31.10.2010 - "Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği" toplantısında yapmış olduğu konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
"Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği" toplantısında yapmış olduğu konuşma.
31 Ekim 2010

 

Sevdasını Taşımaktan ve Mensubu Olmaktan İftihar Ettiğimiz Büyük Türk Milleti,

Yurdumun Her Yöresinden Heyecanlarıyla Koşup Gelen Kıymetli Vatanseverler,

Hayatlarını Türk-İslam Davasına Adayan Cefakâr Ülküdaşlarım,

Milliyetçi Hareket’in Her Kademesinde Azimle Görev Yapan Muhterem Arkadaşlarım,

Üç Hilalin Gelecekteki Güvenceleri Sevgili Bozkurtlar, Asenalar,

Yazılı ve Görsel Medyamızın Değerli Temsilcileri,

Bu muhteşem toplantıda sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Bizleri bir kez daha kavuşturan Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.

Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türklüğün kalbi bugün burada atıyor.

Mazlum İslam âlemi buradan yiğit bir ses bekliyor.

Dik duruşun vakarı, inancın asaleti, imanın kudreti bu salondan fışkırıyor.

Gözlerinizdeki kararlılık, yüreklerinizdeki coşku tüm dünyaya meydan okuyor.

Bozkurt bir kez daha başını kaldırıyor ve Üç Hilal’in iktidara talip olduğunu haykırıyor.

Millet ve Devlet bekası için yapılacak güç birliği Ülkücülerin onayını istiyor.

Elbette buradan çıkacak gür ses zalimi korkutacak.

İhanetin kafasına Seyit Onbaşı’nın güllesi gibi düşecek.

Şımaran ve cüret kazanan hıyanet sinecek.

Bölücü mihraklar ve bunlara çanak tutan gafiller pusacak.

Hüküm süren eşkıya titreyecek ve inine saklanacak.

İnanıyorum ki, Türk milletinin özlemlerine bugün tercüman olacağız.

Hüzünleri, endişeleri ve korkuları Allah’ın izniyle bitireceğiz.

Taşan sevinçleri sel gibi her tarafa yayacağız.

Ve hep birlikte ‘Ne Mutlu Türküm’ diyeceğiz.

‘Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez’ nidalarıyla cihana sesleneceğiz.

Türk milleti birdir, devleti tektir, dili Türkçe’dir, başkenti Ankara’dır kabul ve inancıyla durmaksızın tam yol ilerleyeceğiz.

Rüzgâr bekleyen Türk bayrağını bedeli ne olursa olsun sonsuza kadar dalgalandıracağız.

Türkiye’yi yaşatacağız, milletimizi koruyacağız.

İşte Ülkücüler bunun için var, Milliyetçi Hareket’in esas gayesi bunlardan ibaret.

Vatanımın her köşesinden hilalleri getirdiniz ve üst üste yığdınız.

Ülkülerinizi taşıdınız, milletimizi umutlandırdınız.

Üç Hilal’i coşturdunuz, yüreklendirdiniz.

Asla pes etmediniz, katiyen geri çekilmediniz, hiç bir tereddüt göstermediniz.

Kurulan tuzakları muhataplarının başına geçirdiniz.

Oynan oyunları, çevrilen dolapları, düzenlenen tertipleri hilal bakışınızla bozdunuz.

Düzenbazları durdurmak ve fitneyi mağlup etmek için güç birliği yaptınız.

Bugün yeni bir güç birliğine destek vermek için buradasınız.

Yılmadınız, yıkılmadınız, yorulmadınız, yenilmediniz.

Kim aksini düşünüyorsa gelsin bu muhteşem coşkuya baksın.

Ülkücülerin, Türk milliyetçilerinin vatanına ve ilkelerine nasıl sahip çıktığını eğer biraz hayâları kalmışsa görsün ve itiraf etsin.

Siz muhterem ülkü arkadaşlarımla ne kadar övünsem azdır.

Ne kadar gururlansam yetersizdir.

Bugün buraya vatana sahip olmak, Türkiye’ye arka çıkmak ve Türk milletine umut vermek için koştunuz.

Milletimiz rahat olsun, şehitlerimiz ve gazilerimiz emin olsun ki Ülkücüler tüm heybetiyle bugün Ankara’dadır. Bu salondadır.

 

Fedakârlığın Mümtaz Neferleri Aziz Ülküdaşlarım,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bugün buraya Türk milletinin umutlarını tazelemek için geldiniz.

Türklüğün şahlanışını ve gücünden hiçbir şey kaybetmediğini haykırmak için geldiniz.

Karanlığı aydınlatmak, melanetin hakkından gelmek için toplandınız.

Metehan’ın hükümranlığını, Batı’ya diz çöktüren Atilla’nın kutlu hatıralarını canlandırdınız.

Ötüken Ormanı’nın mesajını; ‘Aç milleti tok, az milleti çok hale getirdim diyen’ Bilge Kağan’ın buyruğunu getirdiniz.

Adaletin ve hakkaniyetin doruk isimleri olan Tuğrul Bey ve Çağrı Beylerin çağları aşan zaferlerini bir kez daha hatırlattınız.

Bizans’a haddini bildiren ve Anadolu’yu bize yurt yapan Sultan Alparslan’ın kutsal emanetini savunmak için bu salonda bir araya geldiniz.

Yüce Allah’ın, cihan halklarının dizginlerini Türklerin eline verdiğini asırlar önce dile getiren Kaşgarlı Mahmud’un düşüncelerini getirdiniz.

‘Azız diye kendimizi niçin küçümsüyoruz’ diyen Tonyukuk’un ve zulümle ayakta kalınamayacağına asırlar öncesinden işaret eden Nizamülmülk’ün öğütlerini özümsediniz ve zihninize nakış ettiniz.

Doğru ve adil olmayı tavsiye den Yusuf Has Hacip’in duruşunu gösterdiniz.

Farabi’nin bilgeliğini, Biruni’nin dehasını, İbni Sina’nın basiretini, Hoca Ahmet Yesevi’nin takva erliğini, Mevlana’nın aşkını, Hacı Bektaşi Veli’nin hoşgörüsünü, Pir Sultan Abdal’ın deyişlerini, Taptuk Emre’nin gönül ateşini, Yunus Emre’nin adanmışlığını buluşturdunuz.

Duasıyla Osman Gazi’nin arkasında duran Şeyh Edebalı’nın ve hikmetiyle Fatih’e güç veren Akşemsettin’in derin irfanını getirdiniz.

Nasrettin Hoca’nın mizahını, Evliya Çelebi’nin gördüklerini, Katip Çelebi’nin temennilerini burada topladınız.

Horasan’dan Balkanlara, Ortadoğu’dan Kafkaslara kadar uzanmış Türk-İslam kudretinin naralarını getirdiniz.

Adriyatik kıyılarından Çin Seddi’ne geniş coğrafyaları içine alan mazideki iddiaları diriltiniz.

Osman Gazi’nin göğsünden yükselen ve dünyayı kaplayan çınar rüyasını gördüğü günün özlemini,

Fatih’in İstanbul’a ilk baktığı günün mağrurluğunu,

Ve Mustafa Kemal’in, ‘geldikleri gibi giderler’ diyerek boğaza baktığı günün muhteşem kararlılığını Ankara’ya getirdiniz.

Ülkemin dört bir yanından, akınlarda tıpkı çocuklar gibi şen olan bin atlı gibi geldiniz.

Her yöremizin güzelliklerini, kokusunu, sevinçlerini, seslerini, ağız tadını ve coşkusunu bu salona taşıdınız.

  • Menderes’in bereketini,
  • Yüzüstü çok sürünen ve ayağa kalkma vakti gelen Sakarya’nın gururunu,
  • Aras’ın hasretini
  • Fırat’ın türküsünü,
  • Dicle’nin ağıtlarını,
  • Bozbulanık sularıyla Çoruh’un şarıltısını getirdiniz.
  • Van Gölü’nün enginliğini,
  • Beyşehir Gölünün tutkusunu,
  • İznik Gölü’nün ümitlerini getirdiniz.
  • Nemrut’un diklenişini,
  • Erciyes’in heybetini,
  • Ağrı’nın büyüklüğünü,
  • Toroslar’ın desteğini,
  • Cudi’nin gözyaşlarını beraberinizde getirdiniz.

Bingöl’den aşırmayı, Bitlis’ten goraniyi, Artvin’den ata barını, Kars’tan derbendiyi, Rize’den acabatı, Aydın’dan zeybeği, Balıkesir’den bengiyi, Ağrı’dan bicanıyı, Erzurum’dan başbarıyı, Urfa’dan sinsiyi ve depçeyi, Kütahya’dan çenberiyi, Çanakkale’den dolamayı, Diyarbakır’dan durikiyi, Çorum’dan fidaydayı, Kastamonu’dan Kınığı, Samsun’dan ortaoyununu, Bilecik’ten varageleyi, Giresun’dan yürümeyi, Elazığ’dan çayda çırayı, Iğdır’dan hoş gelişler olayı, Tekirdağ’dan karşılamayı, Trabzon’dan horonu getirdiniz.

Türk milletinin tüm güzelliklerini ve tüm hasletlerini burada topladınız.

Davul ve zurnayla halay çektiniz.

Def ve kemençeyle güldünüz.

Bağlama ve tamburayla dertlendiniz.

Sipsi ve balabanın sesiyle bir araya geldiniz.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye; bir olmak, iri olmak ve diri olmak için Ankara’ya koştunuz.

‘Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile’ diyen Ülkücülerin toyudur bugün.

Devlet ve millet bekası için güç birliği yapmanın zamanıdır bugün.

Hepiniz hoş geldiniz.

Sefalar getirdiniz.

Şerefler verdiniz.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Yalanla gerçeğin iç içe geçtiği, iyi ile kötünün birbirine karıştığı uğursuz bir dönemden geçiyoruz.

Öyle ki, fitne ve iftira sürekli üremektedir ve hüküm sürmektedir.

Kutsallarımız, milli kıymetlerimiz alçakça tahrip edilmektedir.

Ahlak, fazilet ve vatan mücadelesinde hiç kimsenin boy ölçüşmeye dahi cüret edemeyeceği Ülkücü Hareket saldırıların odağındadır.

Milliyetçi Hareketle, dünden kalan hesaplarını kapatmak için aşağılık yöntemlere başvuranlar aynı bataklıkta toplanmışlar ve emel birliği içine girmişlerdir.

Hakk’a hizmet yolunda serden geçenlerin, millete candan bağlananların ve cihan hâkimiyetine gönül verenlerin son kalesi yıkılmak istenmektedir.

Biz bunların benzerlerine daha önce de şahit olduk.

Birileri top oynarken Ülkücüler ölümle sınandılar.

Kör kurşunların hedefi oldular.

Binlerce ülkü abidesi vatan, millet ve iman uğruna canından oldu.

Elbette Allah yolunda şehit olanlar ölmüş değildirler. O azametli ruhlar hayattadır, ancak bunu yalnızca bizler hissedemeyiz.

Şüphesiz bugün her biri aramızdadır ve bizimle omuz omuza burada Üç Hilal’in zaferi için dua etmektedirler.

Saflar halinde dizilerek, Milliyetçi Hareket’in hayattayken göremedikleri iktidarının artık gerçekleşmesini dilemektedirler.

Hangi birisini sayalım, hangisinin ismini dile getirelim?

Yüreklerimiz dayanmaz, nefesimiz yetmez, kalplerimiz dağlanır ve acılarımız depreşir.

Binlerce dava arkadaşımızın bir hilal uğruna toprağa düşmesini sorarım sizlere gözlerimiz yaşarmadan nasıl anlatalım?

  • 1968 yılı Ocak ayının 4’ünde, damarlarındaki kanın en hızlı aktığı bir zamanda, Ankara Site Yurdunda kahpe kurşunlara hedef olan ilk şehidimiz İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran’ı aklımızdan bir an olsun çıkarmayız.
  • 12 Eylül 1969 yılında henüz bir lise öğrencisi iken şehit edilen Mustafa Bilgi’yi asla unutmayız. Unutamayız.
  • 8 Haziran 1970’de şehit olduğunda 24 saattir aç olduğu anlaşılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Yusuf İmamoğlu’nu yüreğimizde taşırız.
  • 3 Ekim 1978 tarihinde, işinden evine döndüğünde arabasından inerken, 17 yaşındaki oğlu Mustafa Haşatlı ile birlikte katledilen İstanbul İl Başkanımız Recep Haşatlıyı her daim içimizde yaşatırız.
  • 24 Haziran 1979 tarihinde eczanesinde şehit edilen Manisa İl Başkanımız Cemil Çöllü’nün emanetini ruhumuzda hissederiz.
  • ‘Biz buraya başkan değil, şehit adayı seçiyoruz’ diyecek kadar inanmışlık gösteren ve 29 Haziran 1979 tarihinde de şehit edilen Zeytinburnu İlçe Başkanımız Avukat Bekir Sendilmen’i gönlümüzde muhafaza ederiz.
  • 25 Aralık 1979 tarihinde Çankaya İlçe Başkanlığımızı yürütürken şehit olan Hamza Uzgören’in muhterem anısına her daim sahip çıkarız.

Sorarım sizlere hangi birimiz;

21 Mart 1970’de, mahsur kalan arkadaşlarına ekmek götürmek isterken alçakların kurşunlarına hedef olan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Süleyman Özmen’i aklından çıkarabilir?

Ya da 23 Kasım 1970’de, ciğerlerine hava basılıp üç gün süreyle işkence yapıldıktan sonra pencereden atılarak şehit edilen Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Zileli Dursun Önkuzu’yu unutabilir?

Unutacak mıyız bu ülkü abidelerini? Hafızamızdan çıkaracak mıyız?

Unutsak Allah affetmez, kul bağışlamaz.

Beddualar, kahırlar yakamızı bırakmaz.

Bugün yolumuz tehlikelerle dolu olsa da sorumluluğumuz büyük, görevimiz ağır, üzerimizdeki vebal çok fazladır.

Onlar rahmetli Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi;

Yataklarında ölmeyi akıllarından çıkaran büyük ruhlardı.

Döşekleri kara toprak, yorganları da kar oldu.

Ve ruhlarını Tanrı Dağı’nda buluşturmak için adeta söz birliği etmişçesine bedenlerine veda ettiler.

Göçüp gittiler en taze zamanlarında.

Feda ettiler hayatlarını, armağan ettiler Türk milletine canlarını.

‘Bozkurtların Ölümü’nde konu edilen; Onbaşı Karabudak’ın oklanışı, Yüzbaşı Sancar’ın son gülüşü onlarda somutlaştı.

Kuru simidi paylaştılar.

Ülkü yuvalarında yere serdikleri gazete parçaları üzerinde peyniri ekmeklerine katık ettiler.

Tanımayan bilmez, içimizde olmayan anlamaz. Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesine yer yoktur.

Dünya nimetlerinden yana nasipsizdirler.

Herkesin istediğini istemezler, ne istediklerini de herkes fark edemez.

Ülkücünün, ülküsü ile münasebeti, hakiki bir aşkta sevenle sevgilinin münasebetine benzer.

Kara sevdalıdır milletine, vatanına.

Doğu Türkistan’ın acılarını içinde bir kor gibi muhafaza eder.

Sibirya steplerinde sürülmüş Türkleri düşünür.

Issık Göl’ü düşler, Orhun’u ister, Türkistan diyarından gelecek mutlu haberleri bekler.

Çin sarayını basan Kürşat’ın kırk yiğidi içinde kendisini görür.

Elbette yalnızca bunlarla da sınırlı değildir hayalleri.

Bedir’in aslanlarını, Uhud’un cengâverlerini hürmetle yâd eder.

Yurt köşelerinde, okul koridorlarında, parti odalarında ya da cami avlularında vatan dediler, Allah’ın birliğine imanla millete kendilerini adadılar.

Arkadaşlarının naaşlarını omuzladılar ve sıranın ne zaman kendilerine geleceğine ise hiç aldırmadılar.

İmkânsızlıklara teslim olmadılar.

Vazgeçmediler. Anadolu’nun yağız nesli olarak büyük Türkiye ülküsüne inandılar. Yüce Allah’a samimiyetle bağlandılar.

Hiç hesap yapmadılar.

Şehadet mertebesine yüzlerinde hilaller açarak ulaştılar.

Yüce Allah’a erkenden kavuştular.

Türklük şuur ve vakarıyla; İslam iman, aşk ve ahlakını bütünleştirdiler.

Küfrün bütün oyunlarını bozmak, saldırısını def etmek ve yok etmek için analarından, babalarından, yarlarından ve evlatlarından vakitsiz ayrıldılar.

Ülkücülerin ipeğe sarılmış çelik olduğunu en iyi gösteren onlardı.

Beşeri zaaflarını aştılar. Maddi zevkleri hayatlarının gayesi olmaktan çıkardılar.

Arkalarında gözü yaşlı aileler bırakmak uğruna da olsa; rahata, kolaya değil; çileye, zora talip oldular.

Ben ‘Ülkücüyüm’ diyen hiç kimsenin ömrü hayatında aklından çıkarmayacağı gerçeklerdir bunlar.

Ve birçoğumuz binlerce ülkü şehidiyle bu fani hayatta tanışmak ve dava arkadaşı olmak şerefine ulaştık.

Ülkücülük en ulvi makamdır ve sahip olabileceğimiz en kıymetli değerdir.

Şehitliktir, sevgidir, bağlanıştır ve karşılık gözetmeden yapılan fedakârlıktır.

Adını burada sayamadığım aziz şehitlerimiz haklarını helal etsinler.

Dava gazilerimiz işte buradalar ve içimizdeler.

Yine Üç Hilalin gölgesi altındalar ve tek başına iktidarı için var güçleriyle çalışıyorlar.

Ülkücünün yerinin yalnızca ve yalnızca Milliyetçi Hareket olduğunu dosta düşmana gösteriyorlar.

Şanlı mücadeleleri pusulamız olacak, hatıraları yolumuzu aydınlatacak.

Yüzü nurlu, yüreği gururlu bu kahramanlar her daim bizimledir. Milletlimize mal oldular.

Tüm şehitlerimiz Türklüğün kutlu tarihine kurt bakışlarıyla geçtiler.

Şimdi vatan topraklarına emanetler.

Allah hepsinden bin kere razı olsun.

Mekânları cennet, ruhları şad olsun

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Cumhuriyetimizin 87.yıldönümünü iki gün önce kutladık. Böylelikle yüzüncü yıl dönümüne 13 yıl kalmış bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne kadar hiç bu kadar karanlık ve tehlikelerle dolu bir dönemden geçmedi.

Milletimiz hiç bu kadar sıkıntılarla dolu bir döneme muhatap olmadı.

İhanet hiç bu kadar başıboş bırakılmadı ve vatan hiç bu kadar sahipsiz kalmadı.

Cumhuriyeti yıkmaya, milletimizi parçalamaya ve geleceğimizi karartmaya hazır olan mihraklar emel ve eylem birliği içinde zehir saçmaktadır.

Ve Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı bunlarla kol koladır ve destek çıkmaktadır.

Geleceğimizi imha etmeye kararlı olan odaklar AKP’yle aynı tarafta buluşmuşlardır.

Türkiye bu iktidarla yorulmuştur, hırpalanmıştır, ezilmiştir ve mağdur olmuştur.

Milletimiz aldatılmış, kandırılmış ve ileri demokrasi sözleriyle ayrışmanın eşiğine kadar getirilmiştir.

Ekonomiden güvenliğe, sanattan spora, siyasetten kültüre tahrip olmadık alan, çivisi çıkmamış değer kalmamıştır.

AKP iktidarının, Türkiye’yi sekiz yılın sonunda içine soktuğu tablo her yönüyle utanç ve endişe vericidir.

Sekiz yıldır kesintisiz bir şekilde tek başına iktidarda olan AKP, milletten aldığı desteği; barış, kardeşlik, huzur, kalkınma ve refahın tesisi yönünde kullanmamıştır.

İşçiden çiftçiye, memurdan emekliye, esnaf ve sanatkârdan sanayiciye, her kesimin sorunları artırmış, şikâyetleri çoğalmış, kaygıları yoğunlaşmıştır.

AKP’yle birlikte;

  • Krizlerin normalleşme,
  • Devlete meydan okumanın özgürleşme,
  • Yoksulluğun rahatlama,
  • Yıkımın açılım,
  • Bölücülüğün insan hakları,
  • Eşkıyalığın kimlik arayışı,
  • Farklılaşmanın ise sözde kucaklaşma olarak çarpıtıldığı aldatma ve kandırmadan ibaret bir dönem yaşanmıştır.

Karşımızda bin yıllık kardeşliğimizin zedelenmek istendiği ve Türkiye’nin hızla itibar ve güç kaybettiği, aziz millet fertlerinin problemlerinin her geçen gün ağırlaştığı ve umutlarının kaybolduğu hazin bir ülke manzarası vardır.

Her tarafı saran çürümüşlük, çöküntü, çözülme ve çöküş hali Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında zincirlerinden boşanmıştır.

AKP’nin sekiz yıllık karanlık bilançosunda;

  • Ekonomi krizlere teslim olmuştur.
  • Yoksulluk ve işsizlik her haneye ulaşmıştır.
  • Milli varlıklarımız peşkeş çekilmiştir.
  • Milli değerlerimiz tahrip edilmiştir.
  • Milli kimliğimiz yıpratılmıştır.
  • Devletimiz kuşatılmıştır.
  • Adalet duygusu zedelenmiş, hukuk siyasallaştırılmıştır.
  • Kurumlar çatıştırılmış ve itibarları tükenmiştir.
  • Siyaset kirlenmiş, ahlak çökme aşamasına gelmiştir.
  • Milli onurumuz ayaklar altına alınmıştır.

Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları, yolsuzluk ve hırsızlık yapanların hamiliğini ve bölücülerin kılavuzluğunu yapmaktan asla utanmamışlardır.

ABD ve AB’ye tam teslimiyet içinde, küresel cinayet projelerinin eşbaşkanlığını ve taşeronluğunu yapmaktan ar etmemişlerdir.

Ve bunun da üstünü ‘itibarımız arttı, sözümüz dinlendi, medeniyetler buluştu’, hezeyanlarıyla örtmeye çalışmışlardır.

Her fırsatta ve tartışma konusunda, milletimiz cephelere bölünmüş, kamplara ayrılmış ve sosyal yapısı ağır hasara uğramıştır.

Huzursuzluk ve gerginlik kaynağı haline gelen toplumsal sorun ve sıkıntılar ortak akıl, karşılıklı hoşgörü ve iyi niyetle bir türlü çözüme kavuşturulamamıştır.

Üstelik her sorun alanı hükümetçe kaşınmış, kanatılmış, istismar edilmiş ve kangren haline getirilmiştir.

Başörtüsü sorunu bunlardan birisidir.

İnanç guruplarımızın sorunları bunlar arasındadır.

Şimdi de bu kervana ana muhalefet CHP’de katılmış ve AKP’nin yanında yer ve pozisyon almıştır.

Hepinizin bildiği gibi, terörle mücadele ve cesaret kazanan etnik tahrikler AKP’nin en karanlık tarafı olmuştur.

Sekiz yıl içinde, terör sıfır noktasından hızla tırmanmış ve hain eylemleriyle ölüm saçmıştır.

Analar ağlamasın sloganı, dağdaki caniyi gözetirken, Mehmetçiği hiç umursamamıştır.

Analar AKP’yle daha çok ağlamış, ağıtlar daha çok yakılmış; gelinler, bacılar, evlatlar, babalar feryat etmiştir.

Bayrağa sarılı şehitler vatan topraklarına açılım denilen rezaletin gölgesinde verilmiştir.

Her ocağa bir ateş düşmüştür.

Ancak Başbakan Erdoğan için terör bir provokasyondur.

Sekiz yıllık icraatlarına bir tepkidir.

AKP’nin hizmetlerini çekemeyenlerin tertibidir.

Bu kafa yapısının teröre bakışı işte budur.

Milletimiz kan ağlamış, ama Başbakan hala meseleyi tam olarak kavrayamamıştır.

Referandum öncesinde, AKP’nin İmralı canisiyle ve terör şebekesiyle pazarlık yaptığını söylediğimizde Başbakan kendini kaybetmişti.

Ağzından hakaretler dökülmüş ve bizim bu iddiamızı şerefsizlikle suçlamıştı.

Artık canilerle yapılan pazarlıkların bütün yönleri kamuoyunda ifşa ediliyor.

Kandil’deki bölücü elebaşlarının kirli beyanatları gazetelerde çarşaf çarşaf yer buluyor.

Hükümetin PKK’yla müzakere ve mütareke arayış ve çabaları tüm çirkinliğiyle ortaya çıkıyor.

Başbakan Erdoğan binlerce yıllık Türk devlet geleneğini, kendisinin yetiştiği kabile anlayışıyla bir görüyor.

Coğrafyaları kumaş gibi kesen Türk milletini ve devletini çapulcularla aynı seviyeye indiriyor.

Teröristleri umutlandırıyor, federasyona giden rezil sürecin kurdelesini kendi elleriyle kesiyor.

Peki, bizim iddiamızı şerefsizlikle suçlayarak reddeden Başbakan, bundan sonra şereften nasıl bahsedecektir? Siyasi namus ve haysiyeti ağzına nasıl alacaktır?

PKK’yla görüşmek, mutabakat arayışlarında bulunmak, teröristlere af için zemin hazırlamak ve Avrupalı dostlarının, İmralı canisinin siyasete girmesini tavsiye etmelerine sessiz kalmak şerefli bir duruş mudur?

Bugün geldiğimiz bu aşamada;

  • Milli dilimiz tartışılmaktadır.
  • Türk bayrağının yanında ikinci bayrak ve Türkçemize eş bir başka dilin kullanılma talepleri artmaktadır.
  • İstiklal Marşımızın karşısına, ‘ey rakip’ diyerek başka bir marşı dillendirme alçaklıklarına şahit olunmaktadır.

Türk’e düşmanlık gösterenlerin, bölünmeyi bekleyenlerin Başkent Ankara’da siyasi kongrelerinin yapıldığı salonda, Başbakan’ın partisinden milletvekilleri ayakta ihanet marşlarına saygı duruşuna geçmişlerdir.

Bu kara ve aşağılık görüntü her şeyi netleştirmiştir.

PKK’nın ve ayrılıkçı niyetlerin, kimlerden destek aldığı somut olarak açığa çıkmıştır.

Başbakan ve arkadaşları suçüstü yakalanmıştır.

Ve bu küstahlıklar AKP’nin alnına, nesillerinden dahi çıkmayacak kara bir leke olarak yapışmıştır.

 

Muhterem Ülküdaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Aziz Mensupları,

Adına önce demokratik açılım denilen, sonra da milli birlik ve kardeşlik ismiyle yoluna devam eden yıkım projesi, AKP’nin gizli kalan niyetlerini bir bir ortaya dökmektedir.

Bu kapsamda;

  • PKK’nın bölücü talepleri siyaset sahnesine taşınmış,
  • Türk milletinin etnik temelde ayrışmasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilke ve esaslarını ve milli birliğini felç etmeyi amaçlayan tehlikeli bir süreç hızla mesafe almıştır.

Karşımızda artık çok ciddi bir varlık ve beka sorunu bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın başlattığı PKK açılımı, bölücü dinamikleri harekete geçirmiş, milletin ve devletin bekası risklerle dolu bir aşamaya gelmiştir.

Bölücü talepleri karşılamaya hazır ve Türkiye’nin ayrışma modellerinin siyasi mihmandarlığını yapan bu hükümete Türk milletinin daha fazla tahammül etmesi mümkün değildir.

Doğru da olmayacaktır.

12 Eylül 2010 Anayasa Referandum sürecinde;

Bebek katili ve Kandil çetesiyle pazarlık yapan bu hükümettir.

PKK’nın taleplerini 2011 seçimlerinden sonra yeni ve kapsamlı bir Anayasa değişiklikleriyle yerine getirme sözü ve ümidi veren de bu hükümettir.

Kendi geleceğini kurtarmak için Türkiye’yi ateşe atmaya hazırlanan Başbakan bu hükümetin başkanıdır.

Bedeli ne olursa olsun sürdürmekte kararlı oldukları yıkım projesinin;

  • İhale sahibi Okyanus ötesidir.
  • Destekçileri ağabeyleri peşmerge reisidir.
  • Yardımcıları ve rol paylaşımı içinde oldukları Kandil fitnesidir, İmralı canavarıdır.

Eğer PKK açılımındaki inat ve ısrar devam ederse;

  • Türk milleti, etnik depremle felakete uğrayacak, husumet tohumları her tarafa saçılacaktır.
  • İki milletli, iki dilli, iki bayraklı ve çok kültürlü bir devlet yapısının doğmasıyla da milli devletimiz ölümcül bir darbe alacaktır.
  • Doğal olarak devletin temel yapısı siyasi, hukuki ve Anayasal zeminde yeniden tanzim edilecektir.
  • Bu süreç, bir kardeş kavgası, kanlı bir iç çatışma yaşanmadan ilerletilebilirse; tek millet-tek devlet esasına dayalı üniter yapı Allah korusun ama yıkılacaktır.
  • Bunun sonucunda Türk milleti köklerinden, tarihinden, milli kültüründen koparılmış, kişiliksiz ve silik bir halk yığınına dönüştürülecektir.

Gelişmeler maalesef bu yöndedir.

PKK’nın, İmralı canisinin ve bölücü niyetlerin demokratik özerklikten beklentileri de bunlardır.

Bundan sonra Cumhuriyet’ten bahsetmek nasıl mümkün olacaktır?

İşte bu yüzden ‘Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği’ yapmak ve bu milli tavrı almak bize göre zorunlu hale gelmiştir.

Dış politika alanında da vahim gelişmelere; hezimet ve iflasla dolu bir sürece şahit olmaktayız.

AKP hükümetleri döneminde;

  • Milli davalarımız yük ve kambur olarak görülmüştür.
  • Milli çıkarlarımız ucuz pazarlıklarla harcanmış ve ver-kurtul anlayışıyla heba edilmiştir.
  • Sıfır sorun adı verilen garabet politikalar sonucunda Türkiye’nin onuru zedelenmiştir.
  • Devletimiz ABD ve AB güdümüne sokulmuştur.
  • Ve maalesef Kıbrıs’ta Rumlara, Irak’ta Barzani’ye, Kafkasya’da da Ermenilere teslim olunmuştur.

Başbakan Erdoğan ve hükümeti;

  • Erivan açılımıyla Ermenistan’ın taleplerini karşılamış,
  • Kuzey Irak ve PKK açılımıyla Barzani’nin isteklerine boyun eğmiş,
  • Rumları ve Avrupa Birliği’ni memnun etmek için Kıbrıs Türklüğü’nün tasfiye sürecinin önünü açmış,
  • Kerkük’ü, Türkmenleri, Bakü’yü, Dağlık Karabağ’ı, Azerbaycanlı kardeşlerimizi, Batı Trakya Türklüğünü unutmuş ve bunlara sırt çevirmiştir.

Özellikle Ruhban okulunun açılması konusunda ABD ve AB kaynaklı isteklere AKP hükümeti tarafından olumlu yaklaşılmış, bu konuda kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır.

Nitekim demokratik açılım adı altında ortaya konulan yıkım projesi kapsamında Patrikhane ile de görüşülerek taahhütlerde bulunulduğu hepimizin malumudur.

Rumlara ve Ermenilere şirin görünmek adına, senelerdir ibadete kapalı olan tarihi kalıntı niteliğindeki Sümela Manastırında ve Akdamar Kilisesinde ayin yapılmasına izin verilmiştir.

Sümela ve Akdamar’da başlayan ayinler, diğer tarihi kiliselerde de ayin yapılması beklentisi içine girenleri cesaretlendirmiştir.

Ecdadımızın fethettiği tarihi yerlerdeki camiler harap ve bakımsız haldeyken, AKP hükümeti kiliseleri onararak kimlerle yan yana durduğunu göstermiştir.

Biz bu ayıbı yüzlerine vurmak için Anı Kalesine gittik.

Cenab-ı Allah’a dua ve niyazlarda bulunduk.

Anı’dan başını Anadolu’ya uzatan kutlu ecdadımızı saygı ve hayranlıkla yâd ettik.

Tavır gösterdik, duruş sergiledik ve muhataplarına dimdik ayakta olduğumuzu ve inançlarımızı savunmak için her fedakârlığı yapacağımızı samimiyetle haykırdık.

AKP, küresel projeleri sahiplenirken ve onların talimatlarını yerine getirirken, biz de dedik ki; “can feda olsun, gerekirse Anadolu’yu yeniden fetih için yollara düşeriz”

AKP Okyanus ötesine sırnaşırken, AB’ye yanaşırken, peşmergeye şirin görünürken, biz Türk dedik, Türk milletinin haklarını savunduk.

Bu tükenmiş ve köksüz iktidar kadroları, Haçlı zihniyetinin için için yanan emellerine hizmet ederken; biz tüm vatanseverlerle bütünleştik.

Millet dedik, mazlum Müslüman kardeşlerimizin katillerine lanet okuduk.

Artık AKP’yle geçen her gün, taşınamayacak bir vebal haline gelmiştir.

Başbakan Erdoğanla kaybedilecek her gün, milletimizi sonu belirsiz ve tehlikelerle dolu bir mecraya sürükleyecektir.

AKP demek, teslimiyet demektir.

AKP demek, Türk’ün daha çok ağlaması demektir.

AKP demek; taviz, buhran, boyun eğme, kan, acı, açlık, işsizlik demektir.

AKP demek; kriz, kargaşa, kaos, korku, kutuplaşma, kavga ve karanlık demektir.

AKP demek; yolsuzluk, yoksulluk, yozlaşma ve yabancılaşma demektir.

Ve AKP demek Müslüman’ın ezilmesi demektir.

Buradan sormak ve siz değerli dava arkadaşlarımın yüksek sesle cevabını duymak istiyorum:

  • Bunlara daha fazla katlanacak mısınız? (HAYIR)
  • AKP’nin daha fazla tahribatına göz yumacak mısınız? (HAYIR)
  • Bölücülere, şehit haberlerine ve küresel cinayetlere eyvallah edecek misiniz? (HAYIR)
  • Milliyetçi Hareket’in iktidara gelmesi için daha fazla bekleyecek misiniz? (HAYIR)

Elbette hayır aziz dava arkadaşlarım.

Türk- İslam davasının mümtaz temsilcileri olarak; AKP denilen siyasi zihniyete mutlaka dersini vereceksiniz.

‘Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği’ yaparak, Türkiye’yi ayağa kaldıracaksınız. Bundan eminim ve asla şüphe duymuyorum.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Biliyorsunuz, son dönemde yaşanan en önemli hadiselerden birisi de AKP’nin hazırlayıp 12 Eylül 2010 tarihinde halkoylamasına götürdüğü anayasa değişiklikleri olmuştur.

Başbakan Erdoğan ve yandaşları, sahte bir demokrasi maskesi eşliğinde; sözde hukukun üstünlüğünü sağlamak ve özgürlükleri artırabilmek amacıyla her türlü yalan, riya ve iftiraya başvurmuştur.

Biz başından beri AKP’nin ve Başbakan’ın gizli gündemi olduğunu söyledik ve bunu da aziz milletimize her fırsatta anlattık.

Başbakan Erdoğan’ın amacının, devri iktidarı döneminde yapılan yolsuzlukların hesabını vermekten kaçmak,

Ve bu nedenle de yandaş yargı oluşturmak için yola koyulduğunu söyledik.

Aynı zamanda, yıkım projesinin hukuksal alt yapısının şekillendirilmesinin de planlandığını ifade ettik.

Biz bu konularda müsterihiz.

Allah’a çok şükür veremeyeceğimiz hiçbir hesabımız yoktur.

Referandumdan sonraki gelişmelere baktığımızda ne kadar haklı ve doğru bir tercihte bulunduğumuz çok daha iyi anlaşılmıştır.

Nitekim Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden teşkiliyle ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan seçimlerle geçmişteki sözlerimizin isabeti bir kez daha teyit edilmiştir.

Gelişmeler, Başbakan’ın amacının; üstünlerin hukukuna son vermek değil; AKP hukukunun üstünlüğünü tescil etmek olduğunu göstermiştir.

Maske düşmüş ve hükümetin art niyetli suratı artık deşifre olmuştur.

12 Eylül Referandumundan sonra, çıkan evet oylarını yıkıma destek olarak gören AKP hükümeti fütursuzca bölücülerle aynı karede fotoğraf vermiştir.

Arka arkaya Irak’ın kuzeyine gönderilen heyetler, İmralı canisiyle görüşmeler, Okyanus ötesine yapılan ziyaretler, siyasi bölücülerle yeni anayasa yapımı için uzlaşma arayışları hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir.

Önüne konulan sandıkta evet oyu kullanan vatandaşlarımız, elbette AKP hükümeti İmralı canisiyle pazarlık yapsın, Kandil’le buluşsun, Barzani’nin önünde eğilsin diyerek Anayasa değişikliklerine onay vermemiştir.

Veya yıkım projesinin ilerletilmesi, etnik ayrışmanın derinleştirilmesi ve Türkiye’nin dağılma girdabına sokulması için de Anayasa değişikliklerini kabul etmemiştir.

Değişikliklere verilen evetler, terörü temize çıkaracak ve İmralı canisine siyaset yolunu açacak bir ruhsatta değildir.

Kim aksini düşünüyorsa bilsin ki ihanetin ortağıdır, hıyanetin yol arkadaşıdır.

Bizi kandan besleniyorlar diyerek itham eden Başbakan Erdoğan, asıl kendisinin kandan medet umduğunu söz ve politikalarıyla ispat etmiştir.

Hepiniz şahitsiniz; referandum öncesinde partimize ve dava arkadaşlarımıza akıl almadık iftiralar atıldı.

Oyunlar oynandı.

Özellikle 12 Eylülle hesaplaşmak adına üzerimizden kara bir propaganda yapıldı ve kutlu hatıralarımız AKP ve Başbakan tarafından istismar edildi.

Her gün bir televizyon ekranından, kerameti kendinden menkul ve eski sıfatıyla AKP saflarında yer bulmuşlar, partimizin Referandumdaki hayır tercihini eleştirdi.

Yandaş basın ve kalem sahipleri kinlerini kustular ve bize 12 Eylül’le ilgili akıl vermeye yeltendiler.

Şerefli mensuplarımıza her fırsatta kafatasçı, uluyanlar, faşist, ırkçı, mafya, namaz kılmayanlar diyerek, aslında kendisinin ve yanında bulunanların sıfatlarını sayan Recep Tayyip Erdoğan birden bire Ülkücü kardeşlerim diyerek sahte nedamet gösterileri yaptı.

Başbakan Erdoğan hatta işi daha da ileri götürüp, Meclis Grup toplantısında rahmetli dava şehidimiz Mustafa Pehlivaoğlu’nun mektubunu okuyarak timsah gözyaşları döktü.

Ömrü hayatında Ülkücülere iyi gözle bakmayan Başbakan’a hatırlatmak isterim ki; 12 Eylül rejiminde darağacına gönderilen yalnızca rahmetli Pehlivanoğlu değildir.

12 Eylül yönetiminin alçakça ve kalleşçe idam ettiği ülküdaşlarımız içimizde hala derin biri sızıdır.

Vatanımızın semalarından bir yıldız gibi kayıp kara toprağa giren yiğitler hala gözlerimizi yaşartmaktadır.

Buradan Başbakan Erdoğan’a seslenmek isterim;

İhtilal mahkemesi önünde tek başına savunmasını yapan ve 4 Haziran 1981’de asılan Cevdet Karakuş’un sevdasını, sen nereden bileceksin?

20 Ağustos 1981’de darağacında vedalaştığımız İsmet Şahin’in Türk-İslam davasına kendini adamışlığını sen nereden bileceksin?

27 Mart 1982’de şerefsiz ellerce boğazına ilmik geçirilen Fikri Arıkan’ın vatan aşkını sen nereden bileceksin?

2 Mayıs 1982’de idam sehpasına vakarlıca yürüyen ve 12 Eylül’ün arkadan kumandalı taşeronlarına meydan okuyan Cengiz Baktemur’un Türklük şuurunu, sen nasıl anlayacaksın?

13 Ağustos 1982’de yağlı urganla şehit edilen Ali Bülent Orkan’ın ne çektiğini sen nereden bileceksin?

31 Ocak 1983’de henüz yirmi yaşındayken anasının dahi bakmaya kıyamadığı bir çağda, darağacına çıkarılan Ahmet Kerse’nin neleri arkasında bıraktığını sen nereden bileceksin?

5 Haziran 1983’te tekbir getirerek darağacına, arka arkaya cesaretle yürüyen Selçuk Duracık’ın ve Halil Esandağ’ın ülkülerini sen nereden bileceksin?

Milletimizi lime lime etmek için şer güçlerle işbirliği yapan AKP yönetimi sorarım sizlere, nereden bileceksiniz ülkücü şehitlerin mukaddesata duydukları derin bağlılığı?

Bizim ülkü şehitlerimizin mücadelelerini anlamak, şerefli isimlerini ağzına almak PKK’yla aynı çizgide bulaşan, milletimizi otuz altıya bölen bir zihniyetin haddi değildir.

‘Çırpınırdı Karadeniz’ sözleriyle heyecanlanan, ‘Çankaya yokuşunda balam’ diyen kahramanlar AKP’nin oyuncağı ve politika vasıtası olmayacaktır ve bunun için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıyız.

12 Eylül’ün acılarını yaşamamış, hiçbir sıkıntı çekmemiş, sadece yeşil sahalarda top koşturmuş olan Başbakan Erdoğan elini dava şehitlerimizden ve ülküdaşlarımızdan çekmelidir.

Kirli niyetler, karanlık odaklar, katil eller, Türklük değerlerine ve İslam inancına düşman çevreler biz ağlarken arkamızdan gülüyordu.

Allah’ın izniyle artık bunlara öyle bir şamar indirelim ki, pişmanlık duyan bunlar olsun; Milliyetçi Hareket iktidar olsun, şehitlerimiz yattıkları yerlerde huzur bulsun.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Halkoylamasının ilk sonuçlarının geldiği 12 Eylül gecesinde başlatılan MHP’yi tasfiye kampanyası, Türkiye’nin içine alındığı hain kuşatmadan bağımsız olarak görülmemelidir.

Psikolojik harekat boyutlarına ulaşan yalana ve ahlaki ve vicdani temeli olmayan suçlamalara dayalı bu kampanya ile sistemli ve organize saldırılara maruz kalmamız hiçbir şekilde de yadırganmamalıdır.

Bu kampanyanın, 12 Eylül halkoylaması sürecinde Başbakan Erdoğan’ın ve yandaşlarının MHP’yi hedef alan yıpratma ve istismar stratejisinin bir devamı olduğu kuşkusuzdur.

Senaryo aynıdır; aktörler, figüranlar ve kirli suratlar aynıdır.

Başbakan’ın, PKK açılımını destekleyen ihanet ve husumet cephesi ile MHP’yi tasfiye kampanyasında görev alan cephenin aynı olması elbette tesadüf değildir.

Bu şer odakları için;

  • PKK açılımını ilerletebilmenin, terörle pazarlık ve müzakereyi sürdürebilmenin,
  • Türk milletini etnik parçalara ayırıp yok etmenin,
  • Bin yıllık kardeşliğimizi yıkıp, etnik ayrışma ve bölünme yolunu açmanın,
  • Türkiye Cumhuriyeti devletini tasfiye etmenin,
  • Milli vicdanın sesini kesmenin,
  • Milli bilinç ve refleksi kırmanın ve taşların bağlandığı, bölücülerin, hırsızların ve soyguncuların cirit attığı bir ortamı yaratmanın yolu, Milliyetçi Hareket’i etkisiz hale getirmekten geçmektedir.

Bunların, partimizden duydukları rahatsızlıkların nedeni;

  • Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğünü ne pahasına olursa olsun koruma azim ve irademizde,
  • Türkiye’yi böldürmemek için her bedeli ödemeye hazır olmamız ve Türkiye’yi soyanların yakasına mutlaka yapışma kararlılığımızda aranmalıdır.

İhanet cephesinin, Milliyetçi Hareket kâbusunun nedeni budur, özünde yatan bunlardır.

Ancak hevesleri kursaklarında kalacak, seçim sandığı gelince neye uğradıklarını şaşıracaklardır.

Milliyetçi Hareket’in tarihi kökleri ve fikir yapısı güçlüdür.

İlhamını Türk milletinden ve dinimizden alan ve bütün saldırılara rağmen 40 yılı aşan süredir Türk siyasetinde yer alan bir siyasi fikir hareketidir.

İmanımız ve inancımız tamdır, cesaretimiz ve irademiz sağlamdır.

Milliyetçi Hareket Partisi dimdik ayaktadır.

Türk milletinin iman, inanç ve son milli direniş kalesi hiçbir şart altında düşürülemeyecektir.

Bilinsin ki, Türkiye ve Milliyetçi Hareket sonsuza kadar var olacaktır.

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Demokratik parlamenter rejimlerde siyasi iktidarların ülkeyi yönetme görevine gelmesinin ve buradan uzaklaştırılmasının yegâne meşru yolu ve yöntemi seçim sandığı ve burada ifadesini bulacak milli iradedir.

Egemenliğin tek ve mutlak sahibi millet, ülkesinin geleceği hakkında karar verecek biricik güç ve varlıktır.

Krizlerin anaforunda sürekli hırpalanan, ciddi düzeyde tehlike ve tehditler altında kör bir karanlığa sürüklenen Türk milleti; tarihi bir yol ayrımına, ülke ve millet olarak kaderini belirleyecek bir kavşağa gelmiştir.

Anayasamıza göre önümüzdeki milletvekili seçimlerinin yapılması gereken tarih en geç 17 Temmuz 2011’dir.

Ancak hükümetin bunu biraz erkene alacağı ve seçimlerin Haziran ayında olacağı anlaşılmaktadır.

2011 seçimleri Türkiye ve Türk milleti için her anlamda bir kader seçimidir ve Türkiye’nin son şansıdır.

Aziz milletimiz nasıl bir gelecek beklentisi içinde olduğuna ve nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğine seçim sandığında yapacağı tercihle karar verecektir.

Sandık başında vicdanıyla baş başa kalacak milletimizin her bir ferdi;

  • 2011 yılında dokuz yıla yaklaşacak olan AKP döneminin ekonomik, siyasi, sosyal, milli birlik ve güvenlik alanlarında yaşanan bütün sıkıntıları ve sancıları ile,
  • Türkiye’nin karşı karşıya bırakıldığı badireler, önüne çıkarılan tehditler, tuzaklar ve tehlikeler hakkında değerlendirme yapacak ve hür vicdanıyla bir karar verecektir.

Millet ve devlet olarak karşımızdaki beka sorunlarının en önemli ve öncelikli olanlarını üç ana başlık altında toplanmamız mümkündür:

Bunlardan birincisi ekonomik sıkıntılar, iş ve aş sorunları ve yoksulluk açmazıdır.

İkincisi sosyal bünyemizi habis bir kanser uru gibi saran sorunlardır.

Üçüncüsü de; milli birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eden kanlı terörden beslenen etnik bölücülüktür.

Önümüzdeki seçimlerde;

  • İşsizlik, açlık ve yoksulluğun milletimiz için bir kader olup olmayacağı belirlenecek,
  • Türkiye’nin etnik temelde bir ayrışma, çatışma ve bölünme sürecine mahkûm edilip edilmeyeceği oylanacak,
  • Terörle müzakere ve pazarlık yaparak milli birliğin parçalanacağı, milli kimliğin yok olacağı bir bölünme modeli dayatmasına teslim olunup olunmayacağı belli olacak,
  • Yolsuzluğun, hırsızlığın, vurgunun ve talanın aklanıp aklanmayacağına karar verilecek,
  • Türkiye’nin ABD ve AB’nin taşeronu, Barzani’nin oyuncağı ve Erivan’ın maskarası olmayı sürdürüp sürdürmeyeceği açıklık kazanacaktır.

 

Aziz Ülküdaşlarım,

İçinden geçtiğimiz “Yeni Çağ”ın dinamikleri üzerinde söz sahibi olmanın yolu, güçlü bir milli kimliğe ve özgüvene sahip bir millet olmaktan geçmektedir.

Türk Milletinin ve bütün insanlığın barış ve mutluluk içinde insanca yaşayacağı bir dünya ideali, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle mümkündür.

Ülkesi ve milletiyle bir bütün olarak Türkiye Cumhuriyetini geleceğe taşımak, yeni nesilleri Türk-İslam kültürüyle, vatan sevgisiyle yetiştirmek ve milletimizin refah ve mutluluğunu her zaman en üst seviyede tutmak için milli bir tavır belirlemek kaçınılmaz olmuştur.

Parti olarak, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis etme anlayışını kendimize siyasi misyon olarak kabul ettik.

Bu misyon inşallah, Türkiye’yi lider ülke konumuna taşıyacak, başta Avrasya coğrafyasındakiler olmak üzere, bütün mazlum milletlerin de hür ve onurlu bir şekilde yaşamasına vesile olacaktır.

Bunu başarmanın şartı, öncelikle Türkiye’nin teslimiyetçi ruh hâlinden kurtulması ve Türk Milletinin özünü temsil eden değerlere yönelmesinden geçmektedir.

  • Kendi milli ve tarihi değerleri ile barışık,
  • Sorun çözme kabiliyeti olan etkin bir devlet düzeni kurmuş,
  • Ülkenin kaynaklarını seferber edecek milli bir ekonomi modeli uygulamaya koymuş,
  • Ve küresel sistemde saygın konuma gelmiş güçlü bir Türkiye; 21’inci yüzyılda dünya siyasetinde ve ekonomik hayatında söz sahibi olacaktır.

Öncelikle ve mutlaka Türkiye’nin; dış ilişkileri, eşitlik ve karşılıklı sorumluluk ilkesine uygun olarak farklı bir bakış açısıyla yeniden şekillendirilmelidir.

Ülkemizin hayrına olmayan hiçbir projenin içinde ya da destekçisi olunmamalıdır.

Bu doğrultuda; her bakımdan güçlenme ve kalkınma hamlesi yapacak olan Türkiye’yi 2023 yılında,  “Lider Ülke” konumuna taşımayı siz değerli dava arkadaşlarımla birlikte hedefliyoruz.

Amacımız lider ve güçlü bir Türkiye’ye ulaşmaktır.

Ülkemizin her sorununu biliyoruz.

Ve üstesinden gelmek için de çözüm ve çarelerimizi tamam ettik.

Milletimizin her meselesini gidermek için büyük bir kararlılık taşıdığımızı ifade etmeliyim.

Önümüzdeki yıl yapılacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi 24. Dönem seçimleriyle birlikte, Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne oniki yıllık bir süre kalacaktır.

Bu seçimlerden sonra 2023 yılına kadar 25. ve 26. Türkiye Büyük Millet Meclisi dönemleri için de iki genel seçim daha söz konusu olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye vizyonu, “2023: YÜKSELEN GÜÇ TÜRKİYE” amacında yer ve anlam bulmaktadır.

Bu idealin gerçekleştirilmesi için, 2023 yılına kadar Türkiye’nin şu temel hedeflere ulaştırılmasını amaçlıyoruz

  • Ekonomik ve teknolojik gelişmeyi sağlamak; üretim kapasitesini, sanayi ve enerji alt yapısını dünya ölçülerinin üzerine çıkarmak,
  • Tarımda kendi kendine yeterli hale gelmek,
  • İşsizlik ve yoksulluğu ortadan kaldırmak,
  • Gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek,
  • Sosyal güvenlik ve sosyal adaleti bütün icaplarıyla tesis etmek,
  • Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması ve vergi adaletini sağlamak
  • Doğal kaynakları en rasyonel ve optimum düzeyde değerlendirmek,
  • Köklü bir eğitim reformu gerçekleştirmek ve bilgi toplumu dönüşümünü tamamlamak,
  • Vatandaşlarımızın kimseye muhtaç olmayacağı ve insanca yaşayacağı bir düzeni oluşturmaktır.

Bunları sağlamış bir Türkiye’de;

  • Siyasi, ekonomik, toplumsal istikrar yakalanmış,
  • Etnik ve inanç temelindeki cepheleşmeler geride bırakılmış,
  • Toplumsal yaralar sarılmış, kronik huzursuzluk alanları çözülmüş,
  • Ortak milli ve manevi değerler etrafında buluşulmuş,
  • Milli birliğin siyasi, sosyal ve kültürel temelleri güçlendirilmiş,
  • Bölücü terör tehdidi gündemden çıkarılmış,
  • Terörü besleyen kaynaklar kurutulmuş,
  • Sosyo-ekonomik sorunlar köklü ve kalıcı çözümlere kavuşturulmuş,
  • Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve milli ve manevi değerleri siyasi ve toplumsal çatışma alanı ve aracı olmaktan çıkarılmış,

Ve dil, din ve etnik köken farklılıklarını aşan ortak bir milli şuurun oluşturduğu Türk milletinin eşit ve onurlu bireylerinin huzur içinde yaşayacağı,

Husumetin yerini kardeşliğin, ayrışmanın yerini bütünleşmenin aldığı ve bin yıllık kardeşlik hukukunun yüceltildiği bir Türkiye’dir.

Gelişmiş ve güçlenmiş Türkiye idealimizin merkezinde;

  • Temiz ve dürüst toplum-siyaset ve yönetim anlayışının hâkim kılmak,
  • Siyasi ahlakı tesis etmek,
  • Yolsuzluk ve yozlaşmanın kökünü kurutmak,
  • Yüksek demokrasi standartlarını yakalamak,
  • Hak ve özgürlükleri dünya standartlarına çıkarmak,
  • Gerçek anlamda demokratik bir hukuk devletine bütün yönleriyle işlerlik kazandırmak,
  • Yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü teminat altına almak,
  • Din-toplum, din-siyaset ilişkilerini gerçek zeminine oturtmak,
  • Hem Cumhuriyeti, hem demokrasiyi, hem laikliği, hem dini inançları ve din ve vicdan özgürlüğünü bir arada yaşatmak ve yüceltmek,
  • İçerde huzurlu ve güvenli, dışarıda onurlu ve itibarlı bir millet ve devlet anlayışına ulaşmak bulunmaktadır.
  • Bizim gelecek tasarımımız bunlardır.

‘Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği’ yapmayı bunun için çok önemsiyoruz ve önceliğimize alıyoruz.

Milletimizin beklenti ve ihtiyaçlarını tam olarak karşılamak için gerekli her türlü çabayı göstereceğiz.

Devlet ve millet uyumunu sağlamak ve daha da güçlendirmek için problem alanlarını ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz.

‘Mutlu millet, Güçlü Devlet ve Huzurlu fert’ bir hayal değildir.

Ekonomi politikalarının merkezine insanı koyan; eşitlik, ahlak ve adalet ilkelerini gözeten bir anlayışla refahın artması için sürekli gayret göstereceğiz.

Siyaseti çalkantılardan uzaklaştırarak; insanımızın sorunlara tam olarak eğilmesi, çözüm ve değer üretmesi için çaba sarf edeceğiz.

Devleti ve kurumları yeni baştan ele alacağız ve köhnemişliği ortadan kaldıracağız.

Elbette güçlü Türkiye’ye ulaşmak, yeni bir başlangıçla çürümüşlüğü yok etmekle mümkün olacaktır.

Parti olarak, 2023’de, küresel alanda güç merkezi haline gelmiş bir Türkiye’yi oluşturmaya kararlıyız.

İstikrar için de kesintisiz ve sürdürülebilir tek başına iktidara talibiz.

En az 12 yılı kapsayan 24–25 ve 26. yasama dönemlerindeki MHP iktidarlarında, Türkiye’nin önce milli güç, sonra bölgesel güç ve nihayet de Küresel güç olması gerçekleştirilecektir.

2011–2015 yıllarını kapsayan birinci MHP dönemi, “onarım ve toparlanma” dönemi olacaktır.

Bu ilk dönemde;

  • AKP yönetiminde geçen yıkım yıllarının devlet ve toplum hayatımızda, ekonomide, siyasette, güvenlik ve dış politika alanlarındaki tahribatı giderilecektir.
  • Toplumsal yaraların sarılması, huzurun ve güvenliğin tesisi sağlanacaktır.
  • Türkiye’nin milli tarih ve kültür bilincinin, varisi olduğu Türk-İslam kültür geleceğinin ve milli değerlerinin rehberliğinde çağı kavrayan ve kuşatan yeni ve büyük atılımların hayata geçirilmesi başarılacaktır.

Her bakımdan toparlanmanın sağlanacağı bu dönemde; öncelikle toplumsal uzlaşma niteliği taşıyan bir anayasa yapılacaktır. Terör tamamen bitirilerek toplumsal huzur ve güven tesis edilecektir.

Devletin ve milletin bütünlüğünü esas alacak şekilde devlet teşkilatı yeniden yapılandırılacaktır.

Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işler hale getirilecek, temel haklar teminat altına alınacak, bireysel özgürlükler güçlendirilecektir.

İktidara talip olduğumuz 2015–2019 yılları da “Yeniden inşa ve Ayağa Kalkma” dönemi olacaktır.

Bu ikinci dönem;

Türkiye’nin sosyo- ekonomik sorunlarının çözüldüğü, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ile sosyal gelişmenin sağlandığı, milli bütünleşme ve kaynaşmanın tesis edildiği tarih aralığı olacaktır.

Türkiye tüm vatandaşları ile birlikte yaşama arzusunu ortaya koyan temel kabullerini belirleyerek, iç mücadele ile harcadığı enerjisini Türkiye’nin kalkındırılmasına yöneltme başarısını bu dönemde gösterecektir.

Ülkemizin milletler camiasında saygınlığı artacak, vatandaşlık bilincinin geliştirilerek herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan gurur duyacağı sosyal ve siyasal düzen tam olarak sağlanacaktır.

Üçüncü olarak milletimizden talep ettiğimiz 2019-2023 yıllarını kapsayan üçüncü iktidar yılları ise “Lider Ülke Türkiye” hedefine ulaşma dönemi olacaktır.

2023 yılını hedefleyen uzun vadeli stratejimizin temel amacı, ülkemizin çağdaş değerlere sahip, küresel düzeyde etkili ve ekonomide dünyanın ilk 10 ülkesinden birisi olan “lider ülke” konumuna yükseltilmesidir.

Bir kısmını burada açıkladığım gelecek vizyonumuzu milletimizin desteği ve Cenab-ı Allah’ın izniyle mutlaka hayata geçireceğiz.

Bunları başaracağız ve milletimizin makûs talihini mutlaka değiştireceğiz.

Umutla, heyecanla ve şevkle çalışacağız.

İnsanımızı güldüreceğiz, sorunlarını bitireceğiz.

Bereket ve bollukla dolu; huzur ve esenlikle yüklü yeni ve büyük bir Türkiye’yi aziz dava arkadaşlarımla birlikte inşa edeceğiz.

Benimle bu yolda yürümeye var mısınız? Bu uğurda her güçlüğe meydan okumaya hazır mısınız?

Gece demeden, gündüz demeden tek başına iktidar hedefimize ulaşmak için var gücünüzle çalışacak mısınız?

Her haneye ulaşıp, her kapıyı çalıp, her gönüle girip Üç Hilal’in mesajlarını ulaştıracak mısınız?

Yarınlarını ay yıldızlı bayrağımızın altında gören herkesi kucaklayacak mısınız?

Hangi etnik kökene, dine, inanca ve dile sahip olursa olsun herkesin sevgisini kazanmak için gayret gösterecek misiniz?

İllerimizi, ilçelerimizi, beldelerimizi, köylerimizi adım adım gezecek misiniz?

İşçimize, esnafımıza, memurumuza, emeklimize, çiftçimize, köylümüze, ev kadınımıza, iş adamlarımıza, serbest meslek erbabımıza, sanatkârlarımıza, gencimize, işsizimize, dul ve yetimlerimize bizimle daha güzel ve müreffeh günlere ulaşacaklarını anlatacak mısınız?

Boynu bükük, benzi sarı Anadolu insanımıza daha huzurlu, güvenli ve onurlu bir şekilde yaşayacakları haberini yorulmadan iletecek misiniz?

Geciken ve şehitlerimizin hasretle beklediği Üç Hilal’in tek başına iktidar olması için dargınlıkları küskünlükleri, çekişmeleri bir tarafa bırakacak mısınız?

Fitneye karşı duracak mısınız?

Kötü sözleri hiç dinlemeden muhatabına iade edecek misiniz?

Türkiye’ye sahip çıkacak mısınız?

Bir kez daha, kutlu davamızın mücadele tarihinde aramızda bulunmuş, emeği ve hizmeti geçmiş, ancak çeşitli nedenlerle ayrı ve uzak kaldığımız, bütün dava arkadaşlarımı, Türkiye’nin bugün geldiği tarihi yol ayrımında Milliyetçi Hareket Partisi’ne dönmeleri için çağrıda bulunmak istiyorum.

Bir araya gelme günü bugün değilse ne zamandır?

Kapımız ve gönlümüz herkese ardına kadar açıktır.

Vatan ve millet sevgisi ve Türkiye’nin onurlu ve huzurlu geleceği ortak paydasında aynı duyguları, hassasiyetleri ve endişeleri paylaştığımız, başka siyasi partilere oy veren, siyaset yapan veya mensup olan kardeşlerimizi de “Millet ve Devlet Bekası İçin Güçbirliği”ne davet ediyorum.

İnancım odur ki, bugün bu salonda ayağa kalkan milli ruh ve coşku Milliyetçi Hareket’in tek başına iktidarının habercisi ve müjdecisidir.

Buradan taşacak olan heyecan, azim ve kararlılık şimdi dalga dalga Anadolu’ya yayılacaktır.

Gelenek haline getirdiğim üzere; Dedem Korkut’tan ilhamını aldığım yeni bir “Hayır Duası” ile konuşmamı tamamlıyorum.

Hak Taala,

Huzurumuzu bozmasın, birliğimizi zedelemesin.

Hilalimizi dalgalandırsın, azmimizi artırsın.

Vatanımızın düzenini sağlasın.

Bayrağımız çekildiği gönderden inmesin.

Düşmesin, üzülmesin, el uzanmasın.

Ülkümüzün yolunu açık etsin. Ülkücünün yardımcısı olsun.

Bozkurtun başını dik etsin.

Türklüğü payidar etsin, İslam’ı mutlu kılsın.

Topraklarımızı kem gözlerden korusun.

Kardeşliğimizi muhafaza etsin.

İki cihanda yüzümüzü güldürsün.

İnsanız elbet, varsa bir kusurumuz, onu da affetsin.

Şehitlerim, yiğitlerim, analarım, bacılarım, gardaşlarım haklarını helal etsin.

Gönlünümüzden ülküyü, yüreğimizden sevgiyi, kalbimizden inancı eksiltmesin.

Türk milletini sonsuza kadar korusun, kollasın ve yolunu açık etsin.

Her dava arkadaşımdan ayrı ayrı razı olsun.

Yolunuz bahtınız ve alnınız açık olsun.

Sağ olun, var olun.

Ne mutlu Türküm diyene.