değinmek istiyorum.

Hepimizin ibretle izlediği gibi, Türkiye’nin milli değerlerini aşağılamayı suç haline getiren Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin kaldırılması veya değiştirilmesi Türkiye’nin demokratikleşmesinin temel ölçüsü haline getirilmiştir.

Bunun merkezine de asılsız Ermeni soykırımı konusu oturtulmuştur.

301. maddenin değiştirilmesini savunanların çıkış noktası, Türkiye’nin geçmişiyle ve tarihiyle yüzleşmesi olmuştur.

Türk Milliyetçiliğini topyekün suçlayarak mahkûm etmeye yeltenen çevrelerle, Türkiye’nin tarihini peşin ve maksatlı hükümlerle yargılanıp, soykırım suçuyla mahkûm etmeye çalışan çevrelerin aynı olması, her iki cephede güttükleri amacın ne olduğunu göstermesi bakımından üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir husustur.

Soykırımın tanınması için seferber olan Ermenistan ve Ermeni lobileri ile, 1915 olaylarının soykırım olduğunu kabul eden ve savunan içimizdeki mihrakların, böyle bir ortak noktada buluşuyor olmaları, çok hazin ve utanç vericidir.

Türkiye’nin tarihini peşinen mahkûm ederek Türk milletini soykırım gibi insanlığa karşı en ağır suçu işleyen zalim bir millet olarak göstermenin, varsa bir onuru ve hazzı, biz bunu kendilerine bırakıyoruz.

AKP hükümeti’ne de, eğer Türklük değerlerini aşağılamayı suç olmaktan çıkarmakta kararlıysalar, bu çarpık demokratlık anlayışlarının icabını tam olarak yerine getirmiş sayılmak bakımından, bununla yetinmeyip bu değerleri savunmayı ve Türk milliyetçiliğini de cezai müeyyideye bağlamalarının kendilerine yakışacağını hatırlatmak istiyoruz.

 

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sözlerime son vermeden önce, başlamış olan seçim süreciyle ilgili şu hususları belirtmek istiyorum.

  • Milliyetçi Hareket’in iktidarına, kuracağı 60. Cumhuriyet hükümetine sayılı günler kalmıştır.

Milliyetçi Hareket, Türk milletinin yegane ümit ışığı, sığınacağı yegane güvenli limandır.

Bunun bilincinde olan aziz milletimiz, emsalsiz bir milli heyecanla bütün setleri ve engelleri aşarak Milliyetçi Hareket’i tek başına iktidara taşıyacaktır.

Baraj kapakları açılmıştır. Bu milli heyecan selinin, bu milli şahlanışın önünde artık hiçbir güç duramayacaktır.

  • Milliyetçi Hareket’in her kademedeki bütün teşkilatları ve topyekün olarak Milliyetçi ve Ülkücü camia bugün ayağa kalkmış ve bu hedefe kilitlenmiştir.

Milliyetçi Hareket;

- Önüne çıkarılmaya çalışılan bütün tuzaklara, tertiplere ve oyunlara,

- Siyaset mühendisliğine soyunarak Türkiye’nin geleceğini tanzim etmeye heveslenen sermaye ve basın çevrelerinin beyhude çabalarına,

- İhanet cephelerinin bütün tahrik ve saldırılarına ve,

- AKP’nin teslimiyetçi düzenin sürmesi için kendisine verilecek bütün dış desteklere rağmen,

Bütün engelleri aşarak, içeride ve dışarıda hiç kimseden icazet almadan, hiç kimseye diyet borcu olmadan, meşruiyetinin yegâne kaynağı olan milli iradenin omuzlarında iktidara yürümektedir.

Milliyetçi Hareket’in iktidarının şimdiden hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı

SORU VE CEVAPLAR

Soru: Efendim geçen hafta ABD Büyükelçisi Ross Wilson ile görüştünüz. Basına yansıdığı kadarıyla dış politika ile ilgili konuları konuşmadığınız söylendi. Peki, ne konuştunuz?

Cevap: Türkiye'nin dış politikasına ilişkin Türk hükümetinin politikaları üzerine yabancı bir ülkenin büyükelçisi ile konuşmama iradesini belirttikten sonra Türkiye'nin çevre ülkelerle olan meseleleri üzerinde, sözde Ermeni soykırımı tasarısı üzerinde ve buna benzer konularda Milliyetçi Hareket Partisi'nin görüşlerini kesin ve kararlılıkla ifade ettik.

 

Soru: Bazı medya organlarında şöyle bir görüş var. Hükümet hiçbir yasayı çıkartırken hiç kimseye danışmadı. Konu 301 olunca topu sivil toplum kuruluşlarına atmaya çalışıyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Cevap: Gerçeği bu. Türkiye'yi yönetmek için taşeronluğu üstlenmiş olan, 301'i çıkartmak içinde kendisine taşeron arıyor.