Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Sayın Şefkat ÇETİN’in, erken seçim tarihi ve kurulacak seçim hükümeti hakkındaki yazılı basın açıklaması. 26 Ağustos 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
ve Ankara Milletvekili Sayın Şefkat ÇETİN’in, erken seçim tarihi ve kurulacak
seçim hükümeti hakkındaki yazılı basın açıklaması.
26 Ağustos 2015

 

TÜRKİYE ANAYASA YERİNE TAYYİP ERDOĞAN YASALARIYLA YÖNETİLİYOR
1 KASIM SEÇİMLERİ, TAYYİP ERDOĞAN’IN SULTANLIK ARAYIŞIDIR
TÜRK MİLLETİ 1 KASIM’DA SALTANATI YENİDEN KALDIRACAK

 

Türkiye’nin 1 Kasım 2015 tarihinde sandık başına gitmesine ve içerisinden hükümet çıkaracak bir Meclis için yeniden seçim yapılmasına karar verilmiştir. Erken seçim tarihini yasal prosedüre göre dün YSK açıklamakla birlikte, bu tarih zaten 21 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilmiştir. Her zaman olduğu gibi Cumhurbaşkanı üzerine vazife olmadığı halde, anayasal bir kurumun görevini daha fiilen yürütmüştür.

Yüksek Seçim Kurulu anayasanın kendisine tanıdığı bir yetkiyi Cumhurbaşkanına devrederek, talimatla karar alarak; Cumhurbaşkanı ise anayasanın vermediği bir yetkiyi kullanarak suç işlemiştir. Seçimlerin güvenliğinden sorumlu bir yargı organı olan YSK, tarafsızlığını yitirmiş partili bir cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla hareket ederek şaibeli duruma düşmüştür.

Cumhurbaşkanı ise yasaların hükümet kurulması için tanıdığı süre bitmeden erken seçimi işaret ederek ve tarihini ilan ederek koalisyon hükümeti istemediğini ortaya koymuştur. Böylelikle anayasanın işaret ettiği gibi hükümet kurmak için tanınan süre kullanılmamış, Tayyip Erdoğan’ın arzuları ve buyrukları doğrultusunda zamanın dolmasını dahi beklemeden erken seçim ilan edilmiştir. Erdoğan’ın bizzat telaffuz ettiği “Türkiye’de sistem değişti” sözleri bir kere daha uygulamayla gösterilmiştir. Türkiye’yi aylardır hükümetsiz bırakan, ekonomik istikrarsızlık ve güvenlik sorunları çıkartan kaos ortamının baş sorumlusu, Türkiye’de anayasal düzen yerine fiilen uygulamada bulunan Tayyip Erdoğan yasalarıdır.

1 Kasım seçimlerinin yapılış amacı, 7 Haziran’da sultanlık heveslerinin karşılığını bulamayan Tayyip Erdoğan’ın tatmin arayışıdır. Hatırlanacağı üzere, 7 Haziran’da bir parti lideri gibi meydanları dolaşarak muhalefet partileri ile kavga eden Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemine geçebilmek için milletimizden önce 400 milletvekili istemiş, sonra anayasa referandumuna götürebilecek 330 milletvekiline bile razı olmuştu. Gereğini hiç yapmasalar da ağızlarından düşürmedikleri milli irade sandıkta 258 vekil vererek başkanlık hevesini kursağında bıraktığı halde, Tayyip Erdoğan Sultanlık hırsından vazgeçmemiştir. Bizzat AKP’li bakanların itiraf ettiği üzere, Tayyip Erdoğan’ın başkan yapılamamasının faturası milletimize artan terör olayları ve ekonomik kriz olarak ödetilmektedir.

7 Haziran’da sandıktan çıkan sonuç AKP’yi yönetenleri tatmin etmemiştir. Çünkü millet iradesi adaletten kaçmalarına fırsat tanımamıştır. Bu yüzden hükümet kurulması için tanınan 45 günlük yasal süre oyalanarak geçirilmiş, yeniden tek başına iktidarın zorlanacağı seçimin hazırlığı yapılmıştır. Ana muhalefet partisi 35 gün boyunca AKP’nin oyalama taktiklerinin bir oyuncağı olmuş, öne sürdüğü bütün şartlarından vazgeçerek iktidarın bir parçası olmak istemesine rağmen bu amacına ulaşamamıştır.

Ahmet Davutoğlu’nun Sayın Genel Başkanımızla görüşmesinde ise hiçbir şekilde koalisyon hükümeti kurma niyetleri olmadığı ortaya çıkmıştır. Ahmet Davutoğlu’nun ve onun Saray’daki amirinin amacının bir hükümete tek başına sahip olmanın yanı sıra, Meclis’te çoğunluğa hâkim olmak olduğu anlaşılmıştır. Meclis çoğunluğuna sahip olmayan AKP’nin korku ve panik içerisinde olduğu ve asla bu şartlarda hükümet kurmayacağı belli olmuştur. Yıllardır yaptıkları gibi yasaları diledikleri gibi yorumlayabilecekleri, kurulları çıkarları doğrultusunda çalıştırabilecekleri bir Meclis istedikleri, yürütme organı olan hükümeti bir şirket gibi kullanmak istedikleri çok açıktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin varoluş gayesi ise “devleti yaşat ki millet yaşasın” diyen bir gelenekten gelmektedir. Devlet millet için vardır ve hiçbir kişinin ya da grubun çıkarları milletin çıkarlarından üstün değildir. Bu şartlarda MHP ile hükümet kurmanın kendi sonlarını hazırlayacağını gayet iyi bilen AKP yöneticileri, kurnazca bir politikayla hükümeti kurmak istemeyenin MHP olduğu algısını oluşturmaya çalışmıştır.

Bugün ellerindeki medya gücünü kullanarak MHP’nin koalisyon hükümetine kapıyı kapattığını iddia edenler, MHP’nin Türkiye’nin temizlenmesine ve kurtuluşuna vesile olacak dört şartından hangisini kabul etmiştir? Seçim meydanlarında karşılaştıkları her vatandaşımıza MHP’nin dört şartını neden reddettiklerini izah etmek zorundadırlar.

Türkiye’nin ihtiyacı olan güçlü bir hükümeti kurmak ve tıkanmış sistemin temizlenmesi için Milliyetçi Hareket Partisi’nin öne sürdüğü dört şart şunlardı: 1) Terörle müzakere değil, mücadele edilecek. 2) Anayasanın ilk 4 maddesinin tartışılmasına müsaade edilmeyecek. 3) Yargının 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının sonuna kadar gitmesine engel olunmayacak. 4) Cumhurbaşkanı anayasal sınırlar içinde kalacak.

Ahmet Davutoğlu ve AKP yöneticilerine tekrar soruyoruz. MHP’nin bu dört şartını neden kabul etmediğinizi milletimize buyurun izah edin? Bu şartların aksini savunarak milletin karşısına nasıl çıkacaksınız? Kabul ediyorsanız neden Türkiye’yi hükümetsiz bıraktınız ve gittiniz HDP ile seçim hükümeti kurdunuz? PKK’yla pazarlık yapmaktan çekinmeyen, Oslo’da, İmralı’da ve Dolmabahçe’de önünüze konan ihanet şartlarına boyun eğen sizlere, MHP’nin hangi şartları ağır geldi?

MHP’nin dört şartı, sadece Türkiye için değil, aynı zamanda 13 yıllık iktidarları boyunca yaptıkları ciddi hatalarla kirlenen ve yıpranan AKP’nin temizlenmesi için bir fırsattı. Ne yazık ki bu parti, cumhurbaşkanı olmasına rağmen siyasal hırslarına yenik düşen kurucu genel başkanlarının vesayeti altında bu fırsatı değerlendiremedi. Milletten oy almasına rağmen, aldıkları oyun hakkını vermek yerine üzerlerindeki vesayetle hareket eden diğer partiyle birlikte, Türkiye’de sistemi tıkayan bir güç olmaya ve farklı arayışlara fırsat kollandı. Vesayet partilerinden birisi Kandil’den aldığı talimatlarla hareket ederek ve terörle arasına mesafe koyamayarak en başta Türkiye’ye ve demokrasiye ihanet noktasında ısrar etti. Diğeri ise tarafsızlık yemini etmiş bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen anayasayı ve bütün ahlaki ve siyasi kuralları çiğneyerek parti siyaseti yaparak 7 Haziran seçimlerini boşa çıkardı.

Milliyetçi Hareket Partisi ise çözüm önerileri ile Türkiye’de sistemin yeniden işler hale gelmesi için çabaladı. 7 Haziran’dan bugüne Türkiye’nin önünü açacak önerilerini sürekli tekrarlayan Milliyetçi Hareket Partisi, temiz bir toplum için yolsuzlukların üzerine gidilmesi düşüncesinden taviz vermedi. Milli birlik ve bütünlüğün korunması için terörle mücadele edilmesini savunmaya devam etti. Demokratik toplum düzeninin devam edebilmesi için anayasa ve yasalara herkesin uymasının önemine dikkat çekti.

Milliyetçi Hareket Partisi 7 Haziran sonrası politikalarını belirlerken, toplumsal talebi ve Türkiyemizin yüksek menfaatlerini düşünmekten başka bir amaç gütmedi. Kaldı ki hırsızlığın ve yolsuzluğun hesabı sorulmasın, terör devam etsin, cumhurbaşkanı anayasayı takmasın ve keyfince hareket etsin diyecek bir vatandaşımız var mıdır?

7 Haziran seçimlerinde, temizlenmesi ve arınması için AKP’ye ciddi bir ihtar verilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, seçimlerde milletimizin yaptığı bu uyarıları tekrarlayarak, gerekli şartlar yerine getirilirse Türkiye’nin selameti için bir hükümet ortaklığının söz konusu olabileceğini söylemiştir. Hiç kimsenin Milliyetçi Hareket Partisi’nden başka tür bir beklentiye girmesi mümkün değildir. Çünkü MHP oylarını bölücülerden ve hırsızlardan hesap soracağız diyerek almıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin toplumumuzun bütün kesimleri tarafından kabul gören temel şartlarına yanaşmayan AKP ile hiçbir şart koşmaksızın yapılacak bir koalisyonunun ülkemize ve milletimize faydası olmazdı. Böylesi bir ortaklık hırsızlığa, kanunsuzluğa ve bölücülüğe onay vermek anlamına gelirdi. Temizlenmeye niyeti olmadığını ilan eden AKP’nin kirli geçmişine MHP neden ortak olacaktı?

7 Haziran seçimlerinde yüzde 84 katılım olmasına ve Meclis’te yüzde 95’in üzerinde temsilin sağlanmasına rağmen iktidarı paylaşmamak için hükümet kurmayanları, 1 Kasım’da büyük hüsran beklemektedir. 7 Haziran seçimlerinde milletimiz AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a doğru yoldasınız dememiştir ki, 1 Kasım’da destek versin. AKP’ye yanlış yoldasınız, kendinizi düzeltin uyarısı yapılmıştır. AKP yöneticileri ve bilhassa Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı güç zehirlenmesi, 7 Haziran seçimlerinde sandıktan çıkan millet iradesini yanlış okumalarına neden olmuştur. Milletin verdiği ihtara rağmen tek başına iktidar hırsıyla Türkiye’yi bir kaos ortamına sürükleyen AKP ve onu uzaktan idare eden Saray artık ihtardan daha sert bir cevabı hak etmektedir. İktidar gücünü millete hizmet aracı olarak kullanmak yerine, haklarındaki şaibelere karşı bir zırha çevirenler, milli iradenin ilk uyarısından ders almayanlar sandıkta milletin tokadını yiyecektir.

1 Kasım tarihi aynı zamanda Türkiye’de saltanatın kaldırışının 93. yıldönümüne denk geldiği için ayrıca anlamlıdır. Atatürk Orman Çiftliği’ne diktiği kaçak sarayı ile saltanat hevesini gizlemeyen Tayyip Erdoğan’ın kurduğu sistemin saltanatın kaldırıldığı tarihte yıkılacak olması ayrıca anlamlı olacaktır. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, YSK’yı ve TSK’yı, YÖK’ü ve MİT’i, muhtarları ve hatta tabu dairesini kendisine bağlamaya çalışan bu saltanat düşkününe Türkiye’nin bir kişiden büyük olduğunu göstermek için 1 Kasım seçimleri iyi bir fırsattır.

7 Haziran’da AKP’nin tek başına iktidarına müsaade çıkmaması, Türkiye’de her geçen gün artan olumsuzlukların bir yansımasıdır. Bugün ülkemizde yaşanan kriz daha da derinleşmiştir. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar 5 ay içerisinde AKP’nin millete rahatsızlık veren olumsuzluklarından hangisi değiştirmiştir ki, utanmadan milletten yeniden oy isteyecektir? Ekonomi iyiye gitmezken, terör örgütüyle masa kurup pozlar verilirken, yolsuzluk ve rüşvet her tarafı sarmışken milletimiz bütün olumsuzlukların baş sorumlusunu sultan yapacak değildir.

Artan terör olayları ve her gün bir ocağa düşen şehit ateşi karşısında AKP’nin milletimize vereceği bir hesap daha vardır. Bu parti yöneticileri çözüm süreci devam ederken bölücü örgütün hazırlıklarını neden seyrettiklerini açıklamalıdır. Terörle mücadele yerine müzakereyi tercih eden AKP hükümeti terörün şehre inmesinden, yığınak yapmasından, militan devşirmesinden sorumludur. Bugün kalkan her şehit cenazesinde, görevini yerine getirmeyen AKP hükümetinin sorumluluğu vardır. Üstelik her şeye rağmen AKP hala ne Kandil ne de İmralı ile bağlarını koparabilmiş ve gerçek anlamda terörle mücadeleye niyetlenmiş değildir. İhanet sürecini devam ettirebilmek için kapalı kapılar ardında pazarlıkların devam ettiğini düşünen milletimiz endişelenmekte haklıdır.

Çözüm ortaklığı yaptıkları bölücü örgütün siyasal uzantısı partiyle AKP’nin seçim hükümetinde ortak olması kaderin garip bir cilvesidir. Yıllardır sürdürdükleri gizli ilişkileri resmileşen bu iki suç ortağı hiç utanmadan sıkılmadan 1 Kasım’da büyük Türk milleti önünde oy talep edecektir. Sırtını dağa dayayan HDP ile aynı kabineye girmeyi anayasal bir zorunluluk olarak millete yutturmaya çalışan AKP, siyasallaşmaları için her türlü desteği vermekten çekinmedikleri bölücülerle birlikte Türkiye’yi yöneten parti olarak tarihe geçecektir.

Maskeli PKK’lıları kabineye taşıyan AKP’lilerin ve Saray’daki hamilerinin, seçimlerde açılışını yapacak tesis bulamayınca mitinge çevirdikleri şehit cenazelerinde ellerine geçirdikleri mikrofonda ne diyeceklerini ibret ve merakla bekliyoruz.