Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Şefkat ÇETİN’in, Cumhurbaşkanının başkanlık hevesleri, MİT ve ekonomi kurmaylarıyla kurulan hatalı ilişkiler hakkındaki yazılı basın açıklaması. 12 Mart 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Sayın Şefkat ÇETİN’in, Cumhurbaşkanının başkanlık hevesleri, MİT ve ekonomi
kurmaylarıyla kurulan hatalı ilişkiler hakkındaki yazılı basın açıklaması.
12 Mart 2015

ERDOĞAN, AHMET NECDET SEZER GİBİ EKONOMİK KRİZE SÜRÜKLÜYOR
SARAYDAKİ PARALEL HÜKÜMET YETKİ GASPI YAPIYOR
EKONOMİ BAKANI BABACAN MI, YİĞİT BULUT MU?
 

Türkiye’nin son birkaç ay içinde süratle bir ekonomik istikrarsızlığa doğru sürüklenmesinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı sorumsuz açıklamaların payı büyüktür. Fırlattığı anayasa kitapçığıyla ekonomik krizi tetikleyen Ahmet Necdet Sezer gibi Tayyip Erdoğan da yetkisiz müdahaleleriyle Türkiye’yi adım adım ekonomik krize götürmektedir.

“Vatana ihanet” gibi ağır suçlamalar yönelttiği ekonomi kurmayları Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı Sarayına çağıran Tayyip Erdoğan, tarafsız cumhurbaşkanı sıfatına rağmen her şeye müdahil olduğunu gizleme gereği dahi duymamış ve yaşanan ekonomik krizde de sorumluluğu olduğunu ilan etmiştir. 2002’deki koalisyon hükümetinin ekonomik programından bugüne kadar yolunda giden ekonomik program, Tayyip Erdoğan’ın Saray’dan müdahaleleriyle derin sarsıntılar geçirmektedir.

Cumhurbaşkanı Sarayında oluşturduğu danışman ekibiyle adeta paralel bir hükümet kurmuş ve her alandaki yetkilerin tamamını kendisi kullanmaya çalışmaktadır. Ahmet Davutoğlu hükümeti ise Saray’daki danışmanlardan müteşekkil paralel hükümet karşısında bir kuklaya dönmüştür. Ekonomi bakanının Ali Babacan mı, yoksa Yiğit Bulut mu olduğu, kararları kimin aldığı belli değildir.

Devleti seçilmiş hükümet yerine sorumsuz cumhurbaşkanı ve danışmanları resmen yönetmeye başladığına göre ortada ciddi bir yetki sorunu vardır. Davutoğlu yetkilerini kullanamadığı için Saray kanunsuz bir şekilde hükümet etmekte, aslında sivil bir darbeyle hükümetin fonksiyonlarına el koymaktadır. Türkiye’nin seçilmiş hükümeti fiilen yok hükmündedir ve anayasayla verilmiş yürütme görevini yerine getiremez vaziyettedir.

Nitekim son günlerde yaşanan dolardaki ani yükseliş ve faiz polemiğinin yanı sıra MİT Müsteşarının istifa krizi Davutoğlu’nun ne kadar etkisiz olduğunu gözler önüne sermiştir. Cumhurbaşkanının ekonomi kurmaylarını başbakandan bağımsız sorguya çekmesi ve hatta vatana ihanetle suçlamasının ardından onurlu bir başbakan ya bakan ve bürokratların istifasını almalı ya da kendisi görevden çekilmelidir.

MİT Müsteşarının milletvekilliği için istifası ve bir ay sonra vazgeçerek üzerindeki siyasi etiketle eski görevine iadesi Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi gerçekleşmiş ve imzasının arkasında duramayan Davutoğlu etkisiz eleman olarak kalmıştır. Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan arasında bir ay süren kriz, aralarında ciddi bir güven sorunu olduğunu göstermektedir. Tayyip Erdoğan’ın Hakan Fidan üzerinden Davutoğlu hükümetine operasyon yaptığı çok açıktır.

Fidan’ı “sır küpüm” olarak tarif eden Tayyip Erdoğan, kendisi için kıymetli olduğu anlaşılan sır küpünü kırma pahasına tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Tayyip Erdoğan’ın ekonomik istikrarı riske atmayı göze alarak yaptığı açıklamalar, Babacan ve ekibini itibarsızlaştırmaktadır. Aynı şekilde Hakan Fidan krizinde cumhurbaşkanı sıfatına rağmen partiye müdahalesi ve dediğini yaptırmasının altındaki anlam, doğrudan Davutoğlu’na güç gösterisidir.

Cumhurbaşkanı sadece muhalefet partileriyle yaptığı kavgalarla değil, AKP içerisine müdahaleleriyle de tarafsızlığına ve saygınlığına gölge düşürmektedir. Bir devlet adamından çok bir politikacı gibi davranarak parlamenter sistemin işleyişini bozmakta, kurumların fonksiyonlarını yitirmesini ve sistemin tıkanmasını sağlayarak başkanlık sistemine mecburi geçişe zorlamaktadır.

Cumhurbaşkanının kişisel bir mesele haline dönüştürdüğü başkanlık sistemini getirebilmek için yok edilmesi gereken kurumları yine AKP’lilerin yönetiyor olması ciddi bir handikap oluşturmaktadır. Henüz muhalefetin ve bütün toplum kesimlerinin yeterince tartışmaya başlamadığı başkanlık sistemi talebine AKP içerisinde ciddi bir karşı duruş sergilendiği anlaşılmaktadır. Millet iradesinin temsilinde ülkemiz açısından oturmuş sağlıklı bir işleyişe sahip parlamenter sistem yerine, tek adam rejimi olacağı muhakkak bir başkanlık sistemini ufukları ve vicdanları körleşmemiş AKP’lilerin dahi tercih etmeyeceğine inanıyoruz.

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makamının gücünün yanı sıra AKP içerisinde ipleri elinde tutmanın, emrindeki medya ve sermaye gücünün sayesinde hayatının en büyük kumarını oynamaktadır. Cumhurbaşkanının amacı, Türkiye’yi 12 yıldır yöneten AKP’nin dahi gözden çıkarılacağı ve her şeye tek başına kendisinin sahip olacağı bir rejim kurmaktır. Bunun adı AKP devleti dahi değil, kelimenin tam manasıyla tiranlıktır. Bu rejimde oğullar ve kızlar devletin bakanlarından ve bürokratlarından daha üstün olacaktır. İstihbarat teşkilatı şahsi güvenlik örgütüne dönüşecek, orada devletin değil kişisel sırların bekçileri görev yapacaktır. Bakanlar, başbakanlar, merkez bankası anayasa ve yasalar çerçevesinde değil bir kişinin müsaade ettiği sınırlar içerisinde çalışabilecektir.

1876’da ilan edilen birinci meşrutiyetten bu yana 139 yıldır yetkileri milletin temsilcileri tarafından sınırlandırılmış yöneticiler tarafından idare edilen Türkiye otoriter rejimlerin uzun süre yaşayamayacağı bir demokrasi deneyimine sahiptir. Bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığının milletin tamamını kucaklayan tarafsız ve saygın pozisyonunu korumak yerine daha fazla güç ve yetki uğruna ülkede istikrarsızlığın kaynağı haline gelmesi geniş kitleler tarafından hoş görülmemektedir.

Tayyip Erdoğan’ın tutulduğu güç hastalığının hem makamının saygınlığına ve hem de ülkeye verdiği büyük zarar gün geçtikçe taşınamaz hale gelmektedir. Cumhurbaşkanının müdahil olmasıyla işaretleri artan ciddi ekonomik krizin faturasını sadece hükümet değil bütün millet ödeyecektir. Keza başkanlık heveslerinin arka planında ülkeyi bölünmenin eşiğine götürecek bir proje saklıdır. Küresel hesaplarla kişisel hırsları örtüşen Erdoğan’ın kanun ve kural tanımayan fütursuzluğu karşısında çaresiz bir teslimiyet içerisinde kalan AKP hükümetinin dahi kurtarılmaya ihtiyacı vardır.

AKP hükümeti bugüne kadar yaptığı iyi hizmetlerini dahi unutturacak bir uçuruma doğru Türkiye’yi sürüklemektedir. İradesini teslim etmiş Davutoğlu hükümetinin ülkeye hizmet edecek mecali yoktur. Parlamenter sistemi işlemez hale getirme uğruna ülkeyi bölünmenin eşiğine ve ekonomik krize sokan Cumhurbaşkanını durdurmanın tek yolu ise onun dayatmalarına karşı direnemeyen hükümeti altından çekmektir. Türkiye’nin kurtuluşu milli ve üniter devlet yapısının korunması, demokratik parlamenter sistemin ve birbirlerini denetleyen yasama, yürütme ve yargı erklerinin sağlıklı bir şekilde işletilmesinden geçmektedir.

Kendi içerisinde parçalanan ve tıkanmışlık sendromu yaşayan AKP hükümetini bu yükten kurtarmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi 7 Haziran’da iktidara taliptir. Tarih boyunca daima ezilmişten yana olan Anadolu insanının iyi niyetini her seçim dönemi bir mağduriyet icat ederek kullanan bir zihniyetin ülkemize telafisi imkânsız zararlar vermesinin önüne geçmek için Milliyetçi Hareket Partisi göreve hazırdır. Türkiye’yi yeniden bir kanun ve hukuk devletine dönüştürmek, kurumları tek adamın tahakkümünden kurtarıp milletin hizmetine sunmak için yerli ve milli kadrolarımızın bütün hazırlıkları tamdır. Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve bölücülük gibi ağır tahribatları gidermenin yolu Milliyetçi Hareket’le restorasyon dönemini başlatmaktan geçmektedir.

MHP iktidarı devlet kurumlarına asli misyonlarını yeniden hatırlatacak, eşgüdüm ve uyumun yanı sıra denetim mekanizmasının çalışmasını sağlayacaktır. Devleti yeniden millilik vasfına kavuşturmak için tek çare MHP iktidarıdır.

Türke saygı duymayan ve devleti milletin olmaktan çıkarmaya çalışan zihniyetle hesaplaşmanın tarihi 7 Haziran’dır. Milliyetçi Ülkücü Hareket sandıkta milletimizin iradesine konulan ipoteği kıracak ve milli devletimize sahip çıkacak güçlü bir iktidarla milletimizin yüzünü güldürecektir.

İstiklal Marşımızın kabulünün 94. yıldönümünde, milli şairimiz Mehmet Akif’in “Allah bir daha Türk milletine İstiklal marşı yazdırmasın” temennisinin devam edebilmesinin yolu, vatana ve şanlı bayrağa sahip çıkacak MHP iktidarıdır.

Milletimizin bir kahramanlık destanı yazdığı Çanakkale savaşının 18 Mart’ta yapılacak yıl dönümü anmalarında Milliyetçi Ülkücü Hareket’in bütün kurum ve kuruluşları hazır bulunacak ve uğruna büyük bedeller ödenen vatanın sahipsiz olmadığı dosta düşmana hatırlatılacaktır. Türk milleti yeniden kuşatılmasın, dağdaki eşkıya Ankara’ya kadar gelerek hükümete devleti ve milleti yeniden tanımlatmasın diye Milliyetçi Ülkücü Hareket üzerindeki tarihi misyonun bilinciyle hareket edecek ve her daim milletimizin önünde yürümeye devam edecektir.