01.04.2011 -Afyonlu İşadamları Ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Yönelik Yapmış Oldukları Konuşma Metni .
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Afyonlu İşadamları ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Yönelik
Yapmış Oldukları Konuşma Metni
1 Nisan 2011

 

 

İş ve Çalışma Hayatının Muhterem Temsilcileri,

Sivil Toplum Kuruluşlarının Değerli Üyeleri,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Misafirler,

Basınımızın Seçkin Mensupları,

Sizlerle bir araya gelmekten duyduğum büyük memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Türk milletinin kahramanlık destanını yazdığı bu kutlu vatan ilinde sizlerle bir arada bulunmaktan dolayı son derece gururluyum ve mutluyum.

Afyonkarahisar denilince akıllara takdir edersiniz ki; cesaretin yılgınlığa, zaferin işgale, milli onurun teslimiyete, sadakatin ihanete üstünlüğü gelir.

Ne mutlu bizlere ki, dün düşmanı mağlup eden ceddimizin torunları bugün buradadır.

Dün dört bir koldan kuşatılan vatan topraklarını kanları pahasına da olsa bağımsızlığına kavuşturan elleri öpülesi yiğitlerin naraları, duymasını bilenler için hala Afyonkarahisar’ın manevi atmosferinde çınlamaktadır.

“İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emriyle şaha kalkan aziz milletimizin, varlığımıza musallat olanlara verdiği ibretlik ders burada ortaya çıkmıştır.

Kocatepe yanıbaşımızda tüm heybetiyle tarihe tanıklık etmektedir.

Dumlupınar şehitliğinin muhteşem hatıraları az ötemizdedir.

Afyonkarahisar Türk tarihinin kısa bir özetidir. Haysiyet ve şeref mücadelemizin abidevi karargâhıdır.

Türklüğün şahdamarıdır burası.

Esarete vurulan tokadın, ayağa kalkan milli davanın, azalmayan özgürlük sevdasının, bükülmeyen bileğin ve eğilmeyen başın merkezi buradadır.

Ne kadar övünsek azdır, ne kadar iftihar etsek yeterli değildir.

Bu itibarla milli mücadeleyle bütünleşen ve gönlümüzde eşsiz bir yeri olan Afyonkarahisar ilimizde sizlerle ülke ve dünya meseleleri üzerine görüş alışverişinde bulunmak benim açımdan çok önemli ve anlamlıdır.

Hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Muhterem Misafirler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Objektif ve tüm siyasi kaygılardan uzak bir şekilde söylemek isterim ki, ülkemiz tarihinin en sancılı ve karmaşık döneminden geçmektedir.

Türkiye uzunca bir süredir kapana kısılmış bir halde var olmanın ve iç huzurunu korumanın arayışındadır.

Devamlı güçlenen sorun alanları maalesef hem milletimizi hem de yarınlarımızı kanser hücresi gibi sarmıştır.

Gündeme getirilen her konu, çözülmeyi bekleyen her mesele toplum ve devlet hayatını buhrana itmiş, kamplaşmayı zincirlerinden boşandırmıştır.

Eleştiriye dahi tahammül edemeyen bir iktidar anlayışının öncülüğünde ülkemiz adım adım kaosa sürüklenmektedir.

Kaldı ki siyasi, ahlaki ve vicdani hiçbir ölçü ve sınır tanımayan iktidar zihniyeti;

  • Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli güvenliğini,
  • Türk milletinin milli birliğini, bekasını ve refahını,
  • Toplumsal huzur ve asayişimizi, çok ciddi ve ağır tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır.

Ülkemiz bir taraftan üzerinde hesapları olan mihrakların, diğer taraftan ise yağmadan hisse kapmaya çalışan menfaat şebekelerinin, ümit ve geçim kapısı haline gelmiştir.

Çıkarları uğruna hükümetin payandası olmayı sürdüren bu mahfillerin, yaklaşan bunalımları örtmek ve ötelemek maksadıyla riya ve tezahürat yarışına girdikleri tüm çıplaklığıyla ortadadır.

Bu kapsamda her gün bir kuruluşun, içinde sinsi senaryoların saklandığı, düzmece ve dayanaksız “kamuoyu yoklaması“ adı verilen anketlerle milletimizin iradesine engel olmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.

Öyle bir hava estirilmek istenmektedir ki, sanki Milletvekilliği Genel Seçimi yapılmış ve bitmiş, neticesi de ortaya çıkmıştır.

AKP lehine erken zafer ilanı yapanlar bunu kast etmekte ve böyle bir tavır almaktadırlar.

Yaralı demokrasi algısı, millet egemenliğini ve tercihini zayıflatmak için her tezgâhı reva görmekte ve her kılığa girmektedir.

Demokrasinin ilerisine gönderme yaparak kendi ilkelliklerini ve tükenmişliklerini örtmeye çalışanlar her şeyin şimdiden belli olduğunu hayasızca iddia etmektedirler.

O zaman bu zihniyete göre seçime, siyasi partilere ve demokratik kurumlara yer ve ihtiyaç yoktur.

Nasıl olsa önümüzdeki seçimin galibi ortadadır ve Türkiye’nin tekrar tek parti dönemine gerilemesinde bir sakınca yoktur.

Sultan da vardır, hanedanı da işbaşındadır.

Esasen özgürlük diyerek çok sesliği bastıran, yayınlanmamış kitapları toplatarak otoriter hevesleri azdıran, bir türlü karara varılamayan ve yıllarca süren davalarla herkesi zan ve töhmet altında bırakan bir siyasi zihniyetin demokrasiden bahsetmesi trajik komik bir durumdur.

Bu zihniyetin, bitmekte olan ömrünü birkaç ay daha uzatabilmek için her türlü rezaleti ve tertibi göze alabilecek ahlaki zafiyete düşmüş olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

İçte, inançları istismar ile mazlum ve mağdur rolü; dışta tam teslimiyet üzerine kurgulanan sıfır sorun siyaseti, finale gelmiş ve uçurumun kenarına dayanmıştır.

Ne acıdır ki, mukaddesatımız ve milli değerlerimiz bu olumsuzlukların örtüsü olmuş ve yapılanların kamuoyundan gizlenebilmesi için ucuz siyaset malzemesi olarak kullanılmıştır.

Bugün, milyonlarca insanımız aç, yoksul, işsiz ve umutsuz olarak ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Köylümüz, çiftçimiz, memurumuz yoksuldur, sefalet şartlarına hapsedilmiştir.

İlave olarak milletimiz yorulmuş ve hırpalanmış, Türkiye’miz ezik ve bitkin bir ülke durumuna düşürülmüştür.

Nitekim milletimizi kuşatan ağır bir buhran hali bütün kesimlere ulaşmış, tahammül edilemez hale gelen sosyal ve ekonomik sorunlar toplumumuzu yoğun bir karamsarlığın içine sürüklemiştir.

Eğer böyle giderse millet, devlet ve iktidar arasındaki artan güven bunalımı tırmanacak; kaos ve kargaşa, kavga ve tartışma artacaktır.

Önümüzdeki 12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimi hepimize tarihi bir fırsat sunmaktadır.

Yapılacak siyasi tercihle gelecekte Türkiye’nin nasıl ve ne şekilde yönetileceği kararlaştırılacaktır.

Stratejik açıdan istikrar ve huzura, sosyal, ekonomik ve siyasal dengeler açısından yapıcı iktidara ihtiyaç vardır.

Ve işleyen demokratik süreç, ülkemizin ağır yaralarını sarmak, iktidar zihniyetine ders vermek ve daha iyi hizmet alabilmek için eşsiz bir fırsat sunacaktır.

İnanıyorum ki, artık içi boş sloganlarla, sanal umut ve vaatlerle, hayali başarı hikâyeleriyle ve hatta yapay çatışma ortamları ile Türk milletini yeniden kandırma imkânı kalmamıştır.

Burada bulunan siz muhterem misafirlerimizin de benzer eğilimler içinde olduğunuzu biliyorum.

Yalnızca Türkiye’nin ve Türk milletinin geleceğine odaklanarak temiz siyasetin, temiz yönetimin ve ahlaklı bir duruşun arkasında olacağınızı düşünüyorum.

Zira başka da bir şansımızın kalmadığını hepiniz iyi biliyor ve hatta bunu yaşıyorsunuz

Daha fazla kar elde etmenin, daha çok yatırım yapmanın ve işini büyütmenin hedefinde olan değerli işadamlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın kötü talihi tersine çevirecek hamleleri büyük bir şevkle yapacaklarından eminim.

Eğer Türkiye varsa siz de var olacaksınız.

Huzur ve güvenlik olursa, sizlerde rahat edeceksiniz.

Gerginlikten beslenen siyasal pratiklerin, ekonomik ve toplumsal gelişmeye bir katkısının olmayacağını şüphesiz en iyi sizler biliyorsunuz.

Kaybedecek zamanımız artık kalmadı. Millet olarak takatimiz de bitmek üzere.

Dün vatanımızı dört bir koldan saran ihanet ittifakını Kocatepe’den yayılan milli ruhla geldiği gibi nasıl gönderdiysek, bugünde benzerini başarabiliriz.

Bu ruh sizlerde var.

Bu inanç hepinizin gözlerinden fışkırıyor.

Türkiye sahipsiz değildir, sahip çıkacak sizlersiniz.

Türk milleti yalnız değildir, arka çıkacak sizlersiniz.

Gaflete, aymazlığa ve yılgınlığa haddini bildirecek olanlar yine sizlersiniz.

Bayrağı yere düşürmeyecek, ezanı susturmayacak ve Büyük Taarruzun muhterem emanetine tam bağlılıkla destek olacak da sizler olacaksınız.

Gündelik siyasi beklentilerden, endişelerden ve taleplerden sıyrılarak Türkiye’nin her tarafına ses vermenin vakti çoktan gelmiş bulunuyor.

Ben buradan ses veriyorum ve hepinizin kulak vereceğine yürekten inanıyorum.

Muhterem Misafirler,

Ülkemizin şu anki görünümü sürekli bir gerginlik ve suni iyimserlik senaryoları arasına sıkıştırılarak aklı karıştırılmış ve bocalayan manzaraya işaret etmektedir.

Dokunulmaz ve kutsal olarak kabul ettiğimiz ne varsa önce tartışmaya açılmış ve arkasında da değersizleştirilmesi için yoğun uğraş verilmiştir.

Türkiye hâkim siyasi zihniyetin belirleyiciliği altında köklerinden ve ilkelerinden hızla uzaklaşmakta, insanımız yalnızlaşmaktadır.

Bununla birlikte yoğunluk ve etkinlik kazanan çatışma dinamikleri önümüze bir sis perdesi gibi inmiş ve geleceği görme mesafesini sıfıra yaklaştırmıştır.

Ne üzücüdür ki, milletimizin her bir ferdinde endişe ve korku hali yaygınlaşmakta, istikrarsızlık sarmalı gittikçe daha da şiddetlenmektedir.

Küresel ve yerel ölçekteki gerginlik atmosferi, ufukta belirginlik kazanan fırtınanın adeta habercisi niteliği taşımaktadır.

Ne tarafından bakarsak bakalım son dönemlerde yaşananlar, görüntünün arkasındaki gizli kalan gerçekleri de bir bir ortaya çıkarmaya başlamıştır.

Türkiye için kader anı ve tarihi dönüm noktası hızla yaklaşmakta, malum aktörler de kirli oyunlarını sonuca ulaştırmanın son sürat çabası içine girmişlerdir.

İnsanlık tarihinin her devrinde değişik ebat ve cesamette sorunlarla karşılaşan aziz milletimiz, bu defa daha tehlikeli ve derinlikli bir açmazla yüz yüze gelmiştir.

Türk milleti ya önümüzdeki süreçte birliğini, bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruyarak yapılan hesapları boşa çıkaracaktır.

Ya da husumetin ve ihanetin seli altında kalarak can çekişen aciz bir konuma düşecektir.

Şüphesiz felaket demek olan ikinci durum neticesinde; Allah korusun ama dağılmış, parçalanmış ve bin yıllık kardeşlik bağlarından kopmuş bir millet gerçeğiyle burun buruna kalınacaktır.

Emek emek yüzyılların gergefinde dokunmuş olan ve çok şükür ki bu zamana kadar gelen millet varlığı, bir avuç çapulcunun ve art niyetli işbirlikçinin elinde heba olmak üzeredir.

Özellikle siyasi yönetimin son sekiz yıllık karanlık ve kirli sicili esasen her şeyi özetlemekte ve çok söze de hacet bırakmamaktadır.

Üzülerek dile getirmeliyim ki, milletimiz adına hayırlı ve alkışlayacağımız bir gelişme hiçbir alanda görülmemiştir.

Mesela ekonominin bağımlılık derecesi ileri bir noktaya taşınmış, milli varlıklar yabancıların etki ve hâkimiyet alanına tamamen terk edilmiştir.

İş ve aş derdinde olan vatandaşlarımız, her defasında hayal kırıklığı yaşamış ve umutlarını krizlerle iyice yitirmişlerdir.

Az sonra daha detaylı değineceğim gibi; üreten, yatıran, çalıştıran, kazandıran işadamlarımız yanlış ekonomi politikalarından dolayı içinden çıkılması çok zor bir duruma gelmişlerdir.

Bunlar Türkiye ekonomisinin yaşadığı ve hepinizin malumu olduğu bazı gerçekleridir.

Bahsetmeye çalıştığım bu hususlar elbette muhatap olduğumuz ağır sorunların yalnızca bir kısmıdır.

Diğer taraftan, çok vahim bir noktaya gelen terör ve bölücülük konusu hükümetin sessizliği ve tepkisizliği altında palazlanmakta ve iyice zıvanadan çıkmaktadır.

Üstelik Kandil ifriti ve İmralı canisi gündem tayin eder bir pozisyona dahi gelmişlerdir.

Terörün hamisi ve tahrik edicisi olan peşmerge reisi hükümetin kardeşi ve ağabeyi mertebesine yükselmiştir.

Irak’ın kuzeyine yapılan en son ziyaret, buradaki sözde yönetimin meşruluğunu sağlaması bakımından atılan en sorunlu adım olmuştur.

Daha düne kadar PKK’lı katilleri besleyen ve üzerimize yönlendiren peşmerge kalıntısı, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi muhatabı olmuştur.

Hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeyen, dökülen şehit kanlarının bedelini ödemeyi şimdiye kadar aklına dahi getirmeyen peşmerge yönetiminin, meşru bir aktörmüş gibi ziyaret edilmesi çok tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirecektir.

Okyanus ötesinden dayatılan senaryo gereğince, peşmergeye verilen tavizler, yakın ilgi ve muhabbetin sergilenmesi Türk milletinin karşılaştığı dramatik hadiselere bir yenisini daha eklemiştir.

Oyun büyük ve taşeronlar bellidir.

Anlaşıldığı kadarıyla sivil itaatsizlik adı verilen yeni terör yöntemine karşı Irak’ın kuzeyinde ittifak arayışında olan ve seçimlere kadar Kandil’in sessiz kalması konusunda ricacı olan zihniyetin Türkiye’yi mahvetmek için 12 Haziran sonrasını beklediği ortadadır.

Yeni anayasa hazırlığı kapsamında, Türklüğün ve üniter yapının alaşağı edilmek üzere geniş bir koalisyonun işbaşında olduğu ve rol paylaşımı eşliğinde belirlenen bölünme senaryolarına ulaşılmak istendiği görülmektedir.

En son TÜSİAD’ın bir kısım akademisyene hazırlattığı anayasa taslağıyla da hain bir planın tüm tarafları açığa ve ortaya çıkmıştır.

Önümüzdeki süreçte Türkiye çok şeye gebedir.

Yakın coğrafyalardaki halk depremlerinin yarattığı tsunami ülke sınırlarımıza dayanmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında; Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki derme çatma ülkelerin sınırları, toplumsal ve siyasal dengeleri batılı güçlerin istek ve beklentilerine göre tekrar ayarlanmaktadır.

Dalga dalga yayılan halk ayaklanmaları belirli periyotlarla bir ülkeye sıçramakta, ya siyasi yönetimler değişmekte ya da direnen otoriter yöneticilere küresel ittifak tarafından operasyonlar düzenlenmektedir.

Tunus’tan Libya’ya kadar geçen son iki aylık olayların kısa özeti bu şekildedir.

Batılı güçlerin insani kavramları paratoner yaparak başlattıkları yıkımın birinci aşamasında enerji kaynaklarını kontrol arzusu vardır ve arkasından İran’ın yalnızlaştırılması ve etrafının boşaltılması amaçlanmaktadır.

Daha sonraki aşamada da Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde dönüştürülmesi gelmektedir.

En son aşamada ise tarihi Şark meselesi doğrultusunda Kürdistan’ın kurulması ve Türklüğün Anadolu’dan kovulması için gerekli şartların oluşturulması bulunmaktadır.

Sevr Antlaşmasının yırtılıp atılmasıyla yarım kalan iş, böylelikle tamamlanacaktır.

Sözde ileri demokrasi beyanları, daha çok özgürlük vaatleri ve yeni anayasa hazırlığıyla ilgili kararlılık mesajları bu sürecin makyajlarıdır.

Oyun sinsi ve çok tehlikelidir.

Tüm umutlar 12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçiminden çıkacak sonuca bağlanmıştır.

Eğer Türkiye mevcut siyasi yönetimle yoluna devam ederse çok sancılı bir bölünme ve ayrışma dönemiyle karşı karşıya kalacaktır.

 Türklük değerleri ve Türk milletinin binlerce yıllık hatıraları tarumar edilecek ve karanlık bir ülke tablosunun tüm acı yanları ortaya çıkacaktır.

Göz önünde bulunan ve terörle mücadelede büyük özveriler gösteren kim varsa terör örgütü üyesi iddiasıyla göz altına alınırken; etnik bölücülük taşeron olarak kullanılmakta, sivil itaatsizlik zehriyle Türkiye’nin şuur kaybı yaşaması istenmektedir.

Demokratik açılım adı verilen yıkım projesi eşliğinde iyice gemi azıya alan bölücü mihraklar, öfke ve kinlerini her fırsatta açığa vurmaktadırlar.

Sivil itaatsizlik adı altında sokaklarımız kavganın ve kargaşanın çekim alanına girmiştir.

Sözüm ona demokratik ve kültürel hak peşinde koştuğunu iddia edenler, birlikte yaşama ülküsüne tempolu bir biçimde zarar vermektedirler.

Şu içler acısı ülke manzarasına bakın ki, Türk polisi bölücüler tarafından tokatlanmakta ve asker taciz edilmektedir.

Milli kaygıları olan masumlar baskı altındadır ve suçlular barış ve insan hakları savunucuları olarak dokunulmaz bir konuma yükselmişlerdir.

İmralı canisi hükümetin muhatabı olurken, dağdaki eşkıya söz verilen vadede çıkarılacak affa odaklanmıştır.

Devlet vurgun yemiş gibi atıl ve hareketsizdir.

AKP zihniyeti meşum niyetlerin gerçekleşmesi için sürekli yol ve imkân hazırlamakla meşguldür.

Farklıkları hıyanetin parkuruna davet ederek yarıştıran ve bunu da demokrasi ve özgürlük prensiplerinin gereği gibi takdim edenler girdikleri küresel türbülansta milli her türlü özellikten uzaklaşmışlardır.

Yıkım projesi Türkiye’nin etnik fay hattını çatlatmış, büyük bir tahribatla sonuçlanacak sürecin kapısını ardına kadar aralamıştır.

Ateşlenen fitil, böyle giderse, eninde sonunda yana yana bölünmeyi gerçekleştirecek dinamite ulaşacak ve ülkemiz büyük bir patlamayla bağrından yeni bir milleti ve devleti çıkaracaktır.

Etnik ayrılıkçı hummanın sonunda büyük bir kardeş kavgası ve felç hali görülmektedir.

Türk milleti için beka ve varlık meselesi haline dönüşen bu gelişmelerin belli bir kıvamda ve sindirilerek ilerletilmesi için bugünkü iktidara ihtiyaç olduğu aşikârdır.

Küresel alana eklemlenerek iç muhalefeti etkisizleştirmeye çalışan bu anlayışın, ayakta durmak ve gücünü korumak için her türlü tavizi vereceği ve her değeri peşkeş çekeceği anlaşılmaktadır.

Nitekim ülkemiz siyasetini yönlendirenlerin doğruyu yanlıştan ayıracak basirete, güzeli çirkinden ayıklayacak berrak zihne ve helali haramdan koruyacak samimiyete sahip olmadıkları açıkça ortaya çıkmıştır.

Diyebiliriz ki, yanlış teşhis ve tedavi sonucunda Türkiye hastalanmış ve ağır bir depresyona tutulmuştur.

Açıklıkla ve üzülerek ifade etmeliyim ki, ülke olarak cinnet geçirmenin aşamasına gelmiş bulunmaktayız.

Küçücük yavrularımızın tecavüz edilip öldürüldüğü, kadınların şiddete kurban gittiği, en ufak sorun karşısında birbirine acımasızca saldıranların bulunduğu bir ülkenin başkaca bir tarifini ve tanımını yapmak mümkün değildir.

Yalanın gerçeğe galebe çalması, kavganın huzuru bastırması, cepheleşmenin birlikte yaşamayı zayıflatması, kötünün iyiyi alt etmesi toplumsal cinnet ateşini sürekli olarak körüklemektedir.

‘Ön alıyoruz, ezberleri bozuyoruz, tabuları yıkıyoruz, belirleyici oluyoruz’ diyerek düşülen küresel çark milli onurumuzu ve değerlerimizi öğütmeye başlamıştır.

Türk milleti kendi haline terk edildiğinden sorunlarıyla tek başına çıkmaya çalışmakta ve kaosa doğru hızla gitmektedir.

Bu haliyle bile olsa milletimiz oynanan oyunları bozarsa mesele yoktur ve tekrar ayağa kalkması ve eski kudretine erişmesi çok zaman almayacaktır.

Şımaran bölücülüğün artan küstahlığı ve siyasi iktidarın ürkekliği ve ataleti şimdilik umutlu olmamızın önündeki engellerden bazılarıdır.

Ancak bizim için gidecek bir ülke, vazgeçilecek toprak parçası, pazarlık yapılacak vatan ve ikame edilecek insan yoktur ve aksini düşünen kim varsa elbette her zaman bizleri karşılarında bulacaklardır.

Küçülmede sınır tanımayanların, milli çıkarların farkında ve bilincinde olmayanların ve küresel ayak oyunlarının etkinliği ne kadar fazla olursa olsun;

Bizim Kocatepe kadar azmimiz, Dumlupınar kadar yüreğimiz, Tınaztepe kadar cesaretimiz ve Sakarya kadar kararlılığımız vardır.

 Hiç kimse yanılıp yenilip hayale kapılmasın.

Türk milleti ses vererek eninde sonunda muhataplarının başlarına oyunlarını geçirecek ve iyiye, güzele, berekete, bolluğa ve rahmete bağlılığını mutlaka gösterecektir.

Kıymetli Misafirler,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Milletimizin altında bunaldığı sorunların çeşitliliğinden ve kasvetinden hepinizin etkilediğini biliyor ve bundan da kuşku duymuyorum.

Özellikle ekonomideki artan ve katlanan problem alanları en başta siz değerli Türk girişimcilerini çok zora sokmaktadır.

Yolların kavşak noktasında bulunan Afyonkarahisar’ın ekonomik dinamizmin güçlenmesi için bu zamana kadar iftihar edilecek katkılar sağladığı hepimizin malumudur.

Ancak son yıllarda bu ilimizdeki iş çevrelerinin huzurlarının kaçtığı, yeni yatırım yapmak konusunda engellerle karşılaştığı da bir gerçektir.

Cazibe merkezi olan ve çevre illerin de gelişmesine destek olacak bir niteliği bulunan Afyonkarahisar’ın içine düştüğü bunalımdan kurtulmasının vakti gelmiştir.

Elbette karşılaştığınız zorlukların temelinde iyi yönetilmeyen bir Türkiye olgusu vardır.

Bunun aşılması için herkese sorumluluklar düşmektedir.

Muhterem işadamlarımızın bu bilinçle hareket ettiğinden de eminim.

Tabiidir ki, siyasetin de Türk girişimcisinin önünü açmak, arkasında durmak ve daha çok kazanmasını sağlamak için yapacağı görevleri bulunmaktadır.

Biz parti olarak, Türkiye’nin ancak Türk girişimcisiyle zenginleşeceğini, demokrasinin istikrar kazanacağını ve toplumsal huzura ulaşacağını düşünüyoruz.

Türk markalarının rekabetçi avantaja sahip bir şekilde, katma değer üreten, Türk kimliğini binlerce kilometre öteye taşıyan bir hüviyete kavuşması en büyük istek ve temennimizdir.

Hepiniz takdir edersiniz ki, ekonominin gayesi bireysel ve toplumsal ihtiyaçların temin ve tatminidir.

Tüketim, yatırım ve tasarruflar bu hedefe yönelik olarak kurgulanırlar.

Bunun dışında yalnızca piyasanın düzen ve işleyişine odaklanan, diğer başka hususları ihmal ve hatta inkar eden bir ekonomik modelin başarısı mümkün değildir.

Bu çerçevede sosyal hedefleri gözetmeyen, kültürel yapı ve psikolojik gerçeklerden bağımsız ekonomik sistemin insanı merkezine almadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bizim ekonomi politikalarımızın özünde her şeyden önce insan vardır.

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın özlü sözü bu yaklaşımımızla üst üste çakışmaktadır.

Ahlak, adalet, eşitlik ve özgürlük dörtlüsü ekonomi politikalarımızın özünü teşkil etmektedir.

Aynı zamanda bağımsız ve milli bir “Üreten Ekonomi Programını” hayata geçirmek önceliklerimiz arasındadır.

Bu program kapsamında;

  • İstihdam dostu, sürdürülebilir bir büyüme ortamını tesis etmek,
  • İşsizlik ve yoksulluğu azaltmak ve gelir dağılımını daha adil hale getirmek,
  • Rekabetçi bir kur politikası uygulamak, üretim ve ihracatın ithalata bağımlılığını azaltarak rekabet gücü yüksek bir üretim ekonomisi tesis etmek,
  • Ekonominin dış kaynak bağımlılığını azaltarak şoklara dayanıklı hale getirmek ve kırılganlığı azaltmak,
  • Kamu ve özel sektör borç stokunu sürdürülebilir bir seviyeye indirmek yer alacaktır.

Bize göre manevi değerleri ruhunda ve iddialarında barındırmayan bir ekonomik yapının insanın mutluluğunu ve onurunu koruması neredeyse imkânsızdır.

Ahlak, adalet, eşitlik ve özgürlük üzerinde yükselmeyen ekonomi politikalarının orta ve uzun vadede başarısı şansı fazla yoktur.

Bunlara mihmandarlık yapacak olan da şüphesiz karar ve mekanizmaları yerli ve milli olan ekonomik bağımsızlık bilincidir.

Küreselleşmenin, güçlü ve gelişmiş ülkeler lehine kurumsallaştırdığı tek taraflı bağımlılık ilişkisi içerisinde ifadeye çalıştığım bağımsızlık hususunun gerçekleşmesi zor olsa da imkânsız değildir.

Şüphesiz ekonomik bağımsızlığın ve gücün oluşmasında Türk girişimcisinin büyük rolü ve payı olacaktır.

Aslına bakarsınız azgelişmişliğin ve kronik krizlerin arkasında dış dengelere fazlasıyla bağlanan bir ekonomik yapı bulunmaktadır.

Özellikle küresel ekonomik aktörlerin çıkarına uygun olarak yürüyen ve göz göre bağımlılığı zorunlu kılan ekonomik düzen, hemen hemen gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelerin tümünün ortak özelliğidir.

Bu yapının, bırakınız kalkınma ve gelişme dinamiklerini kendi başına harekete geçirmesini, var olabilmesi için bile dışarının himmet ve desteğine ihtiyacı olacaktır.

Üzülerek söylemeyim ki, sanayileşmiş ülkeler, bizim gibi ekonomik gelişmişliğin gerisinde kalan ülkeleri ne olduran ne de öldüren bir seviyede tutmak için kapitalizmin tüm imkânlarını ve uluslararası kuruluşların tüm yetkilerini kullanmaktadırlar.

Bir türlü acil servisten çıkamayan gelişmekte olan birçok ülke ekonomisi köküyle birlikte dışarıya bağlanmıştır.

Borçlar, bağışlar, kemer sıkmalar, istikrar tedbirleri, acil müdahaleler, kredi teşvikleri hep bu sürecin sonuçları arasındadır.

Küresel ekonominin kural ve yönünü tayin eden gelişmiş ülkeler, ekonomik yardım adı altında siyasi şartlarını ve çıkarlarını da maalesef dayatmaktan bir sakınca görmemektedirler.

Kriz ve dengesizlik bataklığına saplanan her ülke, aldığı yardımların, yapılan desteklerin bedelini yıllarca ödemek durumunda kalmaktadır.

Yabancı değer yargılarının ve bakış açılarının yerleşmesi özellikle içerideki bazı sermaye sahibi çevrelerce ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla desteklenmekte ve iyice güçlendirilmektedir.

Küresel ekonomik tahakküm dış ticaret ve özel yatırımlar kanalıyla sürekli olarak zinde kalmakta ve yayılmaktadır.

Böylelikle yaklaşık iki yüz yıllık bir mazisi bulunan uluslararası işbölümü retoriği de artan bir biçimde gelişmiş ülkeler lehine değer ve kazanç üretmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin de aşağı yukarı yaşadıkları bunlardır ve bu bizim kabul edemeyeceğimiz bir durumdur.

Jeopolitik ve bir alt dalı olan jeostratejik avantajını uzun yıllardır kullanamayan ülkemiz, ekonomik yaptırımlarla siyasi ve askeri tavizlere çok defa boyun eğmek durumunda kalmıştır.

Yabancı çevrelerin Türkiye’yi kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için ekonomiyi hakikaten de bir silah olarak kullanmaktan kaçınmadıkları tecrübelerle sabittir.

Bu zamana kadar ki yapılanlardan, ülkemizin üstü örtülü bir şekilde müstemleke ülke muamelesi gördüğünü açıklıkla itiraf etmek lazımdır.

Özellikle AKP döneminde bunun daha da arttığına şahit olunmaktadır. 

Maalesef yıllardan beridir, zengin ülkelerin önce kurduğu, ardından yönetip korudukları küresel piyasa düzeni ve ticaret ilişkileri, bizim gibi ülkelerin hep aleyhine cereyan etmiştir.

Üretkenliğimiz, emek ve sermaye yapımımız, verimlilik ve etkinlik çabalarımız kendi gelirimizi bir artırırken, gelişmiş ülkelerin milli gelirlerine daha fazla katkı sağlamıştır.

Bugün yabancı sermayenin gelmesinden memnun olanlar nedense, korkak ve ürkek tavrından, aceleci ve kapkaççı özelliğinden hiç bahsetmemektedirler.

Takdir edersiniz ki, çok uluslu şirketler en karlı ve dinamik sektörlere üşüşmektedirler.

Gelen sermayenin sınai yatırımlarını arttırmak yerine, daha çok faiz temelli kazanca odaklandığı açıktır.

Temel sanayi kollarının kurulması bundan dolayı çok gecikmiş, dışarının endüstri mamullerini satın alıp içerde birleştirmeye dayanan montajcı anlayış hâkim olmuştur.

Ülkemizin dışarıdan aldığı malların parası, sattıklarıyla bir türlü karşılanamamış, aradaki fark ne yazık ki çok açılmıştır.

Bugüne dair somut bir örnek verecek olursak; 2011 yılı Şubat ayında, 2010 yılının aynı ayına göre ihracat yüzde 22,2 artarken, ithalat yüzde 48,7 yükselmiştir.

Geçen yıl yüzde 70,2 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı da 2011 Şubat ayında yüzde 57,7’ye gerilemiştir.

Ekonominin içine düştüğü tuzak tüm düşündürücü tarafıyla bu verilerde gizlidir.

Sonuç olarak gelirimizden daha çok harcadığımız için iki yakamız bir türlü kavuşmamaktadır.

Cari açık demek olan bu gelişme, devamlı olarak ekonomiyi sözde büyütürken bıçak altına sokmaktadır.

Türkiye ekonomisi başkalarının mallarına olan taleple temelsiz büyüdüğünden ekonomik itibarımız ve kalitemiz hiçbir şekilde olumlu bir seviyeye gelememektedir.

Doğal olarak geçtiğimiz yılın son çeyreğinde ortaya çıkan yüzde 9,2’lik büyümenin ve tüm yılda belirginlik kazanan yüzde 8,9’luk büyüme performansının hem üreticilerimiz hem de vatandaşlarımız açısından herhangi bir ehemmiyeti yoktur.

Bu nedenle Türkiye ekonomisi çoğunlukla ve fiilen yabancı merkezlerin kararına, ilgisine ve hatta menfaatine bağımlı olmuştur.

Anormal ve ekonomik boyunduruk durumunu resmeden bu manzarayla hesaplaşmadan, Türk şirketlerine hak ettikleri ilgiyi göstermeden, ekonomik bağımsızlığı hayata geçirmeden küresel ilişkilerde belirleyici olmamız çok zordur.

Kurtuluş Savaşının özünde ve felsefesinde de işte bu gerçek vardır.

Biliyoruz ki, Türkiye’nin muhtaç bir durumda olması, yabancı çevreler için biçilmiş kaftandır.

Ve kendi ulusal hedeflerinin yaşaması ve ilerlemesi için elverişli siyasal, sosyal ve ekonomik düzenin oluşturulması en büyük hedefleridir.

Ortadoğu’daki son hadiseleri bir de bu zaviyeden okumak ve anlamlandırmak zannederim çok faydalı olacaktır.

Buradaki ifadelerimden yabancı sermayeye şaşı baktığımız sonucu katiyen çıkarılmamalıdır.

Ancak gelen sermayenin hans’a ya da corc’a gelir aktarımından önce, mehmet’e ve hasan’a bir faydası olmalı, Türk girişimcisine daha çok yarar sağlamalıdır.

Bunun içinde başta menkul kıymet borsaları olmak üzere sermaye piyasalarının gelişimi ile yabancı yatırımcı etki ve kontrolünden kurtulmasını sağlayacak tedbirler almayı hedefliyor ve benimsiyoruz.

İlave olarak doğrudan yabancı sermaye ve özel sektör yatırımlarına Türkiye’yi cazip kılmak için gerekli kolaylıkları da sağlamayı istiyoruz.

Ancak, yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği sektörlerde milli güvenliği ve ekonomik istikrarı olumsuz etkileyecek ve rekabeti engelleyecek şekilde hâkim konuma gelmemesi için gerekli önlemlerin alınması gerektiğine inanıyoruz.

Üstelik kısa vadeli portföy yatırımlarının piyasalardaki dalgalanmalar sonucu hızlı ve yüksek miktarda yurt dışına çıkmasını önleyecek tedbirler alınmazsa, kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsızlık unsuru haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bizim de buna rıza göstermemiz, duyarsız kalmamız ne pahasına olursa olsun mümkün değildir.

Türk şirketlerinin paravan ya da aracı olarak kullanılması, acentelikle yetinmesi ve yabancıların karlarını transfer eden bir yapıya bürünmesi asla tasvip etmediğimiz bir husustur.

Hedefimiz Türk şirketlerinin kendilerine yabancı şirketleri acente yapmaları ve ürettiklerini dünyanın dört bir köşesinde satabilecek bir yüksek seviyeye gelmeleridir.

Gelişmiş ülkelerin değil, Türk milletinin beklenti ve menfaatlerini kürenin her tarafında temsil eden büyük Türk şirketlerine gereklilik vardır.

Türk girişimcisini koruyucu kanatları altına alacak ve gelişmesi ve büyümesi için her türlü fedakarlığı gösterecek siyasi iktidarlar iddia ediyorum eski kudretli günlerimize kavuşmamızı da sağlayacaklardır.

İşte biz buna Allah’ın izni ve sizlerin desteğiyle talibiz.

Türkiye’nin özkaynaklarına dayanarak zenginleşeceğini, hiç bir ülkenin rica-minnet ağzına ve eline bakmadan, ekonomik yeterliliğini sağlamış ve iç huzurunu tesis etmiş bir şekilde bölgesinde ve küresel alanda güç merkezi olacağına inanıyor ve buna ulaşmanın çabasını her fırsatta göstereceğimizden hepinizin emin olmasını istiyorum.

İşsizlik ve yoksulluk sorunlarının aşılması, gelir dağılımı adaletinin tesis edilmesi ve üreten ekonomi denkleminin kurulması asla zor değildir ve bizim de isteğimiz bu yöndedir.

Terörü alt etmiş, huzur ve emniyeti her tarafa yaymış, yatırım yapan girişimcilerimizin önünü açmış bir Türkiye’nin karşısında kimse duramayacaktır. Bizim de amacımız budur.

Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işler hale gelmesi ve temel hakları teminat altına alarak bireysel özgürlüklerin güçlendirilmesi Türkiye’yi kemale erdirecektir. Bizim isteğimiz de bu şekildedir.

Milli geliri 2015 yılı sonunda 1,1 trilyon dolara, 2019 sonunda 1,5 trilyon dolara, 2023 yılının sonunda ise 2,1 trilyon dolara ulaşmış bir Türkiye bölgesinde ve küresel planda güç merkezi olmuş lider bir ülke konumuna ulaşacaktır. Bizim hedefimiz bunlara yöneliktir.

Yolsuzluğu yenmiş, siyasi ahlakı yerleştirmiş, huzuru sağlamış bir Türkiye’nin bileğini kimse bükemeyecektir. Biz de bunu sağlamaya yeminliyiz.

Kimsenin dışlanmadığı, kardeşlik hukukuna bağlı ve sadık kalındığı, eşit vatandaşlık prensibinden taviz verilmediği; haksızlıkları, hukuksuzlukları ortadan kaldıran, biri yerken öbürünün bakmasını özendiren ekonomik yapının reforma tabi tutulduğu bir Türkiye’nin karşısından hiçbir güç duramayacaktır. İşte bizim de özlememiz budur.

Herkesin benimseyeceği ve gönül rızasıyla onay vereceği, milli gerçekleri barındıran bir anayasanın hazırlanması bizim sözlerimiz arasındadır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni sulandırmaya yeltenen; rejim ve sistem değişiklikleriyle milletimizi perişan etmeye şimdiden niyetli mahfillerin olmadığı bir Türkiye’de her şey çok güzel ve anlamlı olacaktır.

İnşallah hep birlikte mutlu millet, huzurlu fert ve güçlü devlet hedefine ulaşacağız.

İş ve Çalışma Hayatının Muhterem Temsilcileri,

Sivil Toplum Kuruluşlarının Değerli Üyeleri,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Elbette Anadolu’nun bağrında yeşermiş ve hepimizin gurur vesilesi olan sermaye yapısıyla ve müteşebbis ruhla bunları başaracağız.

Bu irade ve inanç sizlerde fazlasıyla yer etmiştir.

Milli ve manevi değerlerle olan rabıtaları ve Türkiye’nin gelecekte kudretli; küresel ve bölgesel alanda lider ülke konumuna ulaşması Anadolu’nun her tarafında istikrarlı bir şekilde gelişen Türk girişimcisi sayesinde olabilecektir.

Türkiye’nin geri kalmışlığının sosyal ve ekonomik temellerine inecek ve bunu yıkacak olan elbette siyasetin öncülüğünde Türk şirketleri ve girişimcileri olacaktır.

Türk girişimci ruhuyla, Türkiye’nin siyasal yapısı, karşılıklı etkileşim ve dayanışma içinde olacak ve demokrasinin kökleşmesinde belirleyici hale gelecektir.

Kendilerini vazgeçilmez görüp asıl işlerini bir kenara bırakarak, sırça köşklerinde ülke coğrafyasında oluşabilecek her şartta yaşayabileceklerinin pazarlığını ve mesajını yaptırdıkları anayasa çalışmalarıyla verenler elbette Türk milletinin hasletlerini fazlaca yüreklerinde taşımayanlardır.

Bunun için Anadolu’daki Türk girişimci ruhu vatanına sahip çıkacak ve uzanan kirli elleri mutlaka engelleyecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz hazırız. Ve hepinize ses veriyoruz.

İktidar olmak istiyoruz ve başaracağımızdan asla şüphe duymuyoruz.

Konuşmama son verirken sesimize kulak vereceğinizi biliyor hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun. Cenab-ı Allah’a emanet olun.