01.02.2011 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
1 Şubat 2011

 

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Çok yoğun ve hareketli bir haftayı geride bıraktık.

Geçen hafta, hem ülke hem de Dünya gündemi hararetli ve önemli gelişmelere sahne olmuştur.

Bunların detayına geçmeden önce, parti olarak geçtiğimiz Cuma günü açıkladığımız Seçim Beyannamemizle ilgili bazı düşüncelerimi tekraren sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz üzere, Misak-ı Milli’nin 91.yıldönümünde, Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidarında nelerin yapılacağını ana başlıklar halinde aziz milletimizin bilgisine sunduk.

‘2023’e Doğru Yükselen Ülke Türkiye Sözleşmesi’ni büyük bir coşku ve heyecan içinde dile getirdik.

Parti olarak gayretli, dikkatli ve özenli bir çalışma sonucunda belirlediğimiz ve oluşturduğumuz programımızı, samimi ve dürüst bir şekilde milletimize duyurmak için büyük bir irade gösterdik.

Gelecek uğruna bugünü feda etmeden, ama yarınları da şimdiden planlayarak tarihi yürüyüşümüze hız verdik.

Türkiye’nin temel meselelerine dönük projelerimizle kangren haline gelen sorun alanlarını tedavi etmek amacıyla Türkiye ve Türk milletine ses verdik, beyanda bulunduk ve yemin ettik.

‘Sesime Kulak Ver Türkiye, Ses Ver Türkiye’ diyerek tarihi bir toplantıyı muhterem dava arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdik.

Biz milletimize seslendik, sesimizin vatanımızın her köşesine ulaşması için kutlu bir yolculuğa çıktık.

Bu ses de sevgi vardır, azim vardır ve milli bir silkiniş yer almaktadır.

Türk insanının zamanın ve hayatın yönlendiricisi ve belirleyicisi olması için bir çağrı bulunmaktadır.

Vatandaşlarımızın dertlerinin kökünden bitirilmesi, rahata ve huzura duyulan özlemlerinin yeşermesi, bekledikleri mutluluğa ve refaha erişmeleri bu sesle somutlaşacaktır.

Yaptığımız toplantıda hedefimizin; 2011–2023 dönemini kapsayan 12 yılda tek başına ve kesintisiz istikrar içinde MHP iktidarı olduğunu bir kez daha vurguladık ve milletimizin sorunlarını çözmek için hazırlıklarımızın tamam olduğunu böylelikle ortaya koyduk.

Parti olarak nereye gideceğimizi biliyoruz ve arkamıza aldığımız rüzgârın iktidar limanına götüreceğinden de şüphe duymuyoruz.

İktidar stratejimizi ve yapacaklarımızı bugünden belirlediğimiz için önümüz aydınlıktır ve amacımıza ulaşmak için oluşturduğumuz hazırlıklarımız güçlü bir şekilde milletimizde karşılık bulacaktır.

Tereddüt içinde, şaşkın, ağır aksak ve yorulmuş olan AKP iktidarından kurtulmak artık bir zaman meselesi haline gelmiştir.

Her zaman söylediğimiz gibi Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülemez değildir. Öncelikle bunu kabul ettik ve buna inandık.

Milletimize duyduğumuz derin bağlılık ve sevdadan dolayı zamanımızı asla boş geçirmeyeceğiz, her bir vatandaşımıza ulaşarak gönüllerini alacağız.

Milliyetçi Hareket olarak her sorunun kaynağını biliyoruz ve çözümü için milletimizin yetkilendirmesini istiyoruz.

Çünkü biz diğerlerinden daha iyi yaparız, daha fazla donanımlıyız.

Çünkü biz çalışmaya ve milletimizle bütünleşmeye daha çok hazırız.

Çünkü biz başarmak, imar etmek, inşa etmek istiyoruz ve Türkiye’yi tekrar ayağa kaldırmak için büyük bir sabırsızlık duyuyoruz.

 

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki Milliyetçi Hareket Partisi olarak;

  • Huzuru arttıracağız, güvenliği sağlayacağız ve emniyetli bir hayatı tesis etmek için uğraşacağız.
  • İşsizliği yeneceğiz, yoksulluğu bitireceğiz, bereketi getireceğiz.
  • Ekonomide eşitliği, ahlakı ve adaleti hayata geçireceğiz.
  • Çitçimizi güldüreceğiz, esnafımızı rahatlatacağız, memurumuzu coşturacağız ve emeklimizin umutlarını tazeleyeceğiz.
  • Sofralardaki ekmeğin çoğalması için mücadele vereceğiz.
  • Mutfaklara bolluğun ve evlere umudun sıcaklığını getireceğiz.
  • Hayal kırıklıklarını gidereceğiz, üzüntüleri yok edeceğiz, sevinçleri yayacağız ve kardeşliği sağlamlaştıracağız.
  • Tarlaların bereketi, dükkânların kısmeti, geleceğin büyük ve lider ülkesi için her zorluğu yeneceğiz.
  • Mutlu Millet, Güçlü Devlet ve Huzurlu Fert için;
  • Türk milletinin dirliği, birliği ve bağımsızlığı için;
  • Ve AKP’yi geldiği gibi göndermek için Milliyetçi Hareket iktidar olmaya taliptir, büyük bir istekle bu hedefin peşindedir.

Ayrıca Seçim Beyannamemizi açıkladığımız gün kendi alanlarında başarılı çalışmaları olan ve devlet ve millet hayatında üzerlerine düşen sorumlulukları iftihar edilecek bir şekilde yerine getiren değerli şahsiyetler partimize katılmışlar ve bizimle güç birliği yapmışlardır.

Her biri birbirinden kıymetli bu değerli arkadaşlarımızla, millet ve devlet bekası için güç birliği daha da kuvvet kazanacaktır.

Bir kez daha kendilerine hoş geldiniz diyor, vatan ve millet yolunda gösterecekleri çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Aziz milletimizin refaha ve feraha çok ihtiyacı olduğuna ve başta ekonomik olarak ayağa kalkmasının bir mecburiyet haline geldiğine inanıyorum.

Geçmişin şahitliğiyle diyebiliriz ki; yaklaşık iki yüzyıldır süren modernleşme ve kalkınma maceramız maalesef istediğimiz bir sonuca kavuşamamıştır.

Artık bu fasit daireyi kırmanın, parçalamanın ve bir kenara atmanın vakti gelmiştir.

Geçmişimizdeki bazı talihsizlikleri geri dönüp düzeltme şansımız yoktur.

Ancak hem bugünkü hem de gelecek nesiller için bir şeyler yapmak ve mutlu olmalarını sağlamak elimizdedir.

Türkiye’nin kabuğunu kırması ve makûs talihini mutlaka yenmesi lazımdır.

Ülke olarak;

Kalkınmış, gelişmiş, temel sorunlarını çözmüş ve kaynağını kültürümüzden alan ekonomik sistemin denklemini kurmamızın zamanı geçmektedir.

Her dönem maruz kaldığımız kronik sorunların bitirilmesi için kaybedecek bir anımız bile yoktur.

Böyle geldiysek de, böyle gidemeyeceğimiz açıktır.

İşsizlik bir kader değildir ve böyle de görülmemelidir.

Yoksulluk üstesinden gelemeyeceğimiz kara bir talih olarak değerlendirilmemelidir.

Sürekli alabora olan ekonomik yapının dengesizliği giderilemez değildir.

Evinde aç uyuyanların, soğukta titreyen yavruların ve bir tas çorbaya hasret ellerin ülkesi olmamalıdır Türkiye.

Ayakkabısı delik olduğundan dolayı ayağı üşüyenlerin, yolda kalıpta umutları dağılanların, sabaha ne yerim diye düşünenlerin diyarı olmamalıdır Türk vatanı.

Ne var ki bunların hepsi yaşanmaktadır ve AKP milletimizi fakir ve garip bırakmıştır.

Yandaşlar kayırılmış; rahata, lükse yolsuzluklarla ulaşmaları sağlanmıştır.

Bu dönemde çalmanın ismi ‘hortumları kesiyoruz’ olmuş, ekonomik krizin yakıcılığı ise ‘bize bir şey olmaz’ sözleriyle geçiştirilmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan krizin fırsat olacağını söyledikçe, çevresine gün doğmuş; yumurtacı, doğal gazcı, gemici, mısırcı yandaşlar türemiş ve milletimizin cebindeki paraları ahlaksızca gasp etmişlerdir.

‘Uzayan kol benimkisi olsun’ mantığıyla, devletin kaynakları yağma edilmiş, AKP markalı ihale mafyaları, arazi çeteleri, orman talancıları hukuksuzluktan istifade ederek vurgunlarını alabildiğine çoğaltmışlardır.

Üstelik milletimiz alacakaranlık ortamlara çekilerek istismar edilmiş, yalanlarla avutulmuş ve gerçekleri görmemesi için her türlü hileye başvurulmuştur.

Bu dönem tüm ayıp ve kara gündemiyle yaşanmış ve geride kalmıştır.

Şimdi ileri bakmanın ve ufka odaklanmanın zamanı gelmiştir.

Merkezine insanı alan ve sosyal, kültürel, psikolojik taraflarını gözeten bir ekonomik sıçramaya mutlak anlamda ihtiyacımız vardır ve bunu da sağlamak konusunda ısrarlayız.

Koyulan hedeflere ulaşamayan, kurulan hayalleri boşa çıkan, verilen sözlerin tutulmadığı bir ülke manzarasından kurtulmamız lazımdır.

Vatandaşlarımızın eşitlik, kardeşlik ve özgürlük içinde muktedir ve çağdaş bir devlette yaşaması en tabii haklarıdır.

Bunun sağlanması için de ne gerekiyorsa yapacağımızdan herkes emin olmalıdır.

Azgelişmiş ülkelerin, geri toplumların ve sosyal formların bizdeki yansımalarını bertaraf etmek ve ortadan kaldırmak zorunluluk haline gelmiştir.

Medeni ilişkilerin belirleyiciliğinde rahatı, bolluğu, şifayı dileyen ve isteyen her bir kardeşimize, bunları sunmak fani dünyadaki en büyük görevlerimiz arasında yer almalıdır.

Adil ve dengeli toplumsal sistemin kurulması, üreten ve insanca paylaşıma fırsat veren ekonomik sistemin yapılandırılması gecikmeksizin hayata geçmelidir.

Özgürlüklerin gerçek anlamına kavuşması, adaletin vicdanlarda karşılık bulması ve demokrasinin istikrarlı bir şekilde yükselebilmesi için her bir vatandaşımızın yeterli gelir ve imkânlara sahip olması gerekmektedir.

Kim ne derse desin hali hazırda var olan özgürlük ve adalet anlayışının seviyesi; milletimizin en çaresiz ve yoksul ferdinin sahip olduğu kadardır.

İşte bunu Başbakan Erdoğan ve partisi anlamamış, insanımızın gözünü yalanlarıyla ve içi boş ham hayallerle boyama çalışmışlardır.

AKP hem demokrasi yorumunda ve kabulünde, hem de özgürlük algısında yanılmıştır, kandırmıştır ve kendi pis emellerine bu kavramları alet etmiştir.

İnanıyorum ki baasçı bir zihniyete sahip olan ve sultanlık peşinde koşan Başbakan Erdoğan’ın, demokrasiyi ve özgürlükleri hakkıyla savunmasına şaibeli geçmişi asla müsaade etmeyecektir.

Milletimizin hayatını güzelleştirmek, devletimizi güçlü kılmak ve insanımızı hayattan keyif alır bir hale getirmek için yeni bir anlayışa ve denenmemiş ama güvenli yollara gerek vardır.

Her alanda yenilenmeye, silkinmeye ve titreyip kendimize dönmeye çok ihtiyacımız bulunmaktadır.

Üzülerek söylemeliyim ki, geleneksel değer ve kıymet ölçülerimiz tahrip edilmiş, bizi biz yapan bakış ve değerlendirme kriterlerimiz erozyona uğramıştır.

Karşılaştığımız dengesizliklerin üstesinden gelemediğimizden dolayı, tutarlılığımız zedelenmiş, istikrarımız bozulmuş ve ne yazık ki gücümüz tükenmekten kurtulamamıştır.

Üretemediğimiz için paylaşamadık, toplumsal düzen ve dayanışmayı üst seviyede bir türlü sağlayamadık.

Yıllardan beri özlemlerimizi, beklentilerimizi, ihtiyaçlarımızı temelli bir şekilde gideremedik.

Yeni üretim teknikleri kurgulayamadık ve kendi kültür köklerimiz üzerine bina etmemiz gereken sosyal politikaları oluşturamadık.

Bunlardan dolayı AKP’yle birlikte soysuzlaşma, yozlaşma ve değer aşınması hat safhaya ulaşmıştır.

AKP döneminde; kaynakla üretim arasındaki sosyal organizasyon bozulmuş, gemisini kurtaranların kaptan, gemiciği olanların armatör olduğu bir devir herkesin gözü önünde vasat bulmuştur.

Milletimizin asıl sorunlarını konuşmak ve çözmek yerine, AKP tarafından sanal gerginlik alanları oluşturulmuş ve toplum ayrışmanın mevzilerine sevk edilerek kendi derdinden uzaklaştırılmıştır.

Sofrasında ekmeği olmayan insanımız AKP hükümetinin değerler üzerinden yaptığı ahlaksızca siyasetin seline kapılmış ve adeta kendini unutmuştur.

Takdir edersiniz ki bu devran artık son bulmalı ve Recep Tayyip Erdoğan partisiyle birlikte demokratik yollardan ülke gündeminden mutlaka gitmelidir.

Yeni şeylere ihtiyacımız var derken, öncelikle yapmamız gereken budur.

Hem bugünümüzü hem de yarınımızı mutlu kılacak, yüzleri güldürecek ve ümitleri filizlendirecek politikalara gerek vardır.

Daha iyisini tanımayan ve kıyaslama yapma imkânı olmayan birisinin iktidarın yalanlarına aldanması çok doğaldır.

Biz parti olarak her şeyin en güzelini ve en yenisini sunmak için yola koyulduk.

Milletimizi ikna edeceğiz, sorunları kökünden çözeceğimizi samimiyetle göstereceğiz.

Alışkanlıklarımızı, ümitlerimizi, isteklerimizi yenileyeceğiz.

Kolayın, rahatın ve iyinin arayışında olan Türk vatandaşlarına ne talep ediyorlarsa götüreceğiz.

Güvensizliği, yalnızlığı, endişeleri ve karamsarlığı bitireceğiz.

En lüks malları tüketenlerle, ekmeği dahi olmayanın bir arada bulunduğu toplumsal ve ekonomik ikiliği yok edeceğiz.

Var olan tarihsel birikimimiz ve millet olarak derin tutkumuz her zorluğu yenme konusunda bizim tek sığınağımız ve dayanağımızdır.

Türkiye önümüzdeki seçimlerde artık soluklanmalı ve geçmişin muhasebesini yaparak çıkaracağı derslerle geleceğe koşmalıdır.

Türkiye’ye ses vereceğiz, sesimize kulak verilmesini isteyeceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi geleceğin mimarisini tasarlamış ve onay ve destek için büyük Türk milletinin takdirine arz etmiştir.

Bu çerçevede toplumsal bünyeye ve ekonomik gerçeklere uygun kalkınma yöntemleriyle geleceğin lider ülke Türkiye idealine ulaşacağımızdan herkes emin olmalıdır.

Yapacağız, kavuşturacağız, geliştireceğiz ve mutlaka herkese kazandıracağız.

Ekonomik beklentileri yüksek düzeyde karşılayacağız ve Söğüt’ten başlayan kutlu adımı tekrar dünyaya taşıyacağız.

Değerli Milletvekilleri,

Ülkemiz son günlerde merkezinde AKP hükümetinin bulunduğu son derece manidar ve tehlikeli tartışmaların içine çekilmek istenmektedir.

Bunlardan birincisi, Başbakan Erdoğan’ın sözcülüğünü yaptığı iki partili sistem arayışı ve dilekleridir.

İkinci olarak da, Başkanlık Sistemi ile ilgili ileri sürülen görüşler ve yaklaşımlar olmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın mihmandarlığında yürütülen yeni bir sistem inşa çabalarının kökeninde ve gerisinde çok tehlikeli bir niyet olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Durduk yere iki partili bir siyasal yapının özlemini açığa vurmak, en başta demokrasiye ve çok sesliliğe duyulan tahammülsüzlüğün ve üzeri küllenmiş bir öfkenin eseri olsa gerektir.

Bu kapsamdaki parlamentoların daha etkin işlediğini ve yönetimde de istikrar sağlandığını iddia eden Başbakan’ın; örnek olarak ABD pratiğini ve deneyimini göstermesi kendisi açısından talihsizliktir, ancak arkasındaki suflörün kimliğini ikrar etmesi bakımından da anlamlı olmuştur.

Aklı ve gönlü yabancı memleketlerin yönetiminde olan bu teslimiyetçi anlayışın, ABD’yi örnek göstererek sistem ithal etmeye çalışması gerçek yüzünü bir kez daha deşifre etmiştir.

Madem iş buraya kadar gelmiştir, bundan sonra da bu fitne ağızdan federalizmi tavsiye edici düşüncelerin yayılması şaşırtıcı görülmemelidir.

Arkasından, eyalet yönetimlerinin övüldüğü ve üniter yapının sorunları arttırdığı hezeyanlarını bu kafa yapısından işitmek mümkün olacaktır.

Başkanlık sisteminin tartışılmasını isteyerek de, Cumhuriyet’in infaz hükmünü hazırlayan ve buna da aziz milletimizi ortak etmeye çalışan Başbakan Erdoğan, kirli emellerini bir bir ortaya dökmeye devam etmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla, Recep Tayyip Erdoğan, sürekli büyüttüğü nefretiyle, yıllardır hesaplaşmak için fırsat kolladığı Cumhuriyet’i darağacına çıkarabilmek amacıyla önümüzdeki seçimi bir dönüm noktası olarak tayin etmiştir.

Başbakan için demokrasinin kural ve içeriği önemli değildir.

Kendisi için demokrasi vasıtadadır ve Türkiye’nin yıkılması ve Türk milletinin etnik kıvılcımla yanması için ara istasyondur.

Buradan, cevabını merakla beklediğimiz sorularımız şunlar olacaktır?

Başbakan Erdoğan’ın iki partili düzen önerisinin ardından sırayı ne alacaktır? Bundan sonra milletimizin hangi değerleri mütecaviz girişimlere maruz kalacaktır?

Bu zihniyet bundan sonra her şeyi ikilemeyi mi amaçlamaktadır?

İki partili yapının yerleşmesi için; iki dilli, iki devletli, iki milletli, iki bayraklı bir karanlığa girilmesi mi istenmektedir?

En başta, iki partili sistemi övmek ve sorunların bu yapı içinde çözüldüğünü söylemek için akıllarda bu partilerin isminin de belirlenmiş olması lazımdır.

Başbakan Erdoğan bir tarafta milletimizi 36’ya bölüp küçültürken, öbür tarafta siyasi terziliğe soyunmuş ve bu defa da partileri kesip biçmek için küresel işbirlikçilerinden aldığı kör makasla harekete geçmiştir.

12 Eylül rejiminin iki partili siyasi sistem oluşturma girişiminin aynısına bugün Başbakan Erdoğan’da niyetlenmiş ve ihtilal zihniyetiyle aynı karede buluşmuştur.

12 Eylül’den sözde hesap sormaya çalışırken, perde arkasında elele tutuşmasının çirkin vesikası böylelikle ortaya çıkmış ve kendisi suçüstü yakalanmıştır.

Ancak 12 Eylül siyaset mühendisliğinin milletimiz tarafından işlemez hale getirildiğini ve aynısının inşallah bir defa daha gerçekleşip Milliyetçi Hareket’in iktidar olacağını kararlılıkla vurgulamak isterim.

Bu saygısız, had bilmez ve iptidai zihniyetin hedefinde öncelikle Milliyetçi Hareket Partisi olduğu görülmektedir.

MHP düşmanlığı Başbakan’da tarifi olmayan bir noktaya gelmiş bulunmaktadır.

Aynı zamanda diğer partiler ve bu partilere destek olan vatandaşlarımız da bu düşmanlıktan paylarına düşen hisseyi ziyadesiyle almışlardır.

Özellikle Türkiye’nin yönetim yapısını değiştirmeye ve Türk milletini ayırmaya çalışanlara karşı partimiz son savunma kalesidir ve bu kale aşılmadıktan, surları tahrip olmadıktan, Üç Hilal inmedikten sonra Allah’ın izniyle AKP istilası amacına asla ulaşamayacaktır.

Bu nedenle, MHP, melanet cephesinde mevzilenen şer ittifak tarafından saldırıya uğramaktadır ve deyim yerindeyse ateş altında tutulmaktadır.

Ancak bu beyhude ve alçakça düzenler, ihanet düzenekleri ve AKP merkezli düşmanca yaklaşımlar ve tahrikler Türk milliyetçilerinin ve vatanseverlerin milli kararlılığı karşısında paramparça olmaya mahkûmdur.

Partimizin Başbakan Erdoğan ve dışarıdaki küresel destekçileri tarafından hedefe alınmasının gayesi bellidir.

Türk vatanını teslim almak için asırlarca dört gözle bekleyen; kimi zaman Mondros’la şansını deneyen, kimi zamanla da sabırlarımızı Sevr’le zorlayan, çoğunlukla işbirlikçilerle kol kola girerek işgal ve esareti hâkim kılmaya çalışan küresel emperyalizm, bugünkü zamanda da maşa olarak AKP’yi seçmiş ve hedef olarak da bizi göstermiştir.

Eğer süreç önümüzdeki seçimlerden sonra iktidar zihniyetinin istediği gibi işlerse;

  • Yeni anayasada Türklük ifadesinin çıkarılması ya da etnik kimliklerin sıkıştırılması ve tanınması;
  • Ana dilde eğitimin sağlanması ve yaygınlaştırılması,
  • Milli ve üniter devlet sisteminin yıkılması ve teröristbaşının salıverilmesi,
  • Türk milletinin bölünmesi ve ayrışması,
  • Cumhuriyet’in tasfiye edilmesi, Türklüğe dair ne varsa tahrip edilmesi,
  • Önce federasyon, arkasından konfederasyon ve sonunda da bağımsız Kürdistan devletinin oluşması amaçlanmaktadır.

AKP ile CHP arasındaki mutabakatın netleştiği ve birlikte koalisyon şartlarının olgunlaşmaya başladığı bir ortamda partimizin bunlar karşısında yegâne milli güç olduğu tartışmasızdır.

Bu ihanet reçetesinin müşterileri, MHP’nin olduğu bir ortamda hiçbir fesada ve hainliğe izin vermeyeceğini çok iyi bilmektedirler.

Bunun için iki partili bir yapı özlemi vardır.

AKP mültezim memurları gibi milletimizin her değerine göz dikmiştir.

İki partili arayışını dile getirerek bu ülkede kurulan tüm partilere oy ve gönül vermiş vatandaşlarımıza hakaret etmiştir.

Başbakan Erdoğan bilmelidir ki, şayet geçmişte iki partili bir sistem var olmuş olsaydı, bugün asla AKP diye bir parti olmazdı, olamazdı.

Eksik ya da fazlasıyla demokrasi tüm siyasal partilerin iktidar umudu taşımalarını ve onlara destek olan insanlarımızın siyasal tercihlerini kullanmalarını sağlamaktadır.

Bizim için yüzde 1 oy alan parti ile yüzde 10 barajını geçen parti arasında esasa ilişkin hiçbir fark yoktur.

Siyasal partilere bakarken kriterlerimiz bellidir ve bölücü ve yıkıcı özellik taşımadıktan sonra hepsi saygıdeğerdir.

Başbakan Erdoğan’ın iki partili siyasi sistem düşüncesini bir bakıma yıkım projesinin unsurlarından birisi olarak görmek lazımdır ve bunun Türkiye’nin temellerini yok edecek bir nitelik taşıdığı da açıktır.

Bu son gelişmeler Başbakan’ın demokrasiden zerre kadar nasibini almadığını ve Türkiye’de otokrat bir yönetimin yerleşmesi için her yolu denemeye başladığını göstermiştir.

Ancak hesabı boşunadır, çabaları yersizdir ve çarpık zihni kendini yanıltmaktadır.

Türk milleti AKP’nin oyununa gelmeyecek ve inşallah tezgâhını başına geçirecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

Biraz önce de ifade ettiğim gibi; Başkanlık sistemiyle ilgili yaklaşımlar iki partili sistem taleplerinden ayrı değildir.

Bu kapsamda dikkatimizi çeken ilginç gelişmelerden birisi Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın Başkanlık konusunda görüntüde ters düşmeleridir.

Zahiriyi kurtarmaya dönük olan bu rol paylaşımının arkasında ve özünde aynı bakış açısının olduğuna dönük kuşkularımız çok fazladır.

Başbakan Erdoğan’ın Amerika’yı örnek alarak iki partili sistemin sorun çözücü olduğunu dile getirmesi ve zımnen de bu ülkenin başkanlık sistemini kendisine rehber olarak belirlemesi okyanus ötesinden yönlendirilen bir kişi için son derece doğaldır.

Bununla birlikte Başbakan Erdoğan’ın sorunsuz dediği bu sistemin birçok mahsurları vardır ve gerçek dışı bilgilendirmeyle milletimizin kafasının bulandırılmasına kimsenin hakkı yoktur.

Mesela ABD’de 1995 ve 1996 yıllarında büyük sıkıntılar olmuştur ve sistemin işletilmesi güçlükle sağlanabilmiştir.

1995 yılında ABD başkanı ile kongre arasındaki kenetlenme devlet işlerini durdurmuş ve hatta memurlara bir süre maaş ödenememiş, yüzbinlerce kamu görevlisi zorunlu izne ayrılmıştır.

Kendi içinde başka birçok çelişkiyi taşıyan bu sistem ABD’ye uygun olabilir, ya da bu sistemin işleyişinden kaynaklanan yükleri ABD toplumu kaldırabilir.

Ne var ki ABD için iyi olanın bizim için de iyi olduğunu düşünmek ve böyle düşünce izharında bulunmak yeni tür bir mandacı ve himayeci zihniyeti göstermesi bakımından ibretlik bir örnek teşkil etmiştir.

Başkanlık sisteminin çalışmasında teorik olarak kuvvetlerin ayrılığı, eşit iktidarı ve birbirini dengelemesi ve denetlemesi gereklidir.

Başbakan Erdoğan’ın ise ne bu sistemde ne de başka sistemde bu tip kaygıları olmadığı açıktır.

Başbakan için Başkanlık sistemi tek adamlığa yönelik heveslerinin bastırılamaz bir yansımasıdır.

AKP içinde arzı endam eden farklı tondaki sesler da, sahnelenen bu diktatöryal duruşun arka fonundaki kuru gürültüden başka bir anlam ifade etmemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti parlamenter demokrasiyle varlığını bu zamana kadar sürdürmüştür.

29 Ekim 1923 tarihi, bağımsız yaşama konusunda verdiğimiz bir karardır ve çatısı altında olmaktan gurur duyduğumuz Gazi Meclisimiz Türk milletiyle birlikte dünya durdukça yaşayacaktır.

Türkiye’nin siyasi ve yönetim biçimini değiştirmek için başlatılan seferler her zaman milletimizin heybetli bağrına çarpacak ve yok olmaktan başka bir akıbeti olmayacaktır.

Milletimiz kararını vermiştir ve her şey ortada ve görmesini bilenler için berraktır.

Başbakan Erdoğan tiranlığa özenmektedir ve gide gele Ortadoğu sultanlarını kendisine örnek almaya başlamıştır.

Ama arkasına bakmadan ülkesinden kaçanların ve posterleri meydanlarda yakılanların acı sonlarını da aklından hiç çıkarmaması hayrına olacaktır.

Milletimizin ağırlaşan sorunlarını ve vahim bir hal alan geçinme problemlerini görmezden gelerek gündem saptırmaya çalışanların hesabını milletimiz bizatihi soracaktır.

İçeride bulamadığı meşruiyet kaynaklarını dışarıda arayan iktidar zihniyetinin geleceğimizi haciz altına almasına ve her şeyimizi ipotek ettirmesine Milliyetçi Hareket olarak asla geçit vermeyeceğimiz iyi bilinmelidir.

Değerli milletvekilleri,

Konuşmamın bu bölümünde, geçtiğimiz haftalarda Tunus’ta başlayan, ardından Mısır’a sıçrayan ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki diğer Müslüman ülkelere yayılma istidadı gösteren olaylara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi Afrika kıtasının Atlas Okyanusunda kıyısı bulunan ülkelerden başlayıp bütün Kuzey Afrika’yı, Ortadoğu’yu kapsayarak Avrasya dâhil Çin sınırına kadar ulaşan muazzam coğrafyalarda çok sayıda devlet yer almaktadır.

Bu devletlerin birçoğunun ortak karakteristiği ve özelliği toplumlarının Müslüman olmalarıdır.

İslamiyet’in doğuş, yayılış ve yerleşme havzası olan bu topraklar üzerinde yaşayan ana milletler; Araplar, Türkler, Farslar ile değişik kimlikler altında vücut bulmuş Hint Müslümanlarıdır.

Tarih boyunca bu topraklar bir yandan medeniyetin doğduğu geliştiği yerler olmuşken diğer taraftan kavganın, gerilimin, savaşların da yaşandığı stratejik coğrafyalar haline gelmiştir.

Bahsettiğim bu çok geniş alan dikkatinizi çekmek isterim, Asya’da kalan coğrafyalarında başta Selçuklu İmparatorluğu olmak üzere çeşitli Türk devletlerinin; batısında ve Afrika’nın Kuzeyinde ise Osmanlı İmparatorluğu'nun hâkimiyet havzalarıdır.

Ve ne üzücüdür ki bu ülkelerde nispi bir kalıcı huzurun, hakkaniyetin sağlanabildiği tek dönemler de Türk hâkimiyetinin olduğu devirlerdir.

17.yüzyıldan itibaren sömürgeciliğin iştahını artıran ve ilgisini çeken bu topraklar üzerinde ve toplumlar nezdinde hesaplar ve oyunlar bugüne kadar hiç bitmemiştir.

Üstelik sancılı, sorunlu, geri kalmış bir toplum yapısı üzerinde derme çatma devletler vasıtasıyla da bugünlere gelinmiştir.

Bu itibarla, geçen yüzyılın başında Osmanlı devletinin Afrika ve Ortadoğu’daki toprakları üzerinde oynanan oyunları bilmeden ve anlamlandırmadan bugünkü gelişmeleri doğru bir zemine ve perspektife oturtmak da mümkün olmayacaktır.

Dünün emperyalistlerinin İslam dünyasını böl parçala yut siyaseti, bugün böl parçala, kukla demokrasi getir ve uzaktan yönet siyasetine dönmüştür.

Bizim için en hazini olanı ise bugün büyük bir buhran hali yaşamakta olan Müslüman toplulukların, despot yönetimleri devirerek zenginliğe, adalete ve demokrasiye kavuşacaklarını zannediyor olmalarıdır.

Elbette dileğimiz demokrasi ve hak taleplerinin karşılık bulmasıdır ve zulmün, eziyetlerin bitmesidir.

Ancak unutmamak gerekir ki demokrasi yalnızca siyasi bir tercih ve tekâmül değil aynı zamanda toplamsal bir gelişmenin doğal sonucu ve sosyolojik taleplerin ileri bir evresidir.

Demokrasi asıl gücünü ve sürdürülebilirliğini insanların sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarından almaktadır.

Bu yüzden de toplumun demokratik bir iklimi arzulamadığı, demokrasinin bütün kurum ve kurallarının iç toplumsal dinamiklerden yükselmediği ülkelerdeki demokrasi denemeleri hem sancılı hem de başarısız olmuştur.

Zira gerçek demokrasiyi doğuracak zemin, sokak hareketleri, şiddet ve öç alma duyguları veya yoksulluk öfkesinin dışa vurumu değil, gerçek anlamıyla cemiyet içinde yoğrulmuş, kendi tabii dengeleri ile bir ihtiyaç haline gelmiş sosyolojik iklimi olan insani gelişmelerdir.

Elbette ki Fas’tan başlayıp Orta Asya’ya kadar uzanan topraklardaki ülkelerin mükemmel yönetildiklerini, demokratik olduklarını, hakkaniyet içinde bulunduklarını söyleyemeyiz.

Önümüzde, bir diktatörden kurtulmak isterken tam bir kargaşa ve belirsizliğe sürüklenen ve milyonlarca insanın mağdur olduğu ve katledildiği Irak örneği durmaktadır.

Demokrasi ararken devletlerini, insanlarını kaybedenlerin, ülkelerini tam bir küresel kanlı projelerin merkezi yapanların; kısaca, gökte yıldız ararken önündeki kör kuyuya düşenlerin ibret verici hallerini hatırlamakta bu açıdan yarar vardır.

Bahsettiğimiz topraklar üzerindeki Müslümanlar büyük acılar çekmektedirler.

Yoksulluk ve geri kalmışlığın pençesinde kıvranmaktadırlar.

Baskıcı yönetimler altında inim inim inlemektedirler.

Elbette ki demokrasi Müslümanların da hakkıdır. Dileğimiz demokratik ve şeffaf yönetime bir an önce kavuşmaları, hak ve özgürlük taleplerinin sonuç vermesi ve bunları sonuna kadar kullanmaları ve onurlu bir hayat sürdürmeleridir.

Ancak görünen odur ki sokaklardan başlattıkları tepkilerle yönetimlerin değişmesi onları arzu ettiklerine kavuşturmakta yeterli olmayacaktır. Zira bu taleplerin dinamiklerini etkileyen içsel olduğu kadar dışsal unsur da olduğu anlaşılmaktadır.

Zorlama ve müdahaleci kuvvetlerin dışarıdan dayattığı değişimlerin sonuç vermesi tartışmalıdır.

Temenni ederiz ki hak, adalet, eşitlik, istikrar, insanca yaşama, özgürlük gibi değerler kendi toplumsal zeminlerinden ivme kazansın ve değişimin dinamikleri sosyolojik karşılık bulabilsin.

Türk-İslam yönetim havzalarında yaşayan milyonlarca kardeşimiz için samimi dileğimiz budur.

Değerli Arkadaşlarım,

Tunus’la başlayıp diğer ülkelere sıçrama eğilimi gösteren gelişmeler ile birlikte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığı Washington mahreçli “Büyük Ortadoğu Projesinin” yeni ve ileri bir aşamasına geçilmeye başlandığı anlaşılmaktadır.

Geçmişte diktatörlükleri kendi elleriyle kurgulayan, krallıkları, emirlikleri, şeyhlikleri, sultanlıkları kutsayan ve sömürü çarkını bunlar üzerinden sürdürenler ne olmuştur da şimdi aynı ülkelerde demokrasiyi ister ve tavsiye eder hale gelmişlerdir.

Çok geniş coğrafyaları ve ülkeleri içine alan bu projenin; sözde “demokrasiyi” hedefleyen büyük oyunundan maksat din kardeşlerimizin ileri bir yönetime kavuşması ve demokrasinin nimetlerinden istifade etmesi değildir.

Küresel güçlerin böyle bir dilekleri olduğuna inanmak da mümkün değildir.

Toplumsal zemini henüz oturmamış sancılı demokratik rejimler, onları maniple edebilecek, beğenmediğini indirip, beğendiğini getirecek küresel organların ve küresel müdahale güçlerinin günümüzdeki etkinlik ve hareket alanıdır.

Adına turuncu devrim denilen dışarıdan güdümlü iç tepkiler bunun bir örneğidir.

Bugünkü kargaşa ve kaosun genel gidişatı ister istemez bize BOP’un varlığını hatırlatmıştır ve gelişmeleri bir de bu pencereden değerlendirmek faydalı olacaktır.

Bundan sonra, Mısır’a sirayet ederek bölgeye yayılan olayların daha başka gelişmelere kapı aralaması ve değişik ülkelere sıçraması şaşırtıcı olmayacaktır.

Partimiz gelişmeleri yakından takip etmekte ve okumaktadır. Yaşanan bu hadiselerle birlikte elbette ki muhataplarınca ders alınması gereken hususlar da olacaktır.

Öncelikle, Ortadoğu’yu etki ve tesir altına alan kaosun, ülkemize sirayet etmesi riski üzerine iyi düşünmek gerekmektedir.

Bölücü odakların ayaklanma provaları yaptığı bir süreçte, yakın coğrafyalardaki kargaşanın kendi vatanımızda karşılık bulmaması için herkes sorumlu davranmalı, sözlerinin nereye varacağını iyi hesap etmeli ve tahriklere karşı çok dikkatli olmalıdır.

Bugün komşu ülkelerde sokaklara taşmış olan kalabalıklara kulak verilmesini temenni eden iktidar zihniyetinin, Allah korusun yarın ülkemizde bir kalkışma için fırsat kollayanların eline malzeme vermekten kaçınması gerekmektedir.

Ayrıca Başbakan Erdoğan ve AKP’nin çıkarması gereken dersler arasında ise; baskı, zulüm ve iktidar gücünü kötüye kullanmanın nelere yol açabileceği hususları yer almaktadır.

Yolsuzluğun, işsizliğin ve yandaşları kayırmanın toplumdaki öfkeyi nasıl bir anda patlattığını ve dış yönlendirmelere açık hale getirdiğini bu vesileyle görmek lazımdır.

Dün makbul kişilerin, aile fertleriyle birlikte devletin kaynaklarını kendisine ve etrafındakilere yontanların bir anda nefret dalgasıyla karşılaşabileceğini ve korku imparatorluğu kuranların sonunun ne olacağını yalnızca bu gelişmelere bakarak anlamak mümkündür.

Bu olayları bahane ederek, yaşanılan toplumsal hareketlenmenin itici gücünü Türkiye’nin model ülke olmasına bağlayan AKP zihniyetinden bazı zevatın ve yandaş kalemlerin ya akılları durmuş ve gözleri kararmıştır; ya da servis edilen yeni bir küresel oyunun fütursuzca savunuculuğuna soyunmuşlardır.

Türkiye’nin sözüm ona sekiz yılda gelmiş olduğu noktanın, aslında sarsıntı geçiren ülkeleri ve bu ülkelerin vatandaşlarını etkilediğinden bahsetmek gaflettir ve bir sorumsuzluk örneğidir.

Her şeye rağmen; bunalmış, yoksullaşmış, geri bıraktırılmış, gözü boyanmak istenen öfkeli kitlelerin nasıl fırtınalar estirebileceğini göstermesi bakımından bu son gelişmeler önemlidir.

Dileğim seçimin, siyasi partilerin, sandığın, millet iradesinin ne olduğunu hala anlayamamış görünen otokrat dürtüleri uyanmış Başbakan Erdoğan’ın bu son hadiselerden sonuç çıkarmasıdır.

Ayrıca Türkiye’de işleyen demokratik bir sistem vardır ve siyasetteki değişimin adresi ve yeri sandıktan başkası değildir.

AKP iktidarının gitmesinin tek yolu demokratik yollardan geçmektedir ve bu milletimizin tercihiyle hayata geçecektir.

Başbakan Erdoğan ne kadar haddini aşsa da, kadroları ne kadar yolsuzluğa ve hıyanete bulaşmış olsa da tek çıkar yol sandıktır ve bunun dışında milletimizi baskıya karşı direnmeye çağırmanın kabul edilemez olduğu aşikardır.

Başbakan Erdoğan’a da artan huzursuzlukları ve yayılan şikâyetleri hafife almamasını tavsiye ediyor; hoşgörülü bir tutum takınmaya davet ediyorum.

Er geç milletimizin iradesi bu şahsın ve partisinin üzerinden silindir gibi geçecektir ve AKP devri böylelikle bir daha açılmamak üzere kapanacaktır.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.