Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 7 Kasım 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
7 Kasım 2017

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, sessiz milyonları hasretle kucaklıyor, ekranları başındaki aziz vatandaşlarıma sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

Türk milleti fazilet ve fedakârlık numunesi evlatları konusunda tarih boyunca talihli ve önü açık olmuştur.

İftiraya ve işgale uğrayan bir tarihi bütün ihtişamıyla diriltmek amacıyla her şeyi göze almış yüksek ahlaklı, yüce gönüllü şahsiyetlerin varlığı milletimizin her daim gurur kaynakları arasında yerini almıştır.

Vicdanının sesine kulak verip, tarihin ihtarlarına sadakat gösteren kahramanlar, bir yoklayış, bir çırpınış, bir arayış sonucunda üzerlerine düşen sorumlulukları farklı dönemlerde yerine getirmişlerdir.

Bu kahramanlar ki, yalçın bir irade, engin bir tecessüs, uyanık bir şuurla zorlukların üstüne üstüne gitmişler, sonunda da zafere ulaşmışlardır.

Kimi zamanlarda, bir geniş “ah” ile bir derin “eyvah” arasına sıkışmış aziz milletimize ümit aşılayan, hedef gösteren, yön veren, kurtuluşun iradesini yeşerten büyük insanlar tarihe mühür vurmuşlardır.

Bu büyük insanlardan birisi de hiç şüphe yok ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Vefatının üzerinden 79 uzun yıl geçmesine rağmen, aziz Atatürk hala özlemle andığımız, hala hayranlıkla anılarımızda taşıdığımız muktedir bir komutan, muazzez bir devlet adamı, muteber bir siyasetçidir.

O, cehaletin, sefaletin ve taassubun hüküm sürmesine karşı gelmiştir.

O, tahribata, teslimiyete, tavizkar anlayışlara karşı çıkmıştır.

Zora, zorbalara yok demiş; Hakk’a ve halka buyur etmiş, bitaraf değil, bir taraf olduğunu, hem de Türk milletinin yanında durduğunu bilatereddüt göstermiştir.

Başağın çıkması için tohumun çatlaması lazımdır.

İradenin canlanması için, sahibinin ayağa kalkması şarttır.

Kabuk kırılınca ya öz çıkacak, ya da ölüm olacaktır.

İşte tohumu çatlatan, irade sahibini ayağa kaldıran, kabuktaki özü fark edip imhayı durduran kurucu ve kurtarıcı kahramanlardır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk de kahramanlar sayfasına ismini altın harflerle yazdırmıştır.

Tahakkümün duvarlarını iskambilden şatolar gibi deviren milli ve meşru bir stratejisi vardı.

Milli ızdırapları bıçak gibi kesen azmi ve inanmışlığı vardı.

Milli arayışlara cevap üreten bir irade ve ilke gücü vardı.

Olayların akışına kapılan değil, istikamet çizen; pasif ve parçalı değil aktif bir şekilde gelişmelere müdahil olan bir müktesebat zenginliği, bir mizaç özelliği şahsında temerküz etmişti.

Bizzat demişti ki: “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine sadakat gerekir.”

Bu hafta karşılayacağımız 10 Kasım; bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’in daha iyi anlaşılıp, daha iyi kavranıp fikir ve eserlerinin her yönüyle tanıtılması açısından önemli ve tarihi bir eşiktir.

Harap olmuş bir ülkeyi, yorgun düşmüş bir milleti yeniden kuvvet haline getirmek onun marifeti, onun muzafferliğidir.

Önce vatan kurtarıp sonra devlet kuran milliyetçi bir mimar, milli bir mihverdir.

Milletimiz ve vicdan sahibi her insanımız aziz Atatürk’e müteşekkirdir.

O, vatanı parçalamaya yeltenenlere sur olan,

Türk milletinin maddi ve manevi varlığını çiğnemeye cüret edenlere dur diyen kutlu ve kutsal mücadeleye liderlik yaptı, nur olup istikbaldeki sisli ve gölgeli alanları aydınlattı.

Milletimizin içine gömüldüğü hareketsizliği, karamsarlığı, çaresizliği ve şaşkınlığı kolektif akılla tedavi edip, çağın stratejik boşluklarını dolduran ahlak ve adanmışlıkla tasfiyeye girişti ve bunda da çok şükür başarılı oldu.

Bağımlılığı elinin tersiyle itip manda ve himaye çabalarını tersledi, müstevli hesapları milletten aldığı güçle tepeledi, işgalcilerin tepelerine yıldırım gibi indi.

Diyordu ki; “Geçmişi ne kadar unutursak geleceği korumak o kadar zorlaşır.”

Gerçekten de mazinin kudretinden güç alıp geleceğin rotasını çizdi.

En büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni nice badireleri aşarak, nice bedelleri ödeyerek kurdu ve bizlere emanet etti.

Atatürk, tam bağımsızlıktır.

Atatürk, Cumhuriyettir, cumhurun ta kendisidir.

Ve de Atatürk Türk milletinin ortak değeridir.

Tarihten husumet çıkarmak için yarışanların, Milli Mücadele yıllarına kara çalmak için fırsat kollayanların Cumhuriyet’in miras ve ilkelerine tahammülsüzlükleri on yıllar içinde patolojik bir vaka halini almıştır.

Bu durum son derece hazin ve hüsran verici bir vakıadır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk isminden rahatsız olanların, aslında istiklal düşmanı, istikbal kaçkını oldukları aşikâr bir gerçektir.

Kendilerini Cumhuriyet bekçisi vehmeden ilkesizlerle, Cumhuriyet’i tehdit ve geçmişin inkârı gören istismarcılar aynı anda hem Atatürk’e hem de devletimizin kuruluş esaslarına olmadık zararlar vermişlerdir.

Türk milleti bu uçuk ve ucube kutuplaşmadan çok çekmiştir.

Büyük adamlar, uzun bir arayış ve gelişmenin son halkasıdır, ama son durak, son insan değillerdir.

Asırlar boyu ele ele veren bir sürü kuvvetin muhassalası, birçok tutkunun mahsulü büyük adamları ortaya çıkardığı gibi, toptaki barutu ateşleyen bir kapsül işlevi de görmektedir.

Gazi Mustafa Kemal, tarihin bir anında tesadüfen ortaya çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti keyfe keder, can sıkıntısından, hadi şimdi de böyle olsun diye kurulmuş bir devlet değildir.

Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’ne dil uzatmak, aziz Atatürk’e bühtanla saldırmak tarihe, ecdada, millete, mukadderata, muhteşem Türk asırlarına husumet ve hazımsızlıktır ki, bunun adı tam anlamıyla vatan hainliğidir.

Bilhassa son yıllarda, aziz Atatürk’ün özel hayatını kurcalayarak ağır ve ahlaksız sorgu ve yargılamalara teşebbüs edenlerin bayağı tavır ve ayağa düşmüş zihniyetleri dikkat çekicidir.

Muhterem ve merhume annesine bile iftira atan, her türlü rezil iddiayı değişik platformlarda diline dolayan güruhun varlığı bize göre utanç vericidir.

Atatürk düşmanlığına heves edenler, Sakarya’da Türk’ün süngüsüyle kalan tek dişleri de sökülmüş işgalcilerin bu çağdaki mirasçılarıdır.

Cumhuriyet’i bela görenler, Dumlupınar’da yere serilip İzmir’e kadar kaçan hayasızların müptelası olan köhne ve kirli şahsiyetlerdir.

Atatürk Türk’tür, Türk’ün Samsun’dan Ankara’ya kadar süren mücadelesinin kınından çıkmış kılıcıdır.

Biz, bir milleti kurtarmış, bu varlık içinden bir devlet çıkararak onurlu bir mevkie yükseltmiş bir kahramanının özel hayatıyla değil, fikirleriyle, eserleriyle ve mücadele yönetimiyle meşgulüz, onunla da övünürüz.

Dedikodu çarkını döndüren ilkellere tavsiyem, Atatürk’ün milli tarih şuurunu öğrenmeleridir.

Vatan ve millet sevgisini kendilerine örnek almalarıdır.

Hür yaşama arzusu, millet egemenliği, milli kültürün geliştirilmesi, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefini anlamalarıdır.

Bu mesajları çıkaramayanların veya çıkarmak istemeyenlerin ya millete mensubiyetlerinde devasa bir gedik ya da milli konularda alınların tam ortasına vurulan dev gibi bir çentik vardır.

Yıllardır millet varlığını, Cumhuriyet’in değerlerini aşındırmak için seferber olanların, bir türlü başaramayınca bunu ancak devletin kurucusunu gözden düşürerek yapmaya kalkışmaları izansızlık ve insafsızlıktır.

Biliyor ve inanıyoruz ki, altın çamura düşmekle pul olmaz, yiğit attan inince ona buna kul olmaz.

Hiçbir milletin, kendi geçmişine tek boyutlu bakarak, tarafsızlık adına veya objektif olma bahanesiyle acımasızca ve haksızca eleştirerek ve hatta karalayarak büyük ve onurlu bir geleceğe ulaşması düşünülemez.

Geçmişinden ilham ve güç almayan bir neslin yetişmesi de mümkün olamaz.

Kim ne derse desin, ne yazarsa yazsın, binlerce yıllık milli tarihimiz, hatasıyla sevabıyla, üzüntüsüyle sevinciyle, bozgunuyla zaferiyle bizim ceddimize aittir, bizim namusumuza tevdi, tamamı Türk varlığına tevzi edilmiştir.

Biz hatalardan sonuç çıkarır, başarılarla gururlanır, tarihten aldığımız ders, güç ve feyizle önümüze bakar, geleceğe yol alırız.

Son zamanlarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik yaygınlaşan ilginin, yoğunlaşan dikkat çekici sevgi, saygı ve sempatinin artarak devamını yürekten diliyorum.

Çünkü onun açtığı çığır, göstermiş olduğu ufuk, işaret ettiği milli hakikatler bizi her türlü düşmanlıktan, her türlü işgal ve ihanet girişiminden inanıyorum ki, muhafaza edecek rehber niteliğindedir.

Biliyor ve savunuyoruz ki, muhtaç olduğumuz kudret, aynen onun ifade ettiği gibi, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.

Ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüyle, “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” kararlılığını koruyup kollayarak gelecek kuşaklara ulaştırılması için üzerimize düşen ne varsa yerine getireceğimizi bir kez daha ilan ediyorum.

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözüyle devletimizin beka ve ebediliğini haykıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü önümüzdeki Cuma günü karşılayacağımız 79. vefat yıldönümünün öncesinde rahmetle, minnetle yad ediyorum.

Aziz anısının, muazzam eser ve hizmetlerinin sonsuza kadar yaşayıp yaşatılacağına içtenlikle inanıyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türk milleti aynı iman, aynı irade, aynı idealler etrafında küme küme, saf saf toplanmıştır.

Milletimiz görkemli ve göğüs kabartan bir medeniyetin varisidir.

Geçmişimiz zaferlerle doludur.

Fakat düşmanlıklar, düşmanca emeller de hiç eksik olmamıştır.

Milli ziyanın göz kamaştıran gücü, milliyetsiz zillete, melanet illete hamd olsun göz açtırmamış, şu güne kadar geçit de vermemiştir.

Bugün hangi sorunları konuşuyor, hangi komplo ve tuzaklara maruz kalıyorsak, biliniz ki kökü geçmiştedir, kaynağı eskiye dayanmaktadır.

Türk milletini teslim almak, kutsal topraklarında boğmak maksadıyla tüm imkânlarını seferber eden güçler, aslında tarihin intikamını almak için yanıp tutuşmaktadır.

Elbette teslimiyet idrak ve iradenin intiharı demektir.

Buna büyük Türk milleti asla izin vermeyecek, asla boyun eğmeyecektir.

Fert fert bedenlerimiz çiğnenmeden, tek tek çöküşümüz sağlanmadan Allah’ın izniyle soysuzlar kazanamayacak, günahkârlar sonuca ulaşamayacaktır.

İman ve milli asalet sahneden çekilmeden ihanet hâkimiyet kuramayacaktır.

Merhum fikir kaynağımız Ziya Gökalp, “Vatan uğruna hayatlar feda olunan mukaddes bir ülkedir” derken mühim bir noktaya temas etmiştir.

Biz mukaddesatımızın varlığı, devamlılığı ve güvenliği için baş koyduk, gerekirse de baş almaya, baş vermeye; ama asla baş eğmemeye ant içtik, ecdadımıza söz verdik.

Hiç kimse kem küm etmesin, eğip bükmesin, itiraz edip bahane üretmesin, Türkiye şu anda hedef ülkedir.

Haklı yere şikâyet etsek de, bölgesel ve küresel şiddetin tüm okları varlığımıza sabitlenmiş, bahtımıza kilitlenmiştir.

İç ve dış odaklar faaldir, tutunduğumuz zemini ittifakla kaydırmak, bulunduğumuz alanı insafsızca kapatmak için fitne ve fesat yaymaktadırlar.

Siyasi operasyonlar; döviz, faiz ve borsa oyunları, terör eylemleri, darbe teşebbüsleri, karalama ve itibarsızlaştırma hamleleri peşpeşe, birbirine eklemlenerek ortaya çıkmaktadır.

Bugün aslında kavgaların en çetiniyle, saldırganlıkların en vahşisiyle, tehlikelerin en vahimiyle karşı karşıya olduğumuzu herkesin görmesinde yarar vardır.

Türkiye üst düzeyde bir beka mücadelesi vermektedir.

Ve bu bir vehim, bir hayal, bir kuruntu değildir.

Türkiye ne zaman kıpırdasa, ne zaman doğrulup sorun ve sıkıntılarının çözümü için inisiyatif alsa ya bir kriz ya da bir kaos anında tetiklenmektedir.

Nitekim milli birlik ve kardeşlik ruhunu sabote etmek için kuyruğa girmiş karanlık çevreler, ülkemizin diriliş ve yükseliş gayesinden her zaman ürkmüşler, zaman geçirmeden başımıza üşüşmüşlerdir.

İşler düzelmeye başlasa, bozguncular gecikmeden devreye girmişlerdir.

İleri, daha da ileri gidelim desek, hep bir engel çıkaran, hep bir çengel atan görülmüştür.

Huzurun vekâleti olmaz.

İstiklalin velayeti olmaz.

İhanetin vedası olmaz.

Dost gibi görünen düşmanların vefası ise hiç olmaz, olmamıştır.

Biz ecdadımızdan öğrendik ki, mücadele mücahedenin yekûnudur.

Mücadele varsa, umut vardır.

Mücadele varsa, gelecek vardır.

Mücadele varsa, öyle ki, bir de şuurluysa, melun heves ve hedeflerin başarı şansı yoktur, bugüne kadar da olmamıştır.

Türkiye, terörizmin kanlı saldırılarıyla uzunca bir süredir muhataptır.

Katiller öldürdükçe pes edeceğimizi düşünüyorlar.

Korkacağımızı, kaçacağımızı, zelil dayatmalara tamam diyeceğimizi sanıyorlar.

Bilmiyorlar veya bilinsin istemiyorlar ki, Türk milleti kahramandır, korkakça yaşamaktansa kahramanca ölüme dünden razıdır.

Nasıl ki, sirkeden şeker olmazsa, korkaktan da kahraman çıkmaz, çıkmamıştır, çıkmayacaktır.

Irmak içinde kuru kerpiç, gübrede misk koku aranamayacağına göre, terörle mücadelede de kesinti, ağırdan alma, kafa karışıklığı, sistem ve strateji yanlışlığı olamayacak, şu günkü tabloda aransa bile bulunamayacaktır.

Terörizm kanalıyla Türkiye’yi tehdit eden, diyet isteyen, bedel ödetmek için her yolu deneyen ülke ve mihraklar, kalemizi düşüremeyecekler, kalemimizi kıramayacaklar, kaderimize ambargo koyamayacaklardır.

Dövene elsiz durmayacağız.

Sövene dilsiz kalmayacağız.

Vurana tepkisiz olmayacağız.

Maalesef ki, geçen hafta hainler bir kez daha başlarını kaldırmışlar, yeniden Türkiye’ye, Türk milletine saldırmışlardır.

Teröristler aldıkları alçak emirlerin gereğini tekraren yapmışlardır.

2 Kasım 2017 tarihi sabah saatlerinde, Hakkari Şemdinli ilçesi Ortaklar bölgesinde, sisli ve kötü hava şartlarından istifade eden PKK’lı caniler vatan evlatlarına saldırmış, 7’si asker, 2’si korucu olmak üzere 9 evladımızı şehit etmişlerdir.

Mehmetlerimiz al bayrak inmesin, ezan susmasın, vatan bölünmesin diye fani bedenlerini feda etmişlerdir.

Zonguldak’tan Kırşehir’e; Isparta’dan Samsun’a; Bursa’dan Hatay’a; Bolu’dan Manisa’ya; Bingöl’den Hakkari’ye kadar Türk milleti şehit naaşlarını omuzlarda taşıyarak kahramanlarını dua ve tekbirlerle ebediyete uğurlamıştır.

3 Kasım 2017 tarihinde, PKK’nın sözde gençlik yapılanması YPS’ye karşı Diyarbakır Kayapınar ilçesinde düzenlenen operasyonda 1 polisimiz şehit, 9 polisimiz de yaralanmıştır.

Bu vesileyle tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine, silah ve mesai arkadaşlarıyla birlikte milletimize sabır ve başsağlığı niyaz ediyorum.

Yaralı kardeşlerimize şifalar diliyorum.

Diyarbakır’da şehit düşen Özel Hareket Polisimiz Ahmet Alp Taşdemir’in Manisa Salihli ilçesindeki cenaze merasimi hakikaten ibret verici sözlere, ders niteliğinde manevi duruşa şahitlik etmiştir.

Şehidimizin eşi Yeşim Taşdemir gözyaşları içinde tabuta sarılırken, küçük kızı Esma tabutu okşamıştır.

Cenaze namazını ise aynı zamanda imam olan muhterem babası İbrahim Taşdemir kıldırmıştır.

Baba İbrahim Taşdemir namazdan sonra herkesin yüreğine oturan, duyan herkesi titreten şu sözleri haykırmıştır:

“Hilal, ezan, bayrak inşallah bu necip milletin omuzlarında yücelmeye devam edecek. Doğduğunda bizi şereflendirmişti; şehit oldu, şehadetiyle bizi şereflendirdi. Bunun için Rabbimin hükmüne boyun eğdim. Hiç şikayetim yok. Rabbimiz’den gelen başım gözüm üstüne. Vatanımız sağolsun. Allah bu millete zeval vermesin.”

Elbette bu duaya sonuna kadar amin diyor, böyle babalarla, böylesi metanet ve asalet zirvesi babaların kahraman evlatlarıyla hayatımız boyunca iftihar edeceğimizi gür ve güçlü bir şekilde açıklıyorum.

Türk milletinin gerçek kudreti, hakiki potansiyeli bu asil söz ve imanlı kalplerde saklıdır.

Allah şehitlerimizin şehadetini kabul buyursun.

Allah şehit analarından, şehit babalarından, şehit eşlerinden, şehit yavrularından her daim razı olsun.

Asker kınası deyip geçmeyin, kıyamete kadar silinmez.

Kurşun izi deyip geçmeyin, ebediyete kadar kapanıp gitmez.

Vatan mücadelesinin meşalesi yanıyor deyip geçmeyin, sonsuza kadar sönmez.

Geceleri yıldız kaydı deyip geçmeyin, fidanlarımız yere kapanıp bitti saymayın, hele onlara öldü hiç demeyin; çünkü onlar ölmedi, yaşıyor, bunu yalnızca biz göremiyoruz, buna inanın.

Şehit ve gazilerimizin hatıraları milli haysiyetimize, milli şerefimize emanettir.

Emanete leke sürdürülmeyecektir.

Leke sürmeye kalkanların da elleri kırılmalı, kafaları ezilmelidir.

Bakınız, geçtiğimiz hafta sonu, Ankara-Eskişehir karayolunda duyan ve gören herkesi helak eden, hüsrana iten bir olay yaşanmıştır.

Sol bacağını kullanamayan bir gazimiz, yanında eşi, iki yaşındaki yavrusu, yine belden aşağısı tutmayan bir gazimiz ve onun ailesiyle seyahat halindeyken, yol verdin vermedin tartışması sonucunda şehir eşkıyalarının, şehir magandalarının saldırısına uğramıştır.

Gazilerimiz 6 gözü dönmüş alçak tarafından darp edilmişlerdir.

Bu olayı lanetliyor, saldırgan suçluların savunmasız gazilerimize vurmanın ne demek olduğunu, bunun sonuçlarının neler olacağını burunlarından fitil fitil gelesiye kadar yaşayıp görmelerini tez elden bekliyorum.

Gazilerimize el kaldıran, tekme sallayan, küfür ve hakaret yağdıran bu iğrenç mahluklar doğduklarına pişman edilmeli, ağır ve acımasız bir şekilde cezalandırılmalıdır.

Sürecin takipçisi olacağımızı, bu namertlerin peşinin bırakılmamasını yürekten temenni ediyor, bunu bekliyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Şehitlerimizin hesabı mutlaka sorulacaktır ve de karadan, havadan yağdırılan ateşler göstermektir ki, azimle sorulmaktadır.

Teröristler nerede iseler bulunup yok edilmektedir.

Caniler çürümüş ceset, şehitler ise canlı cesaret timsalleridir.

Türk devleti kiralık cellatların, kandan nemalanan vampirlerin hakkından gelecek yüreğe, beceriye, kadroya, akıl ve inanmışlığa sahiptir.

Son bir hafta içinde 80 terörist imha edilmiştir.

Kandil’de fotoğraf verip AKP-MHP faşizminden bahseden lider kadrosunun da sonu yakındır, aksini düşünmek akıl ve ahlak iflasıdır.

Bu vatanının aşını yiyip, suyunu içen; sonra da dönüp ihanet eden, vatan evlatlarına kast eden azılı katiller, öyle ya da böyle helal kurşunu da mutlaka yiyeceklerdir.

Bu vatan, bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur.

Tarihi geriye döndürmek istense bile mümkün değildir.

Bu iş bitmiş, sayfa kapanmış, perde inmiştir.

Bu topraklar Türk vatanıdır, üzerinde yaşayan muazzam beşeri varlık Türk milletidir.

Türk milleti, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde bir maddi ve manevi bağ ile birleşmiştir.

Bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve coşkularımız olmuştur.

Bizi bugüne getiren kökenimiz, doğduğumuz yöre, muhterem anamızın dili, ruhumuzu teslim ettiğimiz yer neresi olursa olsun, bizim adımız Türk milletidir.

Son ikiyüz yılda bu coğrafyada oynanan oyunların tamamı bu tertemiz ve soylu milleti Anadolu’dan göndermek üzerine kurgulanmıştır.

Türk milletinin, üç kıtadaki varlığını hazmedemeyen Haçlı zihniyetinin Türk ve İslam cihan devleti için ne düşündüğünü milli tarih okuyan herkes bilecektir.

Türkleri Anadolu’dan atmak hayali, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir hedeftir.

Bu hedefin maşaları, PKK’sından FETÖ’süne, DHKP-C’sinden PYD, YPG, IŞİD’ine kadar tüm terör örgütleridir.

Güçlü olduğumuzda boyun eğenler, gücümüz tükendiğinde hemen sindikleri yerden doğrulmuşlardır.  

Bir sır gibi taşıdıkları hain amaçları gerçekleştirmenin yollarını her fırsatta aramışlardır.

Çanakkale savaşı, son yaşama alanımız olan Anadolu’ya sığındığımız şehadet, göç ve acılarla dolu yürek yaralayıcı bir tablo içinde gerçekleşmiştir.

Aziz milletimiz, altı asırlık hükümranlığının sonucunda, Anadolu topraklarına, asli unsurun ocağına dönmüştür.

Bu tarihten sonra, büyük Türk milleti için dönülecek başka toprak parçası, gidilecek başka göç güzergâhı ve verilecek başka vatan köşesi de kalmamıştır.

Anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekenlere tekrarlıyorum:

Burasının adı Türkiye’dir, milletinin adı ise Türk milletidir.

Ya, bu topraklar ve üzerinde yaşayan millet bir ve bütün tutulacaktır, ya da Türk milleti Anadolu’dan atılacak ve tarihten silinecektir.

Ya bir olacağız, ya da birer birer yerimizden yurdumuzdan yuvamızdan olacağız.

Bir yanda Türk milleti, diğer yanda yedi düvel, yani karşımızdaki seçenek ikidir.

Etnik ve mezhep ayrımcılığını körükleyenler cevap versin; Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadar hangi kökenden gelene menşeini sormuş ve ayrımcı muamele etmiştir?

Kucaklayıcı ve konuksever gönlüne sığınmak isteyen hangi topluluğu reddetmiş, hangisini aşağılamıştır?

Kim ülkemizde kökeni nedeniyle, anasının dili nedeniyle, yönetime, siyasete, ticarete, idareye, memuriyete, bürokrasiye giremediğini iddia edebilir?

Kim cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, general, profesör, vali, bürokrat ve büyükelçi olamayacağını söyleyebilir?

Değerli Arkadaşlarım, bugün ülkemizi yöneten kadrolara baktığınızda devletimizin ve milletimizin nasıl haksız bir ithamla karşı karşıya bulunduğunu anlayabilirsiniz.

Özellikle belirtmek istiyorum:

İşte bu yüce Meclis çatısı altında ve hükümet bünyesinde yer alan arkadaşlarımıza lütfen bakınız.

Fikirlerine katılmayız, düşüncelerini benimsemeyiz, ama aileleriyle de doğdukları yörelerle de iftihar ederiz. Hepsi milletimizin evlatlarıdır.

Bu noktaya ulaşmakta özel zorluklar yaşamış olabilirler. Bunlar ülkemin kimlik değil, her vatan evladının maruz kaldığı genel sosyo-ekonomik sorunlarıdır.

Ama herkes için açık olan yolda yarışa katılıp öne çıktılar ve bu en yüksek millet eserinin üyesi olma şerefini taşıyorlar.

Bu yörelerden gelen sayın üyelere hayatın her alanında kapı açan bir devlet ve hukuk sistemi, neden birilerini dağa çıkmaya sevk etmiş olsun?

Aksini iddia edenler neye ve kimlere hizmet etmektedir?

Bizden çözüm isteniyorsa, işte bizim çözüm önerimiz, daha önce de dile getirdiğim gibi, aynısıyla şudur:

1 -     Yurt içinde ve yurt dışındaki bütün teröristler silahları ile birlikte teslim olmalıdır.

2 -     Tamamı Türk adaletine hesap vermeli ve verilecek hükme rıza göstermelidir.

Hükümetin de ilk görevi tamamını teslim alıp, adaletin önüne yaka paça çıkartmak, bu mümkün olmuyorsa mücadelenin doğası kapsamında gereğini eksiksiz yapmaktır.

Bu süreçte devletin yanındayız.

Seçilmiş hükümetin destekçisiyiz.

Kahraman asker ve polislerimizin de hilafsız arkasındayız.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

31 Ekim günü, ABD’nin New York şehrinde meydana gelen bir terör saldırısı, dikkatleri bu ülkeye yeniden çevirmiştir.

Dünya Ticaret Merkezi yakınlarındaki bir bisiklet yoluna kullandığı kamyonetle tersten giren bir terörist, araçtan inerek çevreye ateş açmış, 8 kişinin ölümüne, 15 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur.

Bu terör saldırısını şiddetle kınadığımı özellikle belirtmek istiyorum.

6 Kasım Pazar günü de, Teksas eyaletinde bir kilisede meydana gelen silahlı saldırıda yaşları 5 ile 72 arasında değişen 26 kişi hayatını kaybetmiş, 20 kişi de yaralanmıştır.

ABD Başkanı Trump, saldırganın akıl sağlığının yerinde olmadığını açıklamıştır.

Bu menfur hadiselerden dolayı ABD halkına taziyelerimi bildiriyorum.

İster terör saldırısı olsun, isterse de farklı bir gaye ve nedeni olsun, masumların canına kast etmek her ülkede, her coğrafyada cinayettir.

Biz ABD’de belirli aralıklarla vasat bulan terörist saldırılardan veya bir başka sebepten kaynaklanan vahşi eylemlerden elbette üzüntü duyuyoruz.

Ancak ahlaki tutarlılık gereğince aynı tavır ve vicdanlı yaklaşımı ABD’den de beklemenin en tabii hakkımız olduğuna inanıyoruz.

İnsanlık terörün acı ve kanlı yüzünü sık sık görmektedir. Bunu herkes gibi biz de biliyor ve hatta yaşıyoruz.

ABD’nin terörizmden şikâyet ederken, teröristlerden yakınırken, menhus ve müessir saldırılardan dert yanarken durumunu gözden geçirmesinin zorunluluk olduğunu düşünüyoruz.

Bir ülkenin teknik ve ekonomik olarak ilerlemesi, sosyal ve ahlaki bakımdan ileri olduğuna delil teşkil etmez.

ABD, madem terörizmi tehdit görmektedir, 11 Eylül’den bugüne madem terör örgütleriyle savaş halindedir, o halde 2 Kasım günü Hakkari Şemdinli’de, sınırın sıfır noktasında vatan evlatlarımızı şehit eden canilerin kullandığı silahların ABD menşeli çıkmasını nasıl izah edecektir?

PKK’nın elinde ABD yapımı ağır silahların ne işi vardır?

Mehmetler şehit düşerken bir şey olmuyor da, hans, john, Sam ölürken mi kıyamet kopuyor, o zaman mı insanlık ve insani değerler hatırlanıyor?

New York’ta saldırı olunca ayağa kalkıyorlar, Washington’a namlunun ucu değince dünya sallanıyor; ne var ki Hakkari’de, Şırnak’ta, İstanbul’da, Şam’da, Bağdat’ta, Kerkük’te katliamlar yaşanırken kimseden çıt çıkmıyor, ses gelmiyor, tepki duyulmuyor.

Bu mudur medeniyetiniz?

Bu mudur demokrasi ve insan haklarından anladığınız?

Bu mudur gelişmişliğinizin ölçüsü, zenginliğinizin övüncü?

Buysa eğer, diyeceğim odur ki, yere batsın medeniyet algınız, yere çakılsın demokrasi ve gelişmişlik anlayışınız.

ABD’nin terörizmden canı yanıyorsa, sormazlar mı, koltuğa kurulunca hacıyım hocayım diye böbürlenen, ama soyununca koltuğunun altından haç çıkan, haçlı boyası akan FETÖ’cüler ne arıyor, ne geziyor Pensilvanya’da?

PYD-YPG-PKK’ya silah veriyorsunuz, Mehmetlerin şehadetine hizmet ediyorsunuz, dönüp 250 şehidin katili terörist başı Gülen’i Pensilvanya’daki yüzlerce dönümlük çiftliğinde bakım ve korumalığını yapıyorsunuz.

Bu ne yüzsüzlüktür?

Bu nasıl bir skandaldır?

Bu ülkeye Hz. Mevlana’nın bir sözünü hatırlatıyorum: “Kimle gezdiğinize, kimle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Çünkü bülbül güle, karga çöplüğe götürür.”

ABD, Türkiye düşmanlarıyla al gülüm ver gülüm içindedir ve çöplüğe doğru gitmektedir.

Ata et, ite ot vermekle vakit geçirmektedir.

Yalanlarla oyalanmakta, Türkiye muhaliflerinin eline su dökmekle meşguldür.

ABD ve Avrupa FETÖ’nün avukatlığına taliptir.

Çünkü gerçekler belli olursa suç ortaklığı gün gibi ortaya çıkacaktır.

ABD suçluları, hainleri, darbecileri görmezden gelmektedir.

Ne var ki, asıl suçlu, asıl katil, asıl hunhar suikastçı Pensilvanya’dadır, ama ne gören, ne de görmeye heves eden vardır.

Gülen Türkiye’ye neden iade edilmemektedir?

ABD ülkemizin taleplerini niçin kulak ardı etmektedir?

Biz bunu nasıl okuyalım, nasıl yorumlayalım?

Bölgemizde her taşın altından ABD çıkmaktadır.

Lübnan Başbakanı, Saad El Hariri geçtiğimiz günlerde Riyad ziyareti esnasında, İran ve Hizbullah’ı sert bir şekilde hedef aldıktan sonra suikast iddialarını bahane ederek istifa etmiştir.

2005’te öldürülen babasının akıbetinden korkmuştur.

4 Kasım’da Yemen Riyat’a füze fırlatmıştır.

İki ülke arasında gerilim doruktadır.

Suudi Arabistan’da süren ve gün geçtikçe yaygınlaşan mıntıka temizliğiyle; aralarında bazı prenslerin, eski ve yeni bakanların, işadamlarının olduğu çok sayıda kişi tutuklanmıştır.

Şaibeli helikopter kazalarında prensler can vermektedir.

Eski hâkimiyet havzalarımız kaynamakta, istikrarsızlık kamçılanmaktadır.

Ve ABD Suudi Arabistan’a destek vermektedir.

Ancak aynı desteği, Türkiye’den esirgemiştir.

Terörle yatmış, kör kalkmıştır.

Unutulmasın ki, terör, terörle yok edilemeyecektir.

Bunun örneği dünya üzerinde görülmemiştir.

Vahşetin çözümü vahşilikte aranamaz, aransa da bulunamaz.

Terör konusunda çivi çiviyi sökmez, iki yanlış bir doğru etmez.

İnsanlık suçu, hiçbir art niyetli devlet ve muhasım güç tarafından örtülemez.

Terör örgütlerinin hiçbir girişimi meşru kabul edilemez.

2016 yılında, dünya genelinde savaş ekonomisine aktarılan paranın 1 trilyon 686 milyar dolar olduğu, bunun da yüzde 70’nin BM Güvenlik Konseyi’nin Daimi üyelerinin kasalarına gittiği yapılan son araştırmalarla belli olmuştur.

Biliniz ki, kulun hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır.

Ve zafer inananların, insanca yaşamaya karar vermişlerin, bir ve beraber kalarak zalimlere meydan okuyan büyük Türk milletinin olacaktır.

Terörü politik araç olarak görenlerin tuttukları paslı silah ters tepecek, bumerang gibi günü geldiğinde kendilerini vuracaktır.

Terörizm yanı başımızda devletleşir, ihanet koridoru Akdeniz’e ulaşırsa Ankara’nın kuşatması tamamlanmış olacaktır. Hesap budur.

Terör örgütlerine bu çerçevede silah verilmekte, yıkımın temeli atılmakta, Türkiye rehin alınmak istenmektedir. Plan budur.

Buna izin vermeyeceğiz, buna sessiz kalmayacağız.

PKK-PYD-YPG’yi muhafaza altına alma emeli güdenlerin hevesleri boşunadır.

Sınırlarımızın ötesinde oluşturulmak istenilen terör kuşağına Türkiye müsaade etmeyecektir.

Bu habis senaryonun arkasında gizlenen projeleri de asla kabullenmeyecektir.

Bizi kimse sindiremez.

Bize kimse diş geçiremez.

Türk milletine tehdit sökmez, tuzak işlemez.

Şayet birileri yeniden haçlı seferi dalgası yaratmak istiyorsa, unutmasınlar ki Kılıçarslan’ın torunları hala hayattadır.

Türklük şuurunun İslam ahlak ve faziletiyle kemikleşmiş iradesi ilk günkü heyecanıyla hüküm sürmektedir.

Türk milletinin kuşatmaları yarmakta, kirli ve sinsi oyunları bozmakta usta olduğunu muhataplarına Gazi Meclis’ten haykırmak, ayaklarını denk almalarını ikazla hatırlatmak boynumuzun borcudur. 

Bu haftaki konuşmama son verirken, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirlerimizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, başarılarla ve esenlik dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun var olun.