Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 17 Mayıs 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
17 Mayıs 2016

 

Muhterem Milletvekilleri,

Çok Değerli Misafirler,

Medyamızın Kıymetli Temsilcileri,

Meclis Parti Grubumuzun bu haftaki toplantısına başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bir insan topluluğunun millet haline gelmesi önce inancın, ardından da uzun bir mücadele ve çabanın sonucudur.

Milliyetçi düşünce, milletin belli bir tarih süreci içinde tecelli ettiğini baz ve esas almaktadır.

Bir milleti diğerlerinden ayırdeden özellikleri uzun bir tarih içinde gelişip yerleşmektedir.

Tarih, millet için kimlik kaynağı; kültür, tecrübe vahasıdır.

Türk milletinin kadim bir tarihi, engin ve köklü bir kültürü vardır.

Milliyetçilik ise bu iki zemin üzerinden yükselen birlikte yaşama ve gelecekte var olma irade ve iddiasıdır.

Tarihe yüz çevirmek milletin birikim ve deneyimlerini inkarla eşdeğerdir.

Diyebiliriz ki, tarihsizlik ölümün diğer adıdır.

Kültürü yok saymak ise acı verici yıkım ve yok oluş serüvenine meydan açmak, çanak tutmaktır.

Türk milleti tarih sahnesine çıktığından beri bağımsız yaşamanın dışında ikinci bir yol ve tercih tanımamış, aksi dayatmaları hüsranla tanıştırmıştır.

Türklük asırlar boyunca özgürlüğüne sımsıkı sarılmış, kaynaklarından kopmadan kutlu varlığını idame ve idare etmeyi başarmıştır.

Hiçbir karanlık emel milletimizin yaşama azmini kıramamıştır.

Hiçbir felaket milletimizin kutlu yürüyüşünü durduramamıştır.

Çünkü Türk milleti beşeriyetin öznesi mevkiinde yüzyıllarca oturmuş, yüzyıllarca destan olup dilden dile okunmuştur.

Bu nedenle hem tarih yazmış, hem tarih yapmış, hem de tarihe yön vermiştir.

Demem odur ki, Türk milleti tarihin yüz akı ve ta kendisidir.

Geçmişimizde zaferler kadar buhranlı dönemler de olmuştur.

Sevindiğimiz kadar üzüldüğümüz, fetihlerimiz kadar acıklı fetret devirlerine mahkûm olduğumuz gizlenemeyecek kadar gerçektir.

Bilhassa 1919’lu yıllar, toprak ve insan kayıplarının milletimizde yılgınlığa neden olduğu, ataletin bütün vatan sathına yayıldığı bir dönemin yürek yaralayıcı tarihidir.

Bu tarih öyle bir zulüm tablosudur ki, insanlık adeta sukut etmiştir

Bu tablo;

√       Vatanımızı paylaşmak için haritalar üzerinde pazarlıkların yapıldığı,

√       Topraklarımızın sömürgeci güçlerce birbirine ikram edildiği,

√       Tersanelerimize girilip ordularımızın dağıtıldığı,

√       Aydınlarımızın dağınık ve bulanık kurtuluş reçeteleri peşinde koştuğu karanlık bir devrin gerçekleridir.

O yıllarda millet zillete uğramıştı.

Milli iffet işgalle zehirlenmiş, iradesizlikle mühürlenmişti.

Fakat Türk milleti esaret illetini asla kabullenmemiş, asla izzet-i nefsine yedirememişti.

Felaketlere tahammülü kalmamış olanların uyandırılması, onlarla güç ve eylem birliği içine girilmesi, kalbi vatan ve millet sevgisi ile dolu milliyetçiler için artık kaçınılmaz hale gelmişti.

İşte, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’le başlayan süreç, umutsuzluk, yoksulluk, teslimiyet içinde hapsolarak hareketsiz kalmış millet varlığına olan inancın ifadesi ve nirengi noktası olmuştur.

Samsun’dan başlayan bu mücadele süreci, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle anlam ve güç kazanmıştır.

Ardından Ankara’da Meclis’in açılması, hemen sonra Milli Mücadele’nin kazanılması ve nihayet Cumhuriyetimizin ilanı ile Türk milleti kendi kaderine hakim ve hadim olmuştur.

Bu itibarla, 19 Mayıs tarihi ile gelişen olaylar zinciri, küllenmiş milli heyecanları diriltmenin, ümitsizliğin seline düşmüş milli hedefleri kamçılamanın eşi bulunmaz bir örneğidir

 Adım adım ilerlenen bu yöntemin ayrıntıları ve esası,

√       Milli güçlere ve kanaat önderlerine dayalı bir meşruiyet,

√       Ortak duygu ve aklın bir araya getirildiği toplantı kültürü,

√       Milliyetçi fikriyatın ortaya çıkardığı tam bağımsızlık kararı,

√       Dönemin küresel güçlerini defetmek için lazım olan kahramanlık,

√   Kimliği zayıflamış toplumda Türklüğü yeniden yükseltmek için duyulan azim ve kararlılıkta aranmalıdır.

Ne üzücüdür ki, aradan geçen 97 yıl sonra, gaflet ve dalalet içinde bir yönetici elitin varlığı hepimizi endişeye sürüklemektedir.

 Devletimizin kazanımlarını sekteye uğratacak, milletimizin kaynaşmasını geriye döndürecek önemli gelişmelere maalesef ardına kadar kapı aralanmıştır.

Bu yüzden 19 Mayıs 1919 ruhunun manası hepimiz için daha da önem ve hayatiyet kazanmıştır.

Tarih tekerrür etmekte, geride kaldığını düşündüğümüz gayri milli dürtü ve teşebbüsler yeniden canlanmaktadır.

Yabancı devlet adamlarının milli meselelerimize görüş adı altında küstahça müdahale ettiklerine bir kez daha şahit oluyoruz.

Sözde tavsiye maskesi ile direktifler yağdırdıklarını bir kez daha görüyoruz.

AB ülkelerinin sırf vize muafiyeti sözünü tutmamak için terörle mücadelemizi engelleme amacında olduklarını ibretle izliyoruz.

Her fırsatta milli kazanımlarımızı ve milli haysiyetimizi aşağılamaya çalışanların Türkiye’den tarihsel intikamlarını almak için her yol ve çareye başvurdukları artık sabit ve somut bir gerçektir.

Bunun için 1919 tarihi doğru okunmalı, doğru yorumlanmalıdır.

√       19 Mayıs, zedelenen, hor ve hakir görülen milli onurun ayaklanışıdır.

√       19 Mayıs, Türk milletinin yeniden doğruluşu ve zalimlere dik duruşudur.

√       19 Mayıs, teslimiyetçi, tavizkâr ve kişiliksiz yönetimlere karşı milli devletin doğuş müjdesidir.

Önümüzdeki Perşembe günü 97’nci yıl dönümünü idrak edeceğimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Samsun’a ayak basışı makus talihi yenmiş, tarihin akışını tersine çevirmiştir.

Samsun’a atılan ilk adımla, milli huzura ilk davetiye çıkarılmıştır.

Samsun’a atılan ilk adımla, köhne yönetimlere ilk uyarı verilmiştir.

Samsun’a atılan ilk adımla, milliyetçiliğin vatan kurtaracağı, devlet kuracağı ilk elden ilan ve ilam edilmiştir.

19 Mayıs 1919’da kötümserliğin kepenkleri indirilmiş, acziyetin kapakları örtülmüş, korkaklığın defteri dürülmüş, şeref ve namusun sesi duyurulmuştur.

Bu ses Türklüğün gür sesidir.

Bu ses haksızlığa meydan okuyan Türk milletinin güçlü sadasıdır.

Ve bu ses hala Samsun kıyılarında çınlamakta, hala iliklerimize kadar hissedilmektedir.

19 Mayıs’ı duyunca irkilen, 19 Mayıs denilince korkanlar aşılması gereken engellerdir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gayesi de Allah’ın izniyle budur.

Türkiye’nin itibar ve saygınlığıyla oynayanlar karşımızdadır.

Milli değerlerimizi rencide etmek isteyenler karşı cephemizdedir.

Türk tarihini karalamak, milli çıkarlarımızı sarsmak amacında olanlar hainler senfonisinde yerini almış defolu ve asalak yüzlerdir.

Milletin istiklalini, vatanın kutsiyetini gölgelemeye çalışan melun emeller bugünlerde değişik kılık ve maskelerle boy göstermektedir.

IŞİD bunlardan birisidir.

PKK bir diğeridir.

Paralel çürümüşlük bir başka çıbanbaşıdır.

Alayı birden Türkiye’nin aleyhine tertip ve provokasyon yapan şer ve şiddet cephesidir.

IŞİD’in 19 Mayıs Perşembe günü Türkiye’yi kana bulamak maksadıyla hazırlık yaptığı güvenlik birimleri tarafından bildirilmiştir.

Beklentim ve temennim, Anıtkabir başta olmak üzere, farklı yerleri hedef alma ihtimali olan terör saldırılarıyla ilgili lazım gelen etkili tedbirlerin süratle, eksiksiz alınmasıdır.

PKK terör örgütü ise hiç ara vermeden, hiç durmadan kan dökmeye, can almaya, cinayetlerine devam etmektedir.

Tarihte benzerlerine çokça rastladığımız düşmanlıklar şimdilerde yoğun olarak gündemdedir.

Türk milleti melanetin üstesinden gelecektir. Buna inancımız tam ve sonsuzdur.

Türk devleti zalimin zulmünü paramparça edecek kabiliyet ve karardadır.

İster IŞİD caniliği, ister PKK canavarlığı, isterse de paralel etiketli keneler olsun; hiçbir zaman aziz milleti teslim alamayacaklar, boyun eğdiğini göremeyeceklerdir.

Bu terör örgütleri sırtlarını kime dayarsa dayasın, bunlara hangi devlet, hangi uluslararası çevre, hangi emperyal odak destek verirse versin, Türk milleti 19 Mayıs ruhuyla hepsini birden yıkıp geçecektir.

Attığımız her ilkeli adım aldığımız her onurlu nefesin sonucudur.

İnançla söylüyorum ki, nefesimizi kesmek isteyenin kökünü kuruturuz.

Adımızı silmeye çalışanın, adımlarımızı söndürmeye çabalayanın iki cihanda da yakasından tutar, kâbusu oluruz.

Çünkü biz Türk milletiyiz.

Sanmasınlar ki, 19 Mayıs şuuru bitti, sanmasınlar ki Samsun’a çıkan iradeden eser kalmadı.

İkaz ediyorum, herkes yerini yurdunu bilsin; bu şuur, bu irade kızgın kor gibi milletin sinesinde yanmakta, tutuşup alev alacağı zamanı beklemektedir.

Dün yedi düvelin bileğini büktük, bugün de terör çetelerinin üstesinden eninde sonunda geleceğiz.

Bu düşüncelerle, 19 Mayıs 1919’un 97’nci yıldönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, milliyetçi kahramanları ve aziz şehitlerimizi şükranla, minnetle ve rahmetle bir kez daha anıyorum.

Türk gençliğinin bayramını kutluyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bir yanda terörle mücadele sürerken, diğer yanda siyasi tansiyon yükselmekte, kör dövüşü yaygınlaşmaktadır.

Siyasi ahlak ve üslup bozuklukları ülkemizi krizden krize sürüklemektedir.

Sorumsuz açıklamalar, duyarsız yaklaşımlar, istismara dayalı teklif ve temenniler Türkiye’ye ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Doğu ve Güneydoğu’dan yağmur gibi şehit haberi gelmektedir.

Acısız gün hemen hemen yok gibidir.

Analarımızın ağlaya ağlaya gözlerinde yaş kalmamıştır.

Millet infial halindedir.

Gemi su almakta, fırtına gittikçe şiddetlenmektedir.

Gelin görün ki, Ankara’da kısır çekişmeler almış başını yürümüştür.

Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı, TOBB’un 72’inci Genel Kurulu’nda “Başkanlık sistemini kan dökmeden getiremezsiniz” sözleriyle bir anda ülke gündemini meşgul etmiştir.

Peşinden Almanya dönüşü esnasında; sokakları işaret etmiş, yine kandan, kavgadan bahsetmiştir.

Cumhurbaşkanı da “er ya da geç bu milletin önüne başkanlık sistemi gelecek, Kızılay’dan başkasına kan vermeyiz” sözleriyle tehlikeli polemiği derinleştirmiştir.

Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmaların örtülü iç savaş tehdidine dönüş yapması, ülkenin bugünkü nazik döneminde emsalsiz bir hezeyandır.

CHP’nin Genel Başkanı talihsiz ve tamiri imkansız bir pot kırmıştır.

Başkanlık sisteminin mahsurlarını konuşmak, sakıncalarını dile getirmek, bu konuda milleti bilgilendirmek başka bir şey, vahim şekilde kanlı boğuşmaya atıf yapmak bambaşka bir şeydir.

Henüz ortada fol yok yumurta yokken, henüz başkanlık sistemi veya partili cumhurbaşkanlığı meselesi tartışma aşamasındayken sokağın ve çatışmanın adres gösterilmesi yanlıştır, gaflettir, sorumsuzluktur.

Bizim açımızdan da başkanlık sistemi doğru ve isabetli bir tercih değildir.

Fakat biz, mücadelemizi her zaman olduğu gibi demokratik yollarla yapma konusunda ısrarlıyız, meşru çizgiden taşmaya da sıcak bakmayız.

Geçen hafta da ifade ettiğim gibi, rejim ve sistemle ilgili son söz 29 Ekim 1923’de söylenmiş, bu bahis açılmamak üzere kapanmıştır.

Biz ne yapacaksak, neyi amaçlıyorsak mevcut sistem içinde kalarak, hatta iyileştirip revize ederek gerçekleştirmeliyiz.

Yeni bir maceraya atılmaya, yeniden sistem tartışmalarıyla enerjimizi tüketmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

93 yıllık Cumhuriyet tarihinde parlamenter sistemin tıkandığı olmuştur, nitekim bu da tarihsel bir vakadır.

Ancak çift başlılık kalksın, patinaj bitsin, ülke hızlansın bahaneleriyle devleti yeniden tarif etmek bugünden kestiremeyeceğimiz, hiç de tahmin edemeyeceğimiz olumsuzluklara kapı aralayabilecektir.

Başkanlık sisteminin diktatörlüğe sapacağıyla ilgili kaygıları da yabana atmamak, anlayışla karşılamak lazımdır.

Muhataplarının böyle bir niyeti olmayabilecektir.

Böyle bir gizli gündemleri de yer almayabilecektir.

Fakat siyasi gelişmeler, coğrafyamızın ortaya çıkardığı şartlar, güç bela ayakta duran demokratik mekanizmalardaki gevşeme hiç beklenmeyen, hiç de öngörülmeyen sertleşmelere ve savrulmalara ortam açabilecektir.

Demokrasi ararken diktatörlük bulunması kaçınılmaz olabilecektir.

Esasen güç temerküzünün, sistemin kontrol ve denge mekaniğindeki esnemelerin nelere mal olacağını şimdiden yorumlamak mümkündür.

Bunun sonucunda devletin tüm imkânlarıyla bir kişide toplanması, benzerlerine sıklıkla Latin Amerika’da tesadüf edilen despot yönetimlerin tecellisi gündeme gelebilecektir.

Elbette bunların hepsi muhtemel yol kazalarıdır, ama mutlaka önemsenmeli,  “bize bir şey olmaz” tuzağına ve hatasına düşülmemelidir.

Sistemik zorlamalar, yeni bir devlet dayatması milli kopuş ve parçalanmalara zemin açabilecektir.

Bu konuda herkesin, hepimizin özenli, duyarlı olması şarttır.

Şüphesiz milli iradenin hükmü her şeyin üzerindedir.

Buna diyeceğimiz, itiraz edeceğimiz bir şey yoktur.

Ne var ki, tarihin ve coğrafyanın da bizlere yüklediği bir sorumluluk vardır ve bundan kaçmak, bunu ihlal etmek, hiçe saymak kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Yapayım derken yıkan, kaynaştırayım derken kopartan, nasıl olsa güçlüyüm her dediğim olur derken yanılan ve yozlaşmanın kilidini açan nice devlet ve siyaset adamı insanlık tarihinde var olmuştur.

Siyasetin en temel görevlerinden birisi gelecek kuşaklara dünden alınan mirası bir üst seviyeye taşıyarak sağ salim devretmek olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en acil ihtiyacı sistem nakli veya transferi değil, huzur ve kardeşlik iklimine kavuşmasıdır.

Bizim boşa geçirecek zamanımız yoktur.

Bizim kandan bahsedip aba altından sopa gösteren müflis zihniyet ve siyasetçilerle geçirecek vaktimiz de yoktur.

Çünkü Türkiye tel tel dökülmektedir.

Huzur arayan vatanımıza hüsran yaşatmak haksızlıktır.

Birlik, dirlik ve refah isteyen milletimizi yeni çatışma alanlarına sıkıştırmak samimiyetsizlik olduğu kadar dürüst ve ahlaklı bir tavır da görülemeyecektir.

Demokraside konuşmak, tartışmak ve uzlaşmak asıldır.

Tarafı Türkiye ve Türk milletinin menfaati olan farklı fikir, düşünce ve eğilimlerin ahlaki rekabetinden mutlaka parlak bir sonuç çıkacaktır.

Millet ise son karar merciidir.

Egemenliğin asli ve yegâne sahibidir.

Millete vekâlet etme onuruna sahip bizlerin, kendi aramızda temel milli ve tarihi meselelerle ilgili mutabakat arayışımız zaman alsa da, yorucu ve hırpalayıcı olsa da temin ve takviye edilmelidir.

İç ve dış sorunlarımız büyüktür.

Bölgesel ve küresel senaryoların ibresi resmen Türkiye’yi göstermektedir.

Böyle bir durum karşısında boğuşmak değil buluşmak, kutuplaşmak değil kucaklaşmak herkesin öncelikle tercihi olmalıdır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Terörizmle mücadele çok yönlü planlanıp sürdürülmesi gereken siyasi, stratejik ve milli bir konudur.

Askerimiz, polisimiz, korucumuz gücünü elbette siyasi iradeden alacak, ana karargâhın tutum ve izlediği politikalarla moral seviyesini tayin edecektir.

Mesela Nusaybin’de görev yapan bir Mehmetçiğin gözü hainlerin üstündeyken, kulağı Ankara’dadır.

Eğer siyasi irade emir komuta zinciri içerisinde terörizmle mücadeleyi yavaştan alıyor, geciktiriyor ve belirsizliklere havale ediyorsa, kuşkusuz mücadelenin başarı şansı yok denecek kadar az olacaktır.

Bu itibarla kahramanlarımızın moral ve motivasyonu çok mühimdir.

Hafta sonundan bu tarafa, Cumhurbaşkanı’nın davetine icabet ederek kızının düğününe katılan Genelkurmay Başkanı şiddetle eleştirilmektedir.

Bu eleştirilerin anlaşılır ve savunulur bir tarafı bize göre yoktur.

Sayın Akar son derece insani ve devlet teamülleri kapsamında görülebilecek bir görevi ifa etmiştir.

Şehitlerin geldiği bir ortam gerekçe gösterilerek Genelkurmay Başkanı’nın malum düğüne katılmasını diline dolayanlar her şeyden önce kahraman Mehmetçiğin moralini sıfırlamak ve terörle mücadeleyi sabote etmek isteyen çevrelerdir.

Yas hepimizindir.

Acı hepimizin yüreğindedir.

Fakat terörle mücadelenin bu denli kesif ve kategorik biçimde sürdüğü bir dönemde kafa karıştırmak, hadsiz suçlamalarla komuta kademesindeki uyum ve dengeyi bozmaya kalkışmak iyi niyetli görülemeyecektir.

Şehitlere Fatiha okumak aklının ucuna bile gelmeyen sanal ortam ve medya cengaverlerinin Genelkurmay Başkanı’nı taşlaması, ahlaksızca tartışmaya açması en başta teröristlerin değirmenine su taşımak anlamına gelecektir.

Bu tahammülsüz, bu maksatlı ve bayağı ithamların kahraman güvenlik güçlerimize kast etmek olduğu ortadadır.

Güvensizliği artırmaya dönük bu tip çirkin propagandaların devlet ve millet aleyhine olduğunu düşünüyor ve buna inanıyoruz.

Cumhurbaşkanı’nın kızını evlendirmesi en tabii hakkıdır.

Buna davetlilerin katılması kadar doğal bir şey de olamayacaktır.

O halde her şey bitmiştir de, sırayı manevi görevini yaptıktan sonra davete uyan Genelkurmay Başkanı’nı hedef tahtası haline getirmek mi almıştır?

Bu nasıl bir terbiyesizliktir?

Ülkemizin beka meselelerinin bu kadar ağırlaştığı bir süreçte, Genelkurmay Başkanı’nı küçük düşürmek, sorgulatmak kime, hangi çevrelere hizmettir?

Sayın Hulusi Akar Paşa görevini titiz ve milli şuurla yapan bir Genelkurmay Başkanımızdır.

Hakkındaki asılsız dedikoduları çıkaranların bölücü alçakların yararına faaliyet gösterdiklerini iyi bilmeleri, bu densizlikten derhal vazgeçmeleri bizim en temel dilek ve arzumuzdur.

Aziz milletimiz, Peygamber Ocağı gördüğü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin arkasındadır.

Türk milleti fedakar Mehmetçiğin, kahraman polislerin her daim yanındadır.

Bundan rahatsız olan varsa, tavsiyem tez elden durum muhasebesi yapması, ya Kandil’in ya da HDP’nin kollarına kendisini bırakmasıdır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili Anayasa’da değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin ilk tur oylaması bugün yapılacaktır.

İkinci tur oylama ise Cuma günü gerçekleştirilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi daha önce açıkladığı duruş ve tutumunu kararlıca muhafaza etmektedir.

Milli vicdan bu dokunulmazlık konusunun daha fazla uzamaması görüşünde ve noktasındadır.

Bu iş en geç Cuma günü bitmelidir.

Hiç kimse yaptıklarından dolayı adalete hesap vermekten korkmamalıdır.

Teröristlere methiye düzenler, TBMM’yi terörize edenler, katillerin sözde taziye çadırlarında görüntü verip devlete meydan okuyanlar bu ihanetlerinin bedelini sonuna kadar ödemelidirler.

Artık karar aşaması gelmiştir.

AKP ve CHP’nin ne yapacağı belli olacaktır.

Türk milletinin tüm dikkati bugün Meclis’te olacaktır.

Şehit analarının kulağı buraya, bu kutlu çatı altına çevrilecektir.

Ya hesap sorulacak ya millet üzerinde hesap yapanlar yakayı kurtaracaktır.

Ya şehitlerin bir nebze de olsa hakkı aranacak ya da aziz ruhları muazzep olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi bugün Genel Kurul’da tam kadro yerini alacak, tarihe, millete ve şehitlerimize karşı görevini mutlaka yapacaktır.

Bundan herkesin emin olması başlıca isteğimdir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi 47 yıldır kuşatmaları yara yara, tuzakları boza boza, korkulukları devire devire bugünlere gelmiştir.

Biz iman erleriyiz, biz ülkü neferleriyiz, biz Türk-İslam ruhunun korkusuz fertleriyiz.

Paralel tuzaklarla, küresel saldırı ve derin komplolarla azimle başa çıkarız.

Kurşunların üstüne yıldırım gibi atlayanlar, pusulardan güneş gibi doğanlar, kirli ve kalleş siyaset operasyonlarından mı çekinecektir?

Darağaçlarını vicdanlarında sallandırmış, demir parmaklıkları cesaretinin ateşiyle eritmiş cesur yürekler yalana, kumpasa, bozguncuların tezviratına mı kanacaktır?

Milliyetçi Hareket’in surunda gedik açacaklar, paralel kelepçeyle kilitleyip iktidara geleceklermiş.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni bilmeyen, nereden gelip nereye gittiğini anlamayan küçük bir azınlık tutturmuş paradigma değişsin, değişim olsun.

Sözlerimden olağanüstü tüzük kurultayı için imza vermiş kardeşlerim asla alınmasınlar, çünkü onlar benim değerlendirmelerimin dışındadır.

Ve onlarla eğer varsa meselelerimizi konuşacağımıza, davamızın ruhuna münasip orta yolu bulacağımıza içtenlikle inanıyorum.

Sözlerimin hedefi sanal kahramanlaradır.

Sözlerim direk proje elemanlarına, sahte demokratlara, düzmece siyasetçilere, paralel kuluçkasına yatıp tavşan çıkarma sevdasına kapılan akıl fukarası nankörleredir.

Hayatlarında lehimize olacak şekilde bırakınız katkı ve desteği, en ufak bir hakkı geçmemiş, ağzından hayırlı bir çift cümle çıkmamış ne kadar yazar, çizer, uzman yorumcu, sözde akademisyen ve aydın varsa MHP’yle yatmakta, MHP’yle kalkmaktadır.

Bunlar sürekli olağanüstü kurultay falı açmaktadır.

Okyanus ötesinden pişirilmiş aşa aman su katmayalım derdinde olan işbirlikçiler de fellik fellik dolaşmakta, yaygara koparmaktadır.

Bakıyorum, PKK’lılar MHP’de değişim isteğindedir.

DHKP-C değişim katarına son anda binmiştir.

Nazlanmadan ılıyanlar, mecalsiz kalıp mercan kayalıklarına tutunanlar, uslanma bilmeyen edepsiz kaçaklar, İmralı canisine avukatlık yapanlar ne tuhaftır ki sürekli değişim demekte, pohpohladıkları isimleri direnmeye çağırmaktadır.

Eski tüfekler, casusluktan hüküm giymişler, ahlak ve seviyesi marjinalleşmiş eski çağ, karanlık ve Cumhuriyet gibi medya organları paralel saldırıda hakaret göreviyle tembihlenmişlerdir.

Ne kadar MHP hasmı, Milliyetçi-Ülkücü hazımsızı varsa paralel panayırda kendilerine ön sıralardan rezervasyon yaptırmışlardır.

Birbirlerine hiç benzemeyen, birbirlerinden hiç de hazzetmeyen çürük isimler, düşmanımın düşmanı dostum mantığıyla telaşla MHP’ye karşı icra edilen operasyon kuyruğuna girmişlerdir.

Bunlar kimi zaman Twitter silahşoru, kimi zaman kılıcı zayıf bedenine büyük gelen haçlı şövalyesi, kimi zaman da tenekeden demokrasi fedaisi kesilmişlerdir.

Ama hiçbiri paralel matruşkası, Pensilvanya süvarisi olduğunu gizleyememiştir.

Diren MHP diyenler, göle değil, tarlaya Gezi mayası çalmaya kalkışmışlardır.

Bu arada Panama tacirleriyle siyasi eskiler de paralel saldırıda yoklama kaçağı olmamak için hemen devreye girmişlerdir.

Geçtiğimiz Pazar günü tertemiz dava arkadaşlarım ve aziz milletim her şeyin iç yüzünü az çok görmüş ve öğrenmiştir.

Ankara’da malum “olağanüstü kurultaycılar kumpanyası” tarafından kamuoyuna hoşça vakit geçirtmeye ve sıcak haber oluşturmaya dönük bir orta oyun sergilenmiştir.

Bu oyun, Batı’daki “gezici” tiyatro örneklerine benzemekle birlikte karakterleri, daha çok Osmanlının direkler arası şenliklerinde boy gösteren Kavuklu ile Pişekâr tiplemelerini andırmaktadır.

“Gezi” Olaylarının da küçük bir kopyası, kötü bir taklidi niteliğindeki bu orta oyunu sırasında; kimisi kendini barikata bağlamış, kimisinin elleri tellere takılı kalmıştır.

 Kimi seçim otobüsü süsü verilmiş aracın üzerinde meddahlığa soyunmuş, kimisi de kendilerine hiçbir müdahalede bulunmayan güvenlik güçleri ve TOMA’ların önünde patlayan flaşlara pozlar vermiştir.

Acemi bir tuluatı andıran bu evlere şenlik çadır tiyatrosu açık havada sergilenmekle birlikte amacına ulaşmış; uçaklarına yetişemeyen vatandaşlarımız haricinde, seyirlik bir eğlenceye dönüşmüştür.

Bu anlattıklarım konunun mizahi tarafı olsa da gerçek budur.

Bir de meselenin Milliyetçi-Ülkücü Hareketi ilgilendiren ciddi tarafı vardır ki bunun üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir.

Şurası iyi bilinmelidir:

Bu bir genel başkanlık yarışı değildir.

Çünkü ne ortada bir MHP kurultayı vardır ne de genel başkanlık seçimi söz konusudur.

Pazar günü Ankara’da yaşananlar rezilliğin dik alası, kepazeliğin zirvesidir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareketi Gezivari provokasyonlarla kullanma çabasında olanlar baltayı taşa vurmuşlardır.

 Şahsi hırslarını yenemeyerek Ülküdaşlarımızı sokaklara, tarlalara düşürme gayretine girenler, şunu bilesinler ki, asla affedilmeyeceklerdir.

Adaylığa soyunanlardan birinin de itiraf ettiği gibi, tarlada kurultay yapılmaya kalkışılmış; ayrıca hazırun cetveli delege olmayanlara da imzalatılarak delegelerin büyük kısmı orada bulunuyormuş havası verilmek istenmiştir.

Milliyetçi-Ülkücü Harekette bir kutuplaşmaya, cepheleşmeye yol açabilecek bu tehlikeli girişimler alenen ateşle oynamaktır.

Buna kimsenin hakkı yoktur ve gereği neyse mutlaka yapılacaktır.

Diğer taraftan, zelil görüntüler sergilenerek MHP camiası kamuoyu nezdinde küçük düşürülmüştür.

Bu ayıp, 1 Kasım’dan beri haddi aşmış isimlerin yakasını bırakmayacak; bunun hesabını Milliyetçi-Ülkücü vicdan muhakkak surette soracaktır.

MHP’de bir genel başkan değişikliğinin yolu, yordamı ve adresi bellidir.

Zamanı geldiğinde olağan kurultay yapılacak ve genel başkan adayları huzura çıktığında delege iradesini ortaya koyacaktır.

Dahası Yargıtay henüz kararını vermemiştir.

Bırakalım Yargıtay kararını versin, bekleyelim hukuki işlem tamamlansın.

Nedir bu acele? Nereye yetişeceksiniz?

Peki, olağanüstü kurultay hukuken ve ahlaken imkânsızken, bu telaş niyedir?

Korsan miting ve eylemlere bu kutlu davanın muhterem mensupları hangi hakla çekilmiş, hangi amaçla alet edilmiştir?

MHP’yi karıştırma sözü kimlere verilmiş, ihaleyi kim dağıtmıştır?

Aziz Ülküdaşlarım, oyunu görünüz, tehlikenin artık farkına varınız.

İçimize sızmaya çalışan kiralık yüzlerin nereye varmak istediklerini Allah için anlayınız, vicdani tepkinizi gösteriniz.

Kendini barikata bağlayarak şov yapanlar boşuna çırpınmakta, beyhude heveslerle oyalanmaktadır.

Çaldıkları minareye kılıf hazırlamaları, ellerindeki mızrağı da çuvala sokmaları artık imkansızdır.

Unutulmasın ki, şehit mirası bu mukaddes davayı rezillikleriyle öğütmeyi aklından geçirenlere hiçbir zaman fırsat vermez, aksine davrananlarının da yanına bırakmayız.

Buna rağmen kendilerini davanın sahipleri, parti yönetimini, teşkilat mensuplarını işgalci gibi gösterenler ve bizi birbirimize düşürmekte ısrar edenler bilsinler ki:

Hayalleriyle oynanmak, safiyane duyguları istismar edilmek istenen Ülkücülerin de sabrının bir sonu vardır.

Zamanı geldiğinde, yakıtı okyanus ötesinden gönderilen bu kumpanyanın dağıtılması için gereken her hamle Tüzük ve yasalar çerçevesinde noksansız yapılacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Kırım Türklüğünün trajedisini 1944 isimli şarkısıyla anlatan ve Eurovision’da birinci olan değerli sanatçımız Cemile’yi kutluyor, Kırım Türklüğü için hayırlı olsun diyorum.

Ayrıca Spor Toto Süper Lig 2015-2016 sezonunda şampiyon olan Beşiktaş’ımızı bir taraftarı olarak tekrar tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.