14.02.2006 - Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni

14 Şubat 2006

 

Sayın Basın Mensupları

Bugün karşımızdaki Türkiye manzarasının her yönüyle karanlık bir tablo olduğu, fikri namus sahibi herkesin kabul edeceği acı bir gerçektir.

AKP iktidarı döneminde Türkiye içerde ve dışarıda tam anlamıyla sıkışmış, duvara dayanmış ve nefes alamayacak bir noktaya getirilmiştir.

Çürüme ve yozlaşma toplum ve devlet hayatımızın her alanına sirayet etmiş ve bunun sonucu ahlaki değerlerimizin temellerini sarsan bir manevi çöküş süreci hız kazanmıştır.

Bugün yolsuzluk ve kanunsuzluğun hüküm sürdüğü Türkiye, suçluların ve vurguncuların cenneti haline gelmiş, temiz ve namuslu insanlarımız yoksulluk ve ümitsizliğin karanlığına terkedilmiştir.

Türkiye’nin varlığını hedef alan hain tahrikler, asırlardır bir arada kardeşçe yaşayan Türk milletinin birliğini ve dirliğini tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.

İçerde böyle ağır bir bunalım süreci yaşayan Türkiye, dış politika alanında da bir cenderenin içine sürüklenmiştir. Çevremizde yaşanan yangınlar içimize de sıçramış, Türkiye’nin karşısına çok tehlikeli güvenlik sorunları çıkmıştır.

Türkiye’nin üzerinde toplanan kara bulutlar, tahribatı çok ağır olacak bir fırtınanın habercisidir. Türkiye’yi çok zor günler beklemektedir.

Bu vahim gidişin durdurulması, bir bütün olarak Türk Milleti için artık bir varoluş-yokoluş meselesi haline gelmiştir.

Bugünkü basın toplantımızda Türkiye’nin içine hapsedildiği kısır döngünün karşımıza çıkardığı tehlikeler ve son gelişmeler hakkındaki görüşlerimizi sizlerin aracılığıyla Aziz Milletimizle paylaşmak istiyorum.

Bu vesileyle hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Sayın Basın Mensupları

Bugün Türkiye’nin ana sorunu, yönetim aczi ve zaafiyetiyle malül gölge bir hükümet tarafından yönetiliyor olmasıdır. Türkiye şimdi bunun sancılarını yaşamaktadır.

Tesadüflerin işbaşına getirdiği AKP’nin temel felsefesi, ucuz bir fırsatçılığın yönlendirildiği kayıt dışı bir kapkaç siyaseti anlayışıdır.

Bugün yaşanan sorunlara bu zihniyet davetiye çıkarmıştır. Türkiye üzerinde kirli oyunlar oynanması için müsait ortamı ve şartları bu zihniyet hazırlamıştır.

Bunun sonucu Türkiye bir yangın yerine dönmüştür. Bu durumdan hiçbir sıkıntı duymayan AKP, şimdi büyük bir pişkinlikle, sanal gündemler, suni istikrar yalanları ve hayali başarı masallarıyla bu gerçekleri saklamak gayretine girmiştir.

AKP ile çıkar ortaklığı kuran çevreler ve doğru ve gerçek bilgiler yerine sahte imajlar üreten basın ve yayın organları da bu yanıltma kampanyasının ön saffında yerlerini almışlardır.

Sayın Basın Mensupları,

AKP yönetiminin ve çıkar ortaklarının reklamını yaptığı sahte Türkiye tablosu ile Türk milletinin yaşadığı gerçek Türkiye arasında gece ve gündüz farkı kadar büyük bir uçurum bulunmaktadır.

Türkiye’nin karşısına çıkarılan çok ağır iç ve dış sorunların yalan propagandalarıyla saklanması artık mümkün değildir.

AKP’nin siyasi ufku ve stratejisi olmayan teslimiyetçi dış politikası her alanda iflas etmiştir. Bunun en somut tezahürleri Irak ve Kıbrıs konularında ve Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanmıştır.

Dış politikada yapılan büyük hataların karşımıza çıkardığı güvenlik krizinin merkezinde Irak’ta yaşanan gelişmeler yer almaktadır. Irak krizi giderek derinleşmektedir.

Bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye, AKP hükümetinin gaflet siyaseti sonucu Irak’tan tamamen dışlanmış ve silinmiştir.

Bir geçiş ve yeniden yapılanma süreci yaşayan Irak’taki gelişmeleri etkilemek imkânını tamamen kaybeden Türkiye, bunun aksine Irak’taki gelişmelerden ağır biçimde etkilenen bir konuma gelmiştir.

Kuzey Irak’ta Kürt bölgesinin bağımsız bir devlete dönüştürülmesi sürecinin neredeyse bütün aşamaları tamamlanmıştır.

Anayasa’da açıkça belirtilen mekanizmalarla Kerkük’ün de önümüzdeki yılsonuna kadar Kürt bölgesine bağlanması kaçınılmaz olacaktır.

Bunun yanı sıra, Irak PKK terörünün geri cephesi ve lojistik merkezi haline gelmiştir.

Bunları açıkça himaye eden Kürt peşmerge grupları, şimdi de Irak’taki Kürt siyasi yapılanması modelini Türkiye’ye uygulamak için harekete geçmiştir.

Barzani’nin eli Türkiye’nin içindedir.

15 Aralık 2005’de yapılan genel seçimlerde, Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinin son aşaması da geride bırakılmıştır.

AKP hükümetinin, Kürt gruplara ve ABD’ye şirin görünmek uğruna sırt çevirdiği Irak’lı Türkmen kardeşlerimiz, seçim sonuçlarıyla Irak’ta tamamen silinmişlerdir.

Bütün bunların sonucunda Türkiye’nin Irak’a ilişkin kırmızı çizgileri bugün artık kalmamıştır. AKP’nin yeni umudu, ne hazindir ki, artık Barzani ve Talabani’dir.

Hükümet, Irak’ta da teslim olmuştur. Bundan cesaret alan peşmerge grupları Türkiye’ye karşı yeni kırmızı çizgiler geliştirmiştir.

Kıbrıs konusunda gelinen nokta ve gerçekler de bütün çıplaklığıyla ortadadır.

AKP hükümeti hayali bir Avrupa Birliği sürecinde günü ve görüntüyü kurtarabilmek hesabıyla Kıbrıs’lı Türk kardeşlerimizi bir yok olma sürecine terketmiştir.

Bilindiği gibi, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin hastalıklı bir yapı kazanmasında etkili olan başlıca arazlardan birisi Kıbrıs meselesidir.

Kıbrıs konusu, Türkiye-AB sürecinde tek başına belirleyici ve yönlendirici bir baskı ve tehdit unsuru haline gelmiştir.

AKP hükümeti, siyasi meşruiyetinin yegâne teminatı olarak sarıldığı bu sürecin göstermelik bir biçimde de olsa sürdüğü izlenimini vermek için, Kıbrıs ipoteğini gönüllü olarak kabul etmiştir.

Kıbrıs davamızın bugün içine sokulduğu çıkmazın temel nedeni, hükümetin bu konudaki aczi ve çaresizliği ile Kıbrıs Rumları’nın Avrupa Birliğini arkasına alarak bundan azami ölçüde yararlanması olmuştur.

Hükümetin, 2004 yılında, Kıbrıs Türklüğü için bir yok oluş reçetesi niteliğindeki Anan Planı kabul etmesi ve Kıbrıs Türk halkına siyasi baskı yaparak referandumda kabul ettirmesi sonrası yaşananlar, yığınakta yapılan ağır hataların Türkiye’ye nasıl ağır bir bedele malolduğunu açıkça göstermiştir.

İzlenen bu politikanın hala iyi ve doğru olduğunu söyleyebilen hükümet yetkilileri, bu konudaki gerçekleri unutmak ve Türk milletine unutturmak için çırpınsalar da, bunu yapmaları mümkün değildir.

Acı gerçekler gün gibi ortadadır ve karşımızda durmaktadır.

Türkiye ve Kıbrıs Türkleri Anan Planını kabul etmiş ve kendisini bununla bağlamıştır. Rum tarafı ise reddetmiş ve kendisi için büyük bir hareket serbestisi kazanmıştır.

Bugün hala Anan Planı zemininde çözüm için Avrupa Birliğinin ve Rum tarafının peşinde koşan hükümet, yeni bir süreç başlarsa bunun sonucu ortaya çıkacak çözüm paketinin Rumları daha fazla tatmin etmeye dönük olacağını çok iyi bilmektedir.

Rum tarafı Anan Planında yapılmasını istediği değişiklikleri ortaya koymuştur. Bugüne kadar izlediği siyasetle kendi kendisini köşeye sıkıştıran hükümet, ya bunları kabul edecek, ya da çözüm sürecinin bu zeminde yürüyemeyeceğini nihayet görerek bu sevdadan vazgeçecektir.

Ancak, Avrupa Birliği’nin esiri olan hükümetin gerçekleri görmeye ne niyeti ne cesareti ve ne de kudreti bulunmaktadır.

AKP, Avrupa Birliği koltuk değneğini kaybetmemek için Kıbrıs’ın bir bütün olarak Rumlara teslimine ve Kıbrıs Türklüğü’nün varlığına son verilmesine kararlı görünmektedir.

Yaşanan gelişmelerin yanlış ve sakat olduğunu açıkça ortaya koyduğu bu gaflet ve ihanet siyasetinin sürdürülüyor olmasının başka bir izahını bulmak mümkün değildir.

Sayın Basın Mensupları,

Avrupa Birliği, referandum sonrası Kıbrıs Türklerine verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmemiştir. Ticaretin geliştirilmesi, ekonomik yardım ve uygulanan kısıtlamaların kaldırılması konusundaki sözlerin hepsi kâğıt üzerinde kalmış, bu yönde hiçbir adım atılmamıştır.

Kıbrıs Türklerine karşı siyasi, ekonomik, ulaştırma, turizm ve spor alanlarında reva görülen haksız ambargolar bugün aynen sürmektedir.

Kıbrıs Türk tarafına adil davranma sözü veren Avrupa Birliği’nin adalet ve hakkaniyet anlayışı, göstermelik birkaç temas ve görüşme ile sınırlı kalmıştır.

Avrupa Birliği Kıbrıs Türklerini yok saymakta, Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak tanımaktadır.

Bununla da yetinmeyen Avrupa Birliği, Türkiye’nin de Rumları bütün Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak tanıması ve Rum tarafıyla bu sıfatıyla ilişkileri normalleştirmesi için baskı yapmaktadır.

AKP hükümeti bu dayatmalar karşısında da teslim olmuş ve bunların gereğini zamana yayarak yerine getirmek için adımlar atmıştır.

1963 Ankara Anlaşmasını ve Gümrük Birliğini Kıbrıs’a teşmil eden Ek Protokol’ün imzalanması bu yolun başlangıcıdır.

 Ek Protokol ile Türkiye, Rumların temsil ettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ahdi bir ilişkiye girmiş, karşılıklı hak ve yükümlülükler üstlenmiştir.

Hükümetin imza sırasında Kıbrıs’ın temsili konusunda ayrı bir beyan yapmış olması siyasi ve hukuki gerçekleri değiştirmeyecektir. Böyle bir ilişkiye girilmesinin, fiili tanıma anlamına geleceği çok açıktır.

Esasen, Avrupa Birliği Türkiye’nin bu tek taraflı açıklamasının hukuki ve siyasi açıdan hiçbir sonuç doğurmayacağını yaptığı karşı deklarasyonla ortaya koymuştur. Üstelik bu husus, 3 Ekim 2005’de Türkiye ile göstermelik şekilde başlatılan sanal sürecin bir ön şartı haline getirilmiştir.

Türkiye’nin Kıbrıs Rum bayraklı gemilere limanlarını açması ve Rum uçaklarının Türk hava sahasını ve meydanlarını kullanmasının önündeki kısıtlamaların kaldırılması dayatmasının amacı ve hedefi budur.

Bu konuda Türkiye’nin önüne takvime bağlanmış ve ödeme vadesi belirlenmiş siyasi bir fatura konulmuştur. Buna göre önümüzdeki üç-dört aylık sürede Türkiye limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açacak, ya da sanal AB süreci bu noktada tıkanacaktır.

Bundan önceki basın toplantımızda ifade ettiğimiz gibi, Avrupa Birliği ile ilişkilerde maskelerin düşeceği ve gerçeklerin daha iyi görüleceği bir kavşak noktasına gelinmektedir.

Avrupa Birliği sanal sürecinin böylesine iç içe geçmiş ön şart ve dayatmaların ipoteğinde ilerletilmesi esasen mümkün değildir. AKP’nin böyle bir sahte görüntü ve izlenimi verme imkânı da artık tükenmiştir.

İlişkilerde yaşanması mukadder olan tıkanma kapıya gelmiştir. Kıbrıs Avrupa Birliği ile ilişkilerden kırılma noktası olacaktır. Hükümetin telaşı ve tutarsız beyanlarının nedeni burada aranmalıdır.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’yi de etkileyen ve rencide eden gelişmeler çerçevesinde, son dönemde Avrupa’da kök salan İslam karşıtı saldırılara kısaca değinmek istiyorum.

Danimarka ve bazı Avrupa ülkeleri basınında Peygamberimizin karikatürünün yayınlanması çok ciddi bir krize yol açmıştır.

İnsani değerleri yücelten ve diğer semavi dinlere saygı esasına dayanan İslam dininin Peygamberine yapılan bu hayasız saldırılar Türk halkını da derinden yaralamıştır.

Daha önce de açıkladığımız üzere affedilemez ve hiçbir şekilde mazur görülemez bu büyük saygısızlığı nefretle ve şiddetle kınıyoruz.

Hiçbir ahlaki değer ve ölçüyle bağdaşmayan bu alçak saldırılar, kaçınılmaz olarak haklı tepkileri davet etmiştir. Ancak, burada makul ve haklılık sınırları içinde kalınması ve tepkilerin İslam dininin geleneğine yabancı şiddet unsurları içermemesi büyük önem taşımaktadır.

Sevgi, saygı, hoşgörü ve rahmet dini olan İslam’ı terörle özdeşleştirerek karalamaya yeltenen haçlı zihniyetinin kalıntılarının oyununa gelinmemesine dikkat edilmesi bir zarurettir.

Burada üzerinde durmak istediğim nokta, bu saldırıların Avrupa’daki bazı etkili çevrelerin çarpık kafa yapısını ve marazi ruh halini yansıtan hezeyanlar olması gerçeğidir.

Danimarka’da başlatılan bu saldırı, diğer bazı Avrupa ülkeleri basın organlarının dayanışma adı altında aynı karikatürleri yayınlamasıyla bir gövde gösterisine dönüşmüştür.

Semavi bir dinin Yüce Peygamberine bu şekilde dil uzatılmasının, Avrupa değerler sisteminin düşünce ve ifade özgürlüğü ile izah edilmeye ve savunulmaya çalışılması, Avrupa’nın farklı din ve kültürleri nasıl gördüğünün kendileri açısından utanç verici bir göstergesi olmuştur.

Avrupa Birliği’nin dini değerler üzerine bina edilen ve Hıristiyan kültüründen beslenen bir yapı olduğu konusunda yakın bir geçmişte Avrupa’da yaşanan tartışmalar hatırlandığında, bu ayrımcı ve dışlayıcı kültürün Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini kaçınılmaz olarak etkileyeceği görülecektir.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı samimiyetten uzak tutumun temelinde din ve kültür farklılığının yattığı düşüncesi, bu son gelişmeler ışığında yeni bir anlam kazanmıştır.

Bu bakımdan Türkiye’nin yaşayan bu krizden Avrupa Birliği ile ilişkilerin geleceği açısından da gerekli sonuçları çıkarması doğal olacaktır.

Başbakan Erdoğan geçtiğimiz ay sonundaki bir konuşmasında “Avrupa Birliği’nin Türk halkının yaşam standartlarını madden ve manen yükseltecek bir proje olduğunu ve bunun bu şekilde halka anlatılması gerektiğini” söylemiştir.

İslam dinin peygamberine hakaret etmeyi düşünce ve ifade özgürlüğü adına kendilerinde doğal bir hak olarak gören bu zihniyetin, Türk halkının yaşam standartlarını manen nasıl yükselteceğini Başbakan Erdoğan ve AKP şimdi Türk milletine anlatmak ve açıklamak durumundadır.

Sayın Basın Mensupları,

Dış politika alanında milli çıkarları ağır biçimde yara alan Türkiye, iç bünyesini zehirleyen ve toplumsal dokusunu tahrip eden hastalıklar ve tahriklerle de hırpalanmış ve yorgun düşmüştür.

Bugün Türkiye’de ayrılıkçı emelleri çok iyi bilinen bir parti’nin PKK terörünü açıkça desteklemesi ve İmralı’daki elebaşının sözcülüğünü yapması normal karşılanır hale gelmiştir.

Bu ihanet odaklarının İmralı’nın talimatı doğrultusunda siyasi parti hüviyeti kazanması, bunu itiraf ederek Türkiye Cumhuriyeti devletine meydan okuması ve her vesileyle kin, düşmanlık ve husumet tohumları ekerek ihanet provaları yapması, AB normlarına uygun bir örgütlenme ve düşünce açıklama özgürlüğünün bir icabı olarak görülmektedir.

Bu partiye mensup belediye başkanları ve mahalli yöneticilerin yerel yönetimlerde “tek ulus ve tek dil” anlayışının terk edilmesi çağrıları yapması, bölücü terör ve İmralı katilinin lehinde gövde gösterilerinde bulunması, Türkiye’yi Avrupa Birliğine taşıyacak özgürlük ortamının bir gereği olarak hoşgörüyle karşılanmaktadır.

Hükümet, bu konuda hiçbir tepki göstermeyerek sütre gerisine çekilmiştir. Belediyeler üzerindeki idare yetkilerini kullanmayan hükümet, yargı organlarını da atalete itmek için sistemli ve örgütlü bir baskı mekanizması oluşturulmuştur.

Basın ve yayın organlarının, sivil toplum örgütlerinin ve kamuoyunu etkileyen kurum ve çevrelerin büyük bir bölümü bu konuda da hükümete ayak uydurmuş ve derin bir sessizlik içine girmiştir.

Türkiye’de hukukun üstünlüğü, kanun hakimiyeti ve yargının etkin işleyişi konularının tartışıldığı bir ortamda, gemi azıya alan bu etnik tahrikler karşısında böyle bir suskunluk cephesi oluşturulması, Türkiye’nin geleceği bakımından çok büyük endişeleri davet eden talihsiz bir olgu olarak karşımızdadır.

Sayın Basın Mensupları,

AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin böylesine utanılacak bir çöküş ve çürüme sürecine sokulması karşısında milli vicdanın isyan etmemesi mümkün değildir.

Bu felaket sürüklenişini durdurmak için demokratik nizam içinde ayağa kalkmak, Türkiye’yi gerçekten seven herkes için bir vatanseverlik borcudur.

Hal böyle iken son dönemde milli duyguları ve hassasiyetleri, “yükselen milliyetçilik tehlikesi” olarak mahkûm etmeye çalışan bir kampanya başlatıldığı ibretle görülmektedir.

Avrupa Birliği’nin taşeronluğunu yapan ve Türklük değerleriyle sorunları olan çevreler, milliyetçilik fikriyatını “ değişime kapalı, içi boşalmış ve zemini aşınmış çağ dışı değerler sistemi” olarak karalamak yarışına girmişlerdir.

Bunlara göre yükselen milliyetçilik akımı, Türkiye’nin AB yolunda yaşadığı değişime karşı direnen, AB karşıtlığından beslenen “ öfkeye ve yaratılan geçersiz korkulara dayanan bilinçsiz bir reflekstir.”

Türkiye’nin milli değerlerine ve hassasiyetlerine, onuruna ve haysiyetine sahip çıkılmasının bayraktarlığını yapan Milliyetçi Hareket’e karşı, bizim dışımızdaki olayları ve gelişmeleri bahane ederek yeni bir husumet cephesi açılması, bu kampanyanın bir parçası olarak görülmelidir.

Türk milliyetçiliğine karşı geçmişten kalan kinlerini ve bastırılmış komplekslerini her vesileyle açığa vuran bu çevrelerin, Türkiye’nin milli kimliğinin, milli birliği ve bütünlüğünün ve milli çıkarlarının bekçiliğini yapan Milliyetçi Hareketi hedef almaları bizler için şaşırtıcı olmamıştır.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi dışlamasından ve her gün yeni bir dayatma ile karşımıza çıkmasından rahatsız olmayan bu odaklar, Avrupa Birliği yalan rüzgarının peşine takılarak içerde ve dışarıda teslimiyetçiliği, değişim dinamiğinin bir gereği olarak Türk milletine pazarlama gayreti içindedir.

   Bugün Türkiye, bu çıkar cephesinin yoğun bir psikolojik baskı kampanyasıyla karşı karşıyadır. Bu cephenin amacı sessiz, sinmiş ve tepkisiz bir toplum yaratmak ve bunun için ilk planda milli bilinci ve milli refleksi köreltmektir.

   Türkiye’nin çağdaşlaşması gibi sahte bir sloganla yürütülen bu sosyal yönlendirme projesi Avrupa Birliği patentini taşımaktadır.

   Türk Milletinin tarih şuurunun zayıflatılması, milli kimliğinden ve kültüründen kopartılması ve milli değerlerine yabancılaştırılması, bu sinsi kampanyanın temel hedefleri olarak ortaya konulmuştur.

   Bunun için gerçeklerin karartılması ve yalan borsaları kurulması dahil ahlak dışı her yol mübah sayılmaktadır.

   Avrupa Birliği’nin koruyucu kanatları altında sahte demokrasi havariliği rolüne soyunan bütün çevreler bu çirkin oyun için sahneye çıkmıştır.

   Bunların tek istediği, rahatça at koşturabilmeleri için idraklerin ipotek altına alındığı ve taşların bağlandığı bir Türkiye’dir.

   Ancak, Avrupa Birliği misyonerliğini bir geçim kapısı olarak gören bu talihsiz zümrenin Türkiye’de sahnelemek istedikleri oyun amacına ulaşamayacaktır. Türk milliyetçileri buna geçit vermeyecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Son günlerde yaşanan bazı gelişmeler ve siyasi gündeme sokulan tartışma konuları, gerçeklerin projektörünü AKP’nin üzerine çevirerek hakiki hüviyetinin görülmesine yardımcı olmuştur.

Hiçbir konuda dik bir duruş sergileyemeyen ve sözünün arkasında duramayan AKP, hükümet etme görevinin gereklerini yerine getirmek konusundaki aczini ve ilkesizliğini gizlemek için sürekli bahane üretmekte ve her konuda günah keçisi aramaktadır.

Türk toplumunda gerginlik konusu olan sorunları makul ve sağduyulu çözümlere kavuşturmak yönünde hiçbir çaba göstermeyen bu zihniyet, bu sorunları kangren haline getirerek çözümsüzlüğe mahkûm etmiştir.

Başbakan’ın ve Bakanlarının kronik başörtüsü ve meslek liseleri konularında sergilediği son tutum bunun yeni bir örneği olmuştur.

Kamu hizmeti verenler için başörtüsü yasağını kamusal alan dışına da taşıran son Danıştay kararına Başbakan’ın gösterdiği tepki, aslında bir aczin itirafıdır.

Sürekli sızlanmak ve yakınmaktan başka bir şey yapmayan Başbakan, hükümet etme makamını bir ağlama duvarı olarak gördüğünü bir kere daha ortaya koymuştur.

Gölgesinden korkan Başbakan’ın kimseyi şikayet etmeye ve kınamaya hakkı yoktur. Bu konular AKP’nin aczi ve riyakârlığı sayesinde kangren haline gelmiştir.

Anayasa’yı değiştirecek Meclis çoğunluğuna sahip AKP’den beklenen, Türk milleti ile alay etmeyi bırakıp gerekli yasal düzenlemeleri yapmasıdır.

Ancak, samimiyetten ve asgari siyasi cesaretten nasibini almamış bu zihniyetin bu konuda dirayetli ve basiretli bir tavır sergilemesini beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bu sorunların, toplumumuzu kucaklayacak bir sağduyu ve hoşgörü ortamı yaratılması yoluyla Türkiye’nin gündeminden çıkartılması ve geride bırakılması bir başka bahara kalmıştır.

Başörtüsü meselesinin Türk toplumunda çok yönlü hassasiyetler taşıyan nazik bir konu olduğu ortadadır. Burada herkesin azami sağduyu ve basiretle hareket etmesi, bu konuda ortak akılla makul bir sonuca ulaşılabilmesinin vazgeçilmez şartıdır.

Danıştayın aldığı son karar, bu amaca maalesef hizmet edemeyecek, toplumsal hassasiyetleri daha da derinleştirecektir.

Türk yargı makamlarının bu gibi konularda Türk toplumunun yapısını ve değerler sistemini gereğince göz önünde bulunduracak bir yaklaşım içinde olması, konunun toplumsal bir gerginlik kaynağı olmaktan çıkarılması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Aksi takdirde başörtüsü sorununun sürüncemede kalmasından çıkarı olan istismarcı çevrelerin amaçlarına hizmet edilmiş olacaktır. Danıştayın son kararı, bu bakımdan başörtüsü sorununu ucuz bir istismar aracı olarak kullanmak istediği artık görülen AKP’nin yeni zaman kazanması sonucunu doğurmuştur.

Sayın Basın Mensupları,

Bugünkü iktidar sadece fiil ve eylemleriyle değil sözleri ve üslubuyla da siyasi tarihimize kara bir delik olarak geçecektir.

AKP’nin siyaset felsefesinin ayırıcı özelliği olarak belirginleşen “yönetim kimliği” nden sonra şimdi de “üslup kirliliği” ne şahit olunmaktadır.

Panik psikolojisi içine girdikleri anlaşılan Başbakan ve Bakanlarının giderek bozulan ruh halleri üslup ve beyanlarına da yansımaktadır.

Türk halkını azarlamasına artık alışılan Başbakan, son günlerde kontrolü iyice kaybederek aleni hakaretlere yönelmiştir.

Devlet adabı, nezaketi ve ciddiyetiyle bağdaşmayan bu tavır, her şeyden önce bulunduğu makama yakışmamaktadır.

Aziz milletimiz, Türk insanı adına siyaset yapma iddiasıyla ortaya çıkan bu kadroların sergilediği bu tavrın anlamını elbette takdir edecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Bu karanlık tablonun Türkiye’nin karşısına çıkaracağı tek adres, erken seçimdir. Türkiye AKP çıkmazını aşmak ve bu kamburu biran önce sırtından atmak zorundadır.

Önümüzdeki dönemde daha da ağırlaşması beklenen iç ve dış sorunlar erken seçimi kaçınılmaz kılacaktır.

Milli iradeden kaçmaya çalışan AKP’nin bu konudaki direnişi beyhudedir. Erken seçim için gerekli şartlar bütün unsurlarıyla oluşmuştur.

Bu kötü gidişat karşısında Türkiye’nin önümüzdeki tek demokratik reçetenin seçim sandığı olduğunu, erken seçimi ihanet olarak nitelendiren Başbakan ve hükümeti de çok yakında anlayacaktır.

Milliyetçi Hareket’in iktidar yürüyüşünün sonuna yaklaşılmıştır. Bu yıl yapılacak seçimlerde Milliyetçi Hareket tek başına iktidara gelecek ve Türkiye’yi ayağa kaldırmak için topyekün bir onarım seferberliği başlatacaktır.

Bütün göstergelerin işaret ettiği MHP iktidarından rahatsız olan çevrelerin MHP’nin önünü kesmek için nafile arayışlar içine girdikleri görülmektedir.

Son dönemde Milliyetçi Harekete karşı başlatılan karalama kampanyaları, piyasaya sürülen sahte kamuoyu yoklamaları ve kıymeti kendinden menkul sözde siyaset mühendislerinin dillendirdiği ittifak modelleri ve tasarımları bu korkunun tezahürleridir.

AKP döneminde vurgun imparatorlukları kuran çıkar çevreleri, Milliyetçi Hareket’in iktidarında bu kapının bir daha açılmayacak şekilde kapanacağı ve her kim olursa olsun bütün sorumlulardan sonuna kadar hesap sorulacağını çok iyi bilmektedir.

Bugün sergiledikleri Türk Milliyetçiliği ve MHP düşmanlığı son çırpınışlarındadır. Ancak, bunlara hak ettikleri cevabı Türk milleti seçim sandığında verecektir.

Milliyetçi Hareket, Türkiye’de siyasetin geleceği üzerinde yapılan kadastro planlamalarıyla, Parlamento aritmetiğini değiştirme hesaplarıyla ve demokrasi ve ahlak dışı senaryo arayışlarıyla hiç ilgilenmemektedir. Bunların hepsi bize yabancıdır ve bizim dışımızdadır.

Koltuk değneği ve siyasi ittifak arayışında olmayan Milliyetçi Hareket sadece emrinde olduğu Büyük Türk Milleti’ne güvenerek ve onların şaşmaz teveccühü ve desteğiyle iktidara gelecektir.

O gün geldiğinde Türkiye’de nelerin nasıl değişeceğini de herkes görecektir.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, basın toplantımıza katıldığınız için kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı


 

Soru ve Cevaplar

Soru: AKP’li Isparta Belediye Başkanı’nın korumalarıyla birlikte gazeteci dövmesini nasıl yorumluyorsunuz

Cevap: Seçilmiş şahsiyetlerin basın mensuplarına karsı daha nazik davranmaları Türkiye’deki siyasi kültürün gelişmesine yüksek katkı sağlar. Yakışmayan bir davranıştır.

 

Soru: Konuşmanızda Barzani’nin eli Türkiye’nin içinde dediniz. Iraktaki Kürt siyasi yapılanması modelini Türkiye’ye taşımak istediklerini söylediniz. Böyle bir bilgimi ulaştı elinize? Acaba Barzani ve Talabani Türkiye’de bu yönde partimi kurdurmak istiyorlar?

Cevap: Olayları yakinen takip etmiş olsanız bu gelişmelerin adım adım ilerlediğini hep beraber görürsünüz. Bunun için özel bir bilgiye gerek yok. Irak’taki gelişmeleri takip edin, Türkiye’deki aydın çevrelerin düşüncelerini takip edin. Belli sonuçlar elde etmek mümkündür. Çok arzuluyorsanız 11 Martta İstanbul’da düzenlenen toplantıyı bekleyin.

 

Soru: Danıştay’ın türban kararını ve Başbakan’ın buna yönelik tavrını eleştirdiniz. Anayasal bir düzenleme yapılması gerektiğini söylediniz. Size göre toplumu kucaklayacak sağduyulu, hoşgörülü olarak yapılması gereken ortak akıl nedir.

Cevap: Milliyetçi Hareket Partisi eskiden bu yana bu ortak aklı hep dillendirmektedir. Bu toplumun sancısı konumuna gelmiş sosyal sorunu toplumsal uzlaşmayla çözmek gerekmektedir. Bunun için çaba sarfedilmelidir. Toplumsal uzlaşmada da kamu alanıyla diğer alanları çok iyi tanımlamak lazımdır. Öncelikle de siyasi istismardan çıkarmak gerekmektedir. Bugünkü AKP yönetimi anayasa değişikliğine muktedir bir siyasi iktidardır. Namus borcu olarak nitelendirmiştir. Meydanlarda tartışıp halkı azarlayacağı yerde mecliste arkadaşlarıyla oturup bu toplumsal uzlaşmanın zeminin düşünmesi ülkemiz için daha hayırlıdır.

 

Soru: ABD ve Türkiye arasındaki çuval olayını işleyen Kurtlar Vadisi Filmini Başbakan ve AKP vekilleri izleyip beğendiler. Siz filmi izlediniz mi? Bu filme milliyetçilerin yoğun ilgisi nedendir. 

Cevap: Ben filmi henüz izlemedim. Milliyetçi çevrelerinde çok aşırı bir ilgiyle takip ettiklerini söylemekte doğru değildir. Ama o diziden hoşlanan insanlarımız vardır, milliyetçi arkadaşlardan da bu diziyi seyretmekten zevk alan arkadaşlar vardır, buda tabiidir.

 

Soru: İran nükleer faaliyetlerine ilişkin olarak ABD ve basının aldığı tavrı nasıl karşılıyorsunuz. Yeni bir oyun mu oynanıyor, Türkiye bu oyundan nasıl etkilenir?

Cevap: Irak’taki müdahale tarzını hatırladığınız takdirde benzer noktalar varsa daha dikkatli olmak gerekir.