28.04.2009 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma

28 Nisan 2009

Muhterem Milletvekilleri

Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Konuşmama başlarken, dün İstanbul'un Kadıköy ilçesinin Bostancı semtinde, yasadışı bir örgütün hücre evine yapılan baskında, bir başkomiserin şehit olması, bir vatandaşımızın hayatını kaybetmesi ve yedi polis ve bir basın mensubunun yaralanmasıyla sonuçlanan elim hadisenin hepimizi derinden üzdüğünü açıklamak istiyorum.

Bizi üzen başka bir hadise ise, Şırnak'ta terör örgütüne yönelik bir operasyon esnasında mayına basarak yaralanan bir subayımızın, geçtiğimiz hafta şahadetidir. Hayatını kaybedenlere Cenab-ı Allah'tan rahmet, Türk Silahlı Kuvvetleriyle, emniyet teşkilatımıza ve yakınlarına başsağlığı diler,  yaralılarımıza acil şifalar temenni ederim.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta Büyük Millet Meclisimizin açılışının 89. yılı bütün yurtta mutad törenlerle kutlanmış, hava şartlarının elverdiği ölçüde yapılan gösterilerle çocuklarımız bu kutlu güne ayrı bir anlam ve sevinç katmışlardır.

Bayram gününün önemini bilen vatandaşlarımız evlerine, işyerlerine astıkları bayraklarla, gösterilerin yapıldığı mekânları doldurarak, bayramın mutluluğunu haklı olarak paylaşmışlardır. Onların bu hassasiyetlerini takdir ve iftiharla karşıladığımızı belirtmek istiyorum.

Çünkü paylaşılan sevinç ve gurur sıradan bir hadisenin tecellisi değil, büyük Türk milletinin Cumhuriyete doğru yöneldiği, demokrasi ve milli iradeyi tercih ettiği tarihi bir kararın ifadesidir.

Ne var ki, milletimizin yürekten paylaştığı bu coşkunun ve katılımın, Meclisin bugünkü temsilcileri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üyelerince yeterince sağlanmamış olması hepimizi düşündüren ve mahcup eden bir gelişme sayılmalıdır.

23 Nisan 2009 günü sabahın erken saatlerinden itibaren yapılan toplantı, tören ve kutlamaların milletimizin vekilleri tarafından önemsenmemiş olması, 89 yıl önceki kurucu iradenin, bugün şuur ve vicdanlarda ne kadar anlam bulduğunun sorgulanmasına da neden olmuştur.

Yine aynı gün bir başka gelişme daha yaşanmış, bölücü örgütle işbirliğini artık saklama gereği bile duymayanların, bu tarihi güne gölge düşürerek Genel Kurul Salonunu gösteri zemini olarak kullanmak istediklerine şahit olunmuştur.

Bu vahim olayın bu noktaya gelmesinde, bölücü ve ayrılıkçı heves ve tahrikler kadar, AKP hükümetinin sergilediği gafletin büyük sorumluluk payı vardır.

Başbakan Erdoğan'ın ayrımcı ve kimlikleri okşayan siyaseti meyvelerini vermeye, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatını taşıyanlar tarafından bile bölünme, ayrılma, federasyon çağrıları alenen yapılmaya başlanmıştır.

Son olarak, Türkiye'mizin bir bölgesindeki seçim sonuçlarından ayrı bir devletin sınırlarını tanımlama çabası ihanetin hangi boyutlara ulaştığını, hükümet eliyle hangi noktalara gelindiğini göstermesi bakımından ibret verici olmuştur.

Bu zihniyet sahiplerine ve destekçisi AKP'ye aziz milletimizin sabır ve tahammül sınırlarında dolaşmaya başladıklarını tekraren hatırlatmayı milli bir sorumluluk olarak görüyorum.

Bütün bu olumsuz gelişmelerin yanı sıra, 23 Nisanda bu anlamlı günü milli şuurla sahiplenen ve milletimizin sevincini paylaşan milletvekillerimizi kutluyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Son Meclis grup toplantımızdan bu yana geçen süre içinde Türk milletini derin bir üzüntü ve infiale sevkeden, onurumuzu yaralayan bazı gelişmeler yaşanmıştır.

Bunların başında, hiç şüphesiz, Ermenistan'la yoğun bir karartma altında ilerletilen teslimiyet süreci, Başbakan'ın bu konudaki keşmekeşi daha da derinleştiren çelişkili beyanları ve ABD Başkanı Obama'nın 24 Nisan açıklamasında Ermenistan'ın "soykırım" yalanına sahip çıkması gelmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi'nin Ermenistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi, diplomatik ilişki kurulması ve kara sınırının açılması konularındaki görüşleri kamuoyumuz tarafından çok iyi bilinmektedir.

Bu sürecin yürütülüş şekli, Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan kırmızı çizgileri, ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin Dağlık Karabağ sorununun çözümü ve Ermeni işgali altındaki Azeri topraklarından çekilme süreciyle doğrudan ilişkisi hakkındaki düşüncelerimiz bütün yönleriyle aziz milletimizle paylaşılmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi yapıcı, sorumlu ve yol gösterici muhalefet anlayışıyla bu konularda AKP hükümetine samimi uyarılarda bulunmuş, ilkeli tutumunu bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.

Bugünkü grup toplantımızda, yaşanan son gelişmeler ve su yüzüne çıkan gerçekler ışığında, bu konuda objektif bir durum tespiti yapmak ve Başbakan Erdoğan'ın dikkatini çekmek istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Son dönemde hızla gelişen bu sürece bakıldığında, birbiriyle çelişen açıklamalar yapan hükümet yetkililerinin çok ciddi kafa ve kavram karışıklığı yaşadığı, bilgi kirliliğinin had safhaya ulaştığı ve Türk kamuoyu ile TBMM'nin bu hayati konuda karanlıkta bırakıldığı görülecektir.

Toplumun çok hassas olduğu bu konuda, son aşamaya geldiği anlaşılan süreçte neler olduğunu Ermenistan, İsviçre, Rusya Federasyonu, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği bilmekte, Azerbaycan da dolaylı olarak bilgilendirilmekte, buna karşılık muhalefet partileri, TBMM ve Türk milleti, el yordamıyla ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır.

Diplomatik müzakerelerde gizlilik kuralının geçerli olduğu, bazı konuların olgunlaştırılmadan önce kamuoyu ile paylaşılmasının görüşmelerin selameti açısından sakınca yaratacağı bilinen bir husustur.

Bununla birlikte iki yıla yakın bir süredir İsviçre'de sürdürülen müzakerelerde "elle tutulur ilerleme ve karşılıklı anlayış birliği sağlandığı, kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalındığı ve bir yol haritası belirlendiği "Dışişleri Bakanlığı tarafından 22 Nisan 2009 günü yapılan resmi açıklamayla kamuoyuna duyurulmuştur.

Bu açıklama, müzakerelerin hassas aşamasının geride bırakıldığını ortaya koymaktadır. Bu durumda, kamuoyunun anlaşmanın genel çerçevesi hakkında dahi bilgilendirilmemesinin makul ve anlaşılabilir bir gerekçesi ve izahı yoktur.

Bugüne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne hiçbir bilgi verilmemiş, Başbakan'ın birbiriyle tutarsız beyanları, Dışişleri Bakanlığı'nın bizzat Başbakan'ı tekzip eden açıklamaları, hükümete yakın bazı yayın organlarına ve köşe yazarlarına sızdırılan yanıltıcı ve yönlendirici bilgiler, karanlıkta kalan Türk toplumunda haklı endişe, huzursuzluk ve tepkilere yol açmıştır.

Bu bağlamda, herkesin şahit olduğu şu somut olayları ve gerçekleri dikkatlerinize getirmek istiyorum.

  • Başbakan Erdoğan bu konuda ayaküstü yaptığı çelişkili açıklamalar dışında tutarlı bir duruş ortaya koyamamış, zihin bulanıklığı içinde ne yaptığını bilmeyen bir Başbakan portresi çizmiştir.
  • Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan ve Ermenistan arasında mutabakat olmadan, Ermenilerle varılan anlaşmaya onay vermeyeceklerini, ortada bir anlaşma değil ön hazırlık çalışması bulunduğunu söyleyen Başbakan'ı iki gün sonra bizzat Dışişleri Bakanlığı yalanlamış ve Ermenistan'la kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalındığını açıklamıştır.
  • Bunun üzerine ağız değiştiren Başbakan, "mutabakat var ancak imzalanmadı, sadece paraf edildi" diyerek tevil çabası içinde yeni bir çelişkiler yumağı yaratmıştır.

Burada, Sayın Başbakan'ın anlaşmalar hukukunu ve Türk mevzuatına göre uluslararası bir anlaşmanın paraf edilmesinin hukuki anlamı ve sonuçlarını bildiğini varsaymak durumunda olduğumuzu belirtmek isterim.

Bir anlaşmayı Türkiye adına paraflamak, hükümetin bu anlaşmayla bağlanma iradesini gösteren bir işlemdir. Başbakan'ın bu sözlerinden Ermenistan'la anlaşmanın tamamlandığı, uygulamaya geçilmesi için nihai onayın beklendiği görülmektedir.

Burada önemli olan husus, anlaşmanın ana unsurlarının müzakere edilerek mutabakata bağlandığı, bunların yeniden müzakereye açılmayacağı, uygulamaya başlanmasının ise sadece bir vade meselesi olduğudur. Durumun vahameti işte bu noktada başlamaktadır.

Başbakan Erdoğan ve hükümet yetkilileri, Ermenistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin Dağlık Karabağ sorunu ve işgal altındaki Azeri topraklarıyla doğrudan irtibatlı olduğunu, bunların paralel ve eş zamanlı süreçler olarak görüldüğünü çeşitli vesilelerle açıklamıştır.

Başbakan ve hükümeti bu konuda kamuoyu önünde bağlayıcı yükümlülük altına girmiştir.

Ancak, Ermenistan Cumhurbaşkanı, bundan birkaç gün önce, bir ABD gazetesine verdiği mülakatta, Dağlık Karabağ ve Ermenistan'ın işgal ettiği Azeri topraklarının Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakerelerde hiç gündeme gelmediğini açıklamıştır.

Sarkisyan, bu çerçevede Başbakan'ın Dağlık Karabağ sorunu çözüme kavuşturulmadan Ermenistan'la sınırın açılmayacağı hakkındaki açıklamasını da yalanlamış ve Başbakan Erdoğan'ın bu sözlerinin İsviçre'de varılan anlaşmanın çerçevesi içinde olmadığını alenen söylemiştir.

Ermenistan Cumhurbaşkanı, daha da ileri giderek sınırın açılmasının Ermenistan'ın Karabağ konusundaki tavrını değiştirmeyeceğini, Karabağ'ın hiçbir zaman Azerbaycan'ın parçası olmadığını ve Ermenistan toprağı olarak kalacağını belirterek Türkiye'ye açıkça meydan okumuştur.

Başbakan'ın bu tutarsız beyanlarının kendi Dışişleri Bakanlığı ve Ermenistan Cumhurbaşkanı tarafından yalanlanması ve buna karşılık Başbakan'ın sessizliğini koruması normal ve kabul edilebilir bir durum değildir.

Bu durumun köklü devlet gelenekleriyle, devlet sorumluluğu ve ciddiyetiyle bağdaşmadığı inkâr edilemez bir gerçektir.

Bu keşmekeş ortamında kamuoyunun cevabını bulamadığı diğer bir garabet de, bu işin sahibinin ve siyasi sorumlusunun kim olduğudur.

Ermenistan'la yürütülen gizli müzakere sürecini Sayın Cumhurbaşkanı mı, Sayın Başbakan mı yönlendirmektedir?

Kamuoyunun önüne pek çıkmayan gölge Dışişleri Bakanı'nın bu süreçteki konumu ve rolü nedir?

Türk toplumunu tedirgin eden bu sorunların cevabı bugüne kadar bulunamamış, kamuoyu bu konuda da karanlıkta kalmıştır.

Bu bakımdan Sayın Başbakan'ın yapması gereken, milli iradenin yegâne temsilcisi ve tecelli ettiği organ olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bu sürecin karanlıkta kalan tüm yönleri hakkında biran önce tatmin edici bilgi vermesi ve bu yolla kamuoyunu aydınlatarak, giderek derinleşen endişe ve tedirginlikleri gidermesidir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde normalleşme süreci başlatılması, sınırın açılması ve diplomatik ilişki kurulmasının Türkiye açısından birbirini tamamlayan üç önemli boyutu bulunmaktadır.

  • Bunlardan birincisi, Ermenistan'ın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü sorgulayan uluslararası hukuka aykırı tutumu ve iddialarıdır.

Ermenistan 1921 Kars Antlaşması ile belirlenen kara sınırını tanımamakta, Doğu Anadolu'nun bir bölümünün Batı Ermenistan olduğu iddiasını sürdürmekte ve Ağrı Dağını Ermenistan devletinin milli sembolü olarak görmektedir.

Uluslararası hukuka açıkça meydan okuyan bu iddialar Ermenistan'ın Anayasası ile teyid edilen kurucu belgelerinde ifadesini bulmuş ve bir şekilde nostaljik düşünce ve hevesler olmaktan çıkarak resmiyet kazanmıştır.

  • Konunun ikinci boyutu; Ermenistan'ın 1915 olaylarının "soykırım" olduğu yalanı ekseninde hız kesmeden sürdürdüğü uluslararası karalama kampanyasıdır.
  • Üçüncü önemli boyut da, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'ı zorla ilhak etmesi ve Azerbaycan topraklarının beşte biri üzerindeki askeri işgalinin sürmesidir.
  • Ermenistan'ın bu üç konuda uluslararası hukuk çizgisine geldiğini somut ve resmi eylemlerle ortaya koymadan ilişkilerin normalleşmesi yönünde bir ilerleme olmayacağı, Türkiye'nin kara sınırını açmasının ve diplomatik ilişki kurmasının düşünülemeyeceği ortadadır.

Bunun aksini düşünmenin ve bu yönde bir adım atmanın, Türkiye'nin milli çıkarlarını, onurunu ve haysiyetini ayaklar altına almak ve Ermenistan'a teslim olmak anlamına geleceği hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Tarihine saygısı olan onurlu ve haysiyetli hiçbir devletin ve hükümetin böyle bir yola girmek zilleti ve gafletinin esiri olması düşünülemez.

Türkiye Cumhuriyetini yönetme, devletin onurunu ve haysiyetini koruma yükümlülüğünü ve sorumluluğunu üstlenenlerin, bunun aksine hareket edeceğine ihtimal vermediğimizi, buna inanmak istemediğimizi buradan bütün samimiyetimle belirtiyorum.

Bu düşüncelerle Sayın Başbakan'a şu soruları yöneltmek ve bu konularda Türk milletini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açık ve anlaşılabilir şekilde aydınlatmasının kendileri için ahlaki ve siyasi bir vecibe olduğunu bir kere daha hatırlatmak isterim.

1. Ermenistan kara sınırını belirleyen 1921 Kars anlaşmasını açıkça tanımadan ve bunu resmi kayda geçirmeden; Türkiye'nin toprak bütünlüğünü sorgulayan iddialarını ve Ağrı dağını devlet amblemi olarak kabul eden yasal düzenlemelerini geri almadan Ermenistan'la diplomatik ilişki kurup kara sınırını açmayı düşünüyor musunuz?

İlişkilerin normalleştirilmesi için Ermenistan'la mutabık kaldığınızı açıkladığınız kapsamlı çerçeve anlaşmasında Ermenistan'ın sınırı tanıdığı ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü sorgulayan düzenlemeleri geri alacağı yolunda açık ve doğrudan bir hüküm bulunmakta mıdır?

2. Eğer bunlar olmadan böyle bir yola girmeyi kabullendiyseniz, iki ülke arasında çeşitli konuları ele almak amacıyla kurulması öngörülen ortak komisyonlarda, Türkiye'nin 1923 Lozan anlaşması ile tescil edilen Misak-ı Milli sınırlarını tartışmaya açıp yeniden müzakere mi edeceksiniz?

Aynı şekilde müzakere masasında Doğu Anadolu topraklarının bir bölümünün Batı Ermenistan olup olmadığı da mı ele alınacaktır?

Ağrı dağının Türkiye'ye aidiyeti ve bu nedenle Ermenistan'ın resmi devlet arması olamayacağı da mı Ermenistan'la müzakere konusu olacaktır?

3. Ermenistan 1915 olaylarını "soykırım" olarak gördüğünü, bundan hiçbir şart altında ve hiçbir zaman vazgeçemeyeceklerini, bunun tartışılmayacak tarihsel bir gerçek olduğunu; bu yalanın üçüncü ülke parlamentoları tarafından tanınması için yürüttüğü uluslararası kampanyayı sürdüreceklerini en yetkili ağızlardan açıklamıştır.

Bu durumda Türkiye'nin Ortak Tarih Komisyonu çalışmalarından tarihi gerçeklere ışık tutacak ve Ermeni tarafının da mutabık kalacağı herhangi bir sonuç çıkmasını beklemesi için makul bir neden bulunmakta mıdır?

AKP hükümetinin son Erivan açılımının odağında Ermenistan'ı Ortak Tarih Komisyonu kurulmasına ikna etmek olduğu anlaşılmaktadır.

Amacınızın, konuyu komisyon marifetiyle tarihçilere havale etmek, bu arada Ermenistan'ın "soykırım" yalanının üçüncü ülkeler Parlamentolarında görüşülmesini önlemek olduğunu görüyoruz.

Ancak, Ermenistan komisyon çalışmalarında tarihi gerçeklerin konsensüsle ortaya çıkmasını baştan itibaren engelleyeceğini açıklamışken ve "soykırım" yalanının tanınması için kampanyasına son vermeyeceğini ilan etmişken, bu amacınızın gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını sizler göremiyor musunuz?

Bu şartlar altında Ortak Tarih komisyonu fonksiyonu olmayan, baştan ölü doğmuş göstermelik bir akademik platform olarak kalmaya mahkûmdur.

Bu durumda sonuçsuz kalacağı baştan bilinen bir tarih komisyonu kurulması karşılığında sınırın açılmasını ve diplomatik ilişki kurulmasını Türkiye'nin çıkarları, onuru ve haysiyeti ile nasıl bağdaştırabiliyorsunuz?

4. Ermenilerin Dağlık Karabağ'ın dışında Azerbaycan'ın yedi bölgesi ve topraklarının yüzde yirmisi üzerindeki işgali sürmektedir.

Ermenistan Cumhurbaşkanı Türkiye ile sürdürülen görüşmelerde bu konuların gündeme hiç gelmediğini, bunun varılan anlaşmanın parçası olmadığını bir hafta önce açıklamış, Türk tarafı bunun karşısında sessiz kalmış ve bunu zımnen kabullenmiştir.

Sorunun çözümü için kurulan Minsk grubu tıkanmıştır. Grubun eşbaşkanları olan ABD, Rusya ve Fransa'nın Ermenistan'a müzahir görüşlere sahip oldukları ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uygun bir çözümü zorlamak için isteksiz davrandıkları bilinmektedir.

Başbakan Erdoğan, Ermenistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi anlaşmasının bu konuyla eş zamanlı, paralel süreç olacağını açıklamıştır. Bu durumda kendisine sormak isteriz:

  • Ermenistan işgal altında tuttuğu Azerbaycan bölgeleri olan Fuzuli, Cebrail, Zengilen, Gubatlı, Laçin, Kelbecer ve Agdam'dan çekilmeden ve Azeri mülteciler topraklarına dönmeden kara sınırını açacak ve diplomatik ilişki kuracak mısınız?
  • Aynı şekilde, Dağlık Karabağ sorunu uluslararası hukuka göre Azerbaycan'ın kabul edebileceği bir çözüme kavuşturulmadan Ermenistan'la ilişkileri daha da ilerletmeyi düşünüyor musunuz?

Sayın Başbakan'ın bu sorulara vereceği cevaplar Ermenistan'la sonuçlandırılan çerçeve anlaşmasının gerçek niteliğini, Türkiye'nin çıkarlarına ne derece uygun olduğunu ve Azerbaycan'ın bu süreçte dışlanıp dışlanmadığını ortaya koyacaktır.

Bunların anlaşılmasıyla Türk milleti bu konuda vicdani bir hüküm oluşturma imkânına kavuşacaktır. Sayın Başbakan'dan beklediğimiz budur.

Bunu yapmayıp sis perdesini sürdürmek isterse, bu durumda AKP hükümetinin tam anlamıyla bir gaflet yoluna girdiği sonucuna varılması kaçınılmaz olacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi Türkiye, her yıl 24 Nisan günü ABD Başkanı'nın 1915 olayları hakkında ne diyeceğine kilitlenmekte, müşterek bahis konusu olan bu hususta televizyon ekranlarında afaki yorum ve tahminler yapılmaktadır.

"24 Nisan sendromu" Türkiye ile ABD ilişkilerinde değişmez bir gerginlik unsuru haline gelmiştir. Bu gergin süreç ABD Başkanı Obama'nın 24 Nisan mesajı öncesi de yoğun biçimde yaşanmıştır.

Türk tarihi ve ecdadımız için haksız ve temelden yoksun bir "mahkumiyet ilamı" niteliğini taşıyan bu açıklamanın kabul edilemez olduğunu buradan bir kere daha ifade etmek isterim.

Obama "soykırım" kelimesini doğrudan zikretmemiş, ancak Ermeni terminolojisinde soykırımı tanımlamak için kullanılan büyük felaket tabirinin Ermenice aslını açıklamanın merkezine oturtmuştur.

Bu açıklamadan, "soykırım" kelimesi yerine büyük felaket ibaresi kullanıldığı gerekçesiyle Obama'nın denge kurduğu, Türkiye'yi tamamen dışlamadığı yolunda bir sonuç çıkartmaya çalışılması abesle iştigaldir.

Kamuoyunda yapılan "soykırım" ile büyük felaket kavramlarının hangisinin daha eski olduğu yolundaki tartışmalar da anlamsızdır.

"Soykırım", İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hukuki içerik ve anlam taşıyan bir terim olarak 1948 Uluslararası Soykırım Sözleşmesiyle literatüre girmiştir.

Ermeni literatüründe büyük felaket, Nazilerin yaptığı Musevi katliamı olan "holokost"un karşılığı, bununla eş değerde vahşet anlamında kullanılmıştır. Bugün "holokost" ile "soykırım" özdeş terimler olarak anlaşılmaktadır.

Ermeniler 1915 olaylarının "holokost"la eş değerde olduğunu göstermek ve Türk milletini Nazilerle özdeşleştirmek amacıyla bu terimi kullana gelmişlerdir. Başkan Obama'nın bu terime sahip çıkmasının anlamı burada aranmalıdır.

Bu yılki açıklamanın ayrı bir önemi ise, önceki hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşma yapan Obama'nın, "geçmişimizle barışma" adına 1915 olaylarını hatırlatan sözlerini hararetle alkışlayan Adalet Ve Kalkınma Partisi'nin yaşadığı büyük hayal kırıklığı olmuştur.

22 Nisan gece yarısı Dışişleri Bakanlığı tarafından alel acele yapılan "Türkiye ile Ermenistanın, İsviçre'nin arabuluculuğunda, ikili ilişkilerini normalleştirmek için yoğun çaba gösterildiğine" dair mesajı da hükümeti kurtaramamıştır.

Bu açıdan; Obamanın açıklamasından sonra Başbakan Erdoğan'ın derin bir güven kaybı yaşadığını gösteren "Türkiye el bebek gül bebek okşanacak, aldatılacak bir ülke değildir" sözlerinin hiç bir değeri yoktur.

Üstelik bir yabancı devlet başkanının ağzından çıkmış bu sözleri doğru okumaktan ısrarla kaçarak, bunun siyaseten söylenmiş seçim vaadleri olarak yorumlanması ve kendince tevil ve mazur görme ve gösterme arayışı da Başbakan'ın aczini örtememiştir.

Bu kafa ile gidilmesi halinde, daha çok yanaklar okşanarak, daha çok sırtlar sıvazlanarak, daha çok tıpışlanarak, daha nice pozitif enerjiler yüklenerek milli meselelerde yeni hezimetler karşımıza çıkacaktır.

Hükümet ile birlikte süreci bu noktaya kadar getirip darboğaza sokanların göstermelik tepkisi ise suçüstü yakalanmış olmanın etkisi ile cılız ve günü kurtarmaya yöneliktir.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama'nın bu yılki mesajında soykırım kelimesinin İngilizcesini arayıp bulamayınca bayram yapanlar, aynı metinde Ermeni diyasporasının kullandığı Ermenice karşılığı görmezden gelmişlerdir.

Cumhurbaşkanı Gül'ün Obama'nın mesajının ardından yaptığı açıklamada "katılmadığım yerler var" ifadesi ise ister istemez bu metinde katıldığı yerlerin neler olabileceğini aklımıza getirmektedir.

Buradan sormak lazımdır: Obama'nın bu mesajındaki hangi görüşlere katılınmakta, hangileri paylaşılmaktadır.

  • 94 yıl önce, 20. yüzyılın en büyük katliamlarından birinin başladığı iddiası mı?
  • Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde 1.5 milyon Ermeni'nin katledilmesi veya ölüme yürümesi ifadesi mi?
  • Ermenilerin soykırım karşılığı kullandığı "büyük felaket" olarak tanımlanan tarihi olayla ilgili yorumu mu?
  • Seçim kampanyasında açıkça dile getirdiği gibi 1915 olaylarına ilişkin soykırım iddialarının değişmediğini vurgulaması mı? Hangi görüşler muteberdir. Hangilerine katılım vardır?

Bu açıdan medyada yer alan "Gül tepkisini gösterdi", "Başbakan Obamaya cevap verdi", Dışişleri'den sert cevap" gibi abartılı açıklamaların yabancı muhataplarında tebessümden başka bir anlam bulması mümkün değildir.

Mademki tarihi gerçekleri bilmediğini iddia ediyorsunuz, tarihin hakemliğini ortaya koyuyorsunuz, o halde Obama'yı İstanbul'da gezdireceğinize, Iğdır'a kadar götürüp Ermeniler tarafından katledilmiş millet evlatlarının anısına yapılmış anıtı ve toplu katliamların acılarını gösteren müzeyi gezdirseydiniz.

Obama'nın yanında belki siz de acı gerçeklerle uyanırdınız.

Değerli Milletvekilleri,

Bu yıl yapılan açıklama bundan öncekilerle karşılaştırıldığında, bunun Türkiye'ye en ağır suçlamalar yönelten açıklama olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

1915 olaylarının "soykırım" olduğunu daha önce kayda geçiren Obama, bu görüşünü değiştirmediğini bir kez daha vurgulamış ve "amacının bu gerçeğin kabul edilmesini sağlamak olduğunun" altını çizmiştir.

Açıklamanın çok önemli bir diğer yönü de, ABD Başkanı'nın kendisine göre tarihsel gerçek olan soykırımın tanınması için Türk ve Ermeni halkları arasında diyalog sürecini adres olarak göstermesi ve iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi için sürdürülen çabaları bu amaca hizmet edecek bir yol olarak gördüğünü ortaya koymasıdır.

Bu gerçekler karşısında Türkiye çok önemli bir karar vermenin arefesindedir.

Türkiye'nin her yıl"24 Nisan sendromu" yaşamaya mahkûm ve mecbur bir ülke olması düşünülemeyecektir. Bu duruma bir son verilmesinin artık zamanı gelmiştir.

Obama'nın son açıklaması, bu sendromun prangasından kurtulmak için bir dönüm noktası olarak görülmelidir.

Bu durumda hükümetin yapması gereken, 24 Nisan öncesi Ermenistan'la ilişkiler konusunda giriştiği manevraların bir sonuç vermediğini görmesi ve Ermenistan politikasını Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda gözden geçirmesidir.

ABD ile ilişkilerde de "soykırım" yalanı baskısından kurtulmak ve bu amaçla sürekli bedel ödediğimiz esaret zincirinin ve kısır döngünün kırılması büyük önem taşımaktadır. Burada siyasi sorumluluk AKP hükümetindedir.

Başbakan Erdoğan'ın eğer laf olsun diye söylenmediyse "el bebek, gül bebek" tespiti ve tepkisinin somut bir karşılığı ve sonucu olması beklenecektir.

ABD Kongresi önündeki sahte "soykırım" karar tasarısının bu mahkûmiyet denkleminin sürdürülmesinde bir gerekçe ve bahane olarak kullanılması artık düşünülmemelidir.

ABD Kongresi birkaç yüz bin Ermeni diasporasının siyasi desteği için Türkiye'yi feda etme gafletine düşerse, bunun sonuçlarına en başta Ermenistan olmak üzere herkes katlanacaktır.

Türkiye'nin şerefli tarihi üzerinden artık ödeyeceği başka bir bedel kalmamıştır.

Türk milletini insanlığa karşı en ağır suç olan "soykırım" suçu işlemiş ezik, lekeli ve yaralı bir millet konumuna düşürmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

AKP hükümeti bu basireti ve dirayeti gösterebilirse, Türk milletinin takdirini kazanacak, Milliyetçi Hareket Partisi kendisini destekleyecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Yaşanan bütün bu gelişmelerin Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde geçici olduğuna inandığımız bazı sıkıntılara yol açtığını üzüntüyle müşahade ettiğimizi belirtmek isterim.

Toprakları Ermeni işgali altında bulunan, ata topraklarından zorla kopartılan bir milyon göçmenin acısını yaşayan Azeri kardeşlerimizin Türkiye'nin Ermenistan'la yakınlaşmasından ve sınırın açılacak olmasından haklı endişeler duydukları bir vakıadır.

Dağlık Karabağ sorunu çözüm yoluna girmeden ve yedi Azeri bölgesindeki işgalci Ermeni güçleri çekilmeden Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkileri normalleştirmesi ihtimali, Azerbaycan'da yalnızlık ve terk edilmişlik duygularının doğmasına yol açmıştır.

Bu tepkilerin temelinde, aynı milletin parçası olarak gördükleri Türk milletine duyulan sarsılmaz sevgi ve güvenin yattığı kabul edilmelidir.

İki ülke arasındaki bu güven bunalımının derinleşmesinin önlenmesi ve karşılıklı çabalarla süratle giderilmesi önem taşımaktadır.

Buradan Azerbaycan'ın değerli yöneticilerine ve kardeş Azerbaycan halkına seslenmek istiyorum:

  • Türk milleti haklı davanızda her zaman Azerbaycan'ın yanında ve arkasında olmuştur, bundan sonra da Azerbaycanlı kardeşlerini hiçbir şart altında yalnız bırakmayacaktır.
  • Azerbaycan halkının aleyhine ve zararına olacak herhangi bir adım atılmasına Türk milleti izin vermeyecektir.

Bu konularda Sayın Başbakan'a da bazı gerçekleri hatırlatmak istiyorum:

Son dönemde Başbakan Erdoğan ciddi bir üslup sorunu yaşamakta, kontrolsüz bir şekilde siyasi terbiye ve nezakete sığmayan sözlerle herkese çatmaktadır.

Türkiye'de kendine karşı çıkanları gözdağı vererek, azarlayarak ve terör estirerek susturmaya ve sindirmeye çalışan Başbakan sakat ve tehlikeli Ermenistan politikası karşısında demokratik uyarı ve eleştiri görevi yapan muhalefeti de "çirkin ve yakışıksız yaklaşım ve siyasi rant peşinde koşmakla" suçlamaktadır.

Bu suçlamalar tek kelimeyle haksız ve temelsizdir. Eleştirilere tahammülü olmayan, muhalefetin önemini ve fonksiyonunu kavrayamayan Başbakan, bu yolla diktatörlük heveslerini tatmin etmeye, kendi vicdanını temizlemeye çalışmaktadır.

Başbakan Erdoğan'ın burada unuttuğu diğer bir önemli husus da, eğer gerçekten muhalefet bu haksız ve temelsiz ithamı hak edecek şekilde davranıyor ve siyasi rant peşinde koşuyorsa, Türkiye'nin çıkarlarına, onuruna ve haysiyetine uygun politikalar üreterek buna imkan vermemenin kendi elinde olduğu gerçeğidir.

Gaflet yoluna sapanların bunu yüzlerine vuranları ucuz klişelerle suçlamaya hakları yoktur, bu yolla kendilerini aklamaları da mümkün değildir.

Başbakan'ın hiddetinden muhalefetin yanı sıra Azerbaycan'ın da nasibini almış olması alışagelmiş bir durum sayılamaz.

Muhalefet milletvekillerine hiddetlenmesinin nedeni Azerbaycan'la dayanışma amacıyla bir grup milletvekilinin Bakü'ye gitmesidir.

Geçen hafta Meclis grup konuşmasında milletvekillerine "davulu tokmağı eline alıp koşuşturanlar" sözleriyle hakaret eden Başbakan, hafta sonu konuştuğu parti toplantısında da kendilerini "Azerbaycan'a giderek yalan-yanlış haberlerle ortalığı karıştıran fitne unsurları" olarak nitelendirmiştir.

Azerbaycan'dan Türkiye'ye gelerek temaslarda bulunan bir grup bayan milletvekili de Başbakan'ın bu suçlamalarından kurtulamamıştır. Bu kardeşlerimiz de aynı suçlamaların hedefi olmuştur.

Muhalefet milletvekillerini kendisine biat eden kadrolu memurlar gibi gören, asgari siyasi nezaket dışına çıkarak Azerbaycan'lı bayan milletvekillerini "yalan-yanlış konuşarak ortalığı karıştıran fitne unsurları" olarak suçlayan bu kafa yapısının sağlıklı bir hali yansıtmayacağı ortadadır.

Suçluluğun telaşı içinde herkese çatan Başbakan, ilk önce bu soruların cevabını vermelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin nereye gidecekleri konusunda kendisinden izin istemeyeceklerini, MHP'nin davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Azeri milletvekillerinin de bunun için Başbakan'ın icazet ve vizesine ihtiyaçları bulunmadığını anlaması da yararına olacaktır.

Hafta sonu yaptığı aynı konuşmada "siyaset üslubumuz, milletimizin üslubudur" iddiasını dile getiren Sayın Erdoğan, terbiye, nezaket ve hakkaniyetin Türk kültürünün ve üslubunun temeli olduğunu bu vesileyle hatırlamalı ve Türk terbiyesi ve aziz milletimizin üslubuyla uyum sağlamaya çalışmalıdır.

Konuşmama burada son verirken, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı