09.09.2005 - MYK Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısında Yapmış Oldukları
Konuşma Metni
9 Eylül 2005

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Merkez Yönetim Kurulumuzun yeni dönemdeki bu ilk toplantısı öncesi yaptığımız basın toplantısına katılan medyamızın değerli temsilcilerini ve bütün arkadaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bu vesileyle son dönemde yaşanan endişe verici gelişmeler hakkındaki düşüncelerimizi Aziz Milletimizle paylaşmak istiyorum.

Türkiye, bugün milli varlığını hedef alan alçak bir suikastla karşı karşıyadır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekâsını, Türk Milletinin birliğini ve kardeşliğini hedef alan hainler, ülke sathında etnik çatışma ortamı hazırlamak için bütün güçleriyle sahneye çıkmıştır. Bölücü tahrikler iç bünyemizi bir kanser gibi sarmıştır.

Kanlı bir kardeş kavgasını amaçlayan kışkırtmalar ve iç savaş provaları Türkiye’yi hızla bir kaos ortamına sürüklemektedir.

İç ve dış tahriklerin ve etnik dayatmaların kuşatması altına alınan Türkiye, bugün bir kader imtihanından geçmektedir.

Hiçbir sınır tanımayan düşmanca tahrikler, artık Türk milletinin sabrını taşırma noktasına dayanmıştır.

Bu tahriklerin sürmesi ve devletin bu gidişatını durduracak etkili tedbirler almakta zaaf göstermesinin Türkiye’ye faturası çok ağır olacak; korkarız ki, karşımıza bir bölünme süreci çıkabilecektir.

Bu ağır şartlar karşısında, içinde Türkiye sevgisi ve heyecanı taşıyan her insanımız Türkiye’nin yarınlarını gözeten namuslu, dürüst ve kararlı bir tavır sergilemek zorundadır.

Bölücü hevesleri okşamak, sözde aydın dalkavukluğu yaparak tarafsız kalmak veya “hem nalına hem mıhına” omurgasız bir duruşun arkasına saklanmak, ihanete ortak olmak anlamını taşıyacaktır.

Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu melun oyunun boşa çıkarılması ancak Türk milletinin topyekün gayretiyle mümkün olacaktır. Türkiye bir uçurumun kenarına sürüklenmektedir. Bunun sonu felakettir ve dönüşü de yoktur. Bu bakımdan bu kader anında herkes aklını başına toplamalı ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmalıdır.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin karşısına çıkan bu tablo dünden bugüne oluşmamıştır. Kriz ortamının şartları sinsi ve planlı bir biçimde hazırlanmış ve Türkiye bu noktaya adım adım getirilmiştir. Bugün yaşanan ağır bunalımın birinci derece sorumlusu, hiç şüphesiz siyasi iktidarı elinde bulunduran AKP hükümetidir.

Başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi, tarih ve millet önünde çok ağır bir vebal altındadır.

Ancak, hükümet ne acıdır ki hâlâ gaflet uykusundadır. Türkiye yangın yerine çevrilirken, hükümet sessiz ve tepkisiz kalmakta, acz içinde kıvranmaktadır.

AKP yönetimi bu noktaya gelinmesindeki sorumluluğundan sessiz kalarak kurtulamayacağını çok iyi bilmelidir. Türk Milletinin iki eli AKP’nin yakasındadır. Bunun hesabı er veya geç sorulacaktır.

Türkiye’nin her konuda geçmişiyle yüzleşmesi gerektiği sloganıyla ucuz siyaset yapmaya çok meraklı olan Başbakan Erdoğan, kendisiyle ve bu konuda izlediği politikaların sonuçlarıyla yüzleşmek zorundadır.

Şimdi buradan gerçeklerin aynasını Başbakan’a çevirelim ve karanlık siyaset sicilinde kayıtlı şu gerçekleri kendisine hatırlatalım.

AKP hükümeti, göstermelik bir AB sürecini siyasi varlığının ve geleceğinin yegane teminatı olarak görmektedir. Bu hayalin canlı tutulması için her baskıya boyun eğen hükümet, Türkiye’de milli mensubiyet şuurunu zayıflatacak ve azınlık bilinci yaratacak bütün dayatmaları eksiksiz hayata geçirmiştir.

Teröre karşı mücadele için gerekli bütün birimler atıl hale getirilmiş, devletin güvenlik güçleri zaafa düşürülmüştür. Devlet organlarının terörle mücadele imkanlarını kısıtlayan hükümet, buna karşılık çıkardığı yasal düzenlemelerle bölücülüğün ve terörün serbestçe at koşturmasının hukuki alt yapısını hazırlamıştır.

Bütün bunlarla da yetinmeyen Başbakan Erdoğan, Diyarbakır’da yaptığı sözde demokratik açılımla, bölücü teröre meşruiyet kazandıracak bir süreci de başlatmıştır.

Bölücü terör sorununu, etnik bir kimlik sorunu olarak tanımlamış ve böylece ayrılıkçı terörün siyasi hedeflerini adeta haklı ve meşru gösteren bir gaflet ve sorumsuzluk sergilemiştir.

Türkiye’nin milli birliğini, üniter devlet yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan kanlı teröre prim veren Başbakan, etnik bölünmeye zemin hazırlayacak dayatma dinamiklerini harekete geçirmiştir. Bu gaflet, etnik macera peşinde koşanlara cüret kazandırmış; şiddet ve sokak hareketiyle sonuç alınabileceği ümidini yeşertmiştir.

Bundan cesaret alan hainler, bunu azami ölçüde istismara yönelmiş ve devlete meydan okuyan ayaklanma provalarına ve gövde gösterilerine hız vermiştir. Başbakan Erdoğan’ın eliyle siyasi kimlik ve meşruiyet kazanma imkânına kavuşan terör örgütünün maşaları, uluorta etnik çatışma tahrikleri yapmak için sokağa çıkmıştır.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye, işte böyle bir süreç sonrası bugünkü kriz ortamına sokulmuştur. AKP’nin aczi sayesinde, Türkiye’nin gündemini bir süredir yalnızca bölücü terör belirlemektedir.

PKK, devletle pazarlık yapmak ve muhatap kabul edilmek için hiç beklemediği bir fırsat yakalamıştır. Silahlı eylemleri geçici bir süre askıya almak konusunda verdiği ültimatom, bu konuda kazandığı cesaretin bir göstergesidir.

Bunun hemen akabinde, kanlı terör örgütünün silahlı dağ kadrosunun yerine, farklı maskelerle faaliyet gösteren şehir kadrosu sahneye çıkmıştır. Silahlı teröristlerin yerini sivil militanlar almıştır.

Etnik bölücülük yapan ve terörü desteklediğini saklamayan sözde yasal siyasi oluşumlar, bölgedeki Belediyeler ve terör patentiyle faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri, bu amaçla geniş bir şer cephesi oluşturmuştur.

Başbakan Erdoğan, kafasındaki çözüm sürecinde işte bu çevrelerin desteğine bel bağlamıştır.

Batman’dan Van’a, Diyarbakır’dan Siirt’e, Bursa’dan Bozüyük’e, İstanbul’dan Mersin’e ve Adana’dan Trabzon’a kadar sokak terörünü harekete geçiren bu cepheye, şimdi siyasi bir misyon yüklenmek istenmektedir.

Türkiye’nin karşısındaki terör olgusunun gerçek niteliğini ve boyutlarını iyi ve doğru anlayabilmek için bu gerçeklerin dürüstçe ortaya konması kaçınılmazdır.

Bölücülük ve terör sorununu bir etnik kimlik sorunu olarak tanımlayan Başbakan, bir tarafında devletin diğer tarafında terör maşalarının yer aldığı siyasi bir denklem kurmuştur.

Aranacak siyasi çözümde devletin muhatabının bu şekilde belirlenmesi, terörle en azından örtülü ve vasıtalı diyalog ve pazarlık anlamına gelecektir. İmralı canisi Öcalan, bu sürecin her aşamasında perde arkasında devletin muhatabı olacaktır. Başbakan Erdoğan bunu hala anlamayacak kadar ağır bir idrak sorunu yaşamaktadır.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Batman’da terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerini güç kullanarak engellemeye çalışan, terörist cenazelerini “şehitlerimiz” diye ayaklanma provalarına dönüştüren, çocuk ve kadınları kalkan yaparak asker ve polisimize saldıran, terörist başına “özgürlük” sloganıyla Anadolu’da alçakça sokak tahriklere girişen bu çevrelerle birlikte siyasi çözüm macerasına çıkmıştır.

Başbakan’ın yol arkadaşlarının gerçek niyetlerini ortaya koyan şu örnekler, çıkılan yolun bir ihanet yolculuğu olacağını göstermeye yetecektir.

Başbakan’ın itibarlı muhatap olarak gördüğü bu çevreler, iç çatışma kışkırtmalarını insanların haksızlıklar ve adaletsizliklere karşı demokratik tepkisi olarak savunmaya ve meşru göstermeye çalışmaktadır. Bu yöndeki beyanları ortadadır.

Başbakan Erdoğan, son ayaklanma provalarını ve terörist başına özgürlük nümayişlerini toplumun demokratik tepkisi ve refleksi olarak tanımlayan ve bunların hoşgörüyle karşılanmasını talep eden bu çevrelerin siyasi amaçlarına hizmet edecek bir süreci harekete geçirmiştir.

Sokak şiddeti ile sonuç alma ümidi artan bu iç savaş tahrikçilerini tatmin etmek amacıyla siyasi çözüm reçeteleri arayışına girmiştir.

Bu gafletten cesaret alan bu çevreler, bu siyasi çözümü biran önce açıklaması için sürekli baskı yapmakta ve Başbakan’dan her gün hesap sormaktadır.

Teröre yardım ve yataklıktan mahkum olan, ancak AKP’nin baskısıyla serbest bırakılan bir grup eski milletvekili yaptıkları son açıklamada, Başbakan Erdoğan’ı cesur ve kararlı olmaya, terörle mücadeleyi durdurmaya davet etmişlerdir.

AKP hükümeti, artık dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Siyasi çözüm konusunda ümit verdiği bölücü çevrelerin ve bu işin ısrarlı takipçisi olan Avrupa Birliğinin baskıları karşısında sözde demokratik çözüm reçetesi hazırlığına başlamıştır.

AKP hükümetinin bu konuda hangi adımları atmaya cesaret edeceği, bunları hayata geçirmeye gücünün yetip yetmeyeceği zaman içinde hep birlikte görülecektir.

Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresinin üzerinde çalıştığı sözde siyasi çözüm programında özellikle şu altı konuda düzenleme yapılmasının düşünüldüğü anlaşılmaktadır.

İlk planda, kontrolsüz ve denetimsiz Kürtçe mahalli yayın yapılması sağlanacaktır. Daha ileri bir aşamada da, ana dilde eğitim için nabız yoklanacak ve bunun zemini hazırlanacaktır.

AKP’nin programının merkezinde, Türkiye’nin idari yapısının temellerine aykırı olarak eyalet sistemini çağrıştıracak bir yapı oluşturulması yer almaktadır. Bu amaçla bölge belediyelerinin yetkileri ve mali kaynaklarının arttırılması, mahalli yönetim organlarına bir nevi örtülü yerel parlamento statüsü kazandırılması düşünülmektedir.

Programda, ayrıca, etnik bölücülük temelinde siyaset yolunun açılması için gerekli düzenlemeler yapılması ve terörün Meclis’e taşınmasının sağlanması öngörülmektedir. Bunun için Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu ve seçim mevzuatında değişiklik yapılması üzerinde durulmaktadır.

Son olarak da, teröristlere kademeli şekilde uygulanacak bir siyasi af çıkartılmasına çalışılacak ve teröristbaşı Öcalan’ın yeniden yargılanması için Türk adaletine baskı yapılacaktır. Gerekirse bu konuda yasa değişikliğine de gidilecektir.

Eğer bu bilgiler doğruysa, bunun tek bir anlamı olacaktır: AKP siyasi hesaplarla ateşle oynama hazırlığı içindedir. Bunun doğru olmaması, AKP’nin gaflet sınırlarını aşarak bir ihanet yoluna sapmaması en samimi temennimizdir.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Bugün devlet ve toplum olarak karşı karşıya bulunduğumuz temel sorunlardan birisi de, dürüstlük eksikliği ve samimiyetsizlik sorunudur. Türkiye’nin bu kronik hastalığının tezahürleri, son tahrikler vesilesiyle bir kere daha ortaya çıkmıştır.

Bu noktada, AKP yöneticilerinin son olayların nedenleri konusunda başlattıkları yanıltma kampanyasına değinmek istiyorum.

Bu yanıltma kampanyasında, son dönemde yaşanan etnik tahriklerin amacının Türkiye’nin AB sürecini baltalamak ve 3 Ekim’de başlaması öngörülen göstermelik süreci tehlikeye atmak olduğu iddia edilmektedir.

Bu, tek kelimeyle beyhude bir hedef şaşırtma gayretidir.

Zira, terörist PKK ve yandaşlarının nihai amaçlarına siyasi yollardan ulaşmak için AB sürecine bel bağladıkları herkesin bildiği bir gerçektir. Avrupa Birliği, bu anlamda, Türkiye’deki bölücü odakların siyasi koruyucusu, cesaret kaynağı ve hayat sigortasıdır. 3 Ekim’de başlayacak içi boşaltılmış süreç de, bu çevreler için sigorta poliçesi değerindedir.

Bu bakımdan, AB’ye sırtını dayayan bu çevrelerin bu sürece zarar vermek için harekete geçtikleri iddiasının geçerli bir dayanağı bulunmamaktadır.

Türkiye’deki bölücülerin AB sürecini nasıl gördükleri Ağustos 2005’de Birleşmiş Milletler’e sunulan kendi raporlarından açıkça ortaya konulmuştur.

Raporda yer alan ifadeler, PKK’nın amacına ışık tutmakta ve AKP’nin bu konudaki yanıltma çabalarını bizzat yalanlamaktadır.

Terör odağı PKK’nın söylediği şudur: “PKK aktif savunma kararını, Kürt sorununun demokratik çözümünün önünü açma, Türkiye’nin AB’ne giriş sürecini kesinleştirme amacına bağlılığının bir gereği olarak almıştır.

AB sayesinde Türkiye’de demokratik değerlerin hakim olması, Kürt sorununu çözecektir. AB’den müzakere tarihi alınması bu bakımdan bir şans olarak görülmüştür. 17 Aralıktan sonra ülkede iç barışın sağlanmasına dönük umutlar pekişmiştir. Bu durum demokrasi güçlerinin önünü açmıştır.

AB süreci ile birlikte Türkiye’de ulusal egemenlik ve bunun fiziki hali olan askeri hakimiyet tartışılmaya başlanmıştır. 17 Aralık 2004’de AB’den müzakere tarihi alınması, bundan rahatsız olan Milliyetçi çevrelerin umutlarını kırmıştır. Bu nedenle toplumsal barışa ve AB sürecine karşı kurumsal ve toplumsal bir tavır geliştirilmiştir.”

Bunlar terör örgütü PKK’nın ifadeleridir.

Şimdi sormak isteriz: Bu görüşleri savunan bölücü terör, neden AB sürecini ve 3 Ekim’i baltalamak istesin?

Bunun cevabı çok açıktır. AB sürecini baltalamak iddiası, büyük bir yalandır. Son dönemde hız kazanan tahrikler, AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın sergilediği aczin ve etnik farklılıkları siyasi kazanç hesabıyla kullanmak isteme gafletinin bir sonucudur.

Bu sürecin dinamiklerini bizzat Başbakan Erdoğan harekete geçirmiştir. Bu tahriklerin AB sürecini engellemek için yapıldığı iddiası bu bakımdan bir safsatadan ibarettir.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP, Avrupa Birliği koltuk değneğinin yardımıyla siyaset sahnesinde ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Ancak, hükümetin politikaları, her alanda olduğu gibi AB ile ilişkilerde de iflas etmiştir.

AB macerasında yolun sonuna gelinmiştir. AB’nin 17 Aralık 2004 tarihli kararıyla Türkiye’nin tam üyeliği nihai hedef olmaktan çıkmıştır.

3 Ekim’de başlaması öngörülen süreç, içi boşaltılmış göstermelik bir süreç olacaktır. Ciddi anlamda katılım müzakeresi yapılmayacaktır.

Ucu ve hedefi açık olacak bu süreçte Türkiye’nin önüne getirilecek talep ve dayatmalar da bellidir. Kürt kökenli ve Alevi vatandaşlarımızın azınlık sayılması, Kıbrıs, Ege, Ermenistan ve İmralı canisi Öcalan’ın yeniden yargılanması dayatmaları, bu sürecin tıkanmasına yol açacaktır. Türkiye, ya bu kabul edilmez şartlar karşısında boyun eğecek, ya da süreç o noktada sona erecektir.

Böyle bir denkleme hapsedilen bu sürecin sonunda Türkiye’nin en fazla bekleyebileceği, özel ilişki ve imtiyazlı ortaklık olacaktır. Türkiye’nin eşit haklara sahip tam üye yapılması için AB’nin siyasi iradesi bulunmadığı artık kesin olarak anlaşılmıştır.

Bütün bu gerçekleri çok iyi bilen AKP yöneticileri, hala ucuz kahramanlık yaparak Türk Milletini yanıltmayı sürdürmektedir. Tam üyelik dışında imtiyazlı ortaklık fikrinin kabul edilemeyeceği, bunun ahlaksız bir teklif olacağı yolundaki resmi beyanlar, hiçbir değer taşımayan boş laflardır.

Çünkü, aynı çevrelerin bir bayram gibi kutladıkları 17 Aralık kararlarıyla önümüze getirilen denklem ve şartlar, tam üyeliğin değil, özel ilişki modelinin yol haritasıdır.

Bu nedenle 3 Ekimde başlayacak süreç de özel ilişki modeli yönünde gelişecek bir zorlama süreci olacaktır.

Ancak, şimdi bunun daha açık ifadelerle müzakere çerçeve belgesine girmesine, Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye’nin karşısına yeni şartlar getirilmesine çalışılmaktadır.

Bu yeni şart ve dayatmalar şu üç noktada toplanmaktadır.

Birincisi, Türkiye’nin Rumları Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak, fiili tanımanın yanı sıra, hukuken de tanıması talebidir.

İkinci şart, Türkiye’nin limanlarını ve hava alanlarını Kıbrıs Rum bayraklı gemilere açmasıdır.

Son olarak da, Türkiye’nin Ege’deki hayati hak ve çıkarlarından vazgeçmesi anlamına gelecek taahhütler üstlenmesi için dayatma yapılmaktadır.

AB, bu konudaki yeni şartları ve dayatmaları şimdiden masaya getirmiştir. Bu suretle 3 Ekim sürecinin içi tamamen boşaltılmıştır. AKP hükümeti, bu haysiyet kırıcı muameleyi kabullenmiştir.

Bu bakımdan hükümet yetkililerinin önümüze ek şart gelirse dönmemek üzere çekip gideriz şeklindeki beyanları, kuru gürültü ve ucuz kahramanlıktan başka hiçbir anlam ifade etmemektedir. Başbakan bu konuda da tribünlere oynamaktadır.

AKP’nin AB boyunduruğundan kurtulması, bunun için ilkeli bir duruş sergilemesi esasen eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bu konudaki siyasi sermayesi tükenen AKP, son bir çabayla, 3 Ekim tarihinin psikolojik etkisini sonuna kadar kullanmaya, bundan siyasi rant sağlamaya çalışmaktadır.

Türkiye’nin dışlanması, özürlü bir ülke olarak görülmesi AKP için önemli değildir.

AB konusunda son dönemde gösterdikleri tepkiler, Türkiye’nin haysiyetini korumak gibi bir düşünceye dayanmamaktadır. AKP’nin rahatsızlığı, AB’den çıkan çatlak seslerin Türkiye pazarında yaptıkları AB hayal ticaretinin piyasasını olumsuz etkilemesinden kaynaklanmaktadır.

Sayın Basın Mensupları,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye, çok ağır bir bunalımdan geçmekte ve kan kaybetmektedir. Milli birliğimiz ve kardeşliğimiz bugün çok ciddi bir tehdit altındadır.

Türkiye’nin etnik kutuplaşmalara ve kanlı bir kardeş kavgasına sürüklenmesini amaçlayan hain tahrikler karşısında, Türk Milleti bir bütün olarak ayağa kalkmak zorundadır.

Gün, milli birlik ve dayanışma ruhuyla bir gönül seferberliği başlatmak günüdür. Türk Milleti ortak akıl ve sağduyu ile bu badireyi de atlatacaktır.

Etnik farklılıkları bir silah gibi kullanarak Türkiye’yi bölmeye çalışanlar mutlaka hüsrana uğrayacaktır.

Türkiye’nin yoluna etnik mayınlar döşeyen ihanet yolcuları bunun karşılıksız kalmayacağını çok iyi bilmelidir. Türk Milleti, devletine, milli birliğine ve kardeşliğine sonuna kadar sahip çıkacaktır. Türkiye’yi kan gölüne çevirmeye çalışanları bekleyen akıbet, bu kan gölünde boğulmak olacaktır.

Buradan hükümete, etnik bölücülük yapanlara ve Türk Milletine bir çağrıda bulunmak istiyorum.

AKP hükümeti, etnik farklılıklarla oynayarak siyasi kazanç sağlamak hevesinden biran önce vazgeçmelidir.

Etnik macera peşinde koşanlara ümit ve cesaret verecek sorumsuz hareketlerden özenle kaçınmalıdır. Terörle mücadele konusunda taşıdığı siyasi sorumluluğun gereklerini yerine getirmeli, bu mücadeleyi zaafa uğratacak müdahalelere son vermelidir.

Bugün toplumsal huzuru tehdit eden en büyük tehlike, etnik tahriklerin sürüyor olmasıdır. Bu tahriklerin arkasında olan ve Türkiye’ye temiz duygularla bağlı Kürt asıllı vatandaşlarımızı hain emelleri için kullanmaya yeltenen hainler, ilk önce geleceklerini Türkiye’de görüp görmedikleri konusunda bir karar vermek durumundadır.

Eğer Türkiye’de yaşamak istiyorlarsa ham hayaller peşinde koşmaktan biran önce vazgeçmeleri gerekir.

İmralı canisi Öcalan’ın siyasi afla dışarı çıkması, siyaset yapması, devletin muhatabı olması hiçbir şart altında gerçekleşemeyecektir. Aynı şekilde, Türk milletinin bölünmez bir parçası olan Kürt asıllı vatandaşlarımızın “ayrı bir millet gibi” devletin kurucu ortağı olması, dolayısıyla üniter yapının ortadan kaldırılması düşünceleri de asla kabul edilmeyecektir.

Üniter yapıda milli bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti ilelebet bu şekliyle yaşayacaktır. Türkiye bölünmeyecektir. Buna kimsenin gücü yetmeyecektir.

Bu bakımdan bölücü hevesler peşinde koşanlar hadlerini bilmeli ve Türk Milletinin sabrıyla oynamayı bırakmalıdır.

Son olarak, Türkiye’nin varlığını hedef alan hain saldırılar karşısında haklı olarak infial duyan vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum.

Alçakça yapılmakta olan tahrikler karşısında milli şuur ve vicdanın galeyana gelmemesi mümkün değildir. Türkiye’yi seven herkes, bundan büyük bir rahatsızlık duymaktadır.

Ancak, Türkiye üzerinde oynanan oyunun amacı çok iyi anlaşılmalıdır. Kan ve nefretten beslenen gözü dönmüş hainler Türk milletini kanlı bir hesaplaşmaya, bir kardeş kavgasına çekmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan bu hainlerin iç savaş kışkırtmalarına alet olmamak, vatanseverliğin bir gereği olarak görülmelidir.

Bu tahrikler karşısında aziz milletimiz sağduyu ile hareket ederek soğukkanlılığını korumalı ve bu tuzağa düşmemelidir.

Bu hainlerle mücadele güvenlik güçlerince yapılacaktır. Devlet buna muktedirdir.

Özellikle ülkücü kardeşlerimiz bu konuda her zamandan daha fazla dikkatli olmak zorundadır. Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik saldırılar tahammül sınırlarını zorlayan çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bütün bunlara rağmen bu nazik dönemde ülkücü camianın en önemli görevi, Türk Milliyetçilerini sokağa çekmek için yapılan tahrikleri boşa çıkarmak olacaktır.

Türk Milliyetçilerini kanlı bir kardeş kavgasının tarafı ve kurbanı haline getirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Sözlerime son vermeden önce, Türkiye üzerinde tehlikeli oyunlar oynayanlara bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Bizler Türkiye’de bir kardeş kavgasına geçit vermemeye, öfkemizi sokağa taşımamaya sonuna kadar kararlıyız. Ancak, şunu biran için bile unutmayın ki, Türk Milliyetçileri ve ülkücü gençlik buradadır ve Türk devletinin ve Büyük Türk Milletinin geleceğini kurtarmak için bir bedel ödenmesini zaruri ve kaçınılmaz kılacak bir noktaya gelinirse, bunun gereğini yapmaya da hazır ve kararlıdır.

Bu bakımdan Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliği için sergilediğimiz bu sorumlu ve sağduyulu tutumu hiç kimse bir zaaf belirtisi olarak görmemeli, sonu kendileri için çok ağır olacak bir hesap hatasına düşmemelidir.

Asırlardır bir arada yaşadığımız kardeşlerimizin farklı etnik kökenlerini bir siyasi kimlik sorunu olarak Türkiye’ye dayatmaya çalışmak ve bunu bölücülük ve ayrılıkçılığın haklı bir gerekçesi olarak göstermek, ters tepecek bir silahtır. “Kürt sorunu” dayatması, bir gün kaçınılmaz olarak, milletimizden gereken cevabı alacaktır.

Türkiye, Irak değildir. Irak’taki peşmergelere özenen bedbahtlar, bu aziz vatanın sokakta bulunmadığını ve sokağa teslim edilmeyeceğini vakit çok geç olmadan artık anlamalıdır.

Hepinize teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet BAHÇELİ
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı