11.07.2011 - 61. Cumhuriyet hükümeti programı görüşmelerinde yapmış oldukları konuşma metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
61. Cumhuriyet hükümeti programı görüşmelerinde yapmış oldukları konuşma.
11 Temmuz 2011

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başkanlığında kurulan 61.Cumhuriyet Hükümeti’nin Programı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Bu vesileyle siz değerli milletvekili arkadaşlarımı en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

12 Haziran seçimlerinden sonra oluşan 24.Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yapacağı çalışmalarda üstün başarılar diliyorum.

Bu yeni yasama döneminin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Milletvekilliği Genel Seçimi sonucunda Meclisimizde temsil imkânı bulan siyasi partileri bu vesileyle bir kez daha kutluyorum.

Cenab-ı Allah’tan niyazım odur ki, önümüzdeki sıkıntılarla dolu sürecin inşallah kazasız belasız aşılarak, milletimizin daimi huzuru ve birliği için gereken çabaların gecikmeksizin gösterilmesidir.

Bu itibarla 24.Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin demokrasinin asıl anlam ve içeriğine kavuşmasında, istikrar ve toplumsal barışın gerçekleşmesinde önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Çatısı altında bulunmaktan iftihar ettiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet iradesinin somutlaştığı ve temsilcileri eliyle anlam kazandığı kutlu bir mekândır.

Bu tarihi ve kutsal emanetin; değerini küçültecek, itibarını düşürecek ve sahip olduğu derin manayı incitecek her türlü tartışma ve çekişmeden uzak tutulması gerekmektedir.

İtiraf etmek lazımdır ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi düşman silahlarının tasallutu altında dahi aciz ve yetersiz olmamıştır.

Her ne sebeple olursa olsun, boykot ve protesto gibi sonuçsuz eylemlere de muhatap kalmamış ve karşılaşmamıştır.

Ne var ki, 12 Haziran seçimlerinin ardından gerçekleşen milletvekili yemin merasimindeki boykot ve protesto girişimleri, maalesef Gazi Meclis’in manevi şahsiyetini ihlal ve rencide etmiştir.

İktidar partisinin gerilimi tırmandırıcı yaklaşımı, ana muhalefet partisinin inatçı tavrı yaklaşık iki haftalık bir süredir ülke gündemini meşgul etmiştir.

Meclis’in çalışma düzenini tehdit eden ve millet iradesinin işleyişini sakatlayan bu görüntünün çözüm kulvarına girmesi hepimiz açısından sevindiricidir.

Yemin krizine gerekçe gösterilen tutuklu milletvekillerinin, ısrarla ve herhangi bir yasal engel olmaksızın serbest bırakılmamaları demokrasi ahlakı gereği Meclis’te bulunan hepimizin meselesi olmalıdır.

Hukuk sisteminde adalet herkesin yararına işlemeli ve toplumun temel çıkarlarını dikkate almalıdır.

Esasında millet iradesinin dört duvar arasında bulunuyor olması, bir bakıma ileri demokrasi sözlerini nasıl okumamız gerektiğiyle ilgili de bize önemli ipuçları vermektedir.

Türkiye’nin, sorunlar ve krizler bataklığından kurtulacak azmi göstermesinin yegâne yolu millet iradesine sahip çıkmaktan geçmektedir.

Mahkûmiyeti onaylanmamış, suçlu olup olmadıklarıyla ilgili hukuki netliğin belli olmadığı milletvekilleri emin olun ki en başta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onur konusudur.

Bu itibarla, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi ilke ve ahlak ölçülerinde buluşmak ve çözüm odaklı pozisyon almak Meclis’imizin güvenirliğini muhafaza etmek açısından önemli bir adım olacaktır.

İçinden geçtiğimiz süreçte, bitirilmesi amacıyla mesai ve emek sarfedilen siyaset ve demokrasi krizinin, daha büyük bir krize evrilmemesi için özenli, hassas ve dikkatli hareket edilmelidir.

Zira millet iradesinin tazelendiği bugünkü ortamda, Meclis’in kaos merkezi olarak varlığını sürdürmesi, sosyal ve ekonomik dengesizliklerin tahkim ettiği fay hatlarını çatlatabilecektir.

Bu da tabii olarak ağır bir maliyet demektir ve sonucuna hiçbir suçu günahı olmayan milyonlarca vatandaşımızın katlanması anlamına gelecektir.

Değerli Milletvekilleri,

12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimlerinin sonucunda yeni bir Meclis ve iktidar yapısı ortaya çıkmıştır.

Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere dağılımı sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi; yüzde 49,83’lük oy oranıyla 327 milletvekili sayısına ulaşmış ve üçüncü defa tek başına iktidar olma fırsatını elde etmiştir.

Bizim milletimizin tercihine ve takdirine sonsuz hürmetimiz vardır.

AKP’nin bu oy oranı, siyasi mücadele içinde olan bir partinin alabileceği çok önemli bir neticedir.

Milletimiz, sosyo ekonomik sorunlarına rağmen, AKP’ye oy vermiş ve bir dönem daha ülke yönetiminde kalmasını istemiştir.

Cepheleşmelere, kavgalara, bölünme alarmına ve bunun sonucunda yoğunlaşan huzursuzluklara takılmadan önümüzdeki dört yıl için AKP’ye onay vermiştir.

Bizim parti olarak buna da saygı duymaktan başka yapacağımız bir şey yoktur.

Şüphesiz AKP büyük bir sorumluluk ve veballe karşı karşıyadır.

Artık AKP’nin önünde, sorunları bitirme konusunda elini tutan, engel ve zorluk çıkaran herhangi bir bağlayıcı faktör kalmamıştır.

Bundan sonra, aldığı yüksek millet desteğiyle önü açıktır.

Sığınacağı ve saklanacağı bir mazereti bulunmamaktadır.

Maharet yüksek oy oranı almaktan daha çok, bunun gerektirdiği siyasal sonuçları ve değerleri üretmektir.

Milletimiz, verdiği yetkinin nasıl ve ne şekilde kullanıldığını mutlaka sorgulayacak ve lazım gelen notlarını günü gününe alacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak da AKP iktidarının plan ve programının uygulama aşamalarını sürekli olarak takip edeceğimizi ve milletimizin bize verdiği muhalefet görevini en iyi şekilde yerine getireceğimizi bu vesileyle hatırlatmak istiyorum.

Sayın Başkan,  

Değerli Milletvekilleri,

Sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkilerin temelinde güven olgusunun hayati bir niteliği vardır.

Karşılıklı işbirliğine, denge ve uzlaşmaya dayalı bir zihniyetin varlığı; yönetimlerin, sistemlerin ve rejimlerin işleyişinde önemli rol oynamaktadır.

Tutulmayan sözlerin, çiğnenen milli prensiplerin, yerine getirilmeyen vaatlerin ve görmezden gelinen yeminlerin neden olacağı tahribatlar da büyük olmaktadır.

Hiç şüpheniz olmasın ki, kalıcı ve sürdürülebilir müzakere zeminine yaslanmış, hoşgörüden ve iyi niyetten beslenen siyasal tutumlar, ön alan ve riskleri bertaraf eden bir yönetim felsefesiyle birleşirse geleceğin aydınlık resmi fluluktan kurtulacaktır.

İlave olarak, tarihin ve coğrafyanın yüklediği milli sorumluluk anlayışıyla hareket edilmesi her güçlüğün üzerinden gelecek şuura ulaşmayı kolaylaştıracaktır.

Güven erozyonuna maruz kalmış milletlerin, gelişme ve ilerleme yolunda önemli psikolojik ve sosyolojik engellere muhatap kaldığı bir hakikattir.

Açıktır ki, yeniçağın en belirgin dinamikleri arasında güven temelli ilişkiler ağını kurumsallaştırma hedefi bulunmaktadır.

Bunun farkına varmış milletler, kendi devlet ve toplum hayatlarındaki gelgitlere, sarsıntılara karşı dayanıklı ve dayanışmacı bir karakter sergilemektedir.

Günü birlik çekişmelerin içine hapsolmadan, çapsız ve vizyonsuz döngülerin çekim alanına kapılmadan yolunda yürüyen ülkelerin en bariz özelliği, karşılarına çıkan sorunları çözme konusunda ortaya çıkmaktadır.

Demokrasi işte böylesi bir durumda istikrar ve düzen sağlayıcı dinamiklere kapı aralamakta ve bunları da teşvik etmektedir.

Propagandanın aldatıcı yüzüne makyaj sürüp ayakta kalmaya çalışan siyasi aktörler ise eninde sonunda gizledikleri ve üstünü örtükleri anormalliklerle karşılamaktadır

Bugünü kurtarmanın sinsiliğine ve aldatmanın kolaycılığına teslim olanlar, geleceği planlanmaktan bihaber şekilde uğrayacakları hezimet dolu günlere sürekli olarak kürek çekmektedir.

Vermemiz gereken karar başlangıçta şundan ibarettir:

Büyük düşünen, uzun vadeli plan yapan stratejik aklı mı oluşturacağız? Yoksa konjonktürel ve küçük hesaplar yapan taktik manevralara mı teslim olacağız?

Bunu düşünecek olan da öncelikle siyasi sorumluluk mevkiinde bulunan Adalet ve Kalkınma Partisinden başkası değildir.

Demokratik kültürü olgunlaştırmadan ve bunu bire bir uygulayacak niyetlere, davranışlara prim vermeden çıkılacak her yolun mutlaka akamete uğrayacağını aklımızdan bir an olsun çıkarmamalıyız.

Türkiye’deki yaşanılan her meseleyi dile getirmeye çalıştığım bu hususlar paralelinde ele almak ve değerlendirmek lazımdır.

Yoksa dünden alınmamış derslerin ve inkâr edilen bunalımların bedelini önümüzdeki dönemde misliyle ödemek zorunda kalacağımızdan herkes emin olmalıdır.

Ülkemizin boğuştuğu ve altında ezildiği sorunlar düğümünün çözülmesi yönünde vakit kaybına ve emek israfına artık milletimizin tahammülü kalmamıştır.

Bu çerçevede Milliyetçi Hareket Partisi olarak, muhalefet görevine sahip olmamıza rağmen büyük bir sorumluluk ve duyarlılık içinde hareket ettik, ediyoruz.

Son yemin ve boykot krizinde partimizin kilit açıcı ve demokrasiyi sahiplenici tavrı en az 367 garabetinin aşılması kadar değerli ve kıymetlidir.

Bir kere düşünün; partimiz de cezaevinde tutulan milletvekilini bahane göstererek yemin etmekten imtina etseydi, Meclis’in ve siyasetin hali acaba nasıl olurdu?

MHP’nin de olmadığı bir Meclis yapısında, siyaset ve demokrasi krizinin nerelere ulaşacağıyla ilgili içinizde bir fikir yürüteniz var mıdır?

Fırsattan istifade ederek, muhalefet gelmese de Meclis çalışır demek, aslında bastırılmış Baasçı zihniyetin yansımasından başka bir şey değildir.

Bunun için önümüzdeki dönemde, özellikle iktidar partisi; sahip olduğu sayısal ve siyasal çoğunluğu hiziplerin bilenmesi ve kavgaların alevlenmesi yönünde seferber etmemeli ve aşırı kibirden kesinlikle kaçınmalıdır.

Beklentim, Programını görüştüğümüz 61. Cumhuriyet Hükümeti’nin de bu çerçevede hareket etmesi ve bunu hatırından hiç çıkarmamasıdır.

Sayın Başkan

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurduğu dördüncü hükümetin güven oylaması sürecindeyiz.

AKP’nin, bundan önceki üç hükümeti maalesef ülkeyi felaketlerin eşiğine kadar getirmiştir.

Dokuz yıla yaklaşan hükümet yılları söylenenin aksine taviz, teslimiyet ve talan sacayağına oturmuştur.

Toplumsal kutuplaşma, ekonomik türbülans, siyasi kriz ve etnik bölücülük AKP’nin yanlış ve kastı aşan politikalarından dolayı üremiş ve yayılmıştır.

Demokrasinin içinin boşaltılması ve güven duygusuna vurulan darbeler son vatanımızdaki varlığımızı üst düzeyde tehlikeye atmıştır.

Ekonomik gerilik, istikrarsızlık içinde bocalayan sosyal bünye geleceğe iyimser bakmamıza ziyadesiyle manidir.

AKP’nin siyasi tercihlerinden edindiğimiz ve şahit olduğumuz tecrübeler ve gerçekler, bundan sonrası için umutlu olmamıza izin vermemektedir.

Bu itibarla, 61.Hükümet Programı milletimizin asıl sorunlarını omurgasından kavrayacak ve meseleleri çözecek siyasi ferasetten fazlasıyla uzaktır.

Şu kadarını söyleyebilirim ki, Program aziz milletimizin bunaldığı ve çıkış aradığı sorunlarının bütünüyle bitirilmesi için farklı ve yeni bir şey getirmemiştir.

Görüldüğü kadarıyla 61.Cumhuriyet Hükümeti yeni anayasa hazırlığını gündeme bir kez daha taşımıştır.

Hatırlanacağı üzere, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra kurulan 60. AKP Hükümeti de yeni anayasa yapımı konusunda irade beyanı göstermişti.

Bilim adamlarından teşkil edilmiş bir gruba anayasa çalışması havale edilmiş, ortaya çıkan taslak Başbakan Erdoğan’a sunulmuştu.

2007 yılından buyana süren yeni anayasa tartışmaları 61.Hükümetin Programında da kendisine yer bulmuştur.

Ancak, yeni anayasayla amacın ne olduğu, nasıl bir değişiklik yapılmak istendiği ve muhteviyatının, sınırlarının ne olacağı hususları boşlukta kalmıştır.

Sanki, her sorunun bir tek müsebbibi gibi takdim edilen anayasanın, yeniden yazılamasıyla Türkiye belini doğrultacak ve ayağa kalkacaktır.

Bu çerçevede Başbakan Erdoğan önümüzdeki dönemi yeni anayasa dönemi olarak tanımlamaktadır.

Bizim dikkatle izleyeceğimiz bu süreçte; planlanan yeni anayasanın nasıl bir zihin ve yöntem benimsenerek; dışlayıcı değil kapsayıcı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, baskıcı değil özgürleştirici olacağıdır.

Huzurlarınızda Sayın Başbakan ve hükümetine açıkça sormak istiyorum:

Hükümet Programında sunulduğu şekliyle; toplumsal çeşitliliği de bir zenginlik olarak kabul eden, tek sesliliği değil, çoğulculuğu öne çıkaran bir metnin içeriğinde neler olacaktır?

İzah edilmesi gereken en temel husus; toplumsal çeşitlilikten neyin anlaşıldığıdır?

Başbakan’ın sunuş konuşmasının satır aralarında dile getirdiği; dil, din, mezhep, etnik köken gibi konularda ortaya çıkan çok boyutlu ve kalıcı çözüm arayışlarının bu dönemde de sürmesi yönündeki kararlığın anayasayla bir ilgisi var mıdır?

Bu kapsamda, planlanan yeni anayasada etnik kimlikler tanımlanacak mıdır?

Mahalli ölçekteki dillerin anayasaya sokulması için bir niyet ve çaba gösterilecek midir?

Hatta eğitim ve öğretim dili olması yönünde tavır alınacak mıdır?

Türk kimliğinin esnetilerek anlamsızlaştırılması ve Türkiyelilik çarpıtmasıyla geriletilmesi düşünülmekte midir?

Anayasa’nın 66. Maddesinde anlamını bulan; “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” milli inancından ödün verilecek midir?

Türk milleti ifadesinin zedelenmesi, aşındırılması ve Türklük vurgusunun değiştirilmesi maksadıyla bir girişimde bulunulacak mıdır?

Üniter yapının sulandırılarak Cumhuriyet’in kurucu değerlerinden ve vazgeçilmez niteliklerinden taviz verilecek midir?

Anayasanın başlangıç kısmındaki bütünlüğün bozulması, değiştirilmesi akıllardan geçmekte midir?

Bölücülüğün anayasal statü taleplerinin karşılanması için yeri ve zamanı geldiğinde karşılanmak üzere bir söz verilmiş midir?

Ve elbette Anayasa’nın ilk üç maddesi ile kilidi konumundaki dördüncü maddesi hakkında planlanan nedir?

Bizim yeni anayasa konusunda cevabını duymayı ve öğrenmeyi istediğimiz sorularımız şimdilik bunlardır.

Tavrımızı ve içine gireceğimiz siyasal tutumu, bu önemli sorulara verilecek karşılıklara göre oluşturacağız.

Yine Sayın Başbakan, Türkiye’nin önünde engel olarak duran sorunların çözümü konusunda attıkları büyük adımlarla neyi ima etmeye çalışmaktadır?

Eğer buradaki maksat, PKK açılımı doğrultusunda atılan adımlar ve bunun takviye edilmesi niyeti ise ortada büyük bir mesele var demektir.

Bu kafa yapısıyla denizi geçip de derede boğulmayacaklarını düşünüyorsa, yanıldıklarını mutlaka anlayacaktır.

Çünkü Türk milleti, ne denizden geçmiştir, ne de derenin kenarındadır.

Kör ve karanlık bir kuyunun etrafına mahkûm edilmiş bir şekilde yaşamaya zorlanmaktadır.

Ya uçurum ya çözüm, ya kuyunun dibi ya da zillete boyun eğmesi istenmektedir.

Bizim parti olarak, dibi görünmeyen kuyulardan su içmemiz, netleşmemiş ve şaibe yüklü emellerle aynı hizada bulunmamız eşyanın tabiatına aykırı olacaktır.

Bununla birlikte, yeni anayasa hazırlığı süresince geniş bir uzlaşmanın sağlanacağı sürekli olarak gündemde tutulmaktadır.

Bunun ilk bakışta cazip ve çekici bir tarafı olduğu tartışma götürmez gerçektir.

Ancak, en temel konularda bile müştereklerin yakalanamadığı, keskinliklerin törpülenemediği bir ortamda bu uzlaşma iklimi nasıl tesis edilecektir?

Demokrasiyi keyfince eğip büken bir bakış ve değerlendirme açısıyla, geniş ölçekli bir mutabakata nasıl varılacaktır?

Muhalefeti önemsemeyen, şekli bir unsur olarak kabul eden ve esasa müdahil olmasının önünü açmayan bir zihniyetle karşılıklı güven nasıl kurulacaktır?

Kanlı terörün eylemlerini arttırdığı, şiddetin yaygınlaştığı, suç ve asayişsizliğin yükseldiği, şike iddialarının toplumsal yapıyı yangın yerine çevirdiği bir ortamda geniş bir uzlaşma alanı oluşturmak çok güçtür.

Lütfen dikkat buyurunuz değerli arkadaşlarım, 12 Haziran seçimlerinden bu tarafa şehitler birer birer vatan topraklarına emanet edilmektedir.

Hakkari Yüksekova’da kalleşçe, hunharca ve kahpece arkadan vurulan Uzman Çavuşlar Murat Özkozanoğlu’nun ve Yahya Karakaya’nın acıları tazeliğini hala korumaktadır.

Biz, bütün şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa, milletimize sabır ve başsağlığı dileklerimizi tekrarlıyoruz.

Bu yetmiyormuş gibi, daha birkaç gün önce de iki askerimiz eşkıyalar tarafından kaçırılmıştır.

Sorarım sizlere, bu vahşetten dolayı yüreğiniz sızlamıyor mu?

Terörün azgınlaştığı ve zıvanadan çıktığı bir ülke manzarasında; barış, özgürlük ve insan hakları kavramlarının eğer kandırmaca değilse ne olduğuyla ilgili aranızda net bir görüşü olanınız var mıdır?

Özellikle AKP’li arkadaşlarımdan birçoğunun vatan ve millet konularında ne kadar hassas olduklarını iyi biliyorum.

Vicdanlarının kanadığını, yüreklerinin yandığını ve ama seslerini çıkaramadıklarını düşünüyorum.

Gencecik vatan evlatlarımız, milletimizin selameti için can verirken, İmralıyla anlaşma arayışlarının, sözde barış görüşmelerinin Türk milletine büyük bir hakaret olduğunu inkar edeniniz var mıdır?

Geride kalan yetimlerin, anaların, bacıların, gelinlerin gözyaşlarını nasıl telafi edeceğiz?

Bir tarafta İmralı’dan, Kandil’den kirli özgürlük ve demokrasi beyanatları gelmektedir.

Diğer tarafta da sevk ve idare ettikleri caniler ölüm kusmaktadır.

Ve ne yazık ki Başbakan sessizdir, tepkisizdir ve bir şey olmamış gibi kanlı senaryoyu izlemektedir.

Yeni yetme devletlerin bile karşı çıkacağı, tavır koyacağı meselelerde şayet muhatap küresel güçler ise yine sessiz durulmakta, boyun eğilerek, sorunlar göz ardı edilmektedir.

Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde,

Irakta beş polisimiz şehit edildiğinde,

Barzani açık savaş ve fitne tehdidinde bulunduğunda,

Ermenistan hükümetinin taciz ve tehditleri söz konusu olduğunda da hükümetin malum silik tavrı kendisini göstermişti.

Hükümet programında, sözde milli birlik ve kardeşlik projesinin sürdürüleceği yönündeki ifadeler, acımasız ve gaddar terörün faaliyetlerine hız kesmeden devam edeceğine açık kanıttır.

Yakın coğrafyalarımızda barış ve huzur arayışında olduğunu dile getiren AKP hükümeti, ülkemizde şehidin ve saldırıların olmadığı bir tek güne hasret kaldığımızı ne zaman anlayacaktır?

Sayın Başbakan başka milletlerin birliği ve beraberliği için yabancı başkentlerde kapı kapı dolaşırken, kendi milletinin birliğini sağlamaktan çok uzak bir anlayışın, ayrımcı, yıkıcı ve farklılaştırıcı söylemlerin kabından taştığını daha hangi misallere bakarak idrak edecektir?

Yıllardır ulaşamadığı siyasal hedeflerine yeni anayasa ile ulaşma umuduna kapılan etnik terör örgütü hükümetin zayıf ve yumuşak tarafını keşfetmiştir.

Ne kadar kan dökerse, hükümeti o kadar sıkıştıracağını, yapacağı eylemlerin şiddeti kadar taviz kopartacağını anlamıştır ve hedef gözetmeksizin eylemlerini tırmandırmaktır.

Terör maşalarıyla kurulan müzakere masalarında belirlenen protokol zırvaları, sözde barış ve anayasa konseyleri milletimizle alay edercesine kamuoyuna servis edilmektedir.

Şurası bir gerçektir ki, bölücü terörle yapılan pazarlıkların nerede duracağı ve hangi tavizlere meydan vereceği muammadır.

Verilenlerle, talep edilenler arasında her zaman fark olacak, şüphe etmeyiniz ki bölülücü niyetler doymak ve tatmin olmak bilmeyecektir.

PKK, varlığını sürdürebilmek için uluslararası destekçisi hiç eksik olmayan, kimin işine yarayacaksa ona hizmet eden ve elden ele devredilen bir örgüt olarak ülkemizin çeyrek yüzyılına ağır darbeler vurmuştur.

Ve elbette ki PKK kadroları da kendilerine göz yumulacak küresel emellerle işbirliğine girişmişler, bazen İsrail’in, bazen Suriye’nin, bazen Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Yunanistan’ın, Avrupa’nın ve Amerika’nın himayesi ile diri durmayı başarmışlardır.

Bunlar PKK hakkındaki bazı gerçeklerdir ve konuyla ilgili uzman olamayan kişilerin bile bileceği güncel olaylar ve gelişmelerdir.

Geldiğimiz bugünkü aşamada, terörle huzur arasında tarafsız bir alan olmadığını herkes bilmelidir.

Özgürlük ve barış kavramlarını istismar ve ters yüz ederek kanlı hesapların üzeri asla örtülemeyecektir.

Bu gerçekler ortada dururken, 61.Hükümet Programında terörle mücadeleye dair en ufak bir kararlılık ya da söz olmaması kabul edilemezdir ve hükümetin nasıl bir zafiyetin içine düştüğünü açıkça göstermektedir.

Zannedersiniz ki ülkemiz günlük güneşliktir.

Millet olarak bölücülük diye bir derdimiz ve endişemiz bulunmamaktadır.

Dağlarımızda silahla gezenler sanki özgürlük savaşçısıdır ve meşru haklarını aramaktadır.

Milli güvenliğimize yönelik tehditleri hafife alan bir hükümet etme anlayışının millet ve devlet bekasını korumak için hiçbir fedakârlıkta bulunmayacağını görmek gerekmektedir.

Eğer İmralı’yla yapılan görüşmelerde terörle mücadele edileceğine dair bir ifadenin hükümet programına konulmaması sözü verilmişse, emin olun bunu ne aziz milletimiz bağışlayacaktır ne de Cenab-ı Allah affedecektir.

Hele Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir zaman bu acziyeti gösteren art niyetli muhataplarını unutmayacaktır.

Tekraren hatırlatmak isterim ki, terör ve bölücülük yıllardan beridir;

√  ABD ile yapılan sonuçsuz pazarlıklardan

√  Tezkereye rağmen yapılamayan kara harekâtından,

√  Peşmerge reisine tam teslimiyetten,

Habur’daki terörist karşılama törenlerinden,

√  Bölünmeyi anayasaya yedirme arayışından ve,

√  Etnik kimlik tahrikinden dolayı artmıştır.

Şimdi de 61.Hükümet Programında, hiçbir şey yokmuş gibi, terörle mücadeleden zerre kadar bahsedilmemekte, Türk milletinin birliğine ve varlığına dönük suikastlar yok kabul edilmektedir.

Bizim, yalnızca bu bile 61.Hükümete güven duymamamız için yeter nedendir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu haliyle Hükümet Programının baştan mahsurlu ve sorunlu olduğunu düşünmekte, güvensizliğin, işgüzarlığın ve kötü niyetin programın ruhuna sindiğini net olarak görmektedir.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

61.Hükümet’in programında ileri demokrasi vurgusuna özel bir atıf da yer almıştır.

Bu dönemde demokratikleşme hedefinin ileri demokrasi olacağı iddia edilmiştir.

Toplumsal sorunların daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük ekseninde çözüleceği programda yer bulmuştur.

Bu çerçevede, farklılıkları zenginlik olarak görmenin ve çatışma konusu olmaktan çıkarmanın herkesin sorumluluğu altında olduğu hatırlatılmış, her kimliğin kendisini rahatça ifade edebileceği ve geliştireceği ve kimliklere saygı esasına dayanan birlikteliğin esas alındığı ortaya konulmuştur.

Üstelik Sayın Başbakan, tek kişi dahi olsa, her vatandaşımızın diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve tüm farklılıklarına saygı göstereceklerini söylemiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla, sözde Kürt sorunu da bu kapsamda formüle edilmektedir.

Ne üzücüdür ki, Türk milleti farklılıkların yok edici ve ezici alanına sıkıştırılmıştır.

Elbette herkesin inancına ve anasının diline bizim de saygımız vardır ve başkası da zaten düşünülemeyecektir.

Ancak farklılıklara yapılan özel vurgu, etnik kimliklerin ayrılıkçı eğilimlerinin ve otonom hareket etme taleplerinin önünü açacaktır.

Bilinmelidir ki, farklılıklar özendirilerek, millet yapısı güçlenmiş olmayacaktır.

Bilakis var olan derin bağlar gevşeyecek, incelecek ve kırılgan bir noktaya gerileyecektir.

İşin tehlikeli tarafı ise, farklılıkların okşanması farklı olduğunu düşünenlere bir fırsat kapısı aralayacak; tanınma, temsiliyet ve özerklik beklentilerinin azmasına neden olabilecektir.

Asırların göz nuru, alın teri ve şehit kanıyla vücut bulmuş Türk milletinin ayrılmaz ve sarsılmaz bütünlüğü müştereklerin vurgulanmasıyla korunacaktır.

Farklılıkları davet ederek bağları güçlendirecekleri zehabına kapılanların ya zihinleri iflas etmiş veya sömürgecilik tuzağının içinde bilinçlerini kaybetmişlerdir.

Bütün itirazlarımıza rağmen, kurulan etnik kuluçka dönemi bugün çatlamaya ve içinden ise korkunç sesler duyulmaya başlamıştır.

Bu dağılmanın, ayrışmanın, bölünmenin ve bin yıllık kardeşlik hukukun bitmesinin narasıdır.

Başbakan Erdoğan yine vahim bir yanlışın içine düşmüş ve ayrı kültürden bahsederek gaflet yolunda inatla ilerlediğini göstermiştir.

Hatırlatmak isterim ki, Türk milletinin binlerce yılda oluşturduğu kültürü belli ve ortadadır.

Eğer vatan aynı duruyorken, üzerinde birden fazla kültür vasat bulursa, emin olun parçalanma kaçınılmaz olacaktır.

Şu ya da bu şekilde, kültür bir aşamadan sonra bağımsız yaşamayı önceliğine alacak, edebiyatıyla, sanatıyla buna canlılık katacaktır.

Yine unutmayalım ki, aynı vatan üzerinde iki ayrı kültür dairesinin varlığı farklı milletlere bir işarettir.

Ve tarih, üniter yapı kapsamında bir vatan üzerinde iki milletin yaşadığına henüz şahitlik etmemiştir.

İşte yolun başında 61.Hükümetin kafası bu kadar karışık ve ektiği tohumlar bu kadar zehirlidir.

Faciayı görmek için ille de yaşamak gereksizdir.

AKP’nin hazırlıksız, ezbere ve dar kalıplara sindirilmiş hükümet programı sorunludur, marazlıdır ve milletimiz için sakıncalarla doludur.

Değerli Milletvekilleri,

Programda dış politikadan ekonomiye kadar kamuoyuyla paylaşılan konu başlıkları pembe tablolar çizmekte ve hayal tacirliği yapmaktadır.

En başta işsizliğin aşılması için donanımlı ve iyi tasarlanmış bir politika seti programda görülmemektedir.

Genel geçer ifadelerle durum idare edilmiş, ekonominin ayağa kalkması için yeni ufuklar çizilememiştir.

Gelir dağılımının nasıl düzeltileceğiyle ilgili takdir edeceğimiz ve onaylayacağımız bir fikir zenginliği ve heyecanlı siyasi bir bakış ortada yoktur.

Ekonomi politikalarında malumun ilanın yanı sıra, donmuş, kalıplaşmış, bayağı öneri ve tekliflerle deyim yerindeyse ipe un serilmiştir.

Ekonomide adalet, eşitlik ve özgürlük kriterleri görmezden gelinmiş, herkes için iyi olan bir strateji derinliğinin oluşturulması yönünde bir şey vaat edilmemiştir.

Ekonomik eşitsizliklerin, fırsat eşitliğini bozmaması için alınmış bir tedbir ve sevineceğimiz bir öneri maalesef getirilmemiştir.

61.Hükümet Programında, dış politikada vizyoner bir yaklaşım benimsendiği ifadesi ise gerçeklerle örtüşmemektedir.

Aktif ve ön alıcı bir dış politika sayesinde ülkemizin bölgesel ve küresel aktör konumuna yükseldiği görüşüne bizim tarafımızdan temkinli yaklaşılmaktadır.

Madem uluslararası ilişkilerde güçlü bir aktör haline geldik, o zaman hangi milli meselelerin lehimize sonuçlandığının izahını da Başbakan ve hükümeti yapmalıdır.

Zafer kazandık, yumruğumuzu vurduk, dik durduk, tezlerimizi kabul ettirdik deniliyorsa, uluslararası ilişkilerden ülke olarak neleri elde ettiğimizi bilmek bizim en tabii hakkımız olacaktır.

Bakınız, Avrupa Birliği ilişkileri resmen çıkmazdadır.

Geçen altı yıl içinde, müzakere edilen 35 fasıldan 13’ü açılmış ve yalnızca birisi kapatılabilmiştir.

Aynı tarihlerde müzakere sürecine başladığımız Hırvatistan bütün fasılları kapatmış ve 2013 yılının Temmuz ayında tam üye olmasının önü açılmıştır.

AKP hükümeti, fidyecilerin eline düşmüş rehine gibi, Avrupa Birliği karşısında çaresiz ve hareketsizdir.

AB üyeliği konusunda kararlılık niyetleri ise temelsiz ve sırf gündemi oyalamaya dönük siyasi fanteziden ibarettir.

Artık AB ile ilişkilere farklı bir pencereden bakmanın vakti gelmiştir.

Yakın coğrafyalarımızdaki halk hareketlerinin gidiş ve ilerleyiş istikametini kestiren bir yaklaşıma da hükümet programında tesadüf etmek mümkün olmamıştır.

Özellikle Suriye ve Libya’yla ilişkiler tam anlamıyla karışık ve batının hedefleri doğrultusunda ilerlemektedir.

Dün dost ve kardeş olarak ilan edilenler, bugün istenmeyen kişiler olarak gösterilerek duruma göre çark edilmektedir.

Batının suflörlüğüyle ilerleyen AKP zihniyetinin, çalkantılı ülkelerdeki muhaliflerle yakın temas kurması ülkemiz için sıkıntılı bir dönemi beraberinde getirecektir.

Tavsiyemiz, komşu coğrafyalardaki gelişmelere başkent Ankara vizyonundan bakılması ve oralardaki sorunların ülkemize sıçrama ihtimalinin sürekli olarak hesaba katılmasıdır.

Bunun için geçici yönetimlerin tanınması konusunda aceleci olmamak, başımızı kendi coğrafyamızda ağrıtacak emsal uygulamalara fırsat vermemek gerekmektedir.

Dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan birisi de şudur:

Müslüman ve dost ülkelerin içişlerine karışılmamalı, dışarında yapılacak müdahalelere göz yumulmamalı ve taşeronluk yapılmamalıdır.

Kısa süre içinde, Afganistan ve Irak politikaları gözden geçirilmeli, Irak’ın kuzeyiyle yürütülen ve orta vadede Türkiye için tehdit oluşturacak ilkesiz, çapsız ve tehlikeli yakınlıklara da bir an önce son verilmelidir.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin 61.Hükümet Programına dönük düşünce, kanaat ve eleştirileri özet olarak bunlardan ibarettir.

Biliyoruz ki, hükümet programları, iktidarların hedeflerini, ulaşmak istediği istikametleri belirleyen ve kapsamına alan siyasi belgelerdir.

Bir siyasi parti üçüncü defa üst üste iktidar olmuşsa, bundan sonra ne yapıp ne yapamayacağı genel hatlarıyla baştan bellidir.

Bu nedenle AKP’nin kuracağı 61.Hükümetin duruşunu, önceki üç hükümet etme sürecinden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Türkiye’nin yeniden doğrulmaya ve başını kaldırmaya ihtiyacı vardır.

Ancak hazırlanan Hükümet Programıyla, bu hedefe ulaşmak imkânsızdır.

Önümüzdeki çetin şartlarla baş edecek siyasal iradenin varlığından bahsetmemiz çok zordur.

Tabiidir ki, değerlerle harmanlanmamış siyasal bir stratejinin başarı şansı pek yoktur.

Karşımızda iki Türkiye tablosu vardır ve toplumsal gerilim gün geçtikçe şiddetlenmektedir.

Bu hükümet programında hasar gören toplumsal düzenin, yıpranan birlikte yaşama idealinin ve tarumar olan dayanışma duygusunun tamir edilmesiyle ilgili bir hedef bulunmamaktadır.

Akıntıya kapılıp sürüklenen gemi enkazı gibi, önümüzdeki dönemde de küresel güçlerin amaçları doğrultusunda savrulan ve bunu başarı diyerek tevil etmeye kalkışan bir hükümet etme zihniyetine hep birlikte şahit olacağız

Konfeksiyon fikirlerle ilerlemenin ve ileri demokrasi denen aldatmanın hiç bir zaman gerçekleşmeyeceğini maalesef zaman kaybı da olsa göreceğiz.

Parti olarak, önyargılardan kurtularak, fanatizmi dışlayarak,  birlikte yaşamanın eşsiz nimetlerine tutunarak ve Türk milletinin tarihi kudretinden feyiz alarak musallat olan sorunlardan kurtulacağımızı düşünüyoruz.

Bir kez daha duyurmak isterim ki; Milliyetçi Hareket Partisi sonu ne olursa olsun, milletimizin etnik tasnife tabi tutulmasına ve 36’ya bölünmesine sonuna kadar karşı duracaktır.

Araba bozuk, kaporta yamuk diyerek; sinsi niyetlerin meşruiyet sağlama çabalarıyla mücadele edecektir.

Cumhuriyet’in boğazlanmasına izin vermeyecek; milli yeminlerden, hedeflerden ve tarihi tezlerden vazgeçmeyecek, aksini düşünenlere göz açtırmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu 61.Cumhuriyet Hükümetinin güven oylamasında ret oyu kullanacaktır.

Konuşmama son verirken ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı ve siz değerli milletvekillerini en içten duygularımla selamlıyor saygılarımı sunuyorum.