Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 27 Nisan 2021
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
27 Nisan 2021

 

 

 

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Medyamızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan saygıdeğer kardeşlerimize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’un sonuna doğru gelecek nesillere şöyle hitap etmiş ve tarihe dikkatle not düşmüştü:

“Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.”

Yani milli varlığımız hem bir eserin hem de bir bedelin mecmudur.

Ayrıca bu sonucu Türk gençliğine emanet etmiş, onların birinci vazifesinin Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa olduğunu hedef olarak göstermişti.

Kaldı ki, mevcudiyetin ve istikbalin yegâne temeli olarak da bunu görmüştü.

Üstüne bastığımız toprakları vatan yapan soylu ruh kaderin üstündeki kaderi bir karar, bir irade, bir istikbal davası haline dönüştürüp hilalin ömrünü hakikatin onuruyla birleştirmişti.

İşin özünde her birleşme vahdete çağrıydı.

Her birleşme vahşete çarpıydı.

Kimi zaman yorgun bitap düştük, kimi zaman da nice başarılarla yükselip devleştik.

Ama hiçbir şart altında ona buna dilenmedik, el avuç açmadık, muhannete muhtaçlık duymadık.

Bazen oldu sularımız boz bulanık aktı, bazen oldu çağların buhranı hükmümüzle aklandı.

Milli alınlarda söken şafak, aydınlık bir geleceğin muştusu olup şahlandı.

Milli yüreklerde kökleşen ittifak, gecenin koyuluğuna mızrak olup saplandı.

Konuşmamın bu aşamasında özellikle ifade etmeliyim ki;

Ayaklarımıza pranga vurmak için kuyruğa girenleri, varlığımıza rehin koymak için el birliği edenleri diri umutlarımızla söndüreceğiz, kabına sığmaz heyecanlarımızla süpüreceğiz, zamanı kendi yörüngesine çekmiş muazzam duruşumuzla sileceğiz.

Daha yetmedi, alayını birden silindir gibi ezip geçeceğiz.

Tarih sahnesinde onlar yokken biz vardık.

Gün gelecek onlar yine olmayacak, ancak biz her zaman var olacağız.

Kıtalarda bizim sözümüz geçerken, coğrafyalarda bizim fermanımız okunurken kıyıda köşede yer bulmak için çırpınanlar bugün bize medeniyet dersi vermeye kalkıyorlar.

Kendi pisliklerini çuvala basanlar olmayan kusurumuzu beşeriyetin duvarına asıyorlar.

Çıkarcılar işbirliği yapıyor, hainler güç birliği yapıyor, yedi düvel atını nallayıp itini yallayıp üstümüze saldırıyor.

Hamd olsun dağları devirir, çağları çevirir, gene de bunları mahvı perişan ederiz.

Taviz vermeyiz, teslim olmayız, yılgınlık göstermeyiz.

Terör örgütleriyle görülecek acıklı bir hesabımız vardır.

Bu kanlı çeteleri üzerimize kışkırtan zalimlerle çözülecek birikmiş, hatta gittikçe ağırlaşmış meselelerimiz vardır.

İkazen diyorum ki, ya bugün ya da yarın, devran dönüp hesap vakti geldiğinde, vahşetin ilkel ortaklarına müşfik ve müsamahalı davranan tıpkı onlar gibi alçak olacaktır.

Terörle mücadele esas itibariyle çok boyutlu ve karmaşık bir süreçtir.

Türkiye bunun hakkını her saha ve zeminde kahramanca vermektedir.

Yalnızca seri katillerle değil, aynı zamanda onları kiralayan, kullanan, bölgesel çıkarları uğruna silah, eğitim, mali ve lojistik destek sağlayan ülkelerle de kıran kırana bir mücadele sürmektedir.

Artık kiminle mücadele halinde olduğumuzun tanım ve tarifini net bir şekilde yapmak lazımdır.

Demem odur ki, terörle mücadelenin asıl ve arkada duran şirret faillerini deşifre etmek, bunların yüzüne ayna tutmak şarttır.

Çünkü bir yanda elimizi sıkmak için öne çıkan, diğer yanda kolumuzu kesmek için ön almaya çalışan ülkelerin ikiyüzlü tavırları iyice sabırları taşırmıştır.

Dost ve müttefik sandığımız, hatta NATO şemsiyesi altında birlikte oyalandığımız bu ülkelerin asıl gayesi, asıl gayreti Türkiye’nin boyun eğmesidir.

PKK/YPG cinayet ve ihanet kuklasıdır, kuklacılar ise perdenin arkasında saf saf toplanan karanlık ve kahrolası emperyalist kumpasçılardır.

Eski dönemlerde bir terzi makasında şunlar yazıyormuş:

“Her elini sıkanla dost, her canını sıkanla da düşman olma.”

Bize dost diye seslenen, ama postumuza saman doldurmak için fırsat kollayan mihrakları biliyoruz, tanıyoruz.

Saf değiliz, şuursuz değiliz, bakar kör hiç değiliz.

Kim kiminle yürüyor açıklıkla görüyoruz.

Dostumuzun da düşmanımızın da her an değişeceğinin, nihayetinde devletler arasında bu çerçevede kalıcılık ve süreklilik olmayacağının bilincindeyiz.

Buna karşılık bizim değişmez inancımız ise şudur: Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.

Muhtaç olduğumuz tek bir kudret varsa o da damarlarımızdaki asil kandır.

Eğer kendi içimizdeki münferit anlaşmazlıkları, müzmin ihtilafları, müessif uzlaşmazlıkları topluca düğümleyip tek nefes olabilirsek emin olunuz Türk milletini ve Türkiye’yi hiç kimse tutamayacaktır.

Böylesi milli ve manevi bir güç temerküzünün üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk da olamayacaktır.

Türkiye düşmanlarının korkusu budur, kaygısı bundandır.

Müftehir bir vicdanla söylemek gerekirse, yurt içinde ve yurt dışında yuvalanan bölücü terör örgütüne darbe üstüne darbe vurulmaktadır.

24 Nisan Cumartesi gününden itibaren, Irak’ın kuzeyinde yer alan Metina ve Avaşin-Basyan bölgelerindeki terör kampları havadan ve karadan ateş altına alınmıştır.

İlk önce, ateş destek vasıtalarıyla sınır ötemizde mıntıka temizliği yapılmıştır.

Bunun yanında Kandil bölgesinde belirlenen nokta hedeflere savaş uçaklarımız hava akını düzenlemiştir.

Karadan sızan, ayrıca hava hücum harekâtıyla hedef bölgeye intikal eden komandolarımız Allah nazarlardan esirgesin, tespit ettikleri teröristlerle birlikte, sığınak, barınak ve mühimmatları birer birer imha etmişledir.

Pençe-Şimşek ve Pençe Yıldırım operasyonlarıyla hainler korkuya kapılmışlar, kaçacak ve saklanacak delik aramışlardır.

Ancak korkunun ve kaçmanın ecele faydası yoktur.

Ara-bul-yok et parolasıyla hainlerin kanlı defteri Allah’ın izniyle dürülecektir.

Bu canilerin kökü kuruyasıya kadar mücadeleden dönüş yoktur.

Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizle övünüyorum.

Operasyona katılan evlatlarımızın alınlarından öpüyorum.

Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, Milli Savunma Bakanımızı, komuta heyetimizi ve bütün kahraman askerlerimizi kutluyorum.

Rabbim gazalarını mübarek etsin.

Hepsinin yanındayız, hepsinin arkasındayız, hepsine dua ediyoruz.

Terörle mücadele esnasında şehit olan kahramanlarımıza da Allah’tan rahmet niyaz ediyor, şu anda tedavi gören evlatlarımıza şifalar diliyorum.

Güney sınırlarımız boyunca milli güvenliğimizi doğrudan veya dolaylı tehdit eden kim olursa olsun, karşımıza kim çıkarsa çıksın, teröristler veya sahipleri hepsi birden üstümüze gelirse gelsin, biz bu yoldan dönersek namus bize ar olsun.

Terör örgütlerinin topraklarımızdan ve mücavir bölgelerden sökülüp atılması için milletimizin desteği tamdır, kahramanların inancı tamdır, devletin iradesi tam ve eksiksizdir.

Kanı, gözyaşını, yıkımı, hıyanet ve melaneti geçim kapısı gören insanlık düşmanlarını acımadan cezalandırmak barış ve huzura hizmet, hakka ve hukuka hürmettir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bir yanda kripto para vurgunuyla gri pasaport rezaleti diğer yanda kaybolan atlar; bir tarafta Karadeniz’deki sert kutuplaşma diğer tarafta Akdeniz’deki sıcak kamplaşma ülke gündeminin başlıca tartışma konuları arasındadır.

Elbette her şey bunlarla sınırlı değildir, nitekim zincirleme gelişmelerin reaksiyonu neredeyse anbean değişmektedir.

Aynı şekilde 27-29 Nisan’da Birleşmiş Milletler gözetiminde, taraf ve garantör devletlerin katılımıyla Cenevre’de yapılacak gayri resmi Kıbrıs Konferansı da gündemi meşgul eden, takibi mecburi olan milli bir konudur.

Kıbrıs’ta bağımsız, eşit, egemen iki devletli çözümden başka bir yol kalmamıştır.

Adil, adaletli, hakkaniyetli, kalıcı ve eşitlik ilkesine dayalı bir çözüm isteniyorsa yegâne çare budur.

KKTC’nin bir önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın, Cenevre sürecini baltalamak için devreye girmesi, ayıplı bir üslupla mevcut Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ı hayasızca eleştirmesi bize göre uyuyan Komünist hücrelerin tekrar harekete geçtiğinin işaretidir.

Nereye ve kimlerin bataklığına aktığı az çok belli olan bu ahmağın, Sayın Tatar’a yönelik “Cenevre’de Türkiye’nin papağını olacak” açıklaması tam manasıyla EOKA’cı bir ağzın hezeyanıdır.

Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar papağan değildir, Kıbrıs’lı Türklerin hak ve çıkarlarını milli hassasiyetlere muvafık şekilde savunan cesur bir yürektir.

Türkiye’yle işbirliği halinde mücadelesini sürdürüyor olmasından rahatsızlık duyanlar ise Türk düşmanları, Rum sevdalılarıdır.

Sayın Tatar’a Türkiye’nin papağını diyenler önce kendilerine bakmalı, papaz tuzaklarına nasıl düştüklerine kafa yormalıdır.

Tabii kafaları varsa, kalpleri varsa, adamlıkları kaldıysa.

Kıbrıs’ı ayak oyunlarıyla Rumların üzerine geçirmek için elinden geleni ardına koymayan Akıncı ve zihniyetine yakışan tek sıfat Rum Palikaryalığıdır.

Rum’un tasmasını başına geçiren vatansızların tahrik ve tertiplerine aldanacak yoktur.

Kıbrıs Türk’tür, Kıbrıs şehadettir, Kıbrıs mücahittir, Kıbrıs bekadır.

Aksini iddia edenler Rumların ve sömürgeci odakların ücretli ajanlarıdır.

Bunlar gibi işbirlikçilerinin hal-i pürmelali aynen şudur:

Bindirmişler bir gemiye,

Rotasından haberi yok,

Korkuyor Türk’üm demekten,

Atasından haberi yok.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Tarih olmakla tarihi olmak, tarihe geçmekle tarihten geçmek farklı anlamlar taşımaktadır.

Tarih yazmak, en az tarih yapmak kadar hayati bir sorumluluktur.

Bir nevi, aslanlar kendi hikâyelerini yazmadığı sürece, dillerde dolaşan avcıların söyledikleri olacaktır.

Maalesef günümüz şartlarında tarih yalancı şahit olarak kullanılmakta; nesnel, bilimsel ve tarihsel gerçekler ideolojik ve siyasi maksatlarla çarpıtılmaktadır.

Mesela bir asır önceki hadiseleri döneminin şartlarından koparıp bugünün mantığıyla yorumlarsak, zamanlar arası tutarsızlığa düşüp sübjektif kalıplarla analize sokarsak vahim bir tehlikeyle karşılarız.

Bu tehlikenin yol açacağı mahsurlar saymakla bitmeyecektir.

Geçmişin sayfaları kapansa da, ortaya çıkardığı biteviye ve dinamik sonuçlar geleceğin devletler ve milletler arasındaki münasebetlerin yönünü müessir ve münhasır ölçülerde tayin edecektir.

Zamanlar arası muhtemel bir kopukluk, dün ile bugün arasında vasat bulacak bir kırıklık çok ciddi badirelere, tahmini mümkün olmayan husumetlere davetiye çıkaracaktır.

Bir başka açmaz da, tarihin derinliklerine fosilleşmiş saplantılarla, fotomontaj önyargılarla bakılmasıdır.

Böyle bir durumda insanlık tıpkı halihazırda yaşandığı gibi, kaos ve kargaşanın uçurumuna yuvarlanacak, sonu gelmeyen restleşmeler, derinleşen cepheleşmeler, kamçılanmış nefretler hakimiyet kuracaktır.

Tarih aynı zamanda; donmuş, durmuş, zamanın bir anında sabitlenmiş olaylar yekûnu olarak da görülmemelidir.

Diyebiliriz ki, manası, mesajı ve muhtevası bakımından geleceğin yol haritası, gelecek hedeflerin haysiyeti görmesini bilenler için tarihin vicdanında saklıdır.

Her 23 Nisan günü Gazi Meclisi’mizin açılmasıyla birlikte milli egemenliğin taçlandığı dönemi idrak ediyorken, her 24 Nisan günü de milletimizin taşa tutulduğu bir iftira sağanağına muhatap oluyoruz.

Ne garip, ne tuhaf bir tenakuzdur ki, karanlık geçmişlerinden utanmayan, insanlığa musibetten başka bir şey sunmayan ülkelerin; tarihin hiçbir devrinde olmamış, yaşanmamış ve sadece yalan temeli üzerine inşa edilmiş soysuz propagandalarına maruz kalıyoruz.

Hz. Mevlana, bu maruzatımızı ve yaşadığımız haksızlıkları anlatırken adeta bizlere şu sözlerle tercüman olmuştur.

Ne arıyorsun sen ey yabancı? Neyi arıyorsan o’sun sen.

Zulmün peşindeysen zalim, hakkı arıyorsan aşık.

Neye bakıyorsun sen? Neye bakıyorsan o’sun sen.

Dünya gözüyle bakan yüzü, gönül gözüyle bakan özü görür.

Harama bakıyorsan haram, manaya bakıyorsan manasın, nursun sen.

Ne söylüyorsun sen ey yabancı? Ne söylüyorsan o’sun sen.

Söküklerini dik dilinin, dilini kalbine yaklaştır.

Dilinle söylediğini kalbinle de söyle.

Kalbinden geçmeyeni diline yaklaştırma.

Güzel söylersen hekim, kötü söylersen gıybetsin, haramsın sen.

Bizim ne gıybetle ne de haramla işimiz olur.

İnandığımızı söyleriz, söylediğimizin de mertçe arkasında dururuz.

Tarihimizi sorgulatmayız, milletimizi yargılatmayız, milli şerefimizi sonu ölüm bile olsa tartışmaya açtırmayız.

ABD’nin yeni başkanı, seçim kampanya döneminde Ermeni lobilerinin gözüne girmek, siyasi desteklerini almak niyetiyle sözde soykırımı tanıyacağını duyurmuştu.

Sonunda lobilerin oyuncağı, diasporanın tutsağı olduğunu 24 Nisan günü tarih cinayeti işleyerek, yalana sımsıkı sarılarak ispat etmiştir.

ABD’nin önceki başkanlarından olan Reagan’dan sonra açık seçik soykırımdan bahseden ilk başkan bu şahıs olmuştur.

Biden’in, 24 Nisan 2021 tarihli yazılı açıklaması tarihe kara bir leke gibi düşmüş, Türkiye-ABD arasındaki diyalog köprülerini dinamitlemiştir.

 

Bizim sorunumuz ABD halkıyla değil, Beyaz Saray’a çöreklenmiş zulüm bekçileriyledir.

Biden hakikaten baymış, bayat bir tat vermeye başlamıştır.

Türk milletine sözde soykırım gölgesi düşürmek, mazisi toplu cinayetlerle, katliamlarla ve neden olduğu insani felaketlerle dolu bir ülkenin harcı değildir, haddi değildir, hakkı değildir.

Biden’in sözde soykırım beyanı Türk milleti nezdinde hükümsüzdür, yazılı açıklaması yalnızca kâğıt parçasından ibarettir.

Çünkü tarihimizin hiçbir döneminde mahcup olacağımız, hesabını vermekten kaçınacağımız, yüzümüzün kızaracağı, başımızı öne eğecek bir suça, bir trajediye, bir barbarlığa, bir vahşete imza atmadık, böylesi bir yanlışın tarafı ve faili olmadık.

Soykırım çetelesi tutanlar gerçekten medenilerse, kendi bastıkları zalim ayak izlerine, kendi kazdıkları kan ve dehşet çukurlarına dikkatle bakmaları, eğer yürekleri yetiyorsa bununla ilgili nedamet göstermeleri samimi tavsiyemdir.

Biden, 24 Nisan tarihli yazılı açıklamasının iki yerinde soykırımdan bahsetmiş, 1915 olaylarında hayatlarını kaybedenleri onurlandırdıklarını dile getirmiştir.

Nasıl onurlandıkları, nasıl onur katacakları başka bir tartışmanın konusudur.

Biden iftira kampanyasına kurşun askerlik yapmakla kalmamış, bir de Konstantinopolis ibaresini kullanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda böyle bir isimlendirmeyle anılan bölge veya bir şehir yoktur.

Bizim İstanbul’umuz vardır ve dünyanın en büyük Türk kentidir.

Okyanus ötesinden bakınca nasıl gördüklerinin, neyi görmek istediklerinin bizim nazarımızda bit kadar değeri olmayacaktır.

Konstantinopolis sayfası 568 yıl önce kapanmıştır.

Sözgelimi, tarihi geriye sarıp 1453 şartlarına dönsek bile dünyayı titreten, gemileri karadan yürüten, toplarla kalın surları döven mutlak ve muzaffer bir Türk varlığını sadece beşeriyet değil mahlukat bile tasdik ve teyit edecektir.

ABD yönetimine soruyorum, peki siz neredeydiniz? Ne yapıyordunuz? Avrupa’dan kaçanlar veya sonu belirsiz bir maceraya atılıp okyanusları aşanlar bile o tarihlerde henüz ortalıkta görülmüyordu.

Şu anda yaşadığınız coğrafyanın asıl sahipleri, hatta derilerinin renginden dolayı katlettiğiniz milyonlarca insan mutlu ve huzurlu bir şekilde hayatlarını idame ediyorlardı.

Bay Başkan, Beyaz Saray’da Cumhur İttifakı’nı nasıl yıkarım, zillet ittifakını nasıl kollarım, Türk tarihini nasıl karalarım diye hesap yapmayı bırak ve şunu aklından çıkarma ki, Türk milletine sözde soykırım iftirası atacak en son ülke bile siz değilsiniz.

Kısacık melez tarihinizde nice rezaletlere imza atan ülke olduğunuzu hatırlayarak, gerçeklerle yüzleşmeniz bizatihi sizi onurlandıracaktır.

Dünyada güçlünün hukuku değil, hukukun gücü hakimdir.

İnsanlık onuru, insanlığın ortak mirası ABD’den katbekat büyüktür.

Haklının güçsüz, güçlünün haksız olduğu dönemler kepenk indirmiş, emperyalizmin tarih mahkemesinde sorguya çekilme dönemi başlamıştır.

Dünya artık eski dünya değildir.

Bize soykırım çamuru atan Biden ve zihniyeti;

Vietnam’da, Kore’de, Kamboçya’da, Laos’ta, Hiroşima’da, Nagazaki’de soykırım tüneline soktukları milyonlarca masumun öncelikle hesabını versinler, sonra konuşsunlar.

Irak’ta bir milyon Müslüman’a, Afganistan’da 1,5 milyon mazluma kast ettiklerini, ucu bucağı görülmeyen ölüm tarlaları açtıklarını, kadınlara tecavüz edip küçücük çocukları mezara gömdüklerini kabul edecek ve bunun da bedelini ödeyecek onuru göstersinler, sonra ahkam kessinler.

Biden açıklamasında, insan haklarına saygı duyulan, tüm insanların onur ve güven içinde hayatlarını sürdürecekleri bir dünyadan bahsediyor.

O zaman ve o halde sizin gibilerinin bu dünyada olması züldür, zillettir, ziyandır.

Zulümlerin dünyanın hiçbir yerinde meydana gelmemesi için ortak kararlılık vurgusu yapan Biden, bunu önce kendisine, önce yönetimine, önce derisinin rengi kızıl veya siyah olduğu için katlettikleri suçsuz günahsız insanların manevi hatırasına anlatmak zorundadır.

ABD Başkanı, sözde soykırım suçlamasıyla müttefiklik hukukuna onarımı uzun yıllar alacak ağır bir hasar vermiştir.

Dostluğun yalan, stratejik ortaklığın masal olduğunu ayan beyan göstermiştir.

Tarih yaprakları 24 Nisan’ı işaret ettiğinde, ABD Başkanlarının 1915 olayları hakkında ne söyleyecekleri, nasıl yaklaşacakları, büyük felaket mi yoksa soykırıma mı diyecekleri artık merak konusu olmaktan çıkmıştır.

Yıllardır Türkiye üzerinde baskı ve dayatma aracına dönüştürülen 24 Nisan tarihi bizim için 23 Nisan’ın bir gün sonrasıdır ve sıradan bir gündür.

Ne biliyorlarsa açıklasınlar.

Ellerinden ne geliyorsa yapsınlar.

Biz yolumuzdan dönmeyeceğiz.

Tarihimizle ters düşmeyeceğiz.

27 Mayıs 1915 tarihinde karar altına alınıp 1 Haziran 1915’de uygulamaya koyulan Sevk ve İskân Kanunu’yla her zaman gurur duyacağız.

Dönemin milli kahramanlarını, bu millete şehadetleriyle hizmet eden asil kahramanlara tarih huzurunda şükran ve minnet duygularımızı her fırsatta göstereceğiz.

 

Değerli Milletvekilleri,

Tarihi, siyasi istismar konusu haline getirmek bizatihi yaşanmışlıklara saygısızlıktır.

1915 olayları konusunda milletimizin yüzü ak, alnı açıktır.

Telaşa kapılmamızı gerektirecek bir hatamız, bir gafletimiz veya bir suç dosyamız çok şükür yoktur.

Tarihi vesikalar ortadadır.

 

Arşivleri karşılıklı açarak ortak tarih komisyonu kurulsun dediğimizde kimlerin bu teklife yanaşmadığı bellidir, bilinmektedir.

1915 Sevk ve İskan Kanunu’nun esas nedeni milli güvenliği temin çabasıdır.

Birinci Dünya Savaşı sürerken, sadık tebaa olarak adlandırılan Ermenilerden bir bölümünün iç işgal ve ihanet cephesi oluşturmak ve sırtımızdan hançer vurmak için harekete geçtikleri vicdanı ve okuryazarlığı olan her insanımızın malum-u alisidir.

Osmanlı ordusu 1914 Ağustos ayında seferberlik ilan ettiğinde, pek çok Ermeni’nin Ruslara katıldığı, bunlar arasında Meclis-i Mebusan’dan bir mebusun dahi yer aldığı tarihi gerçeklerle ortadadır.

O dönemde patlak veren Van Ermeni isyanını bastırmak ve hunhar amaçlarla teşekkül eden Ermeni komitelerini dağıtmak amacıyla dönemin hükümeti 24 Nisan 1915’te vilayetlere ve diğer mülki yönetimlere genelge yollamıştır.

Bu genelgede, komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanması talimatlandırılmıştır.

Bu noktaya lütfen dikkat buyurunuz, bu talimat mucibince İstanbul’da Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgüt üyesi 235 kişi tutuklanmıştır.

Hitamında da Sevk ve İskan Kanunu gereğince Osmanlı İmparatorluğu’nun güvenliği ve milletimizin selameti maksadıyla işbirlikçi ve ihanete teşne Ermeniler tehcire tabi tutulmuştur.

Üstelik sevk boyunca her türlü ihtiyaçları karşılanmış, güvenlikleri için tedbirler alınmıştır.

Hatta göç yolları üzerindeki menzillere ve istasyonlara yiyecek içecek stokları yapılmıştır.

Tehcir sırasında bulaşıcı hastalıklardan, eşkıya saldırılarından, ihmallerden, kötü muamelelerden ve diğer sebeplerden kaynaklı ölümler yaşanmıştır.

Fakat hiçbir şart altında bir soykırım olmamıştır.

1915 olayları, İmparatorluğun kendi tebaası olan ve cephede kalan Ermenilerle diğer unsurları Sevk ve İskân Kanunu’na tabi tutarak cephe gerisine çekme işleminden başka bir şey değildir.

Amerika Birleşik Devletleri bu meseleyi her sene 24 Nisan’da ele almak suretiyle Türkiye’yi baskı altında tutmaya çalışmıştır.

Bu ülkenin, soykırım uygulanarak tamamen yok edilen İnka ve Kızılderililerle ilgili üç maymunu oynaması hem çuvaldızı hem de iğneyi başkasına batıran utanmazlıktır.

1818-1858 yılları arasında oluk oluk kanları dökülen Florida Seminole yerlileri bu kıyımın son temsilcileridir.

Osmanlı topraklarında yaşayan yaklaşık bir milyon Ermeni Sevk ve İskân Kanunu ile Ürdün, Lübnan, Halep, Şam, Deyr-i Zor, Irak gibi yerlerde yeni hayatlar kurarken, 1918’de çıkarılmış olan “geri dönüş yasası” ile yüz binlercesi tekrar dönmüş, kalanları da kendi istekleriyle batılı ülkelere göç etmiştir.

Yani ortada soykırımın en küçük delili yoktur.

Daha dikkat çeken bir vakıa ise 24 Temmuz 1917 tarihinde, Osmanlı bürokrasisindeki stratejik görevlerde 522 Ermeni bulunuyor olmasıdır.

ABD, Ermeniler tarafından ileri sürülen ve yalan isnatlarla bütün dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan soykırım yaftasını, sevk ve iskana tabi olarak sınır dışına gönderilen bu insanların Türkler tarafından yok edildiği şeklinde telaffuz etmektedir.

Takdir edileceği üzere tarihi gerçekler tahrif ve tahrip edilmektedir.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ABD’nin Japon tehdidini ileri sürerek, Pasifik sahil bölgesinde yaşayan Japon kökenli vatandaşlarını muhtemel saldırılar esnasında Japon askerleriyle işbirliği yapma endişesi doğrultusunda sürgüne gönderdiği hafızalardadır.

Bu kapsamda, Japonların Batı yakasından tahliye edilmeleriyle ilgili Başkanlık talimatı 19 Şubat 1942’de imzalanmış ve onbinlerce Japon toplama kamplarına hapsedilmiştir.

Talimatın gerekçesi, “Savaşın başarıyla yönetilmesi, ulusal savunma araçlarına, tesislerine ve gereçlerine yönelik casusluk ve sabotaj girişimlerine karşı mümkün olan her türlü koruma önleminin alınması” olarak belirtilmiştir.

Amerikan Yüksek Mahkemesi konuyu, belirli bir ırka mensup vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin hükümet tarafından kısıtlanmasına ilişkin emirlerin Anayasa’ya uygunluğu açısından incelemiş ve herhangi bir sorun görmemiştir.

1915 tehcir kararına, devlet bürokrasisinin en kilit yerlerinde görev alan, kucak açılan, kardeş görülen bir topluluğun düşmanla işbirliği yapması sonucunda ihtiyaç duyulmuştur.

Bu karar doğrudur. Bu karar meşrudur. Bugün olsa yine aynısı sonuna kadar uygulanmalıdır.

Ermeni çeteleri beşinci kol faaliyeti içine girerek, Ağustos 1914 ile Mart 1916 arasında 124 bin Müslüman Türk’ü katletmiştir.

İlerleyen yıllarda bilanço daha da ağırlaşmış, Anadolu’da bir Ermeni mezalimi yaşanmıştır.

Ermeni lobilerinin amacı açıktır.

ABD de bu kirli ve kinli amaca çanak tutmaktadır.

Sözde 3-T politikası olarak adlandırılan; “Tanıma-Tazminat-Toprak” talepleri Türk ve Türkiye düşmanlarının ortak motivasyonu, ortak emelidir.

Tehcir sırasında yaşanan ölümlerden dolayı Merhum Talat Paşa’nın kendi imzasıyla bin 673 kişi Divan-ı Harbe verilmiş, 67 kişi idam edilmiş 524 kişi hapse atılmış, 68 kişi de diğer cezalara çarptırılmıştır.

Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim, soykırım yapan bir devlet, böyle bir hukuki tasarrufa, böylesi bir iç muhasebeye gerek duyar mı?

Tehcir yolunda yaşanan kanunsuzlukların hesabını sormak için kararlılıkla inisiyatif üstlenir mi?

Ermeni katiller tarafından şehit edilen yüzbinlerce Müslüman Türk hala kanayan yaramız, yürek sızımızdır.

Adana’dan Maraş’a, Antep’ten Erzurum’a, Muş’tan Van’a kadar pek çok vatan köşesinde acıklı anıları nesilden nesile anlatılan Ermeni katliamları unutulmuş değildir.

Anadolu’daki toplu Türk mezarlarının izahını kim nasıl yapacaktır?

ASALA terör örgütünün şehit ettiği diplomatlarımızın ve vatandaşlarımızın hesabını kimler verecektir?

ABD Başkanı’nın 1915 olaylarına soykırım demesi siyasidir; hukuki, objektif ve insani hiçbir dayanağı yoktur.

Biden, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11’inci maddesine göre nefret suçu işlemiştir.

1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne atıf yaparak 1915 olaylarını bu sözleşmeye uydurmaya çabalayanlar tarihe ve hukuka kast etmiş haçlı kalıntılarıdır.

Bize göre, ABD ile ilişkiler tarihi bir kavşaktadır.

S-400’ü aktif hale getirmek, F-35 projesi için ödediğimiz paraları tahsil etmek bundan sonraki ilk işimiz olmalıdır.

Devletimizin ve hükümetimizin alacağı her karara desteğimiz peşinen söylüyorum sonucu ne olursa olsun tamdır.

Bugün, TBMM’nin ortak bir iradeyle sözde soykırım iftirasını telin edeceğine de gönülden inanıyor ve bunu bekliyorum.

Baktığımız yer Washington değil başkent Ankara’dır.

Hepimiz Ermeni’yiz diyenlere açık açık sesleniyorum, sizin ne olduğunuz değil bizim sizi nasıl gördüğümüz önemlidir.

Size bakınca boşluk ve hiçlik görüyoruz, ama siz bize bakınca ya Talat Paşa’yı, ya Enver Paşa’yı ya da Mustafa Kemal Paşa’yı gördüğünüzden adımız gibi eminiz.

Çünkü biz Türk milletiyiz, Türkiye’yiz, tarihimizle bir ve ayrılmaz bir bütünüz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Meclis’te grubu bulunan, bu milletin ekmeğini yiyip suyunu içen, devletin hazinesinden geçinip saltanat süren HDP isimli örgütün PKK’nın uzantısı olmasının yanında ASALA’ya da uyduluk yaptığını cümle alem görmüştür.

HDP Merkez Yürütme Kurulu, 24 Nisan’daki açıklamasında sözde Ermeni soykırımının bu topraklarda yaşandığını, adaletin de bu topraklarda sağlanması gerektiğini şerefsizce iddia etmiştir.

Bu hainler korusu, Türkiye’nin Ermeni soykırım utancıyla yüzleşmesini istemiştir.

Kürt kökenli kardeşlerim artık gözünü açsın, artık kararını versin; bölücü terör partisi HDP’nin kökü de kimliği de Ermeni’dir.

Anadolu’nun Hristiyanlardan arındırıldığını söyleyecek kadar Türk ve İslam düşmanı olan bu soysuzlarla aynı havayı teneffüs etmek bile günahtır.

Hala demokrasi diyerek HDP’ye destek çıkacak var mıdır?

Şu kadar oy aldı, bu kadar milletvekiline sahip diyecek bir köksüz ortaya çıkacak mıdır?

Bu şer yuvası, bu ASALA temsilcisi, bu terör acentesi hala faaliyetlerine pişkince devam edebilecek midir?

6-8 Ekim olaylarıyla ilgili Ankara 22.Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülmeye başlayan davanın 108 sanığı için gün yüzünü haram edecek karar çok kısa süre içinde alınmalı ve HDP’nin kapısına hukukun mührü vurulmalıdır.

Bu parti görünümlü kanlı şebeke kapatılmalıdır.

Bunlardan hiç kimse siyasette bulunmamalıdır.

Milletimize soykırımcı diyen bu canilere Erivan’ın kapıları açıktır.

Paşinyan da istifa etmiştir, buyursunlar, çok iyi bildikleri dağ yollarından Ermenistan’a terörist kamuflajlarını giyerek iltica etsinler.

Bu milleti sevmeyenleri sevmeyiz, bu devlete katliamcı diyenleri asla affetmeyiz.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Biden seçildikten kısa bir süre sonra alelacele tebrik mesajı paylaşmıştı.

Aynı aceleyi Biden’ın sözde soykırım açıklamasına karşı göstermedi, henüz çıtını bile çıkaramadı.

Dahası HDP’ye tek bir laf etmedi, edemedi.

Aynı şey İP’in başkanı için de geçerlidir.

O da Biden’e şablon sözlerle, suya sabuna dokunmayan ifadelerle tepki gösterdi, döndü dolaştı aynı Öztrak gibi hükümetin dış politikasını eleştirmeyi tercih etti.

Özellikle Kılıçdaroğlu’na soruyorum; seni korkutan nedir? Seni sindiren nedir? Seni soykırım suçlamasına karşı sessizliğe gömen hangi açıklarındır?

Hiç mi utanmıyorsun? Hiç mi Allah’tan korkmuyorsun?

Bu CHP’yi ne hallere düşürdün? Kendini nasıl pazarladın? Kimden hangi sözleri aldın? 

HDP’yle ittifak kuranlar bizim gözümüzde tarihi yanlışın içindedir.

Tarihle değil zilletle yüzleşmenin vakti gelmiştir.

HDP’ye tepki gösteremeyen CHP’si, İP’i ve diğerleri ASALA’nın çizgisindedir, Ermeni çetelerinin izindedir, PKK’nın dibindedir.

Türk milleti bu zillete katlanamaz, bu hıyanete müstahak olamaz, bu kokuşmalara meydanı boş bırakamaz.

Batsın sizin ittifakınız, batsın sizin siyasetiniz.

Bu kadar mı düşmansınız Türkiye’ye?

Bu kadar mı uşaksınız küresel güçlere?

Bu kadar mı satıldınız bedelinizi en çok ödeyenlere?

Suyun derin olup olmadığını iki ayağımızla test etmeye gerek yoktur.

Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemeye hakkımız yoktur.

Aziz milletim, büyük milletim, oyunu görün, onursuzları bilin, soykırım lobisini tanıyın, yarın geç olmadan zillete hak ettiği dersi verin.

Vurun tokadı gitsin bunların alayı.

Sözlerime son verirken tekraren Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun diyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.