Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 20 Ekim 2020
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 
20 Ekim 2020



 

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

Bu vesileyle bütün vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Türk-İslam coğrafyasında hayat ve haysiyet mücadelesi veren kardeşlerime en halisane selamlarımı iletiyorum.

İlkel dönemlerden uygarlık çağlarına kadar insanın en temel ihtiyaçları esasen hiç değişmemiştir.

Muhtemelen bundan sonra da değişmeyecektir.

Her çağda insanın barınma, beslenme ve güvenlik talepleri en temel, en acil, en mühim gündem başlığı olmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi bu yakın ve yalın gerçeği tüm boyutlarıyla kavramış; insanımızın huzuru, güvenliği ve ekonomik refahı konusunda yarım asırdır samimiyetle mücadele etmiştir.

“Dik baş, tok karın, mutlu yarın” vazgeçilmez hedefimizdir.

Muhannete muhtaçlığı reddeden her insanımız ekmeğinin peşindedir.

Bize göre verilen emeğin, dökülen alın terinin cümle mükâfatı onurlu kazanç, bağımsız hayat, huzurlu gelecektir.

Ekonomik adalet, ekonomik güvenlik, ekonomik eşitlik insan olmanın, insanca yaşamanın vazgeçilmez önşartıdır.

Türkiye ekonomisi üzerinde spekülasyon yapan, ganimet avcılığına soyunan, devamlı karamsar senaryolar yazan hastalıklı ruhlar elbette partimizin duruşunu ve tutumunu idrak edemeyeceklerdir.

İdrak için insani değerlere hürmet lazımdır.

İdrak için ihanete ve işbirlikçiliğe sırt çevirmek mutlak olmalıdır.

Geçen hafta, İstanbul Ticaret Odası’nda alınan bir karar doğrultusunda, ekmeğin kilogram fiyatı 6,25 liradan 7,50 liraya yükseltilmiştir.

Bu kapsamda 200 gram ekmek 1,25 liradan 1,50 liraya, 240 gram ekmek de 1,50 liradan 1,75 liraya ulaşmıştır.

Un fiyatlarındaki artışların ekmeğe de yansıdığı ifade edilmiştir.

Bu durum karşısında parti olarak, özellikle İstanbul’da “Askıda Ekmek Kampanyası”nı başlatıp dar ve orta gelirli vatandaşlarımıza gücümüz nispetinde, onları incitmeden, izzet-i nefislerini zedelemeden destek olmaya, destek vermeye gayret ettik.

Bir elin verdiğini diğer elin görmemesine özen gösterdik.

Türk milletinin asırlardır benimseyip bir bayrak gibi taşıdığı geleneksel yardımlaşma duygusunun alicenaplıklarını sergilemeye çalıştık.

Hz.Peygamber’in, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyruğu gereğince kararımızı ve tavrımızı oluşturduk.

Kaldı ki, ekmek fiyatlarının zamlandığı başka dönemlerde de, mesela 6 Ekim 2012 yılında Samsun İlkadım ilçesinde olduğu gibi, Askıda Ekmek Kampanyamızı vicdani sorumluluk anlayışıyla, dayanışma ve yardımlaşma ahlakıyla ilan edip vatandaşlarımızla buluşturmuştuk.

O tarihlerde kendisine bile devası olmayan şahıs ekonomiden sorumlu bakanlık görevini icra ediyordu.

İnançlarımız ne diyorsa onu yaptık, yapmaya da devam edeceğiz.

Askıda Ekmek Kampanyası siyasal bir tepki veya eleştiri değil, manevi bir görevi ifa hassasiyeti, kardeşliği, hatırlamayı, paylaşmayı ve kader ortaklığını ifade hasbiliğidir.

Biliyoruz ki, bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.

 

Vatandaşlarımızın evinde ne piştiğini, sofraya neyin koyulduğunu, ekmeğin olup olmadığını düşünmek, mesele etmek, bununla da ilgilenmek insani ve İslami mükellefiyetimizdir.

Biz askıya ekmek koyduk, şu işe bakınız ki, ekmeksizler birer birer saklandıkları delikten fırlayarak ortalığa çıktılar.

Vay ekmeksizler vay, milletimizin ekmeğine bile göz koyacak kadar nankörsünüz, milli ve manevi hasletlere tahammülsüzlük gösterecek kadar da namertsiniz.

Helal lokma arayışı haramdan geçinen kirli yüzleri rahatsız etmiştir.

Bunlar her fırsatta ya ekonomiyi kötülerler, ya Türkiye’yi kötü gösterirler, ya da milletimize korku aşılayıp küresel dayatmalara refakat ederler.

Bir elleri yağda, diğer elleri baldadır, ne ekmeği bilirler, ne yoksulu tanırlar, ama sıra istismara geldi mi dikiş ve fren tutmazlar.

Türkiye ekonomisi gücüne güç katacak, yegâne sermayesi dedikodu ve felaket tellallığı olan tüm art niyetli siyaset bezirgânlarını ters köşeye yatıracaktır.

Bize göre kimlerin hayal kırıklığı yaşadığı malumdur, ortadadır.

Ayrıca Karadeniz’de 21 Ağustos’ta bulunan 320 milyar metreküplük doğal gaz rezervine ilave olarak geçtiğimiz cumartesi günü de 85 milyar metreküplük doğal haz rezervinin bulunması ekonomideki iyimser beklentileri kamçılamıştır.

Sakarya sahasının Tuna-1 Bölgesi’ndeki toplam doğal gaz rezerv miktarı böylelikle 405 milyar metreküpe ulaşmıştır.

Enerjide dışa bağımlılığı azaltan bu keşif sonucunda kalpleri vatan ve millet sevgisiyle çarpan her insanımız ziyadesiyle memnuniyet duymuştur.

 

Bu gelişmeler karşısında yüzleri asılan, canları sıkılan, moral seviyeleri inişe geçen ekmeksizler hemen kendilerini ele vermişlerdir.

Manevi dayanışmayı hedefleyen, paylaşmayı önceliğine alan, empatiyi gözeten Askıda Ekmek Kampanyamıza yüzsüzce kulp takıp kara çalanlar utanmalarını kaybetmiş gafillerdir.

Bunlar ne ekonomiden anlarlar, ne milli kazanımlara sevinirler, ne de insan onuruna sahip çıkarlar.

Çünkü mayaları lekeli, meşrepleri arızalı, sicilleri bozuktur.

Biz askıya ekmek çıkardık, deva yerine beladan ibaret olan siyasi fosiller, bazı sözde aydın ve cühela köşe yazarları seviyesizlikleriyle, sevimsizlikleriyle, yalan ve riyalarıyla sazan gibi ağa takıldılar, askıya çıktılar.

Diğer yandan “Askıya ekmeğin koyulmasını milletin açlığa mahkûm edilmesi” diye gören ve gösteren siyasi devşirmeler bizim nezdimizde sadece erdemsiz ve cibilliyetsiz değil aynı zamanda da ekmeksizdir.

Bizi eleştiren şarlatanların evlerinde ekmekleri yoksa, dolambaçlı yollara sapmasınlar, fitneye tevessül etmesinler, babayiğitçe söyleyip, dosdoğru talep edip bizden ekmek istesinler, layık değilseler bile onlara da gönderecek cömertlik bizde vardır.

Aç kalmasınlar, açıkta yatmasınlar, sonra onun bunun eline düşüyorlar, esaret altına giriyorlar.

Bunlar, yağmurun hemen ardından biten zehirli mantar gibiler.

İstiyorlar ki, daima felaket yağsın, her felaketi bir diğeri takip etsin.

Bu küstahlar, ekmeksizleriyle, vefasızlıklarıyla, döneklikleriyle, Türkiye düşmanlarının içimizdeki Truva atı halinde sivrilip milletimizin hafızasına kazınmışlardır.

Meşhur bir iktisatçı demiş ki; “İstediğiniz kadar posta arabasını arka arkaya ekleyin, elde edeceğiniz şey asla bir tren olmayacaktır.”

Bırakınız tren olmayı, bunların vagon olmaları dahi hayaldir.

Türkiye’de adalet, insan hakları, demokrasi askıda değildir, aksini iddia eden siyasi dolandırıcı, siyasi yağmacıdır.

“Milliyetçilik askıya ekmek koymak değildir” diyen ekmeksiz, sen nereden bilirsin milliyetçiliği, ne ilgin ve irtibatın var milletle ve milliyetle?

Be hey şaşkın, aşı ekmeği, milleti milliyetçiliği bırak da, sana talimat veren, seni kafese sokan, ayağına pranga vuran karanlık lobilere, yabancı efendilerine takla atmaya, şirinlik yapmaya devam et.

Nasıl olsa en iyi yaptığın iş budur.

Dün önüne koyulan çanağı bugün deviren, yediği ekmeğe ihanet eden kimliksizlerin zilletin askısında nasıl eridiklerini, nasıl rezil olduklarını görecekleri günler yakındır.

Askıda Ekmek Kampanyamızı eleştiren odakların milletimizin ekmeğine göz koyan, ekmeğinden çalmak için bahane hazırlayan kriz tacirleri olduğu açıktır.

Biz ekmeği askıya koyduk, helalden yana tercihimizi gösterdik; zillete düşenleri tarihin askısına koyup postlarını tartacak olan da büyük Türk milletidir.

Biz ekmek diyoruz, millet diyoruz, refah diyoruz, bereket diyoruz, beka diyoruz, istiklal ve istikbal diyoruz; manevi dayanışmanın ve milli birliğin dinamizmiyle büyük ve güçlü Türkiye’ye Cumhur İttifakı sayesinde ulaşacağımıza gönülden inanıyoruz.

 

Değerli Milletvekilleri,

Uzun yıllardır “Ne olacak bu memleketin hali” sorusu pek çoğumuzun günlük hayatının en rutin sohbet konusudur.

1,5 asırdır aynı soru maalesef dildedir, gündemdedir.

Sorulan bu sorunun mahiyet ve muhtevası milletimizin çelik ve çevik iradesiyle değişmiş, süregelen ezberler bozulmuş, dar kalıplar kırılmış, geldiğimiz bu aşamada; “Ne olacak bu dünyanın sonu, ne olacak bu insanlığın durumu” soruları ön plana çıkmıştır.

Türk milleti dünyayı kavramış, soran olduğu kadar sorulan, merak eden kadar merak edilen bir mevkie tırmanmıştır.

Bize göre bir soru bin soruya kapıdır ve öncelikle cevabını aramak zorunda olduğumuz sorular insanlığın bu döneminde şunlardan ibaret olmalıdır:

Tarihin hangi noktasında, hangi ara durağında bulunuyoruz?

 

Etrafımızdaki dünyaya baktığımızda ne görüyor, ne anlıyor, bunları bir terkip içinde nasıl yorumluyoruz?

Medeniyetler ve milletler mücadelesinde stratejik üstünlüklerimizi, tarihi kozlarımızı nasıl değerlendiriyoruz?

Biteviye akan zaman nehrinin neresinde duruyoruz? Karmaşıklaşan hadiselere nereden ve nasıl bakıyoruz?

Zamanın hangi aşamasındayız? Karşımızdaki tehditleri ve fırsatları nasıl okuyoruz?

Jeopolitik riskleri, bölgesel ve küresel tehlikeleri nasıl bir politik müktesebat ve fikir marifetiyle ele alıyoruz?

Akıl ölçüleri dağılmış, aidiyet dengesi bozulmuş, ahlak seviyesi tükenmiş hiçbir siyasi ve ideolojik akım bu sorulara milli nitelikli cevap veremeyecektir.

En basit haliyle, milletlerin var olma istek ve iradesine milli şuur, milliyet duygusu, milliyetçilik diyorsak, bunlardan mahrumiyet yaşayanların doğru cevap vermeleri bir yana, doğru soru sormaları da mümkün değildir.

Kuşkusuz elimizde bir çıkış haritası yoktur.

Buna rağmen, geleceğimizin nasıl şekilleneceğini, özellikle tehdit ve fırsatların neler olacağını, tarihi akışın hangi değişimlere müsait ve münhal olduğunu önceden tarih şuuruyla öngörmek, önlem almak, hazırlık yapmak elimizdedir, inisiyatifimiz içindedir.

Bölgesel veya uluslararası krizler hep gerçekleri görememenin, vahşi planları kavrayamamanın, üstelik hazırlıksız yakalanmanın sonucunda patlak vermiş, ortaya çıkmıştır.

Türkiye, Cumhur İttifakı’nın müstesna iradesiyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin muazzam imkanlarıyla tarihin arkasından koşan, gelişmeleri yedek kulübesinden izleyen, olan bitenleri yalnızca günü birlik analiz ederek enerji ve vakit kaybeden bir ülke olmaktan tamamen uzaklaşmıştır.

Mücadele eden, müdahale eden zamanlama yanlışına müsaade etmeyen bir ülke olarak Türkiye, bölgesel ve küresel olayların aktif, etkili sözü ve nazı geçen güçlü bir takipçisidir.

Artık bizden habersiz bir kuşun havalanması söz konusu değildir.

Merhum Ömer Seyfettin diyordu ki:

“Bir devletin doğal sınırları dağlar ve ırmaklar değildir. İstinat ettiği milliyetin lisanı ve dini sınırlarıdır.”

Merhum Peyami Safa da; milli hafızada taşınan her toprak parçasının vatan olduğunu isabetle dile getirmişti.

Büyük mütefekkirimiz merhum Ziya Gökalp ise iliklerimize kadar sahiplendiğimiz şu tarihsel beyanı çiğnetilmesine asla göz yummayacağımız bir fikir ve ülkü mirası olarak bizlere bırakmıştı:

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan,

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.”

Dağlık Karabağ meselesi sıradan bir mesele değildir.

Aziz milletimizin nabız atışının sahnelendiği, özlemlerinin bir yakut gibi saklı durduğu Türk yurdudur.

Coğrafya tarihin yazıldığı mekânın adıdır.

Dağlık Karabağ coğrafyasında yazılan Türk tarihidir, dökülen Türk kanıdır, feda edilen Türk canıdır; bunun karşısında defteri dürülüp tepelenecek, yerle yeksan edilecek işgalci unsur ise terör devleti Ermenistan’dır.

Azerbaycan’la tek millet iki devlet oluşumuz tarihi vesikalarla mevcut, bir milletin vicdan hükmü olan kültür kaynaklarıyla vakidir.

Mefkure bir tohumdur, filiz filiz büyüyüp çınar olacağı yer milletin engin yüreğidir.

Tohum çatlayalı çok olmuş, mefkure güneş gibi doğmuş, mazlumların gözyaşıyla ıslattığı, kanlarıyla suladığı Dağlık Karabağ’ın asıl sahibine geçmesinin zamanı gelip çatmıştır.

Doymak ve kanmak bilmeyen zalimlerin bu gerçeği engellemeye ne güçleri ne de takatleri yetecektir.

Ermenistan hem korkak, hem hain, hem de savaş suçlusudur.

Sivilleri öldürerek Azerbaycan Türklüğü arasında korku yaratmaya çalışmaktadır.

Ermeni katiller geçmişteki alçak saldırılarına yenilerini eklemektedir.

Soykırımcı Ermenistan işbaşındadır.

Meşrutiyet yıllarında, çeteleri dağlarda gezerken, militanları kahramanlarımızı şehit ederken, memurları ve siyasetçileri sokaklarımızda baston sallayan, nifak saçan, Meclis-i Mebusan’da olay çıkartan, ayrılıkçılık yapan bölücülerin soysuz torunları bugün Ermenistan’da cinayet nöbetindedir.

Osmanlı Devleti’nin topraklarına hücum edip onun bir parçasını işgal eden ilk batı devleti Fransa da destekçisidir.

Bunun yanı sıra MİNSK Grubunun diğer eşbaşkanları tıpkı Fransa gibi Ermenistan’a silah ve mühimmat temin etmektedir.

ABD Dışişleri Bakanı’nın, “Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı kendini savunabilmesini umduklarını” çok bariz olarak açıklaması, aslında tam bir itirafname ve suçüstü halidir.

Yani Türk düşmanları Dağlık Karabağ’da faaldir.

Ermenistan sivillerin üzerine yine füze göndermektedir.

Bugüne kadar Gence, Mingeçevir, Terter, Şemkir, Berde ve diğer cephe hattının çok gerisinde olan sivil yerleşim yerlerinde 60’ya yakın soydaşımız şehit edilmiştir.

Hepsine Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifa diliyorum.

Ermeni askerleri kafileler halinde firar ederken, bu terörist devlet çok sayıda kayıp vermektedir.

Paşinyan’ın bunu teyit etmesi bozgunun habercisidir.

Türk’e kefen biçmeye çalışan zalimlerin sonu hamd olsun korkunç olmaktadır.

Şu barbarlığa bakınız ki, Ermenistan Terter’de mezarlığı bombalayacak kadar kana susamıştır.

16 Ekim’de Gence’yi yine hedef yapmış, Mingeçevir kentine saldırı düzenlemiştir.

Ermenistan her defasında ilan edilen insani ateşkes kararlarını ihlal etmiştir.

İki hafta önceki grup konuşmamda uyarısını yaptığım tehlike vasat bulmuş, çatışmaları Dağlık Karabağ’ın dışına yaymak isteyen teröristler Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Ordubad şehrine roket atmıştır.

Dağlık Karabağ Azerbaycan’a geçmeden ateşkes, müzakere ve diyalog uçurumdur, işgalcilerin taktik adımıdır.

Diyor ya şair:

Fil çoğalsın, Ebabil’den umut kesilmez.

Firavun azsa da, Nil’den umut kesilmez.

Zalimler ölmüyor diye yese kapılma,

Sabret hele, Azrail’den umut kesilmez.

Dağlık Karabağ’da kimin kiminle yürüdüğü, kiminle zulüm ittifakı yaptığı bellidir.

Bizi derinden üzen ve kahreden bir başka konu, 1990’lı yıllarda bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerinin Dağlık Karabağ konusundaki sessizliği, tepkisizliği ve hareketsizliğidir.

Özbekistan’ın diplomatik çözüm çağrısını nasıl kabullenelim?

Kazakistan’ın müzakere önerilerini nasıl ve neyle izah edelim?

Türkmenistan’ın, BM himayesinde önleyici diplomasi yöntemlerini kullanma teklifini nasıl hazmedelim?

Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri’nin bize göre cılız ve yetersiz tepkisini nereye koyalım?

Bu gelişmeler karşısında kendi içine kıvrılan Kırgızistan’dan da bir ses çıkmamasını nasıl yorumlayalım?

Bişkek’te baş gösteren sokak eylemlerine, FETÖ’nün oyunlarına bugüne kadar yüksek sesle itiraz eden hangi Türk devletleri olmuştur?

Bu suskunluk, bu durgunluk Türk’e yakışıyor mu?

Türkiye’de sokak ve toplum hazır, ama buna uygun hareket edecek muhalefet yok diyen görevli ve provokatör gazeteci artıklarının kaosa el sallamalarını, iç karışıklığa umut bağlamalarını da dikkatle izliyoruz.

Sokak hazır diyerek aba altından sopa gösteren Soros uşakları, millet iradesiyle demokrasi onurunu yok saymalarının bedelini çok ağır ödeyeceklerdir.

Şu kadar ki, bizim kararlılığımız ve meşru hazırlığımız karşısında yılan dillerini yutmaktan başka seçenekleri asla olamayacaktır.

Diyoruz ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.

Bunu biliyor, buna inanıyor, bunu haykırıyoruz.

Türk’ün feryat ettiği bir ortamda, bir başka Türk’ün buna duyarsız kalması abesle iştigaldir.

Hadi Kıbrıs davasında sesiniz çıkmıyor, hadi Kerkük’ten habersizsiniz, bari Dağlık Karabağ’da taraf olun, üstelik hakkın ve hakikatin safında yer alın.

Haklı olan ülke Azerbaycan’dır.

Mağdur olan ülke Azerbaycan’dır.

Toprak bütünlüğü ve egemenlik çıkarları suikasta uğrayan ülke de Azerbaycan’dır.

Haksızlık karşısında susmak tarihi hata, elim ve trajik bir acziyettir.

Mazisi ile alakasını kesmeğe kalkan, tarihini zorla unutmak isteyen toplumların mensubiyet ve metanet duygusu kaybolacak, hepsi birden silik gölgeye dönüşecektir.

Biz gölge değiliz, Türk evladı Türk’üz.

Bugün Azerbaycan’ın başına gelenlerin aynısı, Allah muhafaza yarın bir başka Türk Cumhuriyeti’ni etkileyebilecektir.

Küresel ve bölgesel nüfuz mücadelelerine hayır diyemezsek, işgal projelerini topluca reddedemezsek komşunun yanan bacası kendi evimizin ateş almasına kadar giden ilk kıvılcımı çakacak, ilk tutuşmayı sağlayacaktır.

Bir Türk dünyaya bedeldir diyoruz, fakat hiçbir dost ve kardeş ülkeden dimdik bir duruş göremiyoruz.

Ayıptır, günahtır, Türk’ün birliği ve beraberliği bütün muhasım odakları, bütün şer güçleri, bütün ortak düşmanları A’dan Z’ye yıkıp geçecektir.

Türk’ün şakası olmaz, Türk kimsenin icazetine talip olmaz.

Merhum vatan şairimiz Namık Kemal ne kadar da güzel söylemiş:

Kimsenin lütfuna talip olma, bedeli cevher-i hürriyettir.

Dağlık Karabağ’da zafer Azerbaycan Cumhuriyeti’nin olmalıdır.

İşgalci Ermenistan 30 yıla yakındır kirlettiği topraklardan derhal çekilmelidir.

Sivilleri katlederek ulaşacağı hiçbir yer yoktur.

Bir zamanlar Türkler için ölüp ölüp ölmeyen millet diyorlardı.

Türk milleti ölümü öldürmeyi bilmiştir, korkuyu korkutmayı başarmıştır.

Bizim mukadderat ve mukaddes şerefimizde, teslim olmaktansa seve seve şehadete kucak açmak vardır.

Hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, Türk milletinin şerefli mensupları olarak, haklı ve meşru mücadele şartlarının gereği her neyse hesap yapmadan, tereddüde kapılmadan yerine getirmek zorundayız.

Biriz, beraberiz, hep birlikte Türklüğün eğilmez başı, bükülmez kolu, kesilmez nefesiyiz, nitekim kocaman bir aile olan büyük Türk milletiyiz.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

KKTC Cumhurbaşkanı Seçimi’nin ikinci turu 18 Ekim 2020 tarihinde yapılmış, iki adaylı bu seçimde kullanılan oyların yüzde 51,69’unu alan Başbakan Ersin Tatar saygın bir başarı elde ederek ipi göğüslemiştir.

KKTC’nin beşinci Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Ersin Tatar’ı bütün hissiyatımla tebrik ediyor, zorlu ve çetin mücadelesinde üstün muvaffakiyetler diliyorum.

Ömürlerini Kıbrıs Türklüğü’nün varlığına ve milli haklarına adayan Merhum Fazıl Küçük’ü, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Merhum Rauf Denktaş’ı, bütün şehitlerimizi rahmetle, minnetle yad ediyorum.

KKTC Cumhurbaşkanı Seçiminde bahis oynayan kumandalı anket şirketleri hezimet yaşayarak vahim şekilde çuvallamışlardır.

Kamuoyu araştırma şirketlerinin güvenirlikleri sıfırlanmıştır.

Hepsi nal toplamış, tahminlerinde yanılmış, kamyon farı görmüş tavşan gibi donup kalmışlardır.

Bizim beklentimiz şudur:

“Eğer Kıbrıs’taki seçimleri Türkiye’nin desteklediği Ersin Tatar kazansın, ben bu mesleği bırakacağım,” diyen hangi anketçi varsa artık işini tasfiye ederek sözünü tutmasıdır.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Seçiminde, mücahit ruhu müzakereci saplantıları tarihin kenarına itmiştir.

Çok şükür esaret değil cesaret kazanmıştır.

Taviz değil milli duruş kazanmıştır.

Zillet değil millet kazanmıştır.

Rum tezleri değil Türk’ün muteber iradesi kazanmıştır.

Çözümü federasyonda arayan, çareyi toprak vermekte gören gayri milli zihniyetler Kıbrıs Türklüğü’nün önünden çekilmek zorunda kalmışlardır.

Akıntıya karşı kürek çekenler sandıkta kaybolmuşlardır.

Eşit ve egemen iki devlet esasına dayalı ahlaki ve milli siyaset anlayışı devlet sorumluluğu üstlenmiştir.

Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek akıl tutulması, eksen kaymasıdır.

Kıbrıs meselesini Rumların eline ve insafına terk etmek, dayatmalara tamam demek en başta milli değerlere ve tarihsel kazanımlara haksızlık ve hıyanettir.

Bizim görüşümüz budur, dünden bugüne çizgimiz ve meseleye bakışımız değişmemiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın kronikleşmiş sorunları Türkiye’nin desteğiyle köklü çözümlere ulaştıracağına güvenimiz tamdır.

Neye sahip olduğumuz değil, önemli ve öncelikli olan sahip olduklarımızla ne yaptığımızdır.

Emperyalizmin reklam yüzlerinin ne söyledikleri, hangi ayak oyunlarına teşne oldukları bizim için önemsiz bir ayrıntıdır.

Bunlar Kıbrıs Türklüğü’nün zorlu yıllarında tıpkı bir deniz kazasından sonra olduğu gibi, sallara binip kaçan, gemiyi ilk terk eden, haklı mücadeleye sırt dönen korkaklar ve ilkesizler güruhudur.

18 Ekim 2020 Pazar günü şu tarihi hakikat bir kez daha tasdik ve teyit edilmiştir:

Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır.

 

KKTC’nin tanınması, uluslararası toplum nezdinde kabulü, aynı şekilde egemen bir devlet halinde varlığı ve sürekliliği mutlaka sağlanacak, gecikmiş adalet yerini bulacaktır.

Siyasi tercihi ne olursa olsun KKTC’de yaşayan her kardeşimi kucaklıyor, yeni Cumhurbaşkanımızın hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Türkiye ile KKTC’nin birbirine kopmaz bağ ile bağlanması siyasi veya stratejik bir ilişkiden öte tarihin seslenişidir, şehitlerimizin emanetidir, milletimizin beklentisidir, Türklüğün yeminidir.

Lefkoşe Ankara’nın ikiz kardeşidir.

KKTC Doğu Akdeniz’deki son siperimiz, son savunma hattımızdır.

Kıbrıs demek vatan demektir.

Kıbrıs demek Türk demektir.

Kıbrıs demek ecdad demektir.

Kıbrıs demek, Akdeniz’deki sönmeyen millet ışığı demektir.

Ne var ki ışıklar yanıyor mesajıyla kafalarında yer etmiş darbe özlemlerini sosyal medya kanalıyla paylaşan sorumsuzların ışığı yakanın da, kapatacak olanın da sadece ve sadece aziz millet varlığı olduğunu bilmeleri, yarım akıllarını başlarına almaları hem tavsiyemiz hem de ikazımızdır.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygıyla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.