12.09.2006 - Genel Merkez Önündeki Orhun Abideleri'nin Açılış Töreni Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
MHP Genel Merkezi Önündeki
Orhun Abideleri'nin Açılış Töreni Konuşması

12 Eylül 2006 


Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bugün büyük milletimiz adına tarihi bir olaya şahit olmak üzere toplanmış bulunuyoruz.

Karşınızda bütün heybeti ile duran bu üç kitabe, atalarımız Göktürkler’den günümüze kalan en önemli anıt mirastır.

Önünde bulunduğumuz bu üç kutlu âbide, aradan geçen 13 asra yaklaşan zamana rağmen anlamını koruyarak, Türk’ün tarih sahnesine kendi adı ile ve kendi alfabesi ile damgasını vurduğu ilk vesikadır.

Bu abideler, Türk tefekkür tarihinin,  Türklerin yönetim ilkelerinin, siyaset ve diplomasi ilişkilerinin ve savaş sanatının kendi ağızlarından yazılarak bize ulaşmış ilk belgeleridir.

Siyasi ve kültürel milliyetçiliği yakın çağda tanımış, millet olma niteliklerine yeni çağda ancak ulaşabilmiş Batı toplumlarına rağmen, Türklerin milli kimliklerini 15 asır öncesinden kazanmış olduklarının tarihi göstergesidir.

Ne kadar gurur duysak ve ne kadar övünsek azdır.

Bu âbideleri yaptırmakla, başlangıcı binlerce yıl öncesine dayanan büyük milletimizin ata toprağı Orta Asya Bozkırlarından bir milli esinti, bir köklü şuur ve bir tatlı hatırayı son yurdumuza taşımış olduk.

Şu anda burada bulunan hepinizin, kurt başlı bayrağı sembol edinmiş ceddimiz Bilge Kağan’ın sözlerini, bu âbidelere ustalıkla nakşeden Yollug Tigin kadar heyecanlı olduğunuza yürekten inanıyorum.

Bu, aslına sadık kalarak, aynı ebad ve görünümde yapılan ve Dünya’da benzerleri olmayan üç âbidenin orjinalleri, Ankara’dan tam 5600 km ötede, ata toprağımız Orhun Vadisi ve Ötüken kıyısında sonsuza kadar seslenmeye devam edecektir.

Onun için, bu âbidelerin bir diğer tanımı da ebedi taş ya da ölümsüz taş anlamına gelen “bengü taş”tır.

Kağıdın ve ipek sayfaların kullanıldığı bir medeniyet döneminde, bu sözlerin taşlara kazınmış olmasının en önemli nedeni, bu yüksek hitabete ve milli çağrıya ölümsüzlük katmak olsa gerektir.

Ne mutlu ki, bu kutlu sesleniş boşa gitmemiştir.

Ne mutlu ki, bu çağrı, Altaylar’dan Tuna’ya kadar bu sese kulak veren, gönül veren ve hatta can veren büyük Türk milliyetçilerinin ruhunda yerini ve anlamını bulmuştur.

Bunun en yakın ispatı sizlersiniz.

Bunun ispatı bedenleri burada, gönülleri oralarda kalmış ülkücü kardeşlerimdir.

Siz vefakar ülküdaşlarımın varlığı, kutlu hakanlarımızın vasiyetinin, aradan geçen 1286 uzun yıla rağmen, kalplerde ve ruhlarda yaşamaya devam ettiğinin en önemli göstergesidir.

Bu tarihi âbidelerden Kültigin yazıtı 1274, Bilge Kağan anıtı 1271 ve Bilge Tonyukuk Anıtı ise 1286 yıl önce ebediyete kadar kalmak üzere büyük Türk milletinin şerefine emanet edilmiştir.

Türk tarihin çok onurlu bir sayfasını aralayan Bilge Kağan’ın “Türk, Oğuz beyleri, milleti işit.” Çağrısı, babadan oğla, dededen toruna geçerek yüzyılları aşabilmiştir.

Orhun âbideleri ile filizlenen bu milli ruh, Manas destanı ve Dede Korkut, Ahmet Yesevi ve Kaşgarlı Mahmut, Selçuk Bey ve Osman Gazi, Şeyh Edebali ve Hacı Bektaş, Fatih Sultan Mehmet ve Kemal Atatürk gibi milletimizin yüksek temsilcileri ile yeni bir güzellik ve anlam kazanmıştır.

Ve ne mutlu ki bu ses, Göktürklerden sonra adını milletinden alan ikinci devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, ona kulak veren Türklük sevdalılarına kadar ulaşabilmiştir.

Bu muhteşem âbideler, yüreğinde millet sevgisinin ve şuurunun kırıntısı bile olmayan kimliksizler için, bir taş parçasından ibaret olsa da, bizler için anlamı çok büyük ve çok derindir.

Bu âbideler, büyük Türk milliyetçileri, millet sevdalıları olan Kültigin’in, Bilge Kağan’ın ve Vezir Bilge Tonyukuk’un bize tarihin derinliklerinden seslenişidir.

Bu âbideler; atalarımızın, asırlar öncesinden yola çıkmış bir selamıdır,

Bu âbideler; atalarımızın tarihin derinliklerinden milletimize gösterdiği ülküdür.

Bu âbideler, atalarımızın acı ve tatlı hatıralarla dolu, denenmiş bir hayatın içinden çıkararak bizlere ulaştırdığı derstir, nasihattir, ihtardır, ikazdır ve buyruktur.

Bu âbidelerde,

  • Bir edebi dehadan çıkmış ihtişamlı bir hitabet gücü,
  • Kendinden emin bir zekanın keskin ve yalın bir buyruk ifadesi,
  • Millet kaygısı ile yoğunlaşarak “ben” derken bile “bizi” anlatan soylu bir milli gurur,
  • Ve öz benliklerini millet içinde eriterek, milliyetçiliğin zirvesine yükselmiş asil Türk cedlerinin damgası vardır.

Bu açıdan, bu sahanın uzmanı değerli Türkoloğumuz Muharrem Ergin’in belirttiği gibi, bu âbideler “Türk milliyetçiliğinin temel kitabı, bir kavmi millet yapabilecek” eşi ve benzerine diğer milletlerde rastlanmayan muhteşem bir  iftihar vesilesidir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Tarihin kendi dinamikleri ve kurgusu içinde tekerrür ettiğinin en güzel belgesi, karşımızda yükselen bu üç âbidenin anlamında gizlidir.

Âbidelerin az ama öz anlatımında görüleceği gibi,

  • Gaflete düşmüş yönetimler elinde zayıflamış bir milli kimliğin,
  • Entrikalar ile çözülmeye yüz tutmuş millet varlığının,
  • Töreden uzaklaşma sonucunda tahrip olmuş huzur ve esenliğin;
  • Çıkar çatışmaları neticesinde sahip çıkılamayan toprakların;
  • Yabancılaşma ve yozlaşma ile bozulan kardeşliğin, bir milleti taklit, taviz, teslimiyet ve kölelik döngüsüne nasıl mahkûm ettiğinin, acı ve ders verici uyarıları ile doludur.

Bilge Kağan’ın, âbidenin kuzey yüzünde, diktirdiği kitabenin maksadını açıklarken sarfettiği “Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin.” sözleri Türk milletinin yaşama ya da yok olma arasındaki eşsiz tecrübelerinin uyarısıdır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bu anıtlar, Türk illerini yönetecekler için;

  • Bizim ülkü olarak tanımladığımız, Türk milletine yükseliş yolunda rehber olacak muhteşem bilgelikler;
  • Halka ve onun değerlerine dayalı siyasetin merkeze alındığı eşsiz bir stratejik yönetim,
  • Hükümdarın halkına hesap vermesi, halkın hükümdarından hesap sorması gibi sorumluluk ahlakına dayalı devlet-millet bütünleşmesi,
  • Yarın olacakların, geçmişte olanlar ile münasebetini kavramış bir rasyonel yönetim projesi,
  • Karşılıklı hak ve sorumlukların titizlikle belirlendiği bürokratik münasabetler sistemi,
  • Büyüyerek ve bütünleşerek egemen olma üzerine inşa edilmiş bir güçlü gelecek vizyonu,
  • Yaşama alanını emniyete alabilmenin yanı sıra gücünü paylaşmayı hedefleyen bir cihan hakimiyeti mefkuresi, sunmaktadır.

Göktürk kitabelerinin hikmetli satırlarında yer alan;

  • İhanetlere karşı dikkat,
  • Hilelere karşı uyarı,
  • Bozgunculara karşı ikaz,
  • Bozgunlara karşı tedbir,
  • Ayrılıklara karşı birleşme,
  • Yalnızlığa karşı güç birliği,
  • Yozlaşmaya karşı öze dönme,
  • Taklide karşı kendine yönelme,
  • Kargaşaya karşı töreye bağlılık,
  • Çaresizliğe karşı lidere sadakat gibi yüzlerce kutlu nasihat bugün de çok ihtiyacımız olan çıkış yolunu göstermektedir.

Bunlar Türk milletinin var olma ve yükselme yolunda yönetim ve yükselme prensipleri olmalıdır.

Nitekim müteakip asırlarda Türk devletlerini yönetmiş olan Türk hakanlarından, bu tarihi ilkeleri ve milli uyarıları kullanabilenler, milletimizin yükselişine ve devletimizin Cihan İmparatorluğuna vesile olmuşlardır.

  Özellikle son yıllarda ilkesiz yönetimler elinde, millet ve devlet hayatımızda yaşanan ağır tahribatın onarımı ve çıkış yolu, bizlere asırlar önce seslenen kutlu atalarımızın sözlerinde saklıdır.

Anlaşılmaktadır ki, yeni bir bin yılı yakalamak, geçmiş bin yılın başarısı denenmiş değerlerini tanımaktan ve özümsemekten geçmektedir.

Bundan 1286 yıl önce, Ötüken toprağında kimliğini kaybetmiş, umutsuz, çaresiz, yoksul, bezgin ve köle durumuna düşerek yabancılara teslim olmuş bir topluluktan, güçlü bir vizyon ve etkin bir liderlikle Göktürk Devletini yeniden ve çok kısa sürede inşa eden ve Türk birliğini tesis eden yegane güç, yüksek bir milliyetçilik duygusudur.

Tıpkı Göktürklerin fetret devrinde olduğu gibi, teslimiyetçi yönetimlerin ve yozlaşan değerlerin yarattığı buhran neticesi, dağılmaya yüz tutan bir millet ve devletten, yeni bir Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan güç de bu milliyetçiliktir.

Tarih boyunca dara düştüğümüz, sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda buhran yaşadığımız her dönemde olduğu gibi, günümüzde de milletimizi dünya milletleri arasında yeniden şerefli mevkisine çıkartacak milli sır, Orhun’dan günümüze gelerek karşımızda dimdik duran bu ölümsüz mesajlarda gizlidir.

Bu mesajın adı milliyetçiliktir. Millet sevgisidir. Millete saygıdır. Milli değerlere bağlılıktır. Türklüğe gönül vermektir.

Tarihin milletler mücadelesi olduğu gerçeğinden uzaklaşma neticesinde, silinmeye başlayan milli hafızamızın yeniden canlandırması açısından, bu âbidelerin anlamının gelecek kuşaklara aktarılması her millet evladı için kutsal bir görev olmalıdır.

Anıtlarda, nihayetinde başarıya ulaşmış bir liderin gönül rahatlığına ve halkına karşı görevini yerine getirmiş bir yöneticinin vicdan huzuruna da şahit olunmaktadır.

Kültigin Anıtında “Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım.”  ifadeleri bunun kanıtıdır.

Bu yüksek sorumluluk taşıyan sözler, yönettiği büyük milletin gücünden ve kimliğinden habersiz, ömrünü basit ve günlük çekişmeler ile dolduran, kişisel ikballerinin peşinde koşan ilkesiz ve iki yüzlü yöneticilere de tarihi bir ders niteliğindedir.

Maalesef, millet ve devletçe geldiğimiz bu noktada, bugün için de doymaya ve giyinmeye fazlasıyla ihtiyacımız vardır. Ancak daha da önemlisi, milli bir dirilişe olan ihtiyacımız bugün o günkünden daha fazladır.

Bugün bu diriliş ve doğruluşun yegâne kaynağı, Türk milletinin son siperi, Türk milliyetçilerinin tek adresi, milletimizin onurlu ve güçlü bir gelecek için tek umudu Milliyetçi Hareket Partisi’dir.

Büyük ve asil atalarımızın bu ebedi mesajlarından ders ve sonuç çıkarmasını bilenler için, Milliyetçi Hareket Partisinin tek başına iktidarından başka bir seçenek kalmadığı artık anlaşılmaktadır.

Bu konuda en büyük görev, yaklaşan milli bunalımı fark edecek kadar uyanık ve bilinçli olan siz değerli ülküdaşlarıma düşmektedir.

Kitabelerin dili ile tanımlarsak “ilin” tartışıldığı, “törenin” bozulduğu “dirliğin” kaybolduğu bir buhran yanı başımızdadır.

İş işten geçmeden,

  • Şayet, aziz milletimizi kapı kapı gezerek yeterince uyarabilirsek,
  • Yaklaşan milli felaketleri birer birer önceden haber verebilirsek,
  • Milli ve manevi değerlerimizi bir çıkış noktası olarak tek tek sunabilirsek,
  • Şayet, tıpkı Kutlu atalarımız Bilge Kağan’ın, Kültigin’in ve Bilge Tonyukuk’un ın asırlar önce yaptığı gibi kardeşliğimizi sürdürürsek,

Çağları aşarak gelen Kültigin Anıtının üslubuyla ifade etmek istiyorum: Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe Türk milletinin ilini, töresini kim bozabilir? Kim, Türk milletini lider ülke olma ülküsünden alıkoyabilir?

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bizleri çağlar ötesine götürerek, atalarımız ile yeniden kucaklaşmamıza vesile olan bu duygu dolu gün vesilesiyle, hepinize en içten hissiyatımla sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Büyük Türk milletinin ezelden ebediyete intikal eden yüksek değerlerini ve varlığını; dünyanın neresinde olursa olsun titizlikle koruyan, heyecanla geliştiren, gururla taşıyan ve gelecekte de sahip çıkacak olan Türk evlatlarını minnet ve şükran duygularımla selamlıyorum.

Emanet ettikleri ülkünün birer ölümsüz örneği olan bu âbideleri yükselten büyük hükümdar Bilge Kağan’ın, kardeşi Kültigin’in, vezirleri Bilge Tonyukuk’un aziz hatıralarını saygıyla yad ediyorum.

Türk milliyetçiliği fikriyatını ve siyasal mücadele azmini bu kutlu anıtlardan alan Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere, tarih boyunca vatan ve millet sevdası ile dünyanın her yerinde Türklüğe gönül vermiş ecdadımıza; bugün milli bütünlüğümüze musallat olan bölücü terörle mücadelede kahramanca can veren aziz vatan evlatlarımıza, en içten duygularımla Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Ne mutlu Türküm diyene

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı