Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – Gaziantep Milletvekili Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun MHP’ye yönelik ithamları” üzerine yapmış olduğu yazılı basın açıklaması. 15 Ekim 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – Gaziantep Milletvekili
Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun
MHP’ye yönelik ithamları” üzerine yapmış olduğu yazılı basın açıklaması.
15 Ekim 2014

Son günlerde başta CHP olmak üzere bazı çevreler tarafından MHP’nin tezkereye evet oyu vererek AKP'ye payanda olduğu yolundaki iddialar siyaset mutfağında hazırlanıp altından ısıtılmakta ve kamuoyuna servis edilmektedir. Bazı kesimlerde ise partimizin tezkereyi destekleyerek PKK ile aynı safta yer aldığına dair gerçek dışı iddialar dillendirilmektedir. Gerek partimizin tabanında gerekse liberallerden milliyetçi-muhafazakâr çevrelere kadar geniş bir siyasi yelpazede MHP hakkında algı kırılması, yanılsama oluşturmayı hedefleyen bu iftiralar, ne yazık ki belli kesimlerdeki büyük cehalet ve ön yargıları da beslemektedir.   

Türkiye’nin güvenliği ve güney sınırlarından gelen bölücü tehdit, partiler, siyasetler üstü bir konudur. Bu tehdit dolayısıyla TBMM’de kabul edilen tezkere ile gerektiğinde sınırlarımızın dışına asker gönderme ve tampon bölge kurma yetkisinin hükûmete verilmesi, sadece AKP iktidarını ilgilendiren bir husus değildir. Bu millî bir meseledir ve ucuz siyasete kurban edilemez. O bakımdan Türkiye’nin çıkarlarıyla hükûmetin niyet ve önceliklerini birbirinden ayırmak lazımdır.

Ayrıca tezkerede yer alan hususlarla tampon veya güvenli bölge oluşturma konusunda MHP’nin desteği kayıtsız şartsız değildir. MHP tezkereye her türlü bölücü ayrıştırıcı tehdide karşı Türkiye’nin güvenliği sağlansın, dış tehdit unsurlarına karşı birlik ve bütünlüğümüz muhafaza edilsin, ülkemizin hayati çıkarları korunsun diye şartlı destek vermiştir. MHP’nin desteği, AKP iktidarına bölgede Türkiye’yi zarara uğratacak bir maceraya girme ve herhangi bir terör örgütüne payanda olma icazeti vermemektedir. Desteğimiz, topraklarımıza yabancı asker postalının değmesine evet dediğimiz anlamına da gelmemektedir. MHP, tezkere ile hükûmete tanınan yetkilerin çıkarlarımızı ve millî egemenliğimizi zedelemeyecek şekilde kullanılması yönünde daha başından uyarılarda bulunmuştur. 

Türkiye; bu iktidar döneminden önceki yıllarda da güney sınırlarından gelen tehditlere maruz kalmış, bu sebeple zaman zaman tampon bölge konusu gündeme gelmiştir. 2003 yılında da 1 Mart tezkeresi TBMM’den geçmediği için büyük bir fırsat kaçırılmıştır. O sırada Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir tampon bölgenin, hem PKK’nın palazlanıp yuvalanmasına hem de Barzani tarafından fiilî bir Kürt devleti kurularak bölgede hâkimiyet tesis etmesine engel olabileceği hesap edilememiştir. Bugün Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimi bölge halkının güvenliğini sağlayamadığı gibi, Türkiye’nin vazgeçilmez menfaatlerinin bir parçası ve gözbebeği olan Türkmenler için de günbegün büyüyen bir tehdit hâline gelmiştir.

Suriye ve Irak sınırından Türkiye’ye yönelik tehdit bugün eskisinden daha fazladır. Çünkü başta PKK olmak üzere bölgedeki ayrılıkçı Kürtler emellerini birleştirme ve bağımsız bir devlet kurma yolunda hayli mesafe almışlardır. Konjonktürden istifade edilerek hayata geçirilecek çok bölgeli bağımsız bir Kürt devleti projesi; ABD, Almanya ve İsrail gibi ülkelerin desteğiyle yürümektedir. Bu yüzden ne ABD ne Almanya ne İsrail ne de bölücü terör örgütü ve öteki terörist gruplar Türkiye’nin bölgede gücünü göstermesinden yanadır. Şimdi bunlara ana muhalefet partisi de eklenmiştir.

Hâl böyle iken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun partimizi AKP’ye koltuk değneği olmakla suçlaması haksızlıktır. PKK Yasası diye anılan teklif TBMM’den geçerken destekleyen, sözde çözüm sürecinin baş destekçisi olan ana muhalefet partisi lideri, kendi pisliğini örtmek için başkalarının avlusunu kirletmeye çalışmaktadır. Oysa CHP Atatürk’ten sonra bölücülüğün neşvünema bulduğu bir siyasi bataklığa dönüşmüştür, bugün de kısmen bu hüviyetini korumaktadır. CHP’nin ulusalcılığı da, milliyetçiliği de sahtedir.

Açıklamasında Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz eden Kılıçdaroğlu’nun tezkereye karşı çıkmaktaki asıl niyeti ise millî çıkarlarımızı savunmak değil, her zaman olduğu gibi Esad’ı ve Esad rejimini kollamaktır.

Ana muhalefet partisi liderinin tezkere konusunda atladığı bazı hususları kendisine hatırlatmayı görev sayıyoruz:

Suriye’de iç savaş başladığından beri Türkiye, bitmek bilmeyen bir mülteci akını ile karşı karşıyadır. Mülteci akını Suriye ile de sınırlı değildir. IŞİD tehdidi yüzünden Irak’tan da mülteciler gelmeye devam etmektedir. Bunun ülkemiz için askeri, sosyal, psikolojik, hukuki ve ekonomik sonuçları olmuştur. Mültecilerin dağınık olarak Türkiye’nin çeşitli kentlerinde oluşturdukları mahalleler ve buralarda kurdukları ilişkiler dolayısıyla bir takım asayiş olaylarında gözle görülür bir artış meydana gelmiştir. Zaman zaman yerli halk ile mülteciler arasında istenmeyen olaylar vuku bulmakta, bu da o bölgelerde toplumsal huzursuzluklara yol açmaktadır. Uzun vadede mülteci meselesinin yol açacağı bazı olumsuz sosyal sonuçlar da olacaktır.

Sayıları iki milyonu bulan mülteciler Türk ekonomisine ciddi bir yük getirmiştir. Resmî rakamlara göre sadece Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye maliyeti 7 milyar lirayı geçmiştir. Bu rakam; 2014 yılı bütçesinde enerji, ekonomi, kalkınma dâhil 8 bakanlığa ayrılan bütçe miktarını geçmiştir. 

Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere mülteci meselesi zaten yeterince büyük bir sorundur. Bu sorunun daha fazla katmerlenmemesi için tezkerenin doğru zaman ve mekânda hayata geçirilmesi bir fırsat oluşturacaktır.

Türkiye güneyinden bir terör çemberi ile kuşatılmıştır. Küresel güçlerin körüklediği ayrılıkçılık yangını hudutlarımızı sarmış durumdadır. Irak ve Suriye’deki iç savaşın; din, mezhep ve etnisite mücadelesi görünümlü çıkar kavgalarının Türkiye’yi sıçraması riski yüksektir. Böyle bir ihtimalin gerçek olması, Türkiye’nin parçalanması anlamına gelmektedir. Buna izin veremeyiz. Bir zamanlar Irak’ta kaçırılan fırsat, şartlar oluştuğunda mutlaka Suriye için kullanılmalıdır. Bu ülkenin kuzeyinde kurulacak bir güvenlik kuşağı PKK-PYD veya IŞİD’in hemen sınırımızda bir oldubitti ile devlet hâline gelmelerini engelleyecek, her iki terör örgütü için de caydırıcı bir unsur olacaktır. Ancak bütün bunların uygulanabilirliği biraz da hükûmetin tezkere ile verilen yetkiyi nasıl kullanacağına bağlıdır. 

Tezkere ile sınırlarımızın dışına asker gönderilmesi ve güvenlik kuşağı oluşturma kararı, koalisyon güçlerinin planları değil de Türkiye’nin salt kendi çıkarları ve güvenlik gerekçeleri dikkate alındığı takdirde sonuç getirecektir. Bu hususta iktidarın çok dikkati olması gereklidir. Türkiye’nin kendi çıkarlarını korumak için bağımsız hareket etmesi, güvenliğini sağlayacak ve geleceğini uluslararası aktörlerin menfaat çarkına kaptırmayacak sağlam adımlar atması büyük önem taşımaktadır. İnisiyatif Türkiye’de olmalıdır. Bununla birlikte uluslararası hukuk ve meşruiyet çerçevesinde hareket edilmelidir.

AKP iktidarı, tezkere ile verilen yetkiyi bölgede herhangi bir güç odağına destek olma veya Esad’ı devirme bahanesiyle kullanmamalı, iç savaşın tarafı olmak gibi bir hataya düşmemelidir. ABD veya öteki koalisyon güçlerinin isteği ve çıkarları doğrultusunda Türk ordusunun maşa durumuna düşürülmesine imkân verilmemelidir. Bölgede herhangi bir örgütün lehine bir başka silahlı gruba müdahale etmek, macera olmakla kalmayacak, Türkiye’nin başına telafisi zor badireler açacaktır.