17.02.2009 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
17 Şubat 2009

 

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta, Türk dünyasının değerli evladı, büyük şair ve fikir adamı Azerbaycanlı kardeşimiz Bahtiyar Vahabzade'yi kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz.

O, 84 yıllık ömrünün ilk gençlik yıllarından itibaren sanatını, hürriyet ve bağımsızlık sevdası, Türkçe düşünmek ve konuşmanın erdem ve önemi ile vatan kavramı üzerine yoğunlaştıran büyük bir düşünce temsilcisi idi.

İhmal edilmiş tarih şuurunu canlı tutarak günümüzle bağlayan ve gelecek için bir ilham kaynağı olarak kullanan, milli dilin önemini kavrayan ve ısrarla vurgulayan,  aydınların millet için sanat yapması gerektiğini savunan büyük bir mütefekkirdi.

Vahabzade, aynı zamanda milleti ve ülkesi için düşündüklerini hayalden öteye de taşıyan ve bunun için her türlü zorluğa ve engele yorulmadan ve bıkmadan direnen gerçek bir milliyetçi mücadele ve siyaset adamıydı.

Geride bıraktığı muhteşem eserler ve şerefle yaşanmış ömrün aziz anılarıyla bu güzide millet evladı inanıyorum ki, Türklük var oldukça yaşamaya ve hatırlanmaya devam edecektir.

Bu vesile ile muhterem Bahtiyar Vahabzade'ye Cenab-ı Allah'tan rahmet, aziz milletimize ve Azerbaycanlı kardeşlerimize başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet, ruhu şad olsun.

Değerli Milletvekilleri,

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bölücülük algısında yalnızca terör eylemleri ile şehit haberleri yer aldığı için, özellikle son zamanlarda artan ve sokaklara taşan bölücü tahrikler hükümet tarafından sessizce seyredilmektedir.

İmralı'daki hücresi iktidar tarafından misafirhaneye çevrilmeye çalışılan bölücübaşının ele geçmesinin sözde yıldönümünde, yine sahneye çıkan mihraklar pek çok şehirde gösteriler yapmışlar ve güvenlik güçleri ile çatışmışlardır.

Konuya başından beri duyarsız olan AKP zihniyeti, yaklaşan seçimin getirdiği oy kaygısı ile daha da silikleşmiş ve Türkiye'nin bazı yörelerinde alanı bölücülere terk etmiştir.

Gelişmeler, yaklaşan ilkbaharla birlikte yıllardır oynanan oyunun tekrarlanmaya çalışıldığının, bu yıl seçim ortamı ile de birleştirilerek yeni bir terör ve baskı sürecinin başlatılacağının işaretini vermektedir.

Buna paralel olarak, hükümetin Barzani ile kucaklaşma projesinin giderek Türkiye'den de destek ve zemin bulacağı anlaşılmaktadır.

Bir ay sonra, "Kürt konferansı" adıyla birleşik bir coğrafyanın tartışılacağı ve adına sözde kongre denen başka bir toplantının da burada yapılacak olması dikkat çekici ve kaygı uyandırıcıdır.

Küresel bir projenin sivil toplum acentesi gibi faaliyet gösterenlerin çıktıkları bu yolda, kendi ifadeleri ile "Kürt siyasi grupları" olarak tanımladıkları tarafların Erbil'de düzenleyecekleri konferansı alkışlamaları önümüzde yeni bir sürecin açıldığını göstermektedir.

Okyanus ötesinden güdümlü bu toplantıda geçtiğimiz yıllarda dile getirilen;

Ana dilde eğitim hakkı,

Ülkemizde varsaydıkları asimilasyonun reddedilmesi,

Af kanunun ve şartlarının olgunlaştırılması gibi tekliflerine ilave olarak bu yıl,

Asuriler, Süryaniler, Keldaniler ve Ermenilere etnik vurgu yaparken, etno-milliyetçiliğin reddedilmesinin derin çelişkisi,

Irak'taki aşiret devleti ile ilişkilerin geliştirilmesi ve karşılıklı diplomatik temsilciliklerin açılması,

Her türlü şiddetin terk edilmesi gibi söylemler, Barzani ile ortak lisan geliştirenlerin niyetleri hakkında hepimize fikir vermiştir.

Bir gün bile kendisi olamayanların ve ne olduklarını bir türlü ilan edemeyenlerin; her bir araya geldiklerinde "hepimiz" diye başlayarak toptancı bir anlayışla sürekli başkaları olduklarını ilan etmeleri tam bir sözde aydın başıbozukluğu ve kokuşması olarak tarihe geçecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Mahalli İdareler Genel Seçimlerinin yapılacağı 29 Mart 2009 tarihine kırk gün kalmıştır.

Siyasi partilerin aday listelerini bu akşam itibariyle seçim kurullarına vermelerini takiben seçim kampanyası hız kazanacaktır.

Önümüzdeki haftalarda milletvekillerinin mahallinde seçim çalışmalarına destek olmaları maksadıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına ara vermesi söz konusudur.

Bu maksatla, yaklaşan seçimle ilgili görüş ve düşüncelerimi sizlerle bu toplantıda paylaşmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi bu seçime bütün seçim bölgelerinde katılacak olup, illerimizin tamamında birbirinden değerli adaylarını belirlemiş ve hazırlıklarını tamamlamıştır.

Ülkemizin siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda ağır sorunları yaşadığı, toplumun bu sancıları çok yakından hissettiği bir döneme rastlayan bu seçim ayrı bir önem kazanmıştır.

Yoksulluk ve yokluğun giderek büyüdüğü,

İşsizliğin ve iflasların hız kesmeden arttığı,

Türkiye'nin dış politikada hızla itibar kaybettiği,

Bölücülüğün meydanlara ve sokaklara taştığı,

İnanç istismarının, iktidarla ana muhalefet arasında elden ele taşındığı,

Hükümet eliyle ayrışma tohumlarının atılmaya başlandığı,

Toplumun giderek baskı altına alındığı ve korku salındığı,

Yandaşların yolsuzluklarının birer birer ortaya çıkmaya başladığı,

İşbirlikçi medya ve menfaat şebekelerinin yalanlara sığındığı bir kargaşa ve kaos ortamı yaklaşan seçimin önemini daha da artırmıştır.

Gelmekte olan çok ağır bir bunalımın bütün emarelerini göstermeye başlayan Türkiye'de, hükümet aciz ve teslimiyetçi; temel değerler yıpranmış ve hırpalanmış; siyaset kurumu tıkanmış ve etkisiz; hukuk yaralanmış, toplum kaygılı, insanlar korku içinde, milletimiz yoksuldur.

Bu durum elbette ve öncelikle 58, 59 ve 60. Cumhuriyet hükümetlerinin sorumluluğunu üstlenen iktidarın aldatma, göz boyama, istismar ve çatışma üzerine şekillendirdiği bulanık siyasetinin sonucu ve bedelidir.

Fakir fukara edebiyatı yaparak, tüyü bitmemiş yetimden söz ederek, Allah'tan korkan ve kuldan utanan bir iktidar vaat ederek işbaşına gelen hükümetin ve yandaşlarının karıştıkları yolsuzluklar ve kirli ilişkiler ağı birer birer çözülmeye başlamıştır.

Üstelik son yıllarda yaşadıklarımız ve kazandığımız tecrübeler, önümüze yeni dayatmaların ve sinsi planların konulacağına dair önemli gelişmelerin yaşanacağına işaret etmektedir.

Yılların birikmiş sorunları birer birer ortaya çıkmakta, bin yılın köklü kardeşliğine dayanan sosyal, siyasal ve kültürel mutabakatın yerine öfke ve kuşkuların yer aldığı tehlikeli bir çatışma ihtimali giderek artmaktadır.

Küçük bir kıvılcımın büyük bir tahribata neden olacak kadar biriktiği son derece kritik ortamda, çare arayan Türk milleti, kendisine reva görülen bütün bu zillete dur diyebilmek için bir fırsat yakalamıştır.

Bu nedenle, 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Genel Seçimleri yalnızca yerel yöneticilerin bir seçimi olarak görülmemelidir.

Bu aynı zamanda milletimizin AKP iktidarının altı yıl üç aydır kendisine reva gördüğü zilleti mutlaka sorgulayacağı, ana muhalefetin çatışmacı siyasetine dur diyeceği bir imtihan alanı olarak yorumlanmalıdır.

Bu itibarla;

 

Yıllardır, şahsi ikbal peşinde koşarak milletin alın terlerini ve tertemiz hislerini sömürenlerin,

Önce cephelere ayırıp sonra sinsi oyunlarla oluşturdukları kutuplara seçmen toplayanların,

Yaşatılan ağır yoksulluğu örtmek için, vicdan istismarı ile göz boyayanların,

Yandaşların ve işbirlikçilerin sınır tanımayan yükselişinden, buna karşılık helal kazancın ve göz nurunun tükenişinden sorumlu olanların,

Türkiye'nin kardeşliğine el ve dil uzatanların gerçek kimlikleri mutlaka topluma anlatılmalı ve milletimizin uyanışı sağlanmalıdır.

Bunlar yapılabildiği takdirde, aziz milletimizin önündeki perdeler birer birer kalkacaktır. Böylesi bir uyanıklığın oluşması durumunda ise;

Hiçbir bahane ve istismar bu uyanışın önüne geçemeyecek ve AKP iktidarı gerçekler karşısında sorgulanacaktır.

Açlığın, adaletsizliğin, ahlaksızlığın ve asayişsizliğin; yokluğun, yolsuzluğun, yoksulluğun ve yozlaşmanın gerçek failleri birer birer ortaya çıkacaktır.

Yaşanan üslup kirliliği ve seviye kaybının sahipleri görülerek,  milli ve manevi değerlerin nasıl aşağılandığı, kimlerce hakarete uğratıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

Ve onlara ulaşabildiğiniz ölçüde, milletimiz, kara propagandanın tesirinden kurtulacak, vicdanının sesini dinleyerek yapılanların hesabını sandık başında mutlaka soracaktır.

Ancak bu, tekrar ediyorum, siz değerli milletvekili arkadaşlarımın milletimizle kucaklaşması ve sözlerinizin gönüllerde karşılık bulması ile mümkün olacaktır.

Zira maksatları, geçmişleri ve zihniyetleri çok iyi bilinen ve Milliyetçi Hareketin olmadığı bir siyaset mühendisliğine soyunan iki kutuplu şer cephesi karşımızda saflarını sıklaştırmıştır.

Seçimlere gidilen süreçte siyasi partiler çok ciddi bir siyasi ahlak ve samimiyet sınavından geçmekte, Türk milleti yaşanan gelişmeleri ibretle izlemektedir.

Seçim ortamında siyasi gerilim giderek ağırlaşmakta, siyaset çizgilerinde ve kimliklerde yaşanan kayma ve kırılmalar, çatışma ve gerilim stratejileri ve üslup kirliliği, hayal ve umut ticareti için kurulan yalan borsaları, siyasetin çirkinlikleri olarak karşımızda yerini almaktadır.

Türk siyasetinin gerginlikten beslenen kronik istismar tacirleri bir kez daha aynı anlayışla sahneye çıkmış, gerginlik ve çatışma terazisinin iki kefesinde yerlerini almıştır.

İktidar ve ana muhalefet arasında, manevi değerlere sahip çıkma yarışı ve din istismarcılığı tartışması başlaması, sadece siyasi kara mizah örneği olarak değil, aynı zamanda siyasi zaafiyet ve omurgasızlık örneği olarak da uzun süre hafızalardan silinmeyecektir.

Birbirlerini Türk milletini korkutma aracı olarak kullanan, korkuları yarıştırarak "kötünün iyisi" imajıyla siyasette yol almaya çalışan bu iki kutup, Türk milletinin iradesini parsellemeye ve bu yöntemle köhne siyasi yapılarını ayakta tutmaya çalışmaktadır.

Bu nedenle bizim öncelikle bu siyaset aktörlerinden farklılıklarımızı vurgulamak ve Milliyetçi Hareketin,

Siyasi meşruiyetinin kaynağını, inanç istismarında, çıkar lobilerinin kapılarında ve başka başkentlerin koridorlarında aramayacağını,

Hiçbir aldatma, istismar, riyaya maruz kalmadan; samimi ve dürüst bir anlayışı temsil ettiğimizi,

Yegâne kuvvet kaynağımızın milletimizin şaşmaz sağduyusu ve tertemiz vicdanı olduğunu, yüzyüze anlatmaktan başka seçeneğimiz ve vasıtamız yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi, milletimizi düştüğü buhrandan kurtaracak ve onun refah ve huzuru için samimiyetle mücadele edecek istikrar ve güvenin yegâne temsilcisidir.

Yaşananlardan ders ve sonuç çıkartan, pişmanlıklarını ve mağduriyetini göstermek isteyen aziz milletimizin yaklaşan seçimde teveccühünü,

Sorunlara Başkentimiz Ankara'dan bakan,

Dünyayı Türkçe okuyan;

Cumhuriyet değerlerine bağlı,

İnançlara saygılı ve fikir hürriyetine inanan;

Katılımcı, çoğulcu ve uzlaşmacı,

Dürüst, namuslu ve adil,

Hakkaniyeti öne çıkaran,

Sorunları demokrasi ile aşmayı amaçlayan,

Milletimizin tamamını kucaklayan Milliyetçi Hareketin kadrolarına yönelteceğine yürekten inanıyorum.

Yokluk, yoksulluk ve istismardan bir kurtuluş yolu arayan herkesin vereceği destekle, dengeli duruşumuz, ilkeli siyasetimiz, yüksek ahlakımız hazır kadrolarımız ve partimizin 40 yıllık siyasal birikimi bunu sağlayacak güçtedir.

Milliyetçi Hareketin kadroları, şartlar ne olursa olsun, büyük Türk milleti için ülkü edindikleri kalkınma ve demokrasi mücadelesini, alınları ak, başları dik, yürekleri inançla dolu olarak sonsuza kadar sürdürecektir.

Bu nedenle, oturmayacağız, beklemeyeceğiz, dinlenmeyeceğiz. Milletimize, komşumuza, arkadaşımıza, akrabamıza koşacağız. Herkesle kucaklaşacağız, vatandaşımızla tanışacağız, buluşacağız ve aramızdaki bütün sanal engelleri mutlaka kaldıracağız.

Bugünden itibaren milletimizle yönelerek Milliyetçi Hareket'in yüksek karakterini ve hizmet aşkını tanıtmak üzere yapacağınız çalışmalarda hepinize başarılar diliyorum.

Aziz vatandaşlarıma mutlaka sandık başına gitmelerini, hiçbir telkin ve dayatmaya maruz kalmadan tamamen hür iradeleri ile oylarını mutlaka kullanmalarını, böylece vatandaşlık görevlerini yerine getirmelerini istiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Takdir edersiniz ki, demokrasilerde her siyasi düşüncenin, her siyasal partinin mutlaka az ya da çok, büyük veya küçük toplumsal bir karşılığı vardır ve olmalıdır.

Her siyasal hareket, üzerinde şekillendiği aynı topluma dayanmasına ve aynı sorunlara bakmasına rağmen, teşhiste, çözümde ve çözüm yollarında farklılıklarla birbirinden ayrılırlar.

Birbirine benziyor gibi gözüken siyasal partileri ayıran temel farklılıklar da burada aranmalıdır.

Bu ayrılıklar siyaset geleneğinin doğasında vardır ve fikirlere katılmasak bile bize göre bu farklılık saygıdeğerdir ve demokratik bir sonuçtur.

Her seçimin demokratik bir hak olduğu kadar, demokratik bir görev ve hatta vatandaşlık borcu olması da bu yüzdendir.

Bu itibarla, her seçmen siyasal bir tercihin ifadesi, her oy şahsi bir yönelişin ve farklılığın tecellisi; kişiyi sorumlu vatandaş yapan en önemli göstergedir.

Oy ise yalnızca kişinin siyasal tercih ve katılımının hukuki yetki belgesi değil, aynı zamanda her bir seçmenin fikri ve siyasi namusunun, duruşunun ve anlayışının da belgesi demektir.

Bu nedenle, bu gerçeği yok sayarak seçmenin hür tercihine, çeşitli vasıtalarla ipotek koymaya çalışmak, cebren yönlendirmek, tehdit etmek, zorlamak, rüşvet vermek kabul edilemeyecek bir siyaset ahlaksızlığının göstergesidir.

Bugün, sayıları elliyi aşmış bulunan siyasi partilerin arasında, Milliyetçi Hareket Partisi, siyasal geleneğin içinden bugünlere ulaşmış kırkıncı yılını yaşayan en köklü ikinci partidir.

Partimiz, bu kırk yıl boyunca Türkiye'mizin tamamında zemin bulmuş ve kök salmış; milletimizin siyasal algısında bir yer tutarak, kendisine bağlı, siyasetine inanmış bir seçmen kitlesine kavuşarak toplumsallaşmıştır.

Bugün üç hilal, yüz binlerce aile ocağında kabul görmüş, milyonlarca seçmenin gönlünde taht kurmuş siyasi bir var oluşun ve kararın ifadesidir.

Türkiye'nin son altı senedir yaşadığı siyasal gelişmeler bugün üç partiyi yüzde 10'un üzerinde bir seviyede desteğe imkân kılmıştır ve bunlardan biri de Milliyetçi Hareket Partisi'dir.

Başka partilerin partimizle olduğu gibi, bizim de başka partilerle benzer veya ayrı görüş ve politikalarımız vardır ve bizi onlardan ayıran temel farklar da burada yatmaktadır.

Türkiye'nin ana meselelerine nasıl yaklaştığımız ve nasıl yorumladığımız,

Milli ve manevi meselelere hangi noktadan baktığımız ve neyi savunduğumuz, nasıl tepki verdiğimiz, 

Siyasal çizgimizin getirdiği anlayış ve ilkelerle muhtemel sorunlara nasıl yaklaştığımız ve ne şekilde refleks gösterdiğimiz,

Ve bütün bunları hangi program, yol ve yöntemlerle ve hangi kadro ve mekanizmaları kullanarak yapacağımız, bizi diğer partilerden ayıran temel farklılıkları ortaya koymaktadır.

Bütün bu keskin ayrılıkları yok sayarak, vatandaşlık namusu bilinen siyaset tercihini sanal korkularla yönlendirmeye çalışmak en büyük ahlaksızlık olacaktır.

Biz bunları, başta ekran ekran gezen Ankara'dan seçilmiş yerel yönetim siyasetçisinin ağzından olmak üzere, 22 Temmuz seçimlerinden önce duyduk.

Bizim Meclise girerek kavga edeceğimizi, koalisyon kuracağımızı yayarak seçmen hassasiyetleri üzerinde oynanan oyunlarla, tercihlerinin yönlendirilmesi arayışlarına hep birlikte şahit olmuştuk.

Ancak bu sefer, bir tarafa Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, diğer tarafa ise Cumhuriyet Halk Patisi'nin oturduğu siyaset tahterevallisine yerleşmiş zihniyetlerin, Milliyetçi Hareket Partisi'ne yer açmamak için seçmeni birbirleriyle korkutmaları milletimizde karşılık bulmayacaktır.

Buradan açıklıkla ifade ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi'nin değerli adaylarına verilecek hiçbir oy karşılıksız kalmayacaktır. Ve çirkef siyasetçilerin ağzından çıktığı gibi asla ve asla ziyan olmayacaktır.

Seçilsin seçilmesin, her verilmiş oy bir taraftan bizim namusumuz olacak, daha kararlı bir tavır, daha dik bir duruş, daha iyi bir hizmet ve geleceğe yönelik daha güçlü bir heyecan için bizlere cesaret verecektir.

Diğer taraftan ise, ahlaksızlığa, yolsuzluğa, yoksulluğa, kutuplaşmaya karşı duruşun bir ifadesi olacak, başta iktidar zihniyeti olmak üzere ana muhalefete tarihi bir uyarı niteliği taşıyacaktır.

Milliyetçi Harekete gönül vermiş büyük camiayı yok saymak ve oluşturulan yapay gerilimlerle bu camianın oylarını yönlendirmeye kalkmak, hem insana ve seçmene olan saygısızlıktır, hem de ahlaka sığmayan bir çürümenin ve son çırpınışların göstergesidir.

İnancımız odur ki, milletimiz, hiçbir oyun, hile, tuzak arayışında ve kimseyle işbirliği içinde olmayan Milliyetçi Harekete teveccüh gösterecektir.

Şahsiyetinin ve ahlakının belgesi olan oyunu hür tercihi ile kullanarak; iradesine ipotek koymayla yeltenen siyaset tüccarlarına ise mutlaka dersini verecektir.

Demokratik bir imkân olan "oy pusulası" haysiyet ve sorumluluk sahibi herkes için "ben de varım, böyle düşünüyorum, tercihim bu, kararım kesin" diyebilenlerin iradesidir ve bir duruş ve namus göstergesidir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Kendi dışındaki her gelişmeye ve olaya taktik ve siyasi propaganda mahiyetli bakan ve bu açıdan pozisyon alan Başbakan Erdoğan, vatandaşlarımızın derin sorunlarını samimiyetle ele almamakta, çatışmadan nemalanan siyasi anlayışının malzemesi yapmaktadır.

Uygulamalarıyla, yıllardan beri, milletimizin yaralı ve sorunlu bir kimliğe kıvrılması için çaba sarf eden bu zihniyetin, yapmış olduğu tahribatın boyutu her geçen gün yoğunlaşmaktadır.

Nitekim AKP'nin iktidar anlayışı ve problemli politik duruşuyla, bugün siyasetimizde medeni bir boyut ve arzuladığımız zerafet kalmamış, ortaya tam olarak bir siyaset trajedisi çıkmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin; müphem siyasi aklının, milletimizin vicdanının gerisinde ve dışında olmasını, içinde çırpındığımız sorunların en önemli nedenlerinden birisi olarak değerlendirmek lazımdır.

Vatandaşımızın geçim sorunlarının halli için siyaset üretmesi gerek iktidar partisi, meselelere dar ve basit bir alandan bakmakta, gündemi oluşturması gereken ekonomik sorunların yerine, siyasi ve ideolojik karmaşayla milletimizin beklentilerini başka istikametlere yönlendirmeye çalışmaktadır.

Yükselen borç stoku, düşen gelir seviyesi, bir deri bir kemik kalan üretim, gerileyen ve kaybolmaya yüz tutmuş güven, her ne kadar düşme eğilimine girse de, yine de tehlike çanlarını uzunca bir süredir çalan cari açık, yaygınlaşan sefalet ve işsizliğin azması millet olarak en ciddi sorunlarımızın başında gelmektedir.

AKP'nin iddia ettiğinin aksine, Türkiye iç ve dış borcun ağırlığı altında ezilmektedir. Toplam dış borç miktarı 2002 yılına göre bugün yüzde 123 artmıştır.

Diğer taraftan, son zamanlarda ne şekilde finanse edileceği, gerekli olan paranın kimlerden ve nasıl bulunacağı üzerinde değerlendirmelerin yapıldığı özel sektör dış borcunun 2002 yılından itibaren hızla arttığı görülmektedir.

Özel sektör dış borcu 2002 yılından itibaren yüzde 356 oranında artmış, bu haliyle hükümet, üreten ve bacaları tüten sektörü ciddi anlamda borç batağının içine itmiştir.

Bugün, reel sektör firmalarının borçlarını nasıl ödeyeceklerine dair artan kaygılarının esas nedeni, hükümet tarafından uygulanan sakat ekonomi politikalarıdır.

Öte yandan 2002 yılına göre toplam yüzde 91 oranında yükselen iç borç stoku ile birlikte, bugün toplam borç stoku 2002'deki rakamın iki katını aşmıştır.

Ayrıca bireysel krediler bazında, 2007 yılı sonunda, takipteki müşteri sayısı 1 milyon 338 bin iken, 2008 sonunda bu sayı 2 milyon 170 bin kişiye ulaşmıştır.

2008 başında kredi kartıyla ilgili takipteki müşteri sayısı ise 1 milyon 86 binden, 2008 sonunda bu sayıya 478 bin ilave olmuş ve 1 milyon 564 bin kişiye ulaşmıştır.

Bugün sokakta her üç kişiden ikisi kredi kartı ya da başka bir borcun baskısı altında ne yazık ki ezilmektedir.

Ekonomideki daralma, işsizlikteki yükseliş, yoğunlaşan kriz baskısı nedeniyle önümüzdeki günlerde vatandaşlarımızın içinde çırpındıkları bireysel ve kredi kart borcunu ödeme konusunda önemli zafiyetler yaşanacağı kuvvetli bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.

Muhterem Milletvekilleri,

1990'lı yıllarda bütçe açığı büyürken cari açık küçülmüş, 2000 yılından sonra bütçe açığı azalıp cari açık artmaya başlamıştır.

2007 yılı itibariyle ortaya çıkan ekonomik gelişmelerden, bugüne kadar geçen seyir dikkate alındığında; cari açık büyürken bütçe açığının da büyüdüğü görülmektedir.

Bugün itibariyle Türkiye ikiz açıkla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu itibarla hükümet, gelirinden daha çok harcamakta, kazandığından daha çok tüketmektedir.

Bilinmesi gereken en yalın gerçek şudur: ‘Cari açık ekonomiyi, bütçe açığı hükümeti yıkar.'

Bunlara bir de dış açık eklendiğinde, Türkiye her tarafından açık veren bir ülke konumuna gelmiştir. Hükümet açık verdikçe, vatandaş kapatmakta, nihayetinde yoksulluk hızla çoğalmaktadır.

2008 yılında cari açık, 2007 yılının Ocak-Aralık dönemine göre yüzde 8,4 oranında artarak 41 milyar 416 milyon dolara çıkmıştır.

2009 yılı Ocak ayında ise, 2008 yılının aynı ayına göre bütçe açığı yüzde 466 artmıştır. Bir yıl içinde bütçe açığının bu kadar yükselmesi, bütçenin kontrolden çıktığının apaçık bir göstergesidir.

Bir taraftan küresel gerilimler, diğer taraftan iç siyasal ve ekonomik gerginliklerin yaşandığı ve cari açığın tehlike sınırında bulunduğu bugünkü ortamda, bütçe de imdat çağrısı vermeye başlamıştır.

Bunun sonucunda borçlanma arayışları daha da yoğunluk kazanacak, faizler artabilecektir.

Bilinmelidir ki cari açık yüksekliğinin yanında bütçe dengesinin de açık vermesi ileriye dönük beklentileri olumsuz etkileyecektir. Söz konusu ikiz açık; siyasal gerilimlerin yoğunlaşacağı, hatta siyasal krizlerin bile yaşanabileceği bir dönemde ekonomik sisteme büyük bir tahribat verebilecektir.

Bize göre içinde bulunduğumuz dönemin adı ve tanımı belli ve nettir: "Türkiye ekonomisi krizde, AKP hükümeti seyrandadır."

Muhterem Arkadaşlarım,

Dün itibariyle açıklanan 2008 yılı Kasım dönemi işsizlik rakamları, aylardan beridir işaret ettiğimiz bu sosyal facianın katlandığını göstermiştir.

Bu kapsamda Türkiye genelinde işsiz sayısı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 645 bin kişi artarak 2 milyon 995 bin kişiye yükselmiştir. Böylece işsizlik oranı resmi rakamla bile yüzde 12,3 seviyesine çıkmıştır.

Ekim ayından Kasım ayına, sadece bir ayda 308 bin kardeşimiz, işsizliğin acı yüzüyle tanışmış, bununla birlikte millet fertlerinin kahir ekseriyeti işsizliğe maalesef mahkûm olmuştur.

Bizim açımızdan meselenin vahim boyutu, bir ay içinde iş aramayan, ancak çalışmaya hazır olanların sayısında 176 bin,  iş bulma ümidini kaybeden vatan evlatlarında 102 bin kişilik bir artış olmasıdır.

Bizleri endişeye sevk eden bir başka olumsuzluk ise, söz konusu dönemde gençlerdeki işsizlik oranının yaklaşık yüzde 24'e ulaşmasıdır.

2008 Ekim döneminde yüzde 21,5 olan genç nüfustaki işsizlik oranının bu denli yükselmesi üzerine, sorumluluk mertebesinde bulunanlar çok iyi düşünmelidir.

Üniversiteyi bitiren ya da her herhangi bir alanda kendisini yetiştiren genç kardeşlerimizin önünde zorlu ve çileli yıllar durmaktadır.

Ceplerinde çay parası olmayan, güçlükler içinde ailelerinden gelen parayla yurt köşelerinde güzel günlerin hayallerini kuranlar bugün ne yazık ki derin bir hayal kırıklığına maruz kalmışlardır.

Adalet ve insaf sahibi vicdanlar şu hususu kabul edeceklerdir:

Genç kardeşlerimizin, babalarının himayesinde iş kuracak durumda olmasalar bile, hayatın müşkülatını bertaraf edecek bir işe sahip olmaları en doğal ve insani haklarıdır.

Biliyor ve inanıyoruz ki, bunu evlatlarımıza çok gören, inatla ekonomideki sorunları görmezden gelen Başbakan Erdoğan ve AKP hanedanından bunun hesabını aziz milletimiz mutlaka soracaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Temel akli ve vicdani değerleri özümsememiş bir siyasi çoğunluk olarak görülmesi gereken bugünkü siyasi otorite, demokrasimizin gerçek anlamda altını oymuş ve dejenere etmiştir.

Görünürde halkla, gönüllerinde menfaatle sarmaş dolaş olan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin gerçek yüzü, niyeti ve amacı artık tam olarak ortadadır.

Bugünkü iktidar mensuplarının yaşayış ve hayatı algılama biçimlerine bakıldığında; inanç ve ilkelerinin şekil tarafında kaldığı, tavır ve davranış biçimine yansımadığı gayet net olarak görülebilecektir.

Rüzgârın istikametine göre yön değiştirenler, vatandaşlarımızın sorunlarını çözmek bir yana, daha da arttırmış ve adaletsizliği alabildiğine yaygınlaştırmıştır.

Yoksulluk artarken, açlık sınırı yükselirken, asgari ücretli günde yaklaşık 22 TL'ye çalışırken, AKP'nin bunları önlemek yerine, her şeyin daha fazlasını hak eden vatandaşlarımızı, küçük yardımlarla gözünü boyamaya çalışmasını anlamak ve anlamlandırmak mümkün değildir.

Demagoji ve yoğun bir duygu istismarı ile insanımızın mantık ve muhakemesini iptal etme amacı taşıdığı anlaşılan Başbakan Erdoğan'ın, kontrolsüz gidişine dur demenin vakti gelmiş bulunmaktadır.

Tehlikeyi görünce kaçan, kuşatılınca teslim olan sahte kahramanlıktan üreyen bugünkü iktidar zihniyeti, ekonomide yol açtığı tahribatı, söndürdüğü ocakları, yok olan heyecanları, kaybettirdiği yaşama sevinçlerini, azdırdığı ve milletimizin verdiği vergilerle zenginleştirdiği yandaşlarının bedelini mutlaka ödeyecektir.

Umutlar tükenmekte, gelecekle ilgili beklentiler karamsarlığa dönüşmekte, mutluluk ve huzur gerilemekte, ancak hükümet hayret verici bir şekilde beklemekte ve hiçbir şeyi umursamamaktadır.

Görüyor ve anlıyoruz ki, bugün muhtevadan yoksun bir özgürlük vaadi ve uygulamasıyla, vatandaşlarımız derin bir anlam kriziyle karşılaşmakta, doğan her gün yeni sorunları beraberinde getirmektedir.

Elbette, bize göre kişilerin özgür olmalarının yanında, anlamlı ve huzurlu yaşamaları da vazgeçilmez bir hedef olmalıdır.

Milli kültürümüzün içinde, kanaatkâr olma, şükretme, azla yetinme takdire şayan bir fazilet göstergesi olup, toplumu en zor anlarında bir arada tutan, geleceğe umutla bakmasını sağlayan çok önemli bir sosyal değerler bütünüdür.

Bu itibarla Adalet ve Kalkınma Partisi milletimize yaşattığı ağır yoksulluğun karşılığında henüz bir toplumsal tepki almamış ise, bu onun siyasi kabiliyetinden değil, vatandaşlarımızın sabrının henüz taşma noktasına kadar gelmemiş olmasındandır.

Bizim anlayışımıza göre, toplumsal bir buhrana sürüklenmeden insanların temel ihtiyaçlarını kendi emekleri ile karşılayabilecekleri ve onurluca yaşayabilecekleri "asgari refah seviyesi" baz alınmalı ve bir an önce hayata geçirilmelidir. Ölçümüz ve değerlendirme kriterimiz budur.

Siyasi vicdanımız, sokakta kalmışların, çaresizlerin, işsizlerin, ekmek derdine düşmüşlerin, aşı olmayanların hüzünlü hallerinin tercümanıdır.

Herkes bilsin ki, kim nerede ve hangi sorunlarla boğuşuyor olursa olsun; hayatın yol açtığı, iktidarın neden olduğu problemlere maruz kalırsa kalsın, Milliyetçi Hareket, bütün bunları not etmiş ve üstesinden gelmek için uygun zamanı beklemektedir.

‘Her şey Türkiye için', diyen zihniyet, gerçekten bu söylediğinde samimi olabilseydi, milletimiz bugünkü açmazlara sürüklenmeyecek, bunalım ve çaresizlikler hakim olmayacaktı.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

 

Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı