Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Sayın İsmet BÜYÜKATAMAN’ın, “10 Aralık İnsan Hakları Günü” münasebetiyle yaptığı yazılı basın açıklaması. 10 Aralık 2019
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Sayın İsmet BÜYÜKATAMAN’ın,
“10 Aralık İnsan Hakları Günü” münasebetiyle yaptığı yazılı basın açıklaması.
10 Aralık 2019

 

Batı’nın bitmek tükenmek bilmeyen maddi hırslarının neticesinde 28 Temmuz 1917 tarihinde patlak veren ve dört yıl üç ay on bir gün süren I. Dünya Savaşı nihayete erdiğinde yarısına yakını sivil olmak üzere yaklaşık 19 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Vahşi Batı 19 milyon insanın kanıyla doymamıştır. 1 Ekim 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan ve 2 Eylül 1945’te son bulan 2. Dünya Savaşı boyunca çoğu sivil olmak üzere en az 60 milyon insan ölmüştür. Bu korkunç savaşlarda verilen milyonlarca kaybın dışında cephe gerisinde yaşanan acılar, açlık, sefalet insanlığın en büyük utanç vesikalarıdır.

  Kendi sınırları dışındakileri barbar, vahşi olarak nitelemeyi tarihî bir huy edinen Batı’nın gerçek yüzünü merhum Âkif, “Çanakkale Şehitlerine” isimli şiirinde tafsilatlı bir şekilde betimlediği gibi “İstiklal Marşı”mızda da bu “tek dişi kalmış canavar”ı lanetlemiştir.

  Dünyayı sömürgeleştirmeye çalışan devletlerin, insanlığın sonunu getirecek vahşetine dur demek adına 24 Eylül 1945 tarihinde “adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği tüm ülkelere sağlama” hedefiyle “Birleşmiş Milletler” kurulmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 tarihinde “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni ilan etmek suretiyle insanlığın acılarının son bulması için önemli bir adım atmıştır. Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı 48 ülke oylamada olumlu oy kullanırken “Sovyetler Birliği, Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Güney Afrika Birliği ve Suudi Arabistan”ın farklı sebeplerle çekimser oy kullandığını da hatırlatmakta fayda vardır.

  Dünyanın huzurunu sağlayan, dünyayı adaletle yöneten büyük Türk milletinin zor zamanlarını kollayan Avrupa, bulduğu her fırsatta dünyayı kan gölüne çevirmekten bir an olsun geri durmamıştır.

   Amaçsız savaşlarda yaşam hakkı ellerinden alınan insanların uzun yıllar verdiği mücadelelerin neticesinde imzalanmak zorunda kalınan “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nde yer alan maddelere ülkelerin riayet edip etmediği ise daima tartışmalara konu olmuştur. Geçen 71 yılda dünyayı yaşanmaz kılmayı amaç edinmiş bulunan devletlerin zulümden vazgeçtiğine dair bir emare görülmemiştir. Beyannamede yer alan hakların yalnızca kendi ülkelerinde yaşamasına hassasiyet gösteren ikiyüzlü medeni(!) dünyanın insan algısı, sadece kendi dindaşları ile sınırlı gözükmektedir. Dün kendilerinden olmayanı barbar olarak niteleyip bunların canını, kanını ve malını helal gören anlayış, bugün kendi sınırları dışındakileri insan olarak dahi görmemektedir.

  Türk milletini hedef alan PKK-PYD-YPG ve FETÖ terör örgütlerinin eli kanlı ve zihniyeti bozuk teröristlerini Türkiye aleyhine kullanmak üzere ülkelerinde ağırlayan, bunlarla birlikte askerî, ekonomik ve siyasi birliktelik kurmaktan çekinmeyenler, kendi ülkelerinde mantar silahı patlatan Müslüman çocuklarını terörist ilan etmektedir.

Türk ordusunun DEAŞ denilen katil sürüsüne, YPG denilen bebek katillerine karşı operasyon düzenlemesini dünyaya insanlık suçu olarak gösterme gayretinde olanlar;  kendi vatandaşı olan teröristlerin iadesine dahi tahammül edememektedir.

Dün Türkiye’nin PKK terörüyle mücadelesini elinde hiçbir somut örnek olmadığı hâlde “insan hakları” ihlali iddiası ile sekteye uğratmaya çalışanlar; 15 Temmuz 2016’dan beri bazen doğrudan kendileri bazen de içimizdeki maşaları aracılığıyla hain darbe teşebbüsüne karşı verilen mücadeleyi “insan hakları” ihlali olarak gösterme gayretindedir. Dünün “bombacı”ları, bugün “pompacı” olarak aklanmak istenmektedir.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde neredeyse her gün Türk ve İslam karşıtı faşist bir saldırı yaşanmaktadır. Türkler evlerinde diri diri yakılmakta, Müslümanlar camilerde otomatik silahlarla taranmaktadır. Türk ve Müslümanları hedef alan bu saldırılar dünya tarafından bir meczubun bireysel eylemi olarak sunulurken İslam, terörizmin kaynağı olarak görülmektedir. Çin’in Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği vahşet sıradanlaşmıştır. Önceleri kan gölü olarak ifade ettiğimiz Orta Doğu’da bugün kan okyanusundan söz etmek mümkündür. Afrika’daki acının kaynağı tüm dünya tarafından malumdur. Dünya üzerindeki katliamları değil bu satırlara ciltlerce kitaba sığmayacak kadar çoktur.

Filistin’de katledilen mazlum Filistinlilerin suçlu olarak gösterilmesi ucubeliğine şimdi de Sırplar tarafından en adi işkencelere, insanlık dışı muamelelere maruz kalan Boşnak kardeşlerimiz muhatap olmuştur. Sırp kasabı Miloseviç’i masum, katledilen Müslümanları suçlu gösterme hadsizliğinde bulunan Avusturyalı yazara Nobel edebiyat ödülü vermeye kalkan İsveç Kraliyet Akademisi, Avrupa’nın bilinçaltını yansıtmaktadır. Müslümanların uğradığı insanlık dışı muameleyi ve katliamı yücelten bir akıl hastasına “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin kabul edilişinin yıl dönümünde ödül vermeyi planlayan Batı, insanlıktan nasibini almadığını bir kez daha ispatlamıştır. Kendilerine tavsiyemiz bu katliam övücüye “ödül olarak 1 milyon dolar değil, 1 milyon kurşun vermeleridir.

Bilge Kağan’ın ölümsüz taşa kazıttığı “Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim, yoksul milleti zengin kıldım.” ifadeleri, Osmanlı Devleti’nin manevi mimarı Şeyh Edebalı’nın “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” nasihati insana bakışın, insan haklarının şahikasıdır.

Millî kültürümüz, tarihin her döneminde düşkünlere, kimsesizlere, çaresizlere, fakirlere, yetimlere ve yaşlılara sahipsiz çıkıldığını göstermektedir. Bunların toplumdan asla dışlanmadıklarını, hor görülmediklerini kaydetmektedir.

Ecdadımız gittiği her yere yetimhaneler, imarethaneler, aşevleri, bakımevleri, yetiştirme yurtları, yollar, vakıflar, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, okullar, camiler yapmıştır. Bu tarihî ve kültürel eserler sönmeyen meşale gibi üç kıtada hâlâ yanmaktadır. Türk’ün hâkimiyet sahası dışındaki bölgeleri yönetenlerin, insana henüz insan nazarıyla bakmadığı çağlarda ecdadımız; 21. yüzyılda dahi şahit olamadığımız hakları vermiş, hizmetleri götürmüştür.

Türk ve İslam dünyası zalimlerin reva gördüğü zulümlere muhatap olmaktadır. Sözde medeni milletlerin ayakları altında var olma mücadelesi veren toplumlar geçmişin güzel günlerinin özlemiyle bir kurtarıcı beklemektedir. Mazlum coğrafyaların umudu olan büyük Türk milleti, tarihin kendisine yüklediği; adaleti, insanlığın huzurunu sağlama sorumluluğunu yerine getirmek için ant içmiştir.

Bu duygu ve düşüncelerle “insanlara hürriyet, milletlere istiklal” şiarıyla “10 Aralık İnsan Hakları Günü”nünde başta Türk ve İslâm dünyasında olmak üzere insanlığın uğradığı tüm zulümlerin son bulmasını temenni ediyorum.