07.07.2010 - İstanbul İkitelli Sanayi Bölgesi Eskoop Sanayi Sitesi Atatürk Kültür Merkezi 'ndeYapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı SayınDevlet Bahçeli' nin
İkitelli Sanayi Bölgesi Eskoop Sanayi Sitesi
Atatürk Kültür Merkezi 'ndeYapmış Oldukları Konuşma Metni
07 Temmuz 2010 - İstanbul

 

İş Hayatının Muhterem Temsilcileri,

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Misafirler,

Basınımızın Güzide Temsilcileri,

Konuşmama, bu güzel ve anlamlı toplantıda, sizlerle bir araya gelmekten duyduğum mutluluğu belirterek başlamak istiyorum.

Bu vesileyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Çalışan, üreten, yatıran ve istihdam eden değerli girişimcilerimizle ve KOBİ’lerimizin yöneticileriyle aynı çatı altında buluşmak beni çok mutlu etmiştir.

Ülkemizin en zor anlarında bile hiç düşünmeden parasını, zamanını, kaynaklarını ve beklentilerini Türkiye’mizin gelişmesi ve ilerlemesi yoluna vakfeden siz değerli arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Başta ekonomi olmak üzere, sosyal ve kültürel hayata da yaptığınız katkılardan dolayı teşekkür ediyorum.

Sizlerle bir araya gelmişken, göstereceğiniz sabra da güvenerek, özellikle Türkiye ekonomisinin genel durumunu ifade etmek ve KOBİ’lerimizin sorunlarını ve bu sorunlara yönelik değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli Misafirler,

KOBİ’lerimizin Kıymetli Yöneticileri,

Aziz ülkemiz çok zor ve meşakkatlerle dolu bir süreçten geçiyor. Uluslararası ilişkilerde her geçen gün irtifa kaybeden itibar, zafiyet içinde kıvranan yönetim, yürekleri yakan şehit haberleri, bölücü terör karşısındaki hareketsizlik, sorunlarla boğuşan ekonomik yapı bugün hepimizin yaşadığı ve şahit olduğu gerçeklerdir.

Elbette bu olumsuzluklardan en çok muzdarip olanlar da sizlersiniz ve başka türlü düşünmekte zaten doğru olmayacaktır.

Yaşadığınız ekonomik sıkıntılar ve işlerinizin giderek küçülmesi sizleri bu zamana kadar bir hayli bunaltmış durumdadır.

Nitekim Türkiye ekonomisinin 2009 yılı krizini en ağır ve doğrudan doğruya hisseden en başta sizler oldunuz. Acısını siz çektiniz, bedelini de siz ödediniz.

Şüphesiz siparişleriniz bıçak gibi kesilmiş, işleriniz durmuştur. Borçlanarak aldığınız ve hala taksitlerini ödediğiniz tezgâhlarınız paslanmış ve günlerce işyerlerinizin önünde yaprak kımıldamamıştır.

Satışlarınız neredeyse bitme noktasına gelmiş çoğunuz işyeri kirasını dahi ödeyememiştir.

Yedi milyona yaklaşan insanımız bugün küçük veya orta ölçekli bu işletmelerimizde hayatını kazanmaktadır. Yalnızca sayıları ikiyüzbine ulaşan insanımız İkitelli’de istihdam edilmektedir.

Ama çalışanların çoğunun işinden, ekmeğinden olduğu da talihsiz bir gerçek olarak karşımızdadır.

Üzülerek söylemelim ki, bu kriz ekonominin tüm kanallarını tıkamış; tedarik, üretim, pazarlama ve dağıtım arasındaki ilişki ve irtibatı kopartmıştır.

Ekonomideki derin kırılma ve çatlaklar, siyasetteki istikrarsızlıklarla birleşince maalesef Türkiye nefessiz ve dermansız kalmış, üreten ve iş sağlayan siz değerli girişimcilerimiz çok zor günler geçirmiştir.

İşini çevirmek isteyen, yeni yatırımlar yapmayı hedefleyen ve hatta kriz döneminde yalnızca borcunu döndürme kaygısı taşıyan yüzbinlerce işletme sahibinin güçlüklere karşı mücadele ettiği bir gerçektir.

Kredi almak için girilen banka kuyrukları ve bunun sonucunda muhatap kalınan kılı kırk yaran bilanço analizleri, mali sorgulamalar, dönmeyen çekler, protesto edilmiş senetler sizlerin yaşadığı birçok sıkıntıdan sadece bir kısmıdır.

Türkiye ağır bir ekonomik krizin tüm göstergelerini ve sancılarını yaşamıştır ve bundan da Türk girişimcisi ve çalışanları tüm boyutlarıyla etkilenmiştir.

Hatırlarsanız, özellikle, küresel ekonominin ortaya çıkardığı avantajları 2003 ile 2007 yılları arasında fazlasıyla hisseden ülkemiz, bu yıllar arasında rahat bir dönem geçirmiştir.

Kabul etmek lazımdır ki; tüm ülkelerde büyümeyi sağlayan olağanüstü elverişli küresel ekonomik iklimin sonucunda, 2007 yılına kadar Türkiye ekonomisi artan bir oranla büyümüştür.

Ancak bu yılı takip eden yıllarda, ekonominin kendi iç çelişkisinden kaynaklanan sorunlardan dolayı büyümesi yavaşlamış ve hem potansiyelinin hem de muadillerinin gerisinde kalmıştır.

Açıktır ki, son 7,5 yıldır üreten ve çalışanlar dikkate alınmamış, işsizliği azaltan bir büyüme stratejisi tespit ve tayin edilmemiştir.

Yine hatırlayacağınız gibi, 2008 yılındaki büyüme oranı yüzde 0,7 olmuş, bu oran bir yıl sonra yüzde 4,7’lik küçülmeye dönüşmüştür.

Ekonominin istikrara kavuşabilmesi için alınması gereken tedbir ve teşviklerin ihmali yangını her tarafa sıçratmış, krizden etkilenmeyen, olumsuz sonuçlarından mahrum hiçbir kesim kalmamıştır.

Krizin ağırlığından dolayı firmalarımızın kullanamadıkları kapasite miktarları, neredeyse tüm kapasitelerinin yarısına yaklaşmıştır.

Bununla birlikte sanayi üretimi doğal olarak çökmüş; işyerlerimiz, işletmelerimiz, fabrikalarımız kapılarına kilit vurmak zorunda kalmışlardır.

Belki taksitle yeni bir ev alan, belki kampanyadan otomobil edinen, belki de çocuğuna daha iyi bir eğitim imkânı için planlar yapan kardeşlerimizin üzülerek söylemeliyim ki hayatları kâbusa dönüşmüştür.

Sizler aynı zamanda birer tüketicisiniz. Hepiniz işletmeleriniz ile ilgili katlanan sıkıntılara maruz kalırken, bir taraftan da kendi özel hayatınızdaki ekonomik sorunlara göğüs germek zorunda kaldınız.

Ama yılmadanız, yorulmadınız, durmadınız ve teslim olmadınız.

Direndiniz, beklediniz ve üstünüze düşeni zaten yıllarca ziyadesiyle yaptınız.

Sadece kendi işletmelerinizin başarısına değil, ülke ekonomisine de damganızı vurdunuz.

Verginizi ödediniz, ekonomiye destek oldunuz, milletimizin hayırduasını aldınız. Hepinize müteşekkiriz.

Birbirinden mümtaz Türk girişimcisi olarak; krize kadar, fırsatları akıllıca değerlendirdiniz. Öğrenme ve araştırma merakının, parıldayan bir zekânın seçkin örneklerini vererek ülkemizin gelişmesi konusunda değerli katkılar sunmaya çalıştınız. Bunu başardınız da.

Kendi çevrenizde öncü oldunuz, sürükleyici ve taşıyıcı özelliklerinizle iş ahlakını toplumsal yapıyla bütünleştirdiniz.

Ama bunları yaparken yalnız kaldınız ve sahipsizdiniz.

Ve ekonomik kriz tüm cephelerden saldırıya geçince de, son gücünüze kadar mücadele verdiniz, ancak çok ağır hasar almaktan kurtulamadınız.

Türk girişimciliğinin hiçbir kitapta yazılı olmayan kurallarını, geleneklerini ve ahlakını her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar muhafaza etmeye çalıştınız.

Sizler, girişimciliğe değer kazandıran olgunun para kazanmak değil, ekonomik değer yaratmak olduğunu açıkça gösterdiniz. Asla açgözlülük ve köşeyi dönmek gibi iptidai davranışlara itibar etmediniz. Bunları her zaman elinizin tersiyle ittiniz.

Takdir edersiniz ki, girişimcilik emek ve sermaye sarfetmeden ve üstelik başkaları tarafından elde edilmiş değerleri kendi tarafına ve alanına aktarmak değildir.

Böylesi bir sapma halinin, girişimciliğin yanlış değerlendirilmesine yol açacağı gibi, toplum ve iş ahlakına da ciddi zararlar vereceğini düşünüyorum.

Düzgün ve istikrarlı, manevi hayattan beslenen, milli şuurla zenginleşmiş, kim olduğunun ve millet olarak hedeflerimizin farkında olan Türk girişimcisinin kalkınma mücadelemizde çok değerli katkılar sağlayacağı inancındayım.

Bunun için gerekli ve yeterli güç sizlerde fazlasıyla vardır. Bunu görüyor ve her zaman da takdir ediyorum.

Ekonomik krizi fırsat görerek, günün muktedirlerinin sağına, soluna sığınarak, kurnazlık gösteren, alın teri ve yıllarını feda etmeyen bazılarının tez zamanda köşeyi dönmek adına girişimcilerimizin yazılı olmayan geleneklerini ve kaidelerini ihlal ettiğini herkes artık biliyor.

Bunlara engel ve mani olmak elbette önce sizin görevinizdir. Ve bunların hesabını sormak da siyasi olarak bizim boynumuzun borcudur.

Değerli Katılımcılar,

Az önce de vurguladığım gibi ekonomik kriz her kesimi ve sektörü çok ağır şartlara sokmuştur.

Türkiye krizi, hem dış ticaret yoluyla, hem de reel sektör vasıtasıyla acı bir şekilde yaşamıştır ve bu süreç hala devam etmektedir.

2009 yılında, bir önceki yıla göre ithalat ve ihracat rakamlarındaki gerilemeler girişimcilerimizi ve çalışanlarını çok kötü bir şekilde etkilemiştir.

Kriz size tüm gücüyle ve silahlarıyla saldırmıştır. Bu esnada bankalar sırtını dönmüş, haciz memurları kapılara dayanmış, aldığınız yeni tezgâhlara el konulmuştur. Elektrik giderleriniz ödenememiş, kiralar birikmiştir.

Bu kapsamda, zorunlu olarak yıllardır kader birliği yaptığınız çalışanlarınızın işine son vermekten büyük üzüntü duyduğunuzu biliyorum. İlk bakışta olumlu gibi görünen, ama etkili ve kalıcı sonuçlar doğurmaktan uzak kısa çalışma ödenekleri bile derdinize deva olmamıştır.

Sizin için günü kurtarmak değil, yılları planlamak ve üretmek hedeftir. Ama bunları asıl bilmesi gerekenler, hep yaptıkları üzere, günü ve anı kurtarmanın arayışına girmişlerdir.

Doğal olarak hiçbir tedbir ve müdahale yaralarınıza merhem olmadı.

İkitelli’ye hüzün çökmüş, umutsuzluk sağanak halinde yağmıştır. Ama boş sözler ve yerine getirilmeyen vaatler dışında, buradan hiçbir şey de duyulmamıştır.

İşyerinde yaşadığınızı büyük sorunları ailenize yansıtmamak için metanetle ve sabırla davrandığınızın da farkındayım.

Kimi zaman makinelerinizi, tezgâhlarınızı, iş araç ve gereçlerinizi yok pahasına elden çıkarmamak uğruna karsız, yalnızca karın tokluğuna faaliyet göstermek zorunda kaldığınızın idrakindeyim.

Ve geçtiğimiz yılın ilk üç ayında, yüzde 14,5’luk bir küçülmeyle, ekonomik büyümesi en fazla düşen birkaç ülkeden birisi olduğumuz hepinizin hafızasındadır ve bu sizlere çok büyük zarar vermiştir.

Tabii reel sektörün durması; işletmelerin kapanması, iflasların yaygınlaşması ve ekonominin birinci derecede ilgilenmesi gereken insanımızın içler acısı halini hepiniz yaşadınız, gördünüz.

Üzüntü ile söylemek isterim ki, bu süreçte milyonlarca insanımız işsiz kalmış, ocaklar sönmüş ve hayaller tükenmiştir.

İşsizliğin doğal sonucu olarak yoksulluk artmış, bireysel borçluluk yükselmiş ve başta siz olmak üzere, tüm vatandaşlarımız telafisi çok zor olacak bir tükenmişliğin içine düşmüşlerdir.

Kredi kart bataklarının ortaya çıkardığı fecaatler, borçlarından dolayı hayatlarına son veren biçareler maalesef bugüne kadar yaşadığımız gerçeklerdir.

 

Elbette Cenab-ı Allah herkesin rızkını yaşadığı sürece bir yolla verir, ancak bunun için mutlaka gayretin de olması şarttır. Ne var ki çaba göstermenize rağmen hak ettiğiniz karşılığı bir türlü alamadınız.

Muhterem Misafirler,

Kriz denilince, elbette işsizliğin konuşulmaması doğru olmayacaktır. Çünkü işsizlik hepimizin ortak sorunudur ve bu alandaki çaresizlik bugün ortadadır.

Türkiye, dünyada işsizliğin en çok yaşandığı ülkelerden birisi olmuş, ama buna rağmen siyasi sorumluluk taşıyanlar gözleri kararmışçasına, krizin ‘teğet geçtiğini’ iddia edebilmişlerdir.

Bir ara resmi olarak bile yüzde 16’yı aşan işsizlik oranı ve 6 milyonu geçen işsiz sayısıyla ülkemiz ekonomik kaosun ve yıkımın zemin bulduğu bir yer haline gelmiştir.

Elbette hiçbir firmamızın, işletmememizin kasten herhangi bir vatan evladının işine son vereceğini düşünmüyorum. Buna ihtimal de vermiyorum.

Ancak ekonomideki tahribat sonucunda iflasın eşiğine kadar gelen işletmelerimizin, en azından cari faaliyetlerini yürütebilmek adına işten ve işçiden tasarruf etmek zorunda kaldıklarını ve bu kararı alırken de ne kadar sıkıntı çektiklerini tahmin ediyorum.

KOBİ’lerimiz düşük kur, yüksek faiz politikası sonucunda çok zor şartlar altında kaldı. Ve KOBİ’lerin yüzde 65’inden fazlası teknoloji geliştirme ve makine yenileme adına yabancı bankaların kıskacına düşmüşlerdir ve birçoğu iflas ederek kapanmış, makineleri haraç mezat satılmıştır.

Piyasa değeri 200 bin lira olan bir makine, krizden dolayı değerinin çok altında elden çıkarılmak zorunda kalmıştır. Bunlar yaşadığınız ve muhatap kaldığınız trajedilerdir.

Elbette iş olmayınca ve siparişler de bitince mecburen çalışanlarınızdan feragat etmek durumunda kaldınız. Bunu yaparken çok zorlandınız ve içiniz kan ağladı.

Çünkü milletimizin tüm fertlerinin hem vicdanlı hem de birbirlerine karşı yüksek bir sorumluluk taşıdığının bilincindeyim.

Bununla birlikte, bu ve benzeri hasletlerin yönetim sorumluluğunu taşıyanlarda da bulunması, sorunların kısa zamanda aşılmasına gerçekten de çok ciddi katkılar sağlayacaktır.

Ne var ki, en başta ekonomik krize karşı gösterilen duyarsızlıklar ve hatta sorumsuzluklar, problemlerin katlanmadan, toplumsal yapıya yerleşmeden ve ekonomik sisteme sinmeden çözülmesine imkân tanımamıştır.

Bildiğiniz gibi, ekonomideki bozgun bir türlü dikkate alınmamış, krizin yüksek maliyeti sürekli boş ve temelsiz sözlerle geçiştirilmiş ve küresel alana ihale edilmeye çalışılmıştır.

Dışımızdaki ülkeler gerekçe gösterilerek krizin makul ve normal bir süreç olarak gösterilmesi konusunda çok ciddi çabalar sarf edilmiştir.

Ekonomi her alanda imdat çağrıları vermiş, alarm zilleri çalmış; ama bu işaretleri sorumluluk mertebesinde olanlardan gören, duyan ve fark eden olmamıştır.

Gelir dağılımı adaleti yaklaşık 8 kat dar gelirli insanımızın aleyhine bozulmuş, vatandaşlarımız arasındaki gelir uçurumu artmıştır.

Yoksulluk her tarafı ur gibi sarmış, milletimizin kahir ekseriyeti insanlık dışı ekonomik şartlara mahkûm ve mecbur olmuştur.

Böylesi bir tablodan anlaşılması gereken en öncelikli husus şudur: Bugün insanımızın artan ve kapsamı genişleyen sorunlarının en başında işsizlik, üretim eksikliği, gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk sorunu gelmektedir.

Bunlar herkesin müşterek sorunudur ve sizleri de çok yakından ilgilendirmektedir.

Ekonomik problemler çözülmeden, istikrarlı ve güçlü bir ekonomik iklim tesis edilmeden, girişimcimize destek olunmadan ve gerekli mali katkılar sağlanmadan söylenecek her söz bizim açımızdan içi boş, bir anlam ifade etmeyen ve kesinlikle kabul edemeyeceğimiz bir durum olacaktır.

Türkiye krizin yarattığı sis ortamında yolunu ve yönünü kaybetmiş, bunun üstünü örtmek amacında olanlar ise sürekli gündemi saptırmakla meşgul olmuşlardır.

İkitelli’de kriz deprem etkisi yapmış, ama bununla doğrudan ilgilenmesi gerekenler ufak hesaplarla kısır gündemlerine dalmışlardır.

Kronikleşen ve yapısal sorunları da içinde barındıran ekonomik meseleler etki ve baskısını artırdıkça, başka alanlarda beka düzeyindeki problemlerin birer birer ortaya çıkmasına kapı aralanmıştır.

Etkisi genişleyen siyasi çatışmalar, kaygı verici toplumsal kutuplaşmalar, her geçen gün fazlalaşan kurumlar arası gerginlikler ekonomik sistemdeki var olan riskleri daha da artırmıştır. Ve bunların hiçbirisinin siz değerli girişimcilerimize bir katkısı olmamıştır.

Bu çerçevede krizin sözde “teğet geçerken” yere serdiği Türkiye ekonomisi, toparlanma ve ayağa kalkma emarelerini gerçek anlamda bir türlü gösterememiştir.

Ekonominin dümenini uluslararası kuruluşların raporlarındaki rakamsal gelişmelere çevirenler, açıklanan bazı olumlu gelişmelerle herkesi aldatmayı da ısrarla sürdürmüşlerdir.

Krizden çıktığımızın kanıtı olarak ya da önümüzdeki dönemlerin iyi olacağının müjdesini yalancı şahitlere dayanarak verenler, sizlerin krizden dolayı nasıl içler acısı bir ortamla karşılaştıklarını anlamayacak kadar basiretlerini kaybetmişlerdir.

Ekonominin reel olarak ciddi küçülmeler yaşadığı önceki krizlerde, enflasyonun yüksekliği cari fiyatlarla Gayri Safi Yurt İçi Hasılayı büyütmüş ve özel sektörün bir kesimi için kâr etme imkânı sağlamıştı.

Ayrıca daha önceki krizlerde kur şoku ve ani ücret düşüşü ihracatçı ve sanayici için kâr etme ortamı bile doğurmuştu. Ancak içinden geçtiğimiz ekonomik kriz hali, bu söylediklerimin hiç birisinin dahi gerçekleşmesine imkân tanımamıştır.

Ne yazık ki, Türkiye ekonomisi; küresel spekülatörlerin ve uluslararası finans kuruluşlarının insaf ve merhametine tam anlamıyla terk edilmiştir.

Bunlara başarı diyebilmek için ise ancak ve ancak hayata ve gerçeklere kara bir propaganda gözlüğüyle bakmak yeterli olacaktır.

Nitekim varlığı ve devamlılığı küresel alanın tek taraflı bağımlılık ilişkisine hapsedilen Türkiye ekonomisinin, kendi dinamikleriyle istikrarı ve dengeyi yakalamaktan şimdilik çok uzak olduğunu söylememiz yanlış ve hatalı olmayacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

İnanın bana, krizin teğet geçtiğiyle ya da en az etkilediğiyle ilgili iddialardaki kararlılık ve inat, yerini biraz olsun krizle mücadeleye bırakmış olsaydı, krizin faturası bu kadar kabarık olmazdı.

Doğrudur, ekonomide güven ve geleceğe yönelik iyimser beklentiler önemlidir.

Özellikle sizler yapacağınız yatırımlarda, alacağınız kararlarda bunlara çok önem ve öncelik vermektesiniz. Bunda şaşılacak bir durum esasen yoktur ve son derece de normaldir.

Ancak, aşırı iyimserlik, gerçeklerle bağımızı kopartırsa ve bir körlüğe yol açarsa, o zaman güven olgusu tamamen ortadan kalkacaktır.

Ülke ekonomisinin yangın yerine döndüğü, işsizliğin her haneye çöreklendiği, yoksulluğun kol gezdiği, işletmelerin kapandığı, ayakta kalanların da borçlarını ödeyemediği bir ortamda ‘bize bir şey olmaz’ sözü, en hafif tabirle milletimizin idrakiyle alay etmektir.

İşte böyle bir bakış ve yaklaşım tarzından dolayı; krize karşı hiç cephe savaşı verilmeden, ekonominin tüm mevzileri teslim edilmiş ve bütün sektörlerin işgal ve istilasına bilerek göz yumulmuştur.

Sorunların kaynağını dışarıya bağlayan, olumlu bazı gelişmeler belirince bunu kendisine yoran vizyonsuz bir yönetimle gidilecek menzil ve varılacak hedef artık kalmamıştır.

 

Hükümet olmak her şeyden önce, inisiyatif ve sorumluluk almakla anlam ve değer kazanacaktır. Sürekli suç ve suçlu arayan, kusurları ve kabahatleri kendi dışına iten bir zihniyetin, ekonomide nükseden bir hastalığı bırakın tedavi etmeyi, doğru teşhis dahi koyamayacağını düşünüyorum.

Böylesi bir anlayışla ilerleme kaydedilmesi ve ekonomide mesafe alınması çok zordur ve bunu da bu zamana kadarki acı tecrübelerimiz açıkça göstermiştir.

Ekonomideki problemler yumağı, dışarıdan gerekçeler arayarak, içerideki yanlışın üstünü örtmeyle giderilemeyecektir.

Burada dikkati çeken ve huzurlarınızda ifade etmek istediğim bir çelişki daha vardır. Dünyanın herhangi bir yerinde kriz var diye, mesela İkitelli’de de krizin olması mı gerekir?

Londra’da bazı sektörlerde faaliyet gösteren firmalar işçi çıkartıyor diyerek, buradaki yine misal olarak makine imalatı yapan firmalarımızın da mı işçi çıkarmaları gerekecektir?

İspanya’da ve İrlanda’da işsizlik yüksekse, bunun aynısıyla ülkemizde de olması mı lazımdır?

Madem ekonomideki sorunların kaynağı dışarıda görülmektedir, o halde gelişmenin ve refaha ulaşmanın yolunun da haricimizdeki faktörlere bağlı olduğu itiraf edilmelidir.

O zaman devlet olmamızın, burada çalışmamızın, bu coğrafyada bağımsız kalmamamızın bir anlamı olmayacaktır.

Nasıl olsa ABD’li üretecek, Alman getirecek, Fransız pazarlayacak ve İngiliz finansman sağlayacaktır.

Bu halde Çorumlu, Sivaslı, Gümüşhaneli, Kastamonulu girişimcimize gerek kalmayacaktır.

Böylesi bir bakışın teslimiyetçi ve tükenmiş bir zihniyete ait olacağını hepiniz takdir edersiniz.

Burada küreselleşme olgusunu ihmal ettiğim, en azından görmezden geldiğim de düşünülmemelidir.

Ancak her ülkenin de sosyal ve kültürel şartlarından kaynaklanan avantajlı durumları vardır. Önemli olan, bir realite olan küreselleşmenin, ortaya çıkardığı olumsuzlukları avantaja çevirebilmektir.

Bu çerçevede, sorgulamamız gereken bir başka önemli husus daha vardır. Nedense akıllara, sorunlardan hemen etkilendiğimiz geliyor da, küresel ölçekteki zenginlikten hak ettiğimiz payı neden alamadığımız bir türlü gelmiyor.

Dünya gelirinden yaklaşık yüzde birlik hisseyle, elbette bölgesinde ve dünyada etkin ve sözü dinlenen bir devlet olmamız mümkün değildir.

Kaldı ki ekonomik güçle birleşmemiş siyasal gücün, etkili ve kalıcı başarı elde etmesi çok zor olacaktır.

Bu itibarla ekonomideki düzen, istikrar ve sağlıklı işleyiş önemlidir ve bunun farkında olanlar için büyük katkılar sağlamaktadır.

Nitekim ABD’yi dünyanın değişik coğrafyalarında etkili kılan, okyanus ötesine askeri kuvvet indirmesine imkân tanıyan ve şiddetle reddetsek de işgal ve istila hareketlerine girmesine vesile olan şüphesiz 15 trilyon doları bulan milli geliridir.

Ülkemizde ise ekonomik dinamizmin fazlasıyla zedelendiği en başta sizlerin malumudur. Bunun olumsuzluklarını hem yaşadınız hem de hala bunun sancılarını çekmektesiniz.

Krizde ayakta kalabilmek, ülke ekonomisine biraz daha katkı sağlayabilmek amacıyla çok borçlandınız.

Bakınız, bu ayda dâhil olmak üzere, önümüzdeki yılın Nisan ayına kadar bankacılık dışı özel sektörün ödemesi gereken dış borcu yaklaşık 18 milyar dolardır.

Ve yalnızca geçtiğimiz ay ödenen dış borç miktarı 2,7 milyar doları aşmıştır. İçinde bulunduğumuz ayda ödenmesi gereken dış borç miktarı ise 1,9 milyar dolara yaklaşmıştır.

Nitekim çalışan sektörlerimiz her zorluğu göğüslemek zorunda kalmışlardır. Krizin tüm baskısını ziyadesiyle hissetmişlerdir.

İhtiyaçları olan krediye erişimde maalesef çok sıkıntılar yaşamışlardır.

Bu söylediklerimin eksiği vardır, ama fazlası asla yoktur.

Özellikle geçtiğimiz yıldan beridir bankaların, geri dönüş endişesinden dolayı sizlere kredi vermedeki isteksizliğini hem biliyor hem de yakından takip ediyorum.

Ancak şunun da farkındayım; Türkiye ekonomisi batmış ve her sektörde iflaslar artmışken, üstelik işsizlik çığ gibi büyümüşken, bankacılık sektörünün 20 milyarı aşan karını anlamak mümkün olmamıştır.

Bu neyin karıdır? Nasıl bir sorumluluk göstergesidir? Peki, ülkemiz ekonomisinin uçurumun kenarına kadar geldiği bir dönemde, bankacılık sektörünün bu kadar çok kar etmesini tutarlı ve kabul edilebilir görmek ne kadar doğrudur?

Unutmayalım ki, hedeflediğimiz ekonomik modelde; mutlaka iyinin, doğrunun ve adaletin yer almasına özen göstermeliyiz ve biz bunu başaracağız.

Aksi takdirde, bir toplumu ve milleti ayakta tutan nimet-külfet dengesi bir kere bozulursa, birlikte yaşamanın asgari şartları işte o zaman temelinden sarsılacaktır.

Buna bizim rıza göstermemiz mümkün de değildir, doğru da olmayacaktır.

Saygıdeğer Katılımcılar,

Değerli Misafirler,

Toplumsal istikrarımızın gerçekleşmesi ve sürdürülmesi için öncelikle dağıtım sorununun adil bir şekilde çözülmesi gerekmektedir.

Ekonomik meselelerde ve ilişkilerde; iyiyi seçerek mutluluğa, doğruyu tercih ederek refaha, erdemi sahiplenerek gönül huzuruna ulaşmak hem mümkündür hem de artık mecburiyet halini almıştır.

Milletimizin tüm fertleri bu zamana kadar ekonomik sorunlardan kaynaklı acı reçeteleri yoksullaşma pahasına kabullenmişler ve hiç seslerini çıkarmamışlardır.

Ne var ki, bu fani dünyada kendimizi mahrum ettiğimiz her hak aslında, daha iyisine ulaşmak adına gösterdiğimiz bir fedakârlıktır.

Ancak fedakârlıkların sonu ve sonucu bir türlü gelmemiş, başta iş âlemi olmak üzere, herkes gittikçe ağırlaşan ekonomik olumsuzluklara mahkûm olmuştur.

O zaman burada üzerinde durmamız ve düşünmemiz gereken bir husus vardır.

Sürekli kemer sıktıran, bedel ödeten, bekleten, erteleyen ekonomi politikalarıyla insanca yaşamak mümkün müdür? Eğer buna verilecek cevabımız ‘hayır’sa, bu defa da şu sorunun cevabını aramak gerekecektir.

İnsanını mutlu etmeyen, ihtiyaçlarının karşılanmasına fırsat vermeyen, ahlaken birçok mahsurlar içeren ekonomik yapının var olmasından kimler memnundur? Ve ısrarla, göz göre göre ekonomi politikaları tel tel dökülürken; gelişmeden, zenginleşmeden ve büyümeden bahsetmek doğru mudur?

Buna verilecek cevabımız da ‘hayır’ ise o zaman çok ciddi bir sorunu başlangıç itibariyle kabullenmişiz demektir ve sorunların sahici bir şekilde farkında olduğumuz gerçeği de ortaya çıkacaktır.

Ahlaki zemine yaslanmayan ekonomi zihniyeti ve uygulamaları, kendisini bu sorgulamaların dışında tutmak için tertipler içinde olacaktır. Ancak cin şişeden bir kere çıkmıştır.

‘Komşusu açken, tok yatan bizden değildir’ diyen yüksek erdemin, eşsiz bir ahlaki kaygı taşıdığını, ama bu sözleri ekonomik ilişkilere yansıtmakta bir o kadar da başarısız olduğumuzu bu vesileyle sizlere hatırlatmak isterim.

Bu tarihi ve manevi hakikat ve kararlılığa bugün ne kadar ihtiyacımız olduğu açıktır.

Ya da, kendisine gelen müşterisini siftah yapmadığını bildiği komşu esnafa yönlendiren imrenilecek duyarlılığı çağımızın ekonomik ilişkilerine ne yazık ki taşıyamadık.

Ahlak ve insaf gözetmeyen günümüz küresel ekonomik yapısının yol göstericiliğinde; kazananın haklı ve rekabetçi, kaybedenin ise haksız olduğu safsatasıyla, ekonomik ilişkilerde eşitlik ve adalet tam anlamıyla dışlanmış durumdadır.

Bu kapsamda, dünyayı kasıp kavuran küresel mali kriz özünde bir ahlaki zafiyetten kaynaklanmıştır.

Kural ve kaide tanımayan azgınlaşan kar tutkusu, üretimden tamamen kopmuş finans sistemi, birbirine ilave edilerek türetilip satılan ve gerçekte hiçbir karşılığı olmayan finansal enstrümanlar insanlığın görmüş olduğu modern haydutluğun bir türünden başka bir şey değildir.

Birikimler ve yatırımlar arasındaki doğal ve meşru bağın kopması, finans sihirbazlarının gözlerini karartmış ve neredeyse her metayı mali piyasaların konusu haline getirmiştir.

Ülke ve şirketlere not verenlerdeki usulsüzlükler ve şaibeler, denetim şirketlerindeki pis kokular esasında küresel ekonominin hem ilkel, hem de çok vahşi bir aşamaya geçtiğini göstermektedir.

Elbette bu ortamda, ahlaki ölçüler bırakın dikkate alınmayı, akıllara bile gelmemiş, yalnızca kazananın yaşadığı ve ayakta kaldığı son derece marazi bir ekonomik iklim vasat bulmuştur.

Bizim, Türk firmalarıyla ve girişimcisiyle ilgili kaygılarımız işte burada kendisini göstermekte ve doğal olarak artmaktadır.

Biliyorsunuz, günümüzde üretim demek; talepteki her ufak dalgalanmadan istifade etmek demektir. Ve piyasayla birlikte nefes almak, hatta piyasayı fabrikanın içine taşımak, üretmek ve artan ölçüde talebe cevap vermek demektir.

Girişimci ise bir projektör gibi sürekli olarak piyasaları gözleyip talep açıkları yakalayan, yeni talepler yaratan, talepteki değişmeleri zamanında fark eden, kaynakları bir araya toplayarak üretim birimleri kuran, rekabetten kaçınmayan, riske girmekten ve sorumluluk almaktan çekinmeyen atak ve öncü bir kişiliktir.

Ben, beş çalışanı bulunan girişimciyi de, ikiyüz çalışanı bulunan girişimciyi de hep böyle gördüm ve değerlendirdim.

Doğal olarak kazanç ya da kar dediğimiz ekonomik değerin bir unsuru, girişimcinin çabalarının ödülüdür. Alın terinin karşılığıdır ve helal rızıktır.

Ve şartlar uygun olursa ben Türk girişimcisinin paranın peşinde değil, parayı peşinde koşturacağına yürekten inanıyorum. Ve nitekim kriz öncesindeki dönemlerde bu şekilde olmuştur.

Ne var ki, dünyada vahşileşen rekabetin yanı sıra, ücret ve maaşlardaki düşüşler çelişkili bir şekilde piyasanın kanallarını daraltmış ve sınırlandırmıştır.

Bu itibarla üretimle talep arasına engeller girmeye başlamış ve zayıf olanın, güçsüz kalanın ve mali yetersizlikler içinde bulunan firmaların talebi çekmesi gün geçtikçe zorlaşmıştır.

Özellikle, teknoloji yeni ekonominin motoru olmuş, finans ise benzini haline gelmiştir.

Bunun farkına varamamak, birçok Türk girişimcisini maalesef küresel ekonominin çalkantılı ve dalgalı sularında çok zor durumlara sokmuştur.

Finanslaşmayla birlikte, dünya üzerinde muazzam bir gelir yaratıldığı bir gerçektir.

Ancak bu gelirlerin adaletsiz ve eşitsiz bir şekilde dağıtımı ve üretimden gittikçe bağımsızlaşması özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelere çok olumsuz yansımıştır.

Bunun Türk şirketlerinin ve işletmelerinin uluslararası arenada yeterli ve arzu ettiğimiz konuma ulaşamamasında azımsanmayacak bir payı vardır.

Döviz kurundan ticaret politikalarına, faiz oranlarından siyasal istikrara kadar, Türk girişimcisinin küresel düzlemde rekabetçi özelliğini tayin eden birçok faktörün varlığı hepinizin malumudur.

Ancak dezavantaj gibi görünen faktörlerin, avantaja çevrilmesi öncelikle siyasi hükümetin görevleri arasındadır ve gelişme yolundaki Türk girişimcisine destek olmak da milli bir sorumluluktur.

Başlangıç itibariyle herhangi çok uluslu bir şirketle, küçük-orta ölçekli bir işletmemizi rekabete sokmak elbette doğru ve hakkaniyetli olmayacaktır.

Her işletmemizin alanlarında iddialı olmaları ve gün geçtikçe şiddetlenen rekabete karşı koymaları gereken ortamı sağlamak en başta siyasetin işi olmalıdır.

Bir Türk girişimcisinin dünyanın herhangi bir yerinde yatırım yapması, ekonomik ilişkilerde bulunması elbette ülkemizin küresel bir güç olması yönünde atılmış güçlü bir adımdır.

Ancak, bu şirketlerimizin karşılaştıkları sorunları çözmekte siyasi iktidarın görevidir ve ihmale asla gelmeyecektir.

Bakınız, ülkemizin dört bir köşesinde Çin’den ucuz mallar geliyor ve satılıyor. Ucuz işgücü ve sermaye karşısında Türk işletmelerinin çok zorlandığının hem görüyor hem de biliyorum.

Biz bir tarafta, Türk girişimcisini dünyaya taşıyalım derken, iç pazarımızı ithal mallara teslim edersek sağlıklı ve dengeli bir büyümeden ve gelişmeden bahsedebilmemiz gerçekten de mümkün olmayacaktır.

Mesela, deri mamulleri, ayakkabı ve saraciye işiyle uğraşan kardeşlerimize ya da tekstil, dokuma, triko konfeksiyon alanında faaliyet gösteren girişimcimize karşılaştığı zorluklar karşısında destek olmak, ülkemizin gelişmesine katkı sağlamakla eşanlamlıdır. Ve bizim öncelikli hedefimizdir.

Bu itibarla, küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin konumu, gücü ve hedefleri ülkemiz ekonomisi ve gücü açısından çok önemlidir, çok değerlidir.

Bundan dolayı siz değerli girişimcilerimiz ve işadamlarımız bizim için son derece kıymetlidir. Ve güçlü bir Türkiye’nin anahtarı sizlerin elindedir. Türkiye’nin haysiyeti ve gururu olan sizlerle ne kadar iftihar etsek gerçekten de yetersizdir.

KOBİ’lerimizin Değerli Yöneticileri,

Muhterem Misafirler,

Hedefsizlik en büyük maliyettir. Ve planlamayanın, planlanmak zorunda kalacağını unutmamak gerekir.

Bu zamana kadar Türk girişimcisi bu ilkelere göre davranmıştır. Zira bu şekilde olmasaydı, bugün çok farklı bir ortam ve şartlar içinde olacağımız şüphesizdir.

Hatta sizler eskilerin deyişiyle; “kırk defa ölçtünüz, ama bir defa biçtiniz.”

Bu itibarla Türk girişimcisinin sağlam bir mantık kurgusuna, olaylar arasındaki ilişkiyi sezecek analitik bakışa, tehlikeleri öngörebilecek eşsiz bir ferasete sahip olduğu kanaatindeyim.

Sizlerin her biri işi bitirme azim ve heyecanına sahip, çalışkan, bilgili, organizasyon gücü bulunan, denetim kabiliyeti olan ve çevreyle içte ve dışta iyi ilişkiler kurma niteliklerine haiz kişilersiniz.

Bunları KOBİ’lerimizin işleyişinden ve çalışmalarının sonucundan detaylı olarak görmek mümkündür.

Bugün ülkemizde sayıları iki milyona yaklaşan küçük ve orta ölçekli işletme bulunmaktadır.

Ve bu işletmelerin yaklaşık yüzde 15’i yalnızca imalat sanayinde faaliyet göstermektedir.

Sağlam ve sağlıklı KOBİ yapısı ülkemizin ekonomik gelişmesinin, siyasi istikrarının ve sosyal barışının vazgeçilmez bir güvencesi ve temel faktörüdür.

Günümüzde küçük işletmeler denilince, akla başarısız olduğu için geri kalmış, küçük ölçekte kalmaya mahkûm, ekonominin kamburu işletmeler gelmemelidir.

Tam tersine, küçük işletmeler sahip oldukları esnekleriyle dinamik, değişen şartlara süratle ayak uydurabilen, bürokratik kelepçelerden sıyrılmış ve talep boşluklarını anında yakalayıp fırsatları zamanında değerlendirebilen bir yapıda görülmelidir.

Bugün KOBİ’ler, ekonomik ve sosyal hayatımızın odak noktalarıdır ve yeni gelişmelerin ve yeniliklerin de öncüleri olarak dikkat çekmektedir.

Ancak krizle birlikte çok kötü bir duruma gerilemişlerdir. Hemen hemen her KOBİ’mizin mutlaka bir sorunu vardır ve acilen çözülmeyi beklemektedir.

İçinde bulunduğumuz İkitelli Organize Sanayi Bölgesindeki KOBİ’ler, ülkemizin gerçek ve ilk küçük sanayi öncüleridir.

Bir tarafta kendilerini geliştiren, diğer tarafta da gelişmiş ülkelerin şirketleriyle rekabet eden KOBİ’lerimizin 2005 yılından itibaren sıkıntıları artmıştır.

Özellikle düşük kur ve yüksek faiz politikası Türk girişimcisini, küresel rakipleri karşısında savunmasız bırakmıştır. KOBİ’lerin, yeni yatırım ve makine yenileme çabaları 2004 yılından başlayarak ciddi zorluklarla karşılaşmıştır.

Bu çerçevede KOBİ’lerimizin yaşadığı problemlerin en başında;

İç talep yetersizlikleri,

Finansmana ulaşımda zorluklar,

İç ve dış borçların artması,

Sürdürülebilir büyümenin sağlanamaması,

Yüksek vergi oranları,

Yüksek enerji ve girdi maliyetleri,

Gelmektedir.

Deri ve Mamulleri, Ayakkabı, Saraciye, Makine ve Yedek Parça, Döküm, Madeni Eşya, Dokuma, Tekstil, Triko, Konfeksiyon, Oto Tamir, Mobilya, Kereste gibi farklı işkollarında çalışan birçok KOBİ’nin dağ gibi biriken sorunları vardır ve çözüm için irade beklemektedir.

Bunların en başında elbette finansman meselesi gelmektedir. Bu sorunun aşılmasında en başta düşük faizli krediler, vergi indirimleri ve satış garantisi gibi önlemler ilk etapta hemen akla gelen tedbirler olarak ele alınmalıdır.

2 Şubat 2010 tarihli Meclis Grup konuşmamda KOBİ’lerimizin sorunlarına ayrıntılı bir şekilde değinmiş ve bu kapsamda bazı tekliflerimizi kamuoyunun bilgisine sunmuştuk.

Bunları tekrarlayacak olursam;

1.KOBİ’lerde istihdamı geliştirici bir teşvik sistemi benimsenmelidir.

2.KOBİ’ye yönelik özel bir bürokrasi sistemi kurulmalı, her türlü işlem basitleştirilmelidir.

3.Yenilikçi gelişmeler hızla KOBİ sistemine aktarılmalıdır.

4.KOBİ’ler için kolay erişebilir finans sistemi tasarlanmalı, Halk Bankası’nın bu alanda daha yoğun ve çeşitli faaliyet vermesi sağlanmalıdır.

5.KOBİ’lerin iç pazarla bütünleşmeleri için devlet ve sivil toplum gerekli sorumluluğu üstlenmelidir.

6.Bilgi ve teknoloji tabanlı yenilikçi KOBİ’lerin katma değeri yüksek mal ve hizmet üretmeleri desteklenmeli, Ar-Ge yatırımı yapmaları ve araştırmacı istihdam etmeleri özendirilmelidir.

7.KOBİ’lere yönelik olarak kurulan Gelişen İşletmeler Piyasası’nın etkin olarak çalışması sağlanmalı, kredi garanti fonu sisteminin kaynakları artırılmalıdır.

Bugün de bu düşüncelerimizin daha güçlü bir şekilde arkasındayız.

Üreten, çalışan ve çabalayan, ülkemizin sosyal ve ekonomik gelişmesine katkı sağlayan siz değerli işletme sahipleri ve yöneticilerine verilecek her destek Türkiye’nin geleceğini inşa edecektir.

Borsayı konuşuyoruz, faiz oranının ne olması gerektiği üzerine kafa yoruyoruz, enflasyona dikkat kesiliyoruz, ancak bunların günlük hayata, insanımıza ve İkitelli’ye nasıl yansıdığını aklımıza bir türlü getiremiyoruz.

Artık aklımızdan bir an olsun çıkarmamak mecburiyetindeyiz.

Sorunların aşılması için, özellikle teknolojik yeniliği önceliğine alan ve verimlilik artışından beslenen rekabet üstünlüğüne dayalı bir büyüme stratejisine gerek vardır ve bizim de hedefimiz budur.

Çünkü firmalarımız her geçen gün daha da artan şekilde küresel rekabet baskısı altındadır. Ve üretimlerini rekabet avantajı sağlayacakları çevrelere yönlendirmek istemektedirler.

Önümüzdeki dönem için, çalışanlardan feragat etmeden, firma düzeyinde artırılacak verimlilik ve yenilikçilik ile sağlanacak rekabet üstünlüğü, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin tesisinde değerli katkılar sağlayacaktır.

Ayrıca, Türkiye’nin tarihteki birikimi ve hâlihazırdaki potansiyel gücünün farkında olarak küreselleşme sürecini yönetmek için, 21’inci yüzyılda Türkiye’nin lider ülke hedefine ulaşması yolunda yeni bir sanayi politikası ve stratejisi geliştirmek ülke olarak öncelikli hedefimiz olmalıdır.

Ve sizlerin sorunlarını, problem alanlarını çözmekte hepimizin sorumluluğu altındadır.

Burada yüzbinlerce insan iş sahibi olmuştur. Binlerce işletme, yüzlerce hektarlık bir alanda faaliyet göstermektedir.

Sizlerin sorunlarını çözerek, insanımızın daha iyiye ulaşması ve daha üst bir refah düzeyine erişebilmesi maksadıyla üstümüze düşen her şeyi yapmaya hazır ve kararlıyız.

Bugün buraya kadar gelerek, bize karşı göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Ben buraya umutla gelmiştim, daha büyük bir umutla, ama aynı zamanda artan bir sorumluluk duygusuyla buradan ayrılıyorum.

Bana ayırdığınız değerli zamanınızdan dolayı hepinize şükranlarımı sunuyorum.

Çalışmalarınızda başarılar diliyor, hayırlı kazançlar temenni ediyorum.

İnşallah sorunlarınızın kökünden çözüleceği günler yakındır ve biz bunun ısrarla takipçisi olacağız. Bundan emin olun.

İnanıyorum ki, ülkemizin aydınlık ve onurlu geleceğinde KOBİ’lerimizin ve Türk girişimcisinin çok ayrıcalıklı bir yeri olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.