17.01.2007 - Artan Terör Olayları ve Hükümetin Irak Politikası Hakkında Basın Toplantısı Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni

17 Ocak 2007

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan’ın son günlerde Irak konusunda yaptığı açıklamalar, çifte seçim sürecine giren Türkiye’nin siyasi gündemini yönlendirmeyi amaçlayan samimiyetten ve ciddiyetten uzak beyanlardır.

Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK terörüne karşı etkin tedbirler alınmaması ve Kerkük’te oldu-bitti yaratılması karşısında Türkiye’nin sessiz ve hareketsiz kalamayacağını söyleyen Başbakan, son iki yıldır alışkanlık haline getirdiği içi boş bir kararlılık gösterisi senaryosuyla yeniden sahneye çıkmıştır.

Terörle mücadelenin gereklerini, Iraklı Türkmen kardeşlerimizi ve Kerkük’ü dört yılı aşan iktidar döneminde unutan Başbakan’ın, bu beyanların ciddiyet ve samimiyet derecesi, yaşanacak gelişmelerle daha iyi görülecek ve anlaşılacaktır.

Başbakan’ın bu konularda bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının da bir göstergesidir.

Bu bakımdan;

  • Irak’taki gelişmelerin son dört yıl içinde izlediği seyrin ve bugün gelinen noktanın gerçekçi bir muhasebesini yapmak ve
  • AKP hükümetlerinin sanal Irak politikalarını masaya yatırarak, bu süreçte yapılan affedilmez hata ve ihmallerin bir bilançosunu çıkarmak,

AKP’nin bu alandaki karanlık sicilinin ve şimdi yöneldiği sözde milli hassasiyet gösterisinin teşhir edilmesi bakımından gerekli hale gelmiştir.

Bugünkü basın toplantımızda bu konudaki görüş ve değerlendirmelerimizi dile getirmek ve önümüzdeki dönemde Türkiye’nin izlemesinin gerekli olduğuna inandığımız temel siyasete ilişkin somut düşünce ve önerilerimizi Türk kamuoyunun, siyasi partilerin ve AKP hükümetinin bilgisine ve dikkatine getirmek istiyorum.

Bu vesileyle hepinizi kalbi duygularımla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Sayın Basın Mensupları,

Irak’ta son dört yıl içinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edecek çok tehlikeli bir mecraya girmiştir.

Türkiye, bugün, iç ve dış güvenliğini hedef alan açık ve yakın bir tehlikeyle karşı karşıyadır.

Burada unutulmaması gereken husus, bugün karşımıza çıkan bu güvenlik risk ve tehditlerinin, AKP hükümetlerinin görev yaptığı dört yıllık bir süreç içinde şekillenen gelişmelerin bir sonucu olduğu gerçeğidir.

Türkiye’yi bu noktaya, Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetinin bu gelişmeler karşısında sergilediği acz, teslimiyet ve gaflet getirmiştir.

Bu konunun muhasebesini yapmaya geçmeden önce, siyasi iktidarın Anayasa ile belirlenen görev ve sorumluluklarını bu vesileyle kısaca hatırlatmak istiyorum.

  • Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamak ve milli çıkarlarını korumak, hükümetin Anayasal görev ve sorumluluğudur.
  • Türkiye’nin iç ve dış güvenliğine yönelik tehditlere karşı gereken tedbirleri zamanında almaktan birinci derecede sorumlu olan makam, yürütme organıdır.
  • Bu Anayasal görev ve sorumluluklarda ihmal, kusur, zaaf ve acze düşülmesi, görev suçudur.
  • Anayasamızın 148. maddesi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyelerinin görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanmasını amirdir.

Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti yetkililerinin, Irak bağlamında terörle mücadele konusundaki sorumluluklarının ilerde bu kapsamda değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu konunun somut gerçekler ışığında ele alınması, AKP hükümetinin bu kapsamdaki siyasi ve hukuki sorumluluğunun ortaya konulması bakımından özel bir önem taşımaktadır.

Başbakan ve hükümeti, Milliyetçi Hareket’in bu konunun da amansız takipçisi olacağını hiçbir zaman unutmamalıdır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Irak’taki durum ve Türkiye’nin karşısına çıkan güvenlik tehditleri üzerinde yapılacak gerçekçi bir değerlendirmede hareket noktası olacak temel veriler şu noktalarda toplanmaktadır.

  • Askeri müdahale sonrası Irak’ın üniter yapısı yıkılmış, etnik ve mezhep temelinde ayrışma bütün unsurlarıyla oluşmuş ve siyasi yapı bu temelde şekillenmiştir.

- Yeni Irak Anayasası’nın kabulü ve Mayıs 2006’da yapılan seçimlerle, Şiilerin ve Kürtlerin ağırlık merkezini oluşturduğu iki bölgeli gevşek bir Federal Anayasa düzenine geçilmiştir.

- Siyasi geçiş sürecinin bütün aşamaları bu şekilde tamamlanmıştır.

  • Irak’ta bugün topyekün bir iç savaş ortamı yaşanmaktadır.

- Mezhep çatışmaları korkutucu boyutlara tırmanmış, etnik çatışma fitili de ateşlenmiştir.

  • Bunun sonucu Irak’ın bir arada tutulması artık imkansız hale gelmiş, geriye dönüşü olmayan bir dağılma ve parçalanma sürecine girilmiştir.

- Irak politikaları iflas eden ABD’nin ilave askeri birlik sevkini öngören yeni stratejisinin, güvenlik ve istikrar ortamını sağlamak bir yana, giderek yayılan çatışmaları kontrol altına almakta dahi etkili olamayacağı genel kabul gören hakim görüştür.

  • Kuzey Irak’taki Kürt gruplar, bu kaos, çatışma ve bölünme ortamından azami ölçüde yararlanmıştır.

- ABD’nin güvenilir müttefiki olarak görülmeleri, bu grupları pervasızlığa sevketmiştir.

- Federal yapı içinde çok ileri otonom yetkilerle donatılmış bağımsız bir bölgeye kavuşan Kürt gruplar, fiilen oluşan bağımsız devlet yapılanmasını, hukuki açıdan sonuçlandırmada nihai aşamaya gelmiştir.

- Stratejik hedeflerinin önemli bir kısmını gerçekleştiren Kürt grupların önünde şu iki hedef kalmıştır:

- Kerkük’ü zorla gaspederek Kürdistan bölgesinin başkenti yapmak ve,

- Irak’ın petrol kaynaklarına el koymak

  • Irak’ın içinden geçtiği bu süreçten en fazla zarar gören grup, maalesef Türkmen kardeşlerimiz olmuştur.

- Irak’ın asli kurucu halklarından biri olan Türkmenler siyasi yapıdan tamamen dışlanmıştır.

- Türkmenler, bazı kültürel haklarla yetinecek bir dil azınlığı konumuna itilmiştir. Kürtçe ve Arapça resmi dil olarak kabul edilirken, Türkçe azınlık dil olarak kalmıştır.

- Siyasi hayattan da silinen Türkmenlerin, 275 sandalyeli Meclis’te temsil düzeyi toplam 7 milletvekili ile sınırlı kalmıştır.

- Yeni Anayasa ile Irak’taki Türkmen ve Kürt toplumları arasındaki statü eşitliği, Türkmenler aleyhine yıkılmış ve ilişkiler Kürt çoğunluk – Türkmen azınlık ilişkisi mertebesine düşürülmüştür.

  • Kürt gruplara tâbi kültürel bir azınlık konumuna itilen ve etnik temizlik tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Türkmenler, bugün varlıklarını sürdürebilmek için yaşam mücadelesi vermektedir.

- Musul, Kerkük ve Telafer’deki Türkmenlerin maruz kaldığı baskı, tehdit ve mezalimler artık katlanılmaz boyutlara ulaşmıştır.

- Kürt grupların tarihi Türkmen şehri olan Kerkük’ü zorla ele geçirme stratejisinde sona gelinmiştir. Dışardan getirilen Kürtler ve Türkmenlere uygulanan göçe zorlama ve imha uygulamaları sonucu, Kerkük’ün nüfus yapısı tamamen değiştirilmiştir. Aralık 2007’ye kadar yapılması öngörülen referandumun sonucu bugünden bellidir.

  •  Kuzey Irak, PKK teröristlerinin eğitim ve lojistik merkezi ve Türkiye’ye karşı saldırı üssü haline gelmiştir.

- PKK militanları Kandil dağından inmiş, şehirlere yerleşmiştir.

- Barzani ve Talabani’nin siyasi himayesi altında bölgede yuvalanan 3000 civarındaki militan, Kürt peşmerge gruplarıyla iç içe yaşamakta, lojistik desteği bu gruplarca sağlanmakta ve Türk sınır bölgesinde gümrük denetimi yaparak haraç toplamaktadır.

- Irak hükümeti PKK’yı resmen terörist örgüt olarak kabul etmemektedir. Siyasi faaliyette bulunmasına izin verilen PKK, seçimlere iki parti çatısı altında katılmış ve Irak siyasi yaşamının legal unsuru haline gelmiştir.

- PKK terör örgütü, lider kadroları, terör kampları, silah ve mühimmat depoları ve Amerikan menşeili silahlarla donatılmış militan kadrolarıyla, ABD’nin askeri kontrolü altındaki bölgede serbestçe faaliyet gösterebilmektedir.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

AKP iktidarı döneminde yaşanan bu gelişmelerden sonra, bugün Türkiye’nin karşısına;

  1. Sınır bölgemizde Türkiye’ye muhasım bağımsız bir etnik devlet yapılanmasının son aşamaya geldiği,
  2. Bu bölgede yuvalanan PKK varlığından kaynaklanan güvenlik tehdidinin had safhaya ulaştığı ve
  3. Türkmen kardeşlerimizin varlığına kastetmeyi ve Kerkük’e zorla el koymayı amaçlayan bir stratejinin adım adım ilerletildiği

Vahim bir Irak denklemi çıkmıştır.

Bütün bu gelişmeler cereyan ederken, ezik ve teslimiyetçi bir dış politika anlayışıyla sessiz ve tepkisiz kalan Başbakan Erdoğan ve hükümeti, altından kalkamayacağı ve hesabını veremeyeceği çok ağır bir siyasi ve tarihi vebal altına girmiştir.

AKP hükümetinin ileride hesap verme sürecinde mutlaka açılacak olan bu konudaki utanç ve günah dosyasının satırbaşlarının, bu vesileyle kendilerine hatırlatılması yerinde olacaktır.

  •  AKP hükümetleri, siyasi ufku ve stratejik derinliği olan Irak politikaları geliştirmede tam anlamıyla acze düşmüştür.

- Hükümetin Irak politikası olmadığı, Mart 2005’de bizzat şimdiki Genelkurmay Başkanı tarafından bizzat kamuoyuna açıklanmıştır.

- MİT Müsteşarının son beyanları da bu acı gerçeği teyid etmiştir.

  • AKP hükümeti Irak’ta teslim olmuştur. Türkiye, bugün gelişmeleri uzaktan izlemekte bile zorlanan marjinal bir seyirci durumundadır.

- Türkiye’nin Irak üzerindeki siyasi etkisi ve caydırıcılığı sıfırlanmıştır.

- Türkiye’nin kırmızı çizgileri alenen çiğnenmiş ve silinmiş, Türkiye’ye karşı kırmızı çizgiler oluşmasına seyirci kalınmıştır.

Türkiye, Irak’taki gelişmeleri etkileme ve yönlendirme imkanını tamamen kaybetmiş, ve daha da vahimi, Irak’taki gelişmelerden doğrudan etkilenen bir duruma düşmüştür.

  • Kuzey Irak’ta yuvalanan ve Barzani’nin himayesi ve ABD askeri gücünün hoşgörüsü sayesinde Türkiye’nin güvenliğine karşı ciddi bir tehdit oluşturan PKK varlığı ile etkili mücadelede AKP hükümeti büyük bir acz sergilemiştir.

- PKK ile mücadele Peşmerge gruplarının ve ABD’nin iradesine ve iznine tabi kılınmıştır.

  • Kuzey Irak’taki Kürt siyasi yapılanmasına karşı sessiz kalan hükümet, bu tutumuyla Barzani ve Talabani’nin yeni umudu ve güç kaynağı haline gelmiştir.

- AKP hükümetinin teslimiyet ve aczinden cesaret alan peşmerge liderleri, Türkiye’nin içini karıştırma tehditlerinde bulunmaya cüret edebilmiştir.

- AKP hükümeti, Türkiye’ye açıkça husumet ilanı olan ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan bu tahrikler ve meydan okumalar karşısında sessiz, tepkisiz ve hareketsiz kalmıştır.

  • AKP hükümeti Türkmenlere sırt çevirmiş ve yok olma sürecine itmiştir.

- Türkmenlerin geleceğini teminat altına almak için Irak’taki gruplar ve ABD üzerinde etkili olacak inandırıcı politikalar geliştirememiştir.

- Hükümet, Türkmenler ve Kerkük konusunda zaman zaman adet yerini bulsun kabilinden dile getirilen içi boş beyanlarla yetinmiştir.

- AKP hükümetinin bu tutumu ve “tüm Irak halkına eşit mesafedeyiz” söylemi, Kürt gruplara Türkmenler üzerinde baskı kurarak Kerkük’ü silah zoru ve oldu-bittilerle ele geçirme politikalarında cesaret kazandırmıştır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün Türkiye’nin karşısına çıkan güvenlik tehditlerinin, yığınakta yapılan bu hatalar zincirinin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu herkes kabul edecektir.

  Bu noktaya gelinmesinin siyasi sorumlusu olan AKP hükümeti, dört yıl boyunca bu gelişmeler karşısında sessiz kalmış ve zaman zaman PKK terörü ve Kerkük konusunda göstermelik çıkışlar yaparak sahte gövde gösterileriyle göz boyamaya çalışmıştır.

PKK terörüyle mücadele için Irak’a sınırötesi askeri müdahale yapılması konusu, Başbakan Erdoğan tarafından 2005 yılından bu yana, zevahiri kurtarma aracı olarak kullanılmıştır.

Başbakan’ın bu konudaki son çıkışları, bu senaryonun bir tekrarıdır.

Başbakan Erdoğan, 2005 ve 2006 yıllarında da bu konuda arkasını getiremediği çıkışlar yapmış ve ABD’nin tepkisini üzerine her seferinde geriye geriye çekilmiştir.

  •  Başbakan, 13 Temmuz 2005 tarihinde çıktığı bir televizyon programında Türkiye’nin PKK’ya karşı gerekirse sınırötesi askeri operasyon yapabileceğini ayaküstü bir beyanla gündeme taşımıştır.

ABD, bu ifadelere derhal tepki göstermiş ve ABD Genel Kurmay Başkanı ertesi gün yaptığı bir açıklamayla buna sıcak bakmayacaklarını, kaldı ki Türkiye’nin bu konuda Irak hükümetinin ve Kürt gruplarının iznini alması gerektiğini söylemiştir.

Irak yetkilileri ve peşmerge liderleri de Türk askeri müdahalesinin kabul edilemeyeceği yolunda küstah beyanlarda bulunmuşlar

Bu çıkışlar karşısında geri adım atan Başbakan, PKK’ya karşı askeri harekat için henüz alınmış bir karar olmadığını söyleyerek tevil yoluna sapmıştır.

  •  2006 yılında bu konuyu yeniden ısıtıp masaya süren Başbakan, 16 Temmuz 2006 tarihinde Ağrı il kongresinde yaptığı konuşmada, tırmanan terör eylemleri karşısında ertesi gün yapılacak Bakanlar Kurulu’nun “çok şeye gebe olduğunu” söyleyerek sınırötesi operasyon imasında bulunmuştur.

Ancak, bir kere daha dağ fare doğurmuş ve Bakanlar Kurulunda bu konu gündeme bile getirilmemiştir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi, 18 Temmuz 2006 günü diplomatik teamüllere aykırı olarak yaptığı bir açıklamayla, Türkiye’nin bölgeye tek taraflı müdahale yapamayacağını, ABD’nin buna karşı olduğunu kayda geçirmiştir.

Kuzey Irak’taki peşmerge liderleri de Türkiye’yi açıkça tehdit eden açıklamalar yapmışlar ve Türkiye’nin içini karıştıracaklarını söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.

Bu gelişmeler sonrası Başbakan Erdoğan’ın 19 Temmuz 2006 günü yaptığı açıklama, AKP hükümetinin yine geri adım attığını ve Kuzey Irak’tan kaynaklanan teröre karşı Irak ve ABD makamları nezdinde girişim yapılmasıyla yetineceğini ortaya koymuştur.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bundan sonra yaşanan gelişmeler herkesin malumudur.

PKK terörü, ABD ile kurulan koordinasyon mekanizmasına havale edilmiş ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve milli güvenliğine tehdit teşkil eden kanlı terörle mücadele Kuzey Irak’taki peşmerge gruplarının iznine ve vetosuna bağlı kılınmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalarla ikrar zorunda kaldığı gibi, ölü doğmuş olan bu mekanizmanın hiçbir sonuç vermediği kısa zamanda ortaya çıkmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın PKK ve Kerkük konusundaki son açıklamalarının bu şablon ışığında değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

PKK ile mücadele konusunda ABD’nin verdiği sözleri tutmadığını ve Türkiye’yi oyaladığını söyleyerek ABD’yi Türk milletine şikayet eden Başbakan, aslında terörle mücadelede gösterdiği zaaf ve aczi itiraf ve ilan etmiştir.

Başbakan’ın bu iki konudaki gelişmeler karşısında Türkiye’nin sessiz kalamayacağı yolundaki beyanlarının davet ettiği tepkiler, Türkiye’nin dış politikadaki itibarı ve inandırıcılığının AKP hükümeti tarafından hangi noktalara düşürüldüğünün de acı bir göstergesi olmuştur.

  •  ABD’nin Irak Büyükelçisi Halilzad, Kerkük konusunda derhal tepki göstermiş ve Kerkük’ün Irak’ın iç işi olduğunu söyleyerek dışardan müdahalenin kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.
  • Başbakan’a ikinci cevap 13 Ocak 2006 günü Barzani’nin sözcüsünden gelmiştir.

Türkiye’ye Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığını hatırlatan bu peşmerge sözcüsü, Irak halkının sorunlarını kendi içinde  çözeceğini, Türkiye başka ülkelerin içişlerine karışma hakkını kendinde görüyorsa, bu durumda diğer ülkelerin de Türkiye’nin içişlerine karışma hakkının doğacağını söylemiş ve Türkiye’nin çok zayıf yönleri olduğunu ifadeyle Türkiye’yi açıkça tehdit etmiştir.

  • Bu tartışmaya 12 Ocak günü kurye avukatları aracılığıyla yaptığı bir açıklamayla katılan İmralı canisi de Türkiye’ye Türkmenleri Kürtlere karşı kışkırtmaktan vazgeçmesi çağrısında bulunmuş ve Türkmenlerin çıkış yolunun Kürtlerle birlikte hareket etmek olduğunu söylemiştir.

Bütün bunlar karşısında Başbakan’ın gösterdiği tek tepki, ABD’nin Irak Büyükelçisini kendisine muhatap kabul ederek, Büyükelçisinin Irak vatandaşı mı olduğunu sormakla sınırlı kalmıştır.

Son olarak Başbakan Erdoğan’ın 16 Ocak Salı Günü Meclis Grubu’nda “Tribünde seyirci kalamayız” konuşmasına da ABD’nin cevabı gecikmemiş ve Ankara’daki Büyükelçileri aynı gün yaptığı bir açıklamayla Kerkük’ün kaderini Iraklılar’ın belirleyeceğini Başbakan’a hatırlatmıştır.

Bu konuda somut bilgi ve verilere dayanan bu gerçekler, Başbakan Erdoğan’ın bu son çıkışlarının da samimi olmadığını ve bunun arkasını getirecek kararlılığa sahip bulunmadığını göstermektedir.

  • Türkiye’yi hedef alan iç ve dış tehditlere karşı kararlı ve dik bir duruş sergileme irade ve inancından yoksun olan,
  • Ayaküstü beyanlarla ve muhataplar tarafından ciddiye alınmayan sözde mesajlarla durumu idare etmeye çalışan ve
  • Terörle mücadeleyi özel temsilcilere ve kurullara havale ederek ipe un serme yolunu seçen

Başbakan Erdoğan, vicdanlarda aklanmak ve imaj düzeltmek telaşıyla, bu sahte çıkışlarla su üzerine yazı yazmakta ve göz boyamaya çalışmaktadır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Kerkük ve Irak kaynaklı PKK ile mücadele konusu, gecikmeli olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine gelmiştir.

Milliyetçi Hareket’in temenni ve beklentisi, bu kanunda yapılacak Meclis görüşmelerinin sıradan bir bilgilendirme toplantısının ötesine geçerek, Meclis’in iradesini ortaya koyacağı somut sonuçlar vermesidir.

Bu düşüncelerle, çok tehlikeli boyutlara ulaşan gelişmeler karşısında Türkiye’nin izleyeceği strateji ve alınması uygun olacak tedbirler hakkındaki somut görüş ve önerilerimizi 6 ana başlık altında kamuoyunun ve siyasi partilerin değerlendirmesine sunmak istiyorum.

1. Irak’taki durumun oluşturduğu çok boyutlu güvenlik tehdidi karşısında Türkiye, somut ve inandırıcı bir askeri güçle desteklenen kapsamlı bir siyasi caydırıcılık stratejisi geliştirmeli ve bunu kararlılıkla uygulamaya koymalıdır.

2. Bu çerçevede, ilk önce, Kürt peşmerge grupları çok açık ve kesin bir dille uyarılmalı ve terör kartını Türkiye’ye karşı bir tehdit silahı olarak kullanmalarının karşılıksız kalmayacağı açıkça ortaya konulmalıdır.

- Aynı şekilde Türkiye’nin milli birliğini hedef alan tahriklere karşı Türkiye’nin hareketsiz kalmayacağı ve bu hasmane tutumun çok ciddi sonuçları olacağı konusunda da bu gruplara gerekli ikazlar yapılmalıdır.

3. Kuzey Irak’taki Kürt siyasi yapılanmasının bağımsız devlete dönüşmesi halinde, Türkiye’yi de içine alacak ağır gerginlikler ve bölgesel çatışma riski çok ciddi biçimde artacaktır.

- Bu konu ABD ile en üst siyasi düzeyde ele alınmalı ve ABD’nin Irak’taki askeri varlığından cesaret alan Kürt gruplar için, böyle bir maceranın yaşayabilir ve sürdürülebilir bir opsiyon olmadığı, bölge ülkelerin buna seyirci kalmalarının beklenemeyeceği açıkça anlatılmalıdır.

ABD’nin bu konudaki siyasi etkisini kullanmaması halinde doğacak sonuçlar bütün çıplaklığıyla masaya getirilmelidir.

- Ayrıca bu konuda başta İran ve Suriye olmak üzere komşu bölge ülkeleriyle ciddi bir istişare süreci başlatılmalı, alınabilecek siyasi ve ekonomik tedbirler ve uygulanacak yaptırımlar rejiminin esasları ve unsurları belirlenerek ilan edilmelidir.

4. Kerkük’ün statüsü konusu, Irak’ta Suni ve Şii grupları da içine alacak topyekün bir iç savaşı tetikleyecek en önemli risk unsurudur.

Kürt grupların Kerkük’ü zorla ele geçirmesi önlenemezse, bölge ülkelerinin tepkisiz kalmayacağı bir çatışma ortamına girilmesi de kaçınılmaz olacaktır.

2007 sonuna kadar yapılacak referandum için saat işlemektedir.

Bu bakımdan en öncelikli konu, referandumun ertelenmesi ve Kerkük’ün statüsünün Irak’ın bütünü içinde bir çözüme kavuşturulmasının sağlanmasıdır.

Bu çerçevede, Kerkük’e Bağdat gibi hiçbir idari bölgeye bağlı olmayacağı özel bir statü verilmeli, Kürtlerin baskısıyla Irak Anayasasından son anda çıkarılan bu yöndeki hüküm Anayasa tadil edilerek yeniden konulmalıdır.

- Türkiye, ABD ve Irak’taki Şii ve Suni gruplarla derhal temasa geçmeli ve zorlamayla yapılacak Kerkük referandumunu tanımayacağını şimdiden ilan etmelidir.

- Aynı şekilde, hangi mihraklardan gelirse gelsin, Türkmenlere karşı girişilecek herhangi bir saldırı hareketinin Türkiye tarafından,  askeri güç kullanmak dahil Türkiye’ye her tedbiri alma hakkını doğuracak bir husumet ilanı olarak görüleceği resmi planda şimdiden açıklanmalıdır.

5. Türkiye, bu konularda izleyeceği caydırıcılık siyasetini etkili kılacak çok önemli imkân ve müeyyidelere sahiptir.

Kuzey Irak’a karşı Türkiye’nin elindeki imkânlar şunlardır:

- Habur sınır kapısının kapatılması.

- Kerkük petrollerinin dış piyasalara ulaştırılması için kapasitesi ve konumu bakımından yegane etkili ve güvenilebilir imkan olan Kerkük-Yumurtalık boru hattının devre dışı bırakılması.

- Kuzey Irak’a yapılan lojistik desteğin, gıda ve diğer malzeme akışının, müteahhitlik hizmetleri ve ticaretin, elektrik ve benzin ikmalinin durdurulması.

- Bölgede petrol arama işleri dahil her alanda faaliyet gösteren Türk şirketleri ve girişimcilerinin bölgeden çekilmesi.

- Kuzey Irak’ta faaliyet gösterecek yabancı şirketlerin Türkiye üzerinden malzeme ve teçhizat ikmaline izin verilmemesi.

- Irak’ın diğer bölgeleriyle yapılacak ticaret için, başta Suriye ve İran olmak üzere, mücavir ülkelerden geçecek yeni güzergahlar belirlenmesi ve Kuzey Irak’ın devreden çıkartılması.

- Türk hava sahası üzerinden yapılan Kuzey Irak bağlantılı uçuşların durdurulması.

Türkiye, yaptırım gücü olan bu imkânları, gelişmelerin seyrine göre uygulamaya sokacağını ilan etmeli ve bazılarını bugünden hayata geçirmelidir.

6. Türkiye, Kuzey Irak’tan kaynaklanan fiili bir güvenlik tehdidi ve terör saldırısıyla karşı karşıyadır.

Bir ülkenin kendi topraklarını başka bir ülkeye saldırı amaçlı kullandırması, uluslararası hukuka göre mukabele hakkı doğuran hasmane bir eylemdir.

Bu fiili tehdit ve saldırılar karşısında, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru savunma hakkı bütün unsurlarıyla doğmuştur. Bu hakkın kullanılmasının şartları bütünüyle oluşmuştur.

Bu şartlar karşısında, Türkiye Kuzey Irak’a sınırötesi askeri harekat dahil, gereken tüm tedbirleri almak durumundadır.

ABD’nin bu konuda ciddi bir adım atmakta isteksiz olması karşısında, Türkiye PKK terörünü kendi imkanlarıyla bitirmek zorundadır.

Bu amaçla, şu hareket tarzının izlenmesi yerinde olacaktır.

- İlk planda, teröristlerin Türkiye’ye sızma, geçici konaklama ve ikmal yolu olarak kullandıkları sınıra yakın bölgelere yönelik temizlik harekatı başlatılmalıdır.

- Bunun yanı sıra, başta Kandil dağı olmak üzere PKK’nın silah ve malzeme deposu, eğitim tesisi ve konaklama amacıyla kullandığı bölgelere hava harekatı yapılması için gerekli hazırlıklar süratle sonuçlandırılmalıdır.

- Nihayet, Türkiye kara unsurlarının da katılacağı sınırötesi askeri harekatı, ciddi bir opsiyon olarak elde tutmalı ve bu yönde hazırlık yapmalıdır.

- Hava ve kara harekatının, bölgeyi askeri kontrolü altında bulunduran ABD ile istişare halinde yapabileceği bir gerçektir. ABD’nin bu konuda göstereceği muhtemel tepkilere karşı Türkiye şu iki hususu ABD’ye hatırlatmalıdır:

Irak’taki ABD askeri güçlerinin yakıt dahil temel ihtiyaçları Türkiye üzerinden sağlanmakta ve Habur sınır kapısı lojistik ikmal amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Bunun yanı sıra Türkiye, İncirlik üssünün ABD tarafından Irak’a mühimmat ve savaş malzemesi nakli için merkez üssü olarak kullanılmasına izin vermiştir.

Türkiye, dost ve müttefikliğin bir gereği olarak verdiği bu çok önemli desteği ABD’nin dikkatine getirebilmeli ve ABD’den de aynı anlayışı, dayanışmayı ve desteği beklemek hakkı olduğunu açıkça söyleyebilmelidir.

- Irak’taki terör yuvalarına karşı girişilecek temizlik harekatı için Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisinden izin istenmesi ve önceden yetki alınması konusu, yapılacak harekatın niteliği ışığında değerlendirilecek bir husustur.

Sınır bölgemizde sıcak takip kapsamında yapılacak temizlik operasyonları için Meclis iznine gerek olmayacağı düşünülmektedir.

Buna karşılık daha geniş kapsamlı askeri harekat için Meclis’ten izin alınması ise Anayasal bir zorunluluktur. Bunun yanı sıra, Meclis’in iradesini arkasına almak, Hükümet ve Silahlı Kuvvetlerimiz için ilave bir güç kaynağı olacaktır.

AKP hükümetinin Ekim 2003’de Meclis’ten aldığı yetkinin, 2007 yılında Irak’a askeri müdahale amacıyla kullanamayacağı ortadadır.

Zira, 2003 yılında Meclis izni farklı bir amaç için alınmış ve geçerliliği bir yılla sınırlandırılmıştır.

Bu durumda, hükümetin amacı, kapsamı ve süresi yeniden belirlenecek bir izin talebiyle Meclis’e başvurması gerekecektir.

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Sözlerime son vermeden önce bir husus üzerinde kısaca durmak ve Başbakan Erdoğan’a bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Türkiye, milli güvenliğini tehdit eden çok ciddi iç ve dış kriz dinamikleriyle karşı karşıyadır.

İçinde bulunduğumuz bu ağır şartlar, Türkiye’nin hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak kararlı bir duruş sergilemesini, hiçbir gerekçe ve mazeret altında kaçınılamayacak milli bir zorunluluk haline getirmiştir.

Bunun için gereken önlemlerin zamanında alınmaması halinde, gelişmeler kontrolden çıkacak ve Türkiye inisiyatifin elinde olmadığını sıcak bir çatışmanın içine sürüklenebilecektir.

Bugün AKP hükümeti büyük bir tarihi sorumlulukla karşı karşıyadır.

Başbakan Erdoğan görev ve sorumluluklarını idrak etmek ve bu bilinçle hareket etmek durumundadır.

Bunun gereklerini yerine getirmemenin vatana ihanetle eş anlamlı olacağı unutulmamalıdır.

Ancak, içinde bulunduğu ruh hali ve sergilediği saldırgan tavırlar, Başbakan’ın sorunun ciddiyetini ve sorumluluğunun ağırlığını anlamakta güçlük çektiğini göstermektedir.

Başbakan’ın birikimlerinin bir yansıması olan tavrını ve üslubunu değiştirmesini ümit etmek, beyhude bir beklenti olacaktır.

Bu bakımdan, muhalefet partilerinin Türkiye’nin önündeki bu güvenlik sorunu hakkında görüş açıklamalarını yadırgayacak ve kınayacak kadar kontrolünü kaybeden Başbakan’a şu hususu hatırlatmakla yetineceğiz.

Bizim Türkiye’nin sorunları hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymak için ne sizin ne de herhangi bir makamın iznine ve icazetine ihtiyacımız vardır.

Haline bakmadan diktatörlüğe heveslenmek, Türk siyasi tarihinde kimseye hayır getirmemiştir.

Biz, görüşlerimizi açıkça ve dürüstçe söyleriz, siz de bildiğinizi yaparsınız ve bunun tüm sonuçlarına da katlanırsınız.

Bizim bu aşamada söyleyeceklerimiz bunlardır.

Basın toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı

SORU VE CEVAPLAR

SORU: Bölge ülkeleri ile görüşmeler yapan ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın Türkiye'ye gelmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz.

CEVAP: Türkiye'nin belli bir mesafede tutulduğunun işaretidir. Bunun için çok hayırlı bir adım atılmıştır. Meclis'te bir görüşme başlatılıyor, Perşembe günü de bir gizli görüşme yapılacaktır. Burada ikaz ettiğimiz hususları da dikkate alarak mecliste temsil edilen tüm siyasi partilerimize ve milletvekillerimize bir çağrımız olmuştur. Bunu dikkate almalarını beklemekteyiz.

 

SORU: CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan'a liderler zirvesi yapılması gerektiği yönünde bir çağrıda bulundu. Bu zirveye Meclis dışındaki siyasi parti liderlerinin çağrılmasını da önerdi. MHP'ye bu konuda bir müracaatta bulunuldu mu? Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

CEVAP: Bize herhangi bir müracaatta bulunulmadı. Ancak böyle önemli dönemlerde liderler zirvesinin Sayın Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında yapılmasını doğru bir yaklaşımdır.

 

SORU: Açıklamalarınız, Irak, Kuzey Irak ve Kerkük sorununun diplomasi yoluyla çözümlenebileceği yolunun tamamen kapandığını mı gösteriyor. Artık bir askeri harekat ya da sıcak bir ortam kaçınılmaz hale mi gelmiştir?

CEVAP: Basın açıklamasını yaparken bir hususu dikkatten kaçırdığınız kanaatindeyim. Alınacak tüm tedbirlerin siyasi bir caydırıcılık vasfı taşıması gerektiğini vurguladım. Bunun diğer bir anlamı diplomasidir. Önce diplomasi.