Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Sayın Şefkat ÇETİN’in, saldırı altındaki Cumhuriyetimizin 92. yıldönümü ve 1 Kasım seçimleri hakkındaki yazılı basın açıklaması. 29 Ekim 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
ve Ankara Milletvekili Sayın Şefkat ÇETİN’in,
saldırı altındaki Cumhuriyetimizin 92. yıldönümü ve
1 Kasım seçimleri hakkındaki yazılı basın açıklaması.
29 Ekim 2015

TÜRKİYE’NİN MENFAATLERİ TEK ADAMIN HIRSLARINDAN ÖNEMLİDİR
SARAY’IN NİYETİ SEÇİMDEN SONRA FİİLİ BAŞKANLIK
GÜVENLİK İSTİKRARI SAĞLANMADAN EKONOMİK VE SİYASİ İSTİKRAR OLMAZ

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 92. yıldönümünü milletçe kutlamanın onurunu ve gururunu yaşıyoruz. Büyük Türk milletinin bütün mensuplarının Cumhuriyet bayramını tebrik ediyor, kardeşlik içerisinde, huzur ve refah dolu nice yıllar temenni ediyorum.

Egemenliğin kaynağını millete dayandıran Cumhuriyetimiz, aynı zamanda son yurdu elinden alınmak istenen Türk milletinin yeniden dirilişinin bir sembolüdür. Emperyalizmle işbirliği yapan mandacı ve mütarekeci zihniyeti yenerek kurulan milli devletimiz, Türk milletinin tarih boyu bağımsızlığına ve milli haysiyetine düşkünlüğünün dosta düşmana hatırlatılmasıdır.

Cumhuriyet Anadolu’nun dört bir tarafından insanlarımızın katıldığı bir milli mücadeleyle kurulmuştur. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletini kanıyla ve canıyla, kadını ve erkeğiyle, doğulusu ve batılısıyla bizzat millet kurmuştur. Cumhuriyeti kuran millet, vatanlaştırdığı Anadolu topraklarında bin yılı aşkın bir süre boyunca kader birliği eden insanların ortak adı olan Türk milletidir. Cumhuriyetimizin 1921 tarihli ilk anayasası Teşkilat-ı Esasiye’nin 88. Maddesinde; “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur (denir)” şeklinde tarif edilen Türk milleti, her türlü etnik köken ve mezhep ayrımının üzerinde bir kimliktir. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” dediği Türk tanımı, bugün anayasamızın 66. maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” tarifiyle içeriğini aynen korumaktadır.

Bu toprakların bin yıllık geleneğinde ve toplumsal hukukunda tarifini bulan Türk kimliği, Cumhuriyet’in milli ve üniter devlet yapısı sayesinde hiçbir insanımızı etnik köken ve mezhep ayrımına tabi tutmadan sarıp sarmalamıştır. Devletin zirvesi olan Cumhurbaşkanlığı dâhil bütün makamlarında etnik kökenine bakılmaksızın vatandaşlık bağıyla bağlı olan her insanımız görev alabilmiş, bürokrasiden iş ve sanat dünyasına kadar hiç bir ayrımcılık yapılmamıştır. Devlet nizamının bir benzeri toplumsal hayatımızda da uygulanmış, insanlarımız komşularının, manavının bakkalının etnik köken ve mezhebini sorgulama ihtiyacı duymamıştır. Binlerce şehit cenazesi gelmesine rağmen bugüne kadar komşusunu rahatsız eden bir şehit yakını bulmak mümkün değildir. Bu millet böylesi bir asalete ve kardeşlik duygusuna sahiptir.

Milli bir mücadelenin ardından 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, günümüze kadar yaklaşık yüzyıl boyunca Anadolu’nun huzur ve kardeşliğini korumaya yetmiştir. Ancak ne yazık ki son yıllarda devletimizin kuruluş felsefesini tartışmaya açan, insanlarımızın etnik köken ve mezhebini ön plana çıkarmaya çalışan girişimlerle kardeşlik hukuku bozulmak istenmektedir. “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” tarifinin yapıldığı anayasanın 66. maddesinin ve Türkiye’nin devlet nizamı ile kuruluş felsefesinin yer aldığı ilk dört maddesinin tartışma konusu yapılması yaşanan durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Dünyada hiçbir devletin tartışılmasına müsaade etmeyeceği kuruluş felsefesi, Türkiye’de iktidar partisinin programlarına ve siyasal söylemlerine yansıdığı bir garabet alenen yaşanmaktadır.

AKP iktidarının yeni Türkiye söylemiyle cumhuriyetle ve milli devletle hesaplaşma çabaları, Türkiye’nin toplumsal huzuruna ve milletimizin bin yıllık kardeşlik hukukuna büyük zarar vermektedir. Yeni Türkiye söylemiyle Cumhuriyete, milli devlete ve milletin birliğine yönelik bütün değerlerin saldırıya uğradığı ve teker teker ortadan kaldırıldığı ağır bir süreç yaşanmıştır. Devlet kurumlarının tabelalarından, okullarda çocuklarımızın okuduğu andımıza varıncaya kadar değiştirilmiş, İstiklal marşımızın dahi tartışıldığı bir akıl tutulması yaşanmıştır. Devletin kurumları itibarsızlaştırılmış, orduya, emniyete, istihbarata, yargıya, eğitime, sermaye ve medya dünyasına kurulan kumpaslar üzerinden Türkiye dizayn edilmek istenmiştir. Asker ve polis kışlaya hapsedilirken teröristin serbestçe faaliyet gösterdiği, hırsızlar ve vurguncular millete küfrederek ihale kaparken hâkimin ve savcının sürüldüğü bu düzene de yeni Türkiye adı verilmiştir.

Kendisini parçalara ayırmaya çalışan Sevr haritasını yırtarak tarihin çöplüğüne atan Türk milleti, bugün yeniden işbirlikçi ve mandacıların sinsi saldırılarıyla sarsılmaktadır. Osmanlı cihan devletini batıran küresel işbirlikçiler bugün Türkiye Cumhuriyetini hedeflerine koymuştur. Yüzyıl öncesinin Sevr’ine benzer şekilde bugün BOP planıyla bütün Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da harita tanzimi adım adım ilerlemektedir. Dört parçalı Kürdistan’ın Irak ve Suriye’deki sınırları belirlenirken, Türkiye’de etnik kimliklere millet statüsü kazandırmaya yönelik AKP hükümeti eliyle atılan her adım bölücülüğe hizmet anlamına gelmektedir. Anadolu’da bin yıldır kız alıp veren, etle tırnak gibi kaynaşan, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Dumlupınar’da omuz omuza vatan için savaşan bu milleti şimdi etnik kimlikler üzerinden ayrıştırmanın ihanetten başka tanımı yoktur.

Küresel güçlerin bölgemizdeki enerji ve su kaynaklarına sahip olmak amacıyla yaptıkları harita tanziminden etkilenmemek için Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını koruması şarttır. Türk kimliğiyle ve devlet nizamıyla hesaplaşmayı siyasi bir misyon haline getiren Saray ve AKP üst yönetimi izledikleri hatalı politikalarla milli devlet yapımıza büyük zararlar vermiştir. Türkiye’nin toplumsal birliği ve huzurunun sürdürülebilmesi için teslimiyetçi politikalar derhal terk edilmeli ve milletimiz arasında yeniden kardeşlik hukuku işletilmelidir.

AKP hükümetinin, Türkiye’yi bölerek bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla kurulmuş PKK terör örgütüyle yürüttüğü çözüm süreci, milli devlet yapımıza ve bin yıllık kardeşlik hukukuna tahribatların en büyüğünü yapmıştır. Terör örgütünün silahla elde edemediği bütün tavizleri siyasi hesaplarla veren AKP hükümetleri, hatalı Irak ve Suriye politikalarıyla da küresel planın taşeronluğuna soyunmuştur. Bundan bir yıl önce, geçtiğimiz yıl 29 Ekim bayramına denk gelecek şekilde, Irak’taki Barzani peşmergelerine Türkiye üzerinden Suriye’deki PKK güçlerine yardım için geçiş izni verilmesi unutulmayacak bir utançtır.

PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin Akdeniz’e kadar uzanacak Kürt koridoru kurmak için yaptığı savaşa AKP hükümeti destek vererek küresel güçlerin planına hizmet etmiştir. Erbil’den Habur sınır kapısına gelen yüzlerce araçlık peşmerge konvoyu, Şırnak’ın Silopi ve Cizre, Mardin’in Nusaybin ve Kızıltepe, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesi güzergâhlarından gösteri yaparak geçirilmiştir. Ellerindeki PKK bayraklarıyla bölücü örgüt militanlarının gövde gösterisi yaptığı bu çirkin geçişin sorumlusu AKP, ne gariptir ki bugün PYD’yi terör örgütü diye sunarak her zamanki gibi ikiyüzlü bir politika yürütmektedir.

Terör örgütüyle yapılan müzakerelerin Oslo’da olduğu gibi uluslararası platformlara taşınması ve İngiltere gibi ülkelerin gözlemci yapılması Türkiye’yi zor durumda bırakacak girişimlerdir. Bir taraftan İmralı ve Kandil ile görüşme yapılırken, diğer taraftan kamuoyuna şahin görüntüsü veren AKP iktidarı, 7 Haziran’dan bu yana verilen yüzlerce şehidin ve terör saldırılarının hesabını veremez vaziyettedir.

Çok açıktır ki çözüm adıyla yapılan açılımlar, terör sorununu ortadan kaldırmak yerine büyütmüş, terör örgütleri güçlenmiş ve yaygınlaşmıştır. Bu dönemde devlet kendi egemenlik sınırları içerisinde bazı bölgelere giremez olmuş, vatandaşın can ve mal emniyetinin sağlanamadığı bir acziyete düşürülmüştür.

AKP hükümeti El Kaide ve IŞİD gibi bütün dünyada İslam dinini terörle özdeşleştiren örgütlere karşı tavrını açıkça koyamayan politikasıyla da, Türkiye’yi töhmet altında bırakmıştır. İflas eden dış politikaları yüzünden komşularımızdaki terör ve kaos Türkiye’ye sıçratılmıştır. Esad’ın üç milyona yakın vatandaşının ellerini kollarını sallayarak Türkiye’de dolaşması başlı başına riskli bir durumdur. İçlerindeki olması muhtemel ajan ya da terör örgütü elemanlarını etkisizleştirebilecek bir yapı ne yazık ki ülkemizde kurulamamıştır. Avrupa Birliği ile imzalanan geri dönüşüm anlaşmaları ile Türkiye resmen mülteci toplama kampına dönüştürülmektedir. Osmanlıcılık havucuyla kandırılan AKP, Şam’da Cuma namazı kılacağım derken bütün Şam’ı buraya yığarak ülkemizi Orta Doğu bataklığına sokmayı başarmıştır.

Kontrol edilemeyen, denetlenemeyen ve hesap vermekten kaçan bir yönetimin elinde Türkiye uçuruma doğru sürüklenmektedir. Terör örgütünün vesayetine terk edilen bir kısım insanımız, cumhuriyetimizin kendilerine tanıdığı hür iradelerini kullanamaz durumdadır. Daha büyük bir vesayet ise devletin bütün kurumları ve anayasal düzenini işlemez hale getiren Saray vesayetidir. Bugün devlette bir çift başlılık vardır. Milletin cumhurbaşkanı seçtiği zat, aynı zamanda başbakanlık yetkisini ve bütün diğer yetkileri de kullanma hırsına kapılmıştır. Devletteki çift başlılığın yarattığı bu dengesizlik, başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere bütün Türkiye’yi olumsuz etkilemektedir. Devletin istihbaratı ve emniyet teşkilatı Sarayın güvenlik teşkilatı olarak algılandığı için güvenilirlikleri sorgulanmaktadır. Yürütmenin başı ve her türlü sorumluluğu taşıyanın başbakan olması gerekirken, bürokrasi emri hiçbir yetkisi ve sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanından almaktadır.

Milletimiz devletin en yüce makamında oturan Cumhurbaşkanından ettiği yemine sadık kalarak her türlü siyasi partinin üzerinde birleştirici bir misyon yürütmesini beklemektedir. Bugün Türkiye yeniden bir seçime giderken muhalefet partileri iktidardaki AKP ile yarışmaktan daha çok, cumhurbaşkanın çirkin saldırılarına muhatap olmaktadır. Milletin temsil edildiği en üst makamın bizzat makam sahibinin saltanat hırsıyla kirletilmesi, aklıselim sahibi herkes gibi Milliyetçi Hareket Partisi’ni de üzmektedir. Türk milleti bu çirkin üsluba layık değildir. Ne istediyse milletiz verdiği halde yetinmeyen, birleştirmeyen, kucaklamayan, kutsallarımızı dahi siyaseti için kullanmaktan çekinmeyen bu zihniyetin Türk milletini temsil kabiliyeti ortadan kalkmıştır.

Türk milleti daha fazla siyasi gerginlik, kavga, gürültü, terör ve kaos istememektedir. Cumhurbaşkanının cumhurbaşkanlığı yapacağı, başbakanın milletin kendisine verdiği yetkiyi bir başka güce devretmeyeceği, yargının, yasamanın, ordunun ve MİT’in görevlerini layıkıyla yapabileceği, yasaların eşit ve adil uygulanacağı bir normalleşmeye milletçe çok acil ihtiyacımız vardır. Anayasa ve hukuk tanımaz keyfi yönetimin faturasının daha fazla kabarmaması için 1 Kasım bir fırsat olarak karşımızdadır ve oradaki tercih büyük önem taşımaktadır.

Sandıktan yeniden tek başına AKP iktidarının çıkması için devletin bütün imkânlarını seferber eden Saray’ın amacı, seçim sonrasında fiilen başkanlığını ilan etmektir. Bugüne kadar üzerindeki Saray vesayetine itiraz etmeyen Davutoğlu’nun, kendisinin de hiçbir hükmünün olmayacağı fiili başkanlık sistemine karşı koymayacağı çok açıktır. Zaten uzun süredir çok dar bir kadronun kontrolünde tutulan siyasi iktidarın, hiçbir siyasi sorumluluğu olmayan Saray vesayetine terk edilmesi Türkiye’de demokrasiyi askıya almak anlamına gelecektir.

AKP politikalarını dolayısıyla Türkiye’nin kaderini belirleyen bu dar kadro, bugüne kadar harama bulaşmış, milletin malına el uzatmış, dini ve milli değerlerle alay etmiş mensuplarından hesap soracak bir vicdan ve irade ortaya koyamamıştır. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet iddialarını soruşturmak yerine, hukukun rafa kaldırılması, polis, hâkim ve savcıların sürgün edilerek dosyaların kapatılması vicdanları kanatmıştır. Beceriksiz dış politikalarının ve çözüm süreciyle göz yumdukları terör örgütünün ülkemizin başına açtığı belaların, kapanan dış pazarların ekonomimize getirdiği maliyetlerin faturasını milletimiz ödemekten yorulmuştur.

AKP’nin kuruluş aşamasından itibaren milliyetçi ve muhafazakâr örtüsüne aldanarak bu partide görev alanların önemli bir kısmı çoktan tasfiye edilmiştir. Bu partinin yönetimini elinde bulunduran Saray kadrosunun yola çıktıklarının hepsini yolda buldukları rantçılara, siyasal Kürtçülere ve batı işbirlikçilerine değiştiği, bizzat kendi üst düzey yöneticileri tarafından dile getirilir hale gelmiştir.

AKP’nin kontrolünü elinde tutan Saray yönetiminin nefret kitlesi öylesine büyümüştür ki, kazara bir dönem daha yürütme erkini kullanmaya devam etmesi halinde yaşanacak toplumsal gerginliği Türkiye’nin kaldırması mümkün değildir. Yıpranmış ve yorulmuş AKP zihniyetinin bilhassa Saray vesayeti altında Türkiye’ye verebileceği bir şey kalmamıştır. Tam aksine hatalarındaki ısrarları ülkemize daha büyük zarar verecektir. Milletimiz de iktidarın kirlenmişliğinin farkında olduğu için 7 Haziran’da bir uyarı yapmış, taze bir kan talebinde bulunmuştur. 1 Kasım’daki mesajın 7 Haziran’dan daha büyük ve sarsıcı olması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Türkiye’nin üzerindeki karabulutların dağıtılması için 1 Kasım seçimleri önemli bir fırsattır. Başkanlık sevdasındaki Saray’ın ve hesap sorulmasından endişelendikleri için iktidar gücünü paylaşmak istemeyen AKP kadrolarının yeni bir seçimi daha dayatmalarına fırsat verilmemelidir. Türkiye daha fazla tek kişinin ihtiraslarına yenik düşmemeli, örgüt ve Saray vesayetinden kurtarılmış bir siyasal yapıya kavuşturulmalıdır.

MHP tabanı ve milli endişelere sahip bütün vatandaşlarımız milliyetçiliği ayaklar altına almış, maskeli PKK’lılarla pazarlık masalarında anlaşmış, Türkiye’yi terör örgütlerinin hedef ülkesi haline getirmiş zihniyete 1 Kasım seçimlerinde önemli bir ders verecektir. Etnik ve mezhebe dayalı ayrıştırma siyasetinin ülkemizi iç çatışma aşamasına doğru sürüklemesinin önüne geçerek körüklenen toplumsal kutuplaşmayı sona erdirmek için milli iradenin milliyetçi iradeye dönüşmesinin zamanı gelmiştir. Bu değişim şarttır çünkü Türkiye bugünkü haliyle yaşanabilir bir ülke olmaktan çıkmak üzeredir.

Bizler ülkesini ve milletini canından çok seven milliyetçi ülkücü hareketin siyasi temsilcileri, Türkiyemizin yaşadığı sorunları çözmek ve milletimizi aydınlık yarınlara taşıyabilmek amacıyla her türlü sorumluluğu üstlenmeye hazırız. Türkiyemizin büyük bir tehdit altında olduğunu, bölünme ve kardeş kavgası riski taşındığını, anayasal düzenin bozulmak istendiğini görüyoruz ve tedbirlerimiz hazırdır.

Aziz milletimize 1 Kasım’ın önemini bir kere daha hatırlatıyor ve mutlaka sandığa giderek vicdanlarının emrettiği seçimi yapmalarını bekliyoruz. Unutulmasın ki, güvenlik istikrarı sağlanmadan ne siyasi istikrar ne de ekonomik istikrar sağlanır. Zamanında Saddam ve Esad yönetimlerinde siyasi istikrar vardı ancak tek adam yönetimleri ülkelerini mahvetti. Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatleri tek adamın çıkarlarından ve hırslarından önemlidir.

MHP Türkiye’yi yeniden yaşanabilir ve yarınlarından endişe edilmeyen bir ülke haline getirmek için göreve hazırdır.