Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – Gaziantep Milletvekili Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “Başkanlık sistemi hakkında Tayyip Erdoğan’ın MHP’yi hedef alan sözlerine cevaben” yapmış olduğu basın açıklaması. 6 Şubat 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – Gaziantep Milletvekili
Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın “Başkanlık sistemi hakkında
Tayyip Erdoğan’ın MHP’yi hedef alan sözlerine cevaben”
yapmış olduğu basın açıklaması.
6 Şubat 2015

 

Tayyip Erdoğan, birkaç gün önce yaptığı açıklamada Alparslan Türkeş’in başkanlık sisteminden yana olduğunu ve bu hususun Dokuz Işık’ta belirtildiğini söylemiştir. Erdoğan’ın; fikriyatımızın pusulası niteliğindeki bu eserde “Tek Başkan-Tek Meclis Sistemi”nin izah edildiği bölüme dar, kısır, maksatlı ve çapsız bir zihniyetle yaklaşması Dokuz Işık’ı layıkıyla anlamadığına delil teşkil etmektedir. Başkanlık sistemi, Dokuz Işık’ta tarih ve töremiz bağlamında, millî ve üniter devlet çatısı altında savunulup tavsiye edilmiştir. Bu modelin Türkiye’de hayata geçirilebilmesi için onun şartlarının, ortamının, siyasi ve toplumsal iklimin oluşup olgunlaşması şarttır. Otoriter heveslerin, dikta özlemlerinin terk edilmesi, üstelik Türk milletinin birlik ve bütünlüğü konusundaki tüm kaygıların giderilmesi bir zorunluluktur. Türkiye’nin ulus devlet sürecini tamamlamaması için iç ve dış düşmanların el ele verdiği bir dönemde böyle bir sistemin uygulanması parçalanmaya vesile olacaktır.

Diğer taraftan, telafisi mümkün bazı eksikleriyle birlikte çok partili parlamenter demokrasi, artık Türkiye’nin toplumsal yapısına ve siyasi geleneklerine en uygun sistem olarak yerleşmiştir. Demokratik parlamenter sistemin kendi dinamiklerine kavuşma süreci, askerî darbelerle gelen inkıtalara rağmen 2000’li yılların başına kadar devam etmiştir. Ancak AKP iktidarı bu süreci durdurmak üzere kurgulanmıştır.

Parlamenter demokrasinin yerleşmesinde, Osmanlı Devleti’nin 1877’de açılan ilk parlamentosundan itibaren Millî Mücadele döneminde kurulan Birinci TBMM’ye kadar uzanan yasama dönemlerinde kazanılan tecrübelerin büyük payı vardır. Yani çok partili parlamenter sistem, sadece Cumhuriyet’le birlikte ortaya atılmış değildir. Çok partili hayatın denemeleri Osmanlı parlamentosunda da yapılmış; milletimizin örf ve adetlerine, inançlarına en uygun sistem olduğu görülmüştür.

Millî Mücadele’den sonra toplumsal birlikteliğin perçinlenmesi bakımından demokratik parlamenter sisteme geçişin elzem olduğu görülmüştür. Nitekim Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk de Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü şartlarının bir yansıması olan Meclis hükûmeti sisteminden, yasama yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrıldığı demokratik parlamenter modele geçilmesi için çaba sarf etmiştir.

Hâl böyleyken bugün bazı yandaş yazar ve akademisyenler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık hayallerini okşarcasına Cumhuriyet’in ilk yıllarında başkanlık sistemine geçilmesi için şartların uygun olduğunu ama Atatürk’ün bunu yapmayarak hata ettiğini iddia etmektedir. Bu büyük bir aymazlık ve saptırmadır. Atatürk, demokratik parlamenter sistemi bilerek ve isteyerek hayata geçirmeye gayret etmiştir. Gücünün zirvesinde ve halkın da desteği arkasında olmasına rağmen, asla totaliter bir rejim kurmaya tevessül etmemiştir. Milletimizin refah ve mutluluğunun, toplumsal bütünlüğün sağlanması ve üniter yapının korunması için daima, erdemlerini iyi bildiği parlamenter demokratik nizamı yeğlemiştir.

Ne yazık ki bugünkü Tayyip Erdoğan daha başbakan olduğu günlerde şiddetli bir başkanlık hevesine kapılmış ve Türkiye’de yerleşik rejimi değiştirmek için çaba göstermeye başlamıştır. Anlı şanlı Anayasa profesörlerinden, akademisyen ve yazarçizerlerden kendine şıracılar, alkışçılar tutmuştur. Yandaş medya, yandaş aydınlar ve sanatçılar, sözde akillerden oluşturduğu koro da hep bir ağızdan başkanlık şarkıları söylemeye başlamışlardır. İşte biz bu nedenle Kuzey Kore Devlet Başkanına baktıkça Tayyip Erdoğan’ı görüyoruz.

AKP iktidara gelinceye kadar ve hatta iktidarının ilk yıllarında mevcut sistem tıkır tıkır işlerken birden bire Erdoğan’ın tutulduğu tek adamlık krizi, sistem sorununa dönüşmüştür. Başkanlık modelinin tercih edilmesine de sistemde bir takım aksaklık ve tıkanıklıkların olması gibi sudan gerekçeler gösterilmiştir.

Oysa aynı Erdoğan daha Refah Partisi İstanbul il başkanı iken gazetecilere başkanlık sistemi aleyhinde açıklamalarda bulunmuştur. Başkanlık sistemini Amerikan emperyalizminin istediğini ve bunun bir özentiden ibaret olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki hasbelkader oturduğu koltuk zamanla öylesine sıcak ve tatlı gelmiştir ki bu, kendisinin ihtiraslarını tatmine yeterli olmamaya başlamıştır. Bu yüzden de daha fazlasını istemeye başlamıştır. Önceki görüşlerinden çark ederek başkanlık sitemini savunmaya başlamıştır. Etrafındaki tufeyli takımına da hep bir ağızdan başkanlık şarkıları söylemeleri talimatını vermiştir.

Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı görevinin gereklerini bir tarafa bırakıp siyasi partilere laf yetiştirmeyi sürdürmektedir. Başkanlık modeli konusunda içini kemiren çılgınca ihtiras onu sürekli yanlışa sevk etmektedir. Bu hususta iki üç gün önce yaptığı açıklamayla yine partimize çatan Erdoğan, merhum başbuğ Alparslan Türkeş’ten medet ummaya çalışmıştır. Milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına aldığını söyleyen ve Türklük aleyhtarı olan birinin Alparslan Türkeş’i misal göstermesi manidar ve hazindir. Anlaşılan Tayyip Erdoğan’ın, Alparslan Türkeş’in başkanlık sistemi hakkında vefatından önceki görüşlerinden de haberi yoktur. Kaçak Sarayda hayal ürünü kıyafetler giydirilmiş kişileri Malkoçoğlu filmlerindeki gibi merdivenlere dizerek müsamere oynatmak suretiyle Türk devletleri temsil edilemeyeceği gibi, Türkeş’in fikriyatını sevip kabul etmeden siyasi tutumu da örnek alınamaz. Her şeyden önce samimi olmak ve Türk milletini gönülden sevmek lazımdır. Oysa Erdoğan’ı destekleyen yandaş televizyon kanallarında boy gösteren uzman müsveddeleri, “Türk” kavramının uydurulmuş olduğunu, hatta tarihte böyle bir milletin olmadığı yalanını büyük bir aymazlıkla anlatıp durmaktadır. Bu durumda cumhurbaşkanının samimiyetine inanmak imkânsızdır.

Bilindiği gibi sadece merhum Başbuğ’umuz değil, Turgut Özal ve Süleyman Demirel gibi liderler de vaktiyle başkanlık modelini savunmuşlardır. Bu liderlerin başkanlık sistemini istediği yıllar, Türkiye’nin koalisyonlar yüzünden hükûmet krizleri yaşadığı, zaman zaman sistemin tıkandığı dönemlerdir. Alparslan Türkeş’in sistemle ilgili ilk fikirleri ise hem ideolojik ayrışma ve parçalanmaların siyasî bunalımları tetiklediği hem de Türkiye’de radikalizm fırtınalarının estiği bir konjonktürde ortaya çıkmıştır. Alparslan Türkeş’in başkanlık modelini savunması 1960’ların sonu, 1970’lerin ilk yarısı gibi hayli geride kalmış bir dönemdedir. Alparslan Türkeş’in o dönemde başkanlık modelini savunmasının altında, 1961 Anayasa’sıyla millî hâkimiyetin parçalanarak siyasî ağa ve dayılara taksim edilmesi yatmaktadır. Nitekim Dokuz Işık’ta “Senatonun kaldırılması” savunulmakta, “Tek Meclis” istenilmektedir. 1980’de Senato zaten kaldırılmış, Türkiye “Tek Meclis”e dönmüştür. Alparslan Türkeş de 1997’deki vefatına kadar bir defa olsun başkanlık sistemini gündeme getirmemiştir. Piyasa ekonomisinin ön plana çıktığı 1980 sonrasında partisinin çizgisini “merkez sağ” olarak tanımlamıştır.

Turgut Özal başkanlık sistemini gündeme getirdiği zaman da Alparslan Türkeş, Türkiye’nin mevcut şartları, toplumsal dinamikleri ve bölgesel konjonktür müsait olmadığı için buna karşı çıkmıştır. Alparslan Türkeş’in bu husustaki fikirlerinin değişmesinde, o dönemde giderek büyüyen bölücülük tehlikesi karşısında demokratik parlamenter sistemin ve çoğulculuğun, birlik ve bütünlüğün devamı açısından elzem olduğunun ortaya çıkması etken olmuştur. Bundan sonra Alparslan Türkeş başkanlık sistemini bir daha ağzına almamış, fakat Dokuz Işık kitabının yeni baskılarında eski fikirleri yer almaya devam etmiştir.

Hatırlanacağı üzere AKP de 2007 Seçim Bildirgesinde “parlamenter sistem” demiştir. Şimdi bundan vazgeçip başkanlık modeline yönelmekle iktidar partisinin parlamenter demokrasi konusundaki ikiyüzlülüğü ortaya dökülmüştür.

İktidar partisi, başlangıçta millete verdiği sözlerden ve parti programından tam bir sapma hâlindedir. Bunun neticesi sandığa yansıyacak AKP’nin iç yüzünü öğrenen seçmenlerin oyları da MHP’ye sapacaktır.