Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – İstanbul Milletvekili Sayın Atila KAYA’nın yapmış olduğu yazılı basın açıklaması. 28 Ağustos 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı – İstanbul Milletvekili
Sayın Atila KAYA’nın yapmış olduğu yazılı basın açıklaması.
28 Ağustos 2015

‘ÜLKÜCÜLÜK’ VERASETE DE VESAYETE DE KONU YAPILAMAZ!
 

Milliyetçiliği ayakları altına aldığını söyleyen zatın ve iktidarı, ancak bir 23 Nisan başbakanı kadar sahici olan geçici başbakanın “derin strateji”leri, MHP’nin kendileri için bir tehdit olarak görüldüğü, bununla birlikte, “devşirme ülkücüler”den medet umulduğu bir durumu yeniden siyaset gündemine sokmuştur. “Yeniden” vurgusunun anlatmak istediği, böylesi bir ahlaksız eyleme ilk kez tevessül edilmiyor oluşudur. Her iki tarafıyla, ancak içine sindirebilecek tıynete sahip olanların seçebileceği bu yol, 12 Eylül sonrasından başlamak üzere çok kereler denenmek istenmiş, her seferinde de Ülkücü Hareket’in feraseti karşısında akim kalmıştır. Özal’dan Erdoğan’a dek örneklerini gördüğümüz, MHP’nin (yahut Muhafazakar Parti veya MÇP’nin) belli bir siyasî konuda geliştirdiği direnci kırmak için “devşirme” ülkücülerden medet ummak yeni bir yol olmadığı gibi, Ülkücü Hareket’te, önceki örneklerinden farklı bir karşılık da bulmayacaktır. 

AKP’nin, Ülkücü Hareket’ten isim devşirmekle “oy” da devşirebileceğini düşünmesi, kötü niyetiyle olduğu kadar, ülkücülüğe ilişkin cehaletiyle de ilgilidir. Devşirilenler ise, bu çirkin oyunun zamanlamasının her seferinde seçime endeksli olduğunu göremeyecek kadar kör olamazlar; onların tercihlerinin anlamını “seçim” ile “geçim” arasında kurdukları ilişkide aramak gerek.

Kötü niyetle oyun kuranlar ile “gaflet” veya “ihanet” gereği bu oyuna alet olanlar başta olmak üzere, şu hakikatleri kamuoyuna bir kez daha hatırlatmak vacip olmuştur:

- Türkçede “ülkücülük”, Batı dillerindeki “idealizm”in gündelik anlamı karşılığında kullanılan bir sözcüktür. Bununla birlikte –ve bununla ilgi içerisinde- rahmetli Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş’in isim babası olduğu ve onun tarafından hayata geçirilmiş özel siyasi/ideolojik bir hareketin de adıdır. Bu ülkede – yarım asra yakın zamandır- “Ülkücülük” dendiğinde, kendisine özgü yapısı ve işleviyle, siyasi bir hareket ve onun mensuplarının tavrı anlaşılır. Bu inkârı mümkün olmayan bir olgudur ve çok ağır bedeller ödenerek kazanılmış kullanım hakkını elinde tutanlara da meşrûiyet zemini sağlar. Bunun böyle olması, siyasi bir hareket açısından büyük başarıdır ve bu hak artık devredilebilir olmadığı gibi, yapının hiyerarşisi dışına çıkanlarca da kullanılabilir türden değildir. Türk siyasi tarihinin son yarım asrında kazandığı anlamıyla “Ülkücülük”, kurulduğu şekliyle, meşru temsilcileri ve hiyerarşisiyle yaşamaya devam eden bir yapının “özel” adıdır, her önüne gelenin kullanabileceği “genel” bir ad değildir.

- “İdealizm” ile olan ilişkisi bakımından değerlendirildiğinde, kolayca görülebilir ki; her ülkücü ‘idealist’tir ama her idealist ‘Ülkücü’ değildir. Kavramı barındıran bütün dünya dillerinde ‘İdealizm’, kişisel çıkarlar ve beden hazları ile “ideal” arasında tercih söz konusu olduğunda, maddi çıkarlarından vaz geçilerek, manevi hedef (ideal) doğrultusunda bir tercih yapılması gereğini vurgular. Bu açıdan bakıldığında; ideallerini maddi çıkarlar karşılığında satanlar, “Ülkücü” olamayacakları gibi “İdealist” de olamazlar.

- Merhum Başbuğumuz “Ülkücülük” adını verdiği ideolojik hareketi, onun siyasi görünürlüğünü sağlayan Milliyetçi Hareket Partisi ile birlikte hayata geçirmiş ve ayrılmazlıklarını her fırsatta vurgulamış, vefatıyla birlikte, yapıları ve ayrılmazlıklarını birer emanet olarak ülkücülere bırakmıştır. Yoruma açık hiçbir yanı yoktur: “Ülkücülük” Başbuğumuzun hayata geçirdiği ve halen de onun hedef ve ilkelerine bağlılıkla yaşamakta olan siyasi hareketin özel adıdır ve bu özel adın kullanım hakkı da Hareket’in mevcut kurumları dışında bulunan hiç kimseye verilmiş değildir. Ülkücülük; siyasi içeriğine olduğu kadar, yapı ve işleyişine de bağlılık ister. Ülkücülüğün içeriğine ve yapısına bağlılık bir yana, kişisel çıkarlarını bu içerik ve yapının en büyük düşmanlarının siyasi emelleriyle birleştirenler elbette bu adı kullanamaz.

- Ülkücülüğün Milliyetçi Hareket Partisi dışındaki siyasi mahfillere taşınma isteğinin örnekleri rahmetli Başbuğumuzun sağlığında da yaşanmış ve Başbuğumuz bunlara, bizlerin bugün gösterdiğimiz tavrın öncüsü ve ölçüsü olan cevapları vermiştir. 1992 yılında 6 milletvekilinin MHP’den ayrılarak ayrı bir parti kurmaları ve “gerçek ülkücülüğü” temsil ettikleri iddiası üzerine “ülkücülüğün kitabını ben yazdım” demiş ve ülkücülüğün sadece MHP’de yapılabileceğini dile getirmiştir. 1980’lerin ikinci yarısıyla birlikte, cezaevinden çıkıp Parti’nin başına geçtikten sonra, başka partilerde siyaset yapmayı tercih etmekle birlikte kendilerini “ülkücü” olarak tarif edenleri MHP’ye davet etmiş ve kişisel çıkarlarından vaz geçip de gelmeyenler için “kemik yalayıcılılar” tabirini kullanmıştır.

- Ülkücülük, bizatihi, öz fikri ve yapısı dışındaki ideolojik emel sahiplerinin irade ve eylemlerinden “bağımsızlığı” vurgularken; MHP’den bağımsız olarak ülkücülük yapabileceğini sananlar bilmelidirler ki; sadece MHP’den değil, Ülkücülük’ten de bağımsızdırlar ve başka yerlere bağımlıdırlar. Hele de kişisel çıkarları uğruna Ülkücü düşmanlarının emellerine râm olanlar, Ülkücülük’den bağımsız olurlar ama asla “Bağımsız Ülkücü” olamazlar.

- Milliyetçi Hareket Partisi’nin yetkili organlarında oluşturulan ve Ülkücü kanaati temsil eden politik kararlardan farklı –bunun da ötesinde onlara karşıt- söylemlerle Ülkücü kimliği temsil edebileceğini öne sürenlerin neden ortaya çıktıkları anlaşılmak isteniyorsa, ne zamanlar ortaya çıktıklarına bakılmalıdır. Böylece kime ve ne karşılığı bağlı olduklarını anlamak da mümkün olur. Bunlar yeni değildir. Aynı oyunu çok kereler izlemiş olan gerçek ülkücüler, bırakın bunlardan etkilenmeyi, en fazla suratlarına tükürürler. Bunları kullanarak Ülkücüleri bölmeyi düşünenler de ancak bunlar sayesinde Ülkücülerin şevk ve dirençlerini arttırırlar. Şimdiki efendilerine geçmişteki ihanetlerini pazarlayanların birazcık aklı olsaydı, yeni efendi edinmenin onları “hain” olmaktan çıkarmayacağını bilirlerdi. Bu gibilerde ‘onur’dan en ufak bir parça kalmış bulunsaydı, her zerresine ihanet ettikleri için onları tükürüp atan Ülkücü Hareket’in adını kullanmazlar; o pek kutsadıkları yeni efendilerini çağrıştıracak yeni bir adı (mesela, “Sıfırlayamadım Baba Hareketi”) kendileri için seçerlerdi. Sembol olarak da; “Megri Megri”yi kendilerine marş yapabilir, “ayakkabı kutusu” şeklindeki rozeti göğüslerine takabilirlerdi.

- Özellikle ve önemle hatırda tutulmalıdır ki; Ülkücülük, bireysel bir tercih ve kazanımdır. Verasetin konusu olamaz. Meşru yapılanması ve karar organları dışında bir başka vesayete de izin vermez. Bu yönde çaba gösterenlerin geçici bir zaman diliminde Hareket içinde bulunmuş olmalarının “Ülkücülük” adını kullanma hakkı doğurmayacağı gibi hiçbir anlamı da yoktur. Ülkücülük, ten ya da göz rengi değildir. Doğmakla kazanılmaz, sadece yaşamakla sürdürülmez ve babadan oğula tevarüs etmez. Ülkücü kurumların çatısı altında bulunan (veya bulunabilir durumda olan) ve ülkücülüğün ideolojik içeriğine bağlı olanlar –böyle oldukları sürece- ‘Ülkücü’dürler. Adı (ya da soyadı), geçmişteki görevi, bir zamanlar gördüğü itibar ne olursa olsun hiç kimse bundan bağışık değildir. Herkes bilmelidir ki; bunları ona veren Ülkücü Hareket gerektiğinde almasını da bilir.

O, Hareket’teki en itibarlı soyadının hakkını veremeyen için de söylenmeye değer çok fazla söz yoktur. Saray ışıklarında gözleri kamaşanların yüreklerine, belli ki, Atsız Bey’in şu dizeleri hiç işlememiş: “Saraylarda süremem / Dağlarda sürdüğümü / Bin cihana değişmem / Şu öksüz Türklüğümü…”