19.06.2003 - 6. Uyum Paketi ve Global Gelişmeleri Değerlendirdiği Basın Toplantısı
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
6. Uyum Paketi ve Global Gelişmeleri Değerlendirdiği Basın Toplantısı
19 Haziran 2003

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hoş geldiniz diyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bölgemizde ve dünyada millet ve devlet olarak bizleri doğrudan ilgilendiren çok önemli gelişmeler yaşanmaktadır.

İnsanlık ailesinin bir türlü istikrara ve huzura kavuşamadığı, milletler ve devletler arasında ahenkli ve hakkaniyetli bir dünya düzeninin şekillenemediği görülmektedir.

Batı ile Doğu, Müslümanlık ile Hristiyanlık, Kuzey ile Güney arasında yeterli ve gerekli bir işbirliğinden eser olmadığı gibi; küresel terörizm, yoksulluk, adaletsizlik ve silahlanma temel sorunlar olarak önemini korumaktadır. Bunun yanı sıra, küreselleşme süreci giderek güçlü ekonomilerin lehine işleyen ve adaletsizliği derinleştiren bir mahiyet kazanmaktadır.

Böyle bir ortamda daha fazla sorumluluk yüklenmesi gereken Batılı gelişmiş ülkeler ne yazık ki, paylaşma ve dayanışma stratejileri yerine tek taraflı küresel güvenlik ve çıkar politikalarına öncelik vermektedir.

Küreselleşme süreci ile uluslararası düzenin insanî bir nitelik kazanamaması ve diyalog yerine dayatmanın sürmesi durumunda, dünyayı ve insanlığı daha sorunlu bir gelecek beklemektedir.

Böylesine zorlu bölge ve dünya şartlarında Türkiye’nin çok daha gerçekçi, kararlı ve çok yönlü stratejiler geliştirmesi, millî birlik ve hassasiyetleri üzerinde daha fazla titizlenmesi zorunludur.

Ama, bu tür bir politika geliştirilemediği gibi, millî davalarda sürekli geri adım atan, temel dış politika konularında çelişkiler yumağına dönüşen bir iktidar iş başındadır. İktidardaki bu çarpık ve karmaşık zihniyet, en son olarak da ülkemizin millî bütünlüğünü ve hassasiyetlerini dinamitlemekle meşguldür.

Hem coğrafyamızda yaşanan sıcak gelişmeler, hem de ülkemizdeki nazik dengeler dikkate alındığında AKP iktidarının ateşle oynadığı görülmektedir.

Giderek çok daha tehlikeli bir mahiyet kazanacağı aşikâr olan gelişmelerin bir başka düşündürücü boyutunu, medyaya hâkim olan teslimiyetçi anlayış ve bunun yol açtığı sorunlar oluşturmaktadır.

Uzun bir zamandır tekrarlana gelen ve hemen her defasında aynı propaganda taktiklerinin kullanıldığı kampanyalar ile millî hassasiyetlerimizin ve müşterek değerlerimizin körleşmesine hizmet edilmektedir. Bunun sonucunda, Türk milleti millî kimliği ve kişiliği ile, yani kendisiyle problemli bir topluluk haline getirilmek istenmektedir.

Bir taraftan ekonomik krizlerle, diğer taraftan “yeryüzü cenneti AB’ye” kaldırılan trenlerle millî özgüven zayıflatılmakta, sürekli dış desteğe mahkûm ve mecbur bir toplumsal psikoloji egemen kılınmaya çalışılmaktadır.

Bu konuda, AKP iktidarı ile medya ve sermayenin bir bölümü arasında fiilî bir ittifakın varlığı dikkati çekmektedir. Bu ittifakın ortak paydasını, devlet ve millet olarak bir arada yaşamasının teminatı olan millî ve üniter devlet yapımızdan duydukları aşırı rahatsızlık oluşturmaktadır. Bunun sonucunda, bazen Avrupa Birliği üzerinden, bazen de doğrudan millî hassasiyetlere yönelik çeşitli saldırı kampanyaları düzenlemek kolaylaşmaktadır.

Tek çare ve kurtarıcı olarak tanımladıkları AB ülkeleri, kendi millî çıkarlarını korumanın yollarını geliştirip millî devletleri üzerinde titizlenirken; Türkiye’deki AB bağımlıları ve propagandistleri ise temel değerlerimizi ve tarihî birikimlerimizi yok etmeye çalışmaktadır.

Ülkemizin AB’ye üyelik sürecini ve Birlik yönetiminin art niyetli tutumunu fırsat bilen çevreler de bu durumu sonuna kadar istismar etmekte ve kullanmaktadır.

Bir ülkenin millî varlığı ve geleceği açısından en riskli ve tehlikeli durumlardan biri budur ve geçiştirilip küçümsenmesi mümkün değildir. Türkiye’nin birliği ve dirliğiyle kumar oynamaya kalkışanlar, gerçek konumlarının ne olduğunu artık iyi idrak etmelidirler.

Türkiye’nin hızla sürüklenmek istendiği noktanın gerçekçi ve millî bakış açısıyla tahlili karşısına, “AB karşıtlığı”, “statükoculuk” ve “özgürlük korkusu” gibi klişeleşmiş sloganlarla çıkmanın kimseye bir faydası yoktur. Türkiye’nin sorunları ve yarınları hakkında görüş beyan eden herkesin, her şeyden önce millî hassasiyetlerimizden ve üniter devlet yapımızdan rahatsız olmadıklarını kanıtlaması gerekir.

Bunu yapamayanların, Türkiye’nin millî varlığını ve geleceğini sahiplenemez ve savunamaz duruma düşmesine hizmet eden sürecin bir parçası olarak damgalanması kaçınılmazdır.

Çünkü, Irak Savaşı sırasında ve sonrasında Türkiye’ye uygulanan çirkin muamelenin çığırtkanlığını yapanların, Kıbrıs meselesine Rum-Yunan ittifakıyla aynı gözlükten bakanların, AB yönetiminin çifte standartlarını görmeyip dayatmalarını emir telâkki edenlerin gerçek konumları bellidir.

Bilinmelidir ki, kendi ülkelerinin haklarını, onurunu ve çıkarlarını savunmayı zül kabul edip Türkiye düşmanları ile aynı safta yer alanlar, er ya da geç layık oldukları sıfatlarla anılacaklardır.

Teslimiyetçi kafa yapısı ile dış odaklara şirin gözükme anlayışı değişmediği ve Türkiye’yi parçalanmaya kadar götürebilecek yasal düzenlemelerden vazgeçilmediği takdirde AKP ve iktidarının da geleceği olmayacaktır.

Çünkü AKP Hükümeti, AB yönetiminin siyasî taşeronu durumuna düşmüş, Türkiye’ye yönelik tehdit ve tehlikeleri gözardı etmeye başlamıştır.

Bunun için, teslimiyetçi lobilere ve dış desteklere bel bağlayan AKP iktidarının geleceği karanlıktır. Bu gerçek giderek daha iyi görülecek ve anlaşılacaktır.

Tekrar vurgulamak gerekirse, AKP yönetimi ve iktidarı millî onurumuzla sorunlu, üniter devlet yapımızla davalı, Kıbrıs millî davamızla kavgalı bir yaklaşım içindedir. Böyle bir teslimiyetçi zihniyetle her zeminde ve seviyede mücadele etmek, hem millî, hem de demokratik bir vazifedir.

Daha Hükümetleri güvenoyu almadan Kıbrıs konusunda “Belçika modeli”ni öneren AKP zihniyeti, bu ayıbını örtbas etmeden yeni inciler döktürmeye devam etmiştir.

AKP’nin genel başkanı zamanla “İsviçre Modeli”ni gündeme getirmiş, bunu “Sırbistan-Karadağ modeli” önerisi izlemiştir. Temel ve hassas bir dış politika konusunda böylesine tutarsızlık ve çelişkiler sergileyen bir siyasî figürün niyetinin iyi olması mümkün değildir. Sayın Erdoğan en iyi ihtimalle Kıbrıs meselesini bir şekilde halledip, bazı eski siyasî liderler gibi “Avrupa fatihliği”ne soyunmayı hayal etmektedir.

Millî davaları ve dış politika meselelerini tüccar siyasetçi mantığıyla karıştırdıkları için model pazarlamacılığı yapmayı kazanç saymaktadır. Bu duyarsız, bilgisiz ve tutarsız kafa yapısı ile hata üstüne hata işlemek kaçınılmaz olmaktadır.

AKP Hükümeti, AB yönetimi ve Yunanistan’a baskı uygulayıp Türkiye’nin haklarını savunacağına, millî Kıbrıs politikamızla kavgayı tercih etmiştir. Kıbrıs Türk Halkı’nın siyasî egemenlik ve eşitlik içinde onurlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için mücadele veren Rauf Denktaş’ı hedef seçmiştir.

Diğer taraftan, “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganıyla Türk milleti ve devletini çözüm istemeyip sorun çıkartan taraf olarak takdim etmiştir.

AKP iktidarının bu gayrî millî ve tehlikeli Kıbrıs yaklaşımları, Rum ve Yunan ittifakını rahatlatmış ve Türkiye üzerindeki yeni oyunları için cesaretlendirmiştir.

Yine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içindeki işbirlikçi muhalif unsurların AB yönetimi tarafından beslenip yönlendirilmesine göz yumulmuş, palazlanmaları sağlanmıştır.

Sonuç olarak, AKP iktidarının çarpık ve teslimiyetçi politikaları Kıbrıs Türk devleti ve halkını çok daha sıkıntılı ve tartışmalı bir konuma geriletmiştir.

Son zamanlarda AB yetkililerinin ardından Rum ve Yunan Hükümeti üyeleri tarafından yapılan sistemli ve sürekli açıklamalar çok dikkat çekicidir. Kıbrıs’ta ve Ege’de AB üzerinden çirkin bir oyun sahnelenmektedir.

Daha önce Türkiye’yi ve politikalarını bir bütün olarak hedef alan Yunan ve Rum hükümetleri, artık Türk ordusunu açıkça hedef almakta ve tahrik etmektedir. Yunan-Rum ittifakı Türkiye karşısında oyununu açıkça ve küstahça oynamaya çalışmaktadır. Bunun karşılığında AKP iktidarı ürkütücü ve düşündürücü bir suskunluk belki de memnuniyet içindedir.

Rum-Yunan ittifakının uyguladığı stratejinin Enosis’i gerçekleştirerek hedeflerine ulaşmak olduğu kesindir. Bunun için de, millî direnç noktası olarak gördüğü Türk ordusunu hedef seçmekte, AKP iktidarını ise tıpkı Türkiye içindeki teslimiyetçi odaklar gibi statükocularla savaşa çağırmaktadır.

AKP Hükümeti ise, çoğu zaman açıklama yapma zahmetine bile katlanmamakta, yaptıklarında da yeni dostları Yunan yetkililerini rahatsız etmemeye çalışmaktadır.

Kısacası, AKP’nin Kıbrıs duyarsızlığı ve teslimiyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti ve Türk tarihi açısından bir utanç vesikasıdır.

Kıbrıs millî davamız, atalarımızın bize emanetidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin her kurumu ve imkânıyla meseleye sahip çıkması millî bir görev ve sorumluluktur.

AKP iktidarının Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne hizmet edip etmediğinin test edildiği alanlardan biri budur. Bu sınavı geçemeyen bir siyasî iktidarın tabiî olarak geleceği de olmayacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

AKP iktidarının diğer bir millî test alanını ise, şüphesiz AB-Türkiye ilişkileri, özellikle de bu ilişkilerde ortaya çıkan dayatma ve tuzaklar karşısında takınılan tavırlar oluşturmaktadır.

Bu zamana kadar açıkça görülmüştür ki, AKP yönetimi ve iktidarı aynı Kıbrıs davamızda olduğu gibi, millî birlik ve bütünlüğümüz konusunda da teslimiyete tamamen açık olan yanlış bir tutum içindedir.

BM ikiz sözleşmelerini yangından mal kaçırır gibi Meclis’te onaylatmalarını, “AB’ye uyum paketlerini”, Devlet ve yerel yönetim reformu hazırlıklarını, yan yana koyduğumuzda dehşete kapılmamak mümkün değildir.

Çünkü ortada birbirini tamamlayarak millî ve üniter devletimizi tarumar etmeye yetecek bir dizi düzenleme bulunmaktadır. Bu konuda farklı mazeretler üretip AB sürecinin arkasına gizlenmek faydasızdır. Yapılmak istenen apaçık meydandadır ve sonuçta neye mâl olacağı bellidir.

“İkiz sözleşmeler” olarak da anılan Siyasî ve Medenî Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni Meclis’ten apar topar geçirten AKP Hükümeti, şimdi de sözleşmeler hakkında garanti veren açıklamalar yapmaktadır.

Millî birlik ve hassasiyetler konusunda sicili bozuk AKP yönetimi ve hükümetinin yaptığı açıklamalar, zaten ceviz kabuğunu doldurmayacak mahiyettedir. Aslında AKP Hükümeti, AB yönetiminin “siyasî taşeronu” gibi davranmaya niyetli ve kararlı olduğundan, bu “İkiz Sözleşmelerin” Meclis’te doğru dürüst tartışılıp gerekli çekinceler konmadan geçmesi için ısrarcı olmuştur.

Her iki sözleşmede de yer alan “halkların kendi kaderini tayin hakkı” Türkiye üzerinde emelleri olan ülke ve çevrelerin elinde millî devlet yapımıza ve birliğimize yöneltilecek çok güçlü bir silahtır. “Bütün halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir” hükmü, tüm etnik ve dinî azınlıkların siyasî konumlarını özgürce belirleyebilecekleri bir kapıyı açmaktadır.

Çekince konmayan birçok maddesi ile birbirini tamamlayan “ikiz sözleşmeler”, Türk Milleti’nden ve Türk insanından çok bölücü-ayrılıkçı emellere hizmet edecek düzenlemelerdir.

Ne yazık ki, Türkiye giderek bir yol ayrımına sürüklenmektedir.

“6. Uyum Paketi” bu konuda düşüncesizce ve fütursuzca atılan en son adımı ifade etmektedir.

“AB’ye uyum paketi”, aslında “Türkiye’yi yıkım paketi”nden farksızdır.

Bu yasal düzenlemelerin ne AB kriterleri, ne de demokratikleşme ile bir ilgisi yoktur.

Meclis’te görüşülmeye başlanan “6. Uyum Paketi”nde öngörülen değişikliklerin diğer adımlar gibi aynı hedefleri ve değerleri içermesi tesadüf olamaz.

AB’nin demokrasi standartlarına uyum iddiası da bir aldatmacadan ibarettir.

AB üyesi ülkelerin konumları ve terörizm tehdidi açısından Türkiye ile mukayese edilmeleri imkânsızdır. Buna rağmen, AB üyesi ülkeler terörizme ve bölücülüğe karşı gerektiğinde çok sert önlemler alabilmektedir.

Bunun için demokratikleşme yalanının arkasına sığınılıp Türk milleti bilinçli olarak yanıltılmaktadır. Uyum yasaları ikiz sözleşmelerle birlikte, sadece Türk devletinin değil, Türk demokrasisinin önüne de etnik tuzak kurmakta, azınlık karmaşası ve kavgasına davetiye çıkarmaktadır.

Uyum paketinde bölücülük propagandasının serbest bırakılmasını temin eden Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklik ile özel ve kamu TV kuruluşlarında etnik dillerde yayınların serbest bırakılmasının anlamı ve sonucu açıktır. Bu düzenlemeler, sadece milî birlik ve bütünlüğe karşı olanların memnun olacağı ve işine yarayacağı düzenlemelerdir. Ne yazık ki, gerçek bu kadar acı ve nettir.

AKP Hükümeti, yıllardır bölücü-vahşi terör yöntemlerine başvurup “halklara özgürlük” naraları atanlara hangi yasayla ve nasıl engel olacaklarını da kamu oyuna açıklamak zorundadır. “Kendi kaderinizi tayin hakkı”nı kağıt üzerinde tanıdık bu kadar yeter mi diyeceklerdir? Eğer öyle diyeceklerse, “AB’nin önemli olan yasa çıkartmak değil, uygulamayı görmek istiyoruz” taleplerine nasıl cevap vereceklerdir?

Hükümetin bu yasaları çıkartarak, gelecekteki muhtemel gelişmeler karşısında Türk devletinin elini-kolunu bağlamak, bölücü hareketlere meşru ve yasal bir zemin yaratmak gibi bir sonuç doğurup/doğurmayacağını hesap etmediği anlaşılmaktadır.

İmar Kanunu’nda “cami” ifadesinin “ibadethane” kelimesiyle değiştirilerek yapılan düzenleme de AB’ye yaranma düşüncesinin ürünüdür. Türkiye’de mantar gibi biten “gecekondu kiliseleri” meşrulaştırılmakta ve misyonerlik faaliyetlerine elverişli bir zemin hazırlanmaktadır.

AKP iktidarı, ikiz sözleşmelerle ve uyum paketleriyle teslimiyetçi lobilere ve Türkiye düşmanlarına bayram havası yaşatmaktadır. Millî hassasiyetlerimiz ve onurumuz üzerinde titizlenenleri “Sevr sendromu” ile karalamak isteyenlere “Lozan sendromu”nun hâkim olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.

Kısacası, Türkiye, lobilerin desteğindeki AKP iktidarı eliyle millî tapusu olan Lozan’ı delik deşik eden bir noktaya doğru hızla sürüklenmektedir.

AKP yönetimi “millî görüş elbisesi”ni çıkarttığını ilân etmiş, ama yerine hangi elbiseyi giydiğini açıkça ifade etmemiştir. Gelişmeler AKP yönetiminin, “millî görüş elbisesi” yerine “teslimiyetçilik elbisesi”ni büyük bir zevkle giydiğini göstermektedir.

TBMM; AKP Hükümeti’nin, dolayısıyla AB yönetiminin noteri konumuna düşmemelidir. Dün, ekonomik krizin tam ortasında gündeme gelen yasal mecburiyetleri dillerine dolayıp her türlü hakareti yöneltenler, bugün Meclis’in başındadır.

Şimdi, sözlerinin ve eğer varsa ilkelerinin arkasında durma zamanıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’ye ve Büyük Milletimize sahip çıkmalı, ülkemizi kaosa sürükleyecek düzenlemelere geçit vermemelidir.

Aksi takdirde, Meclis ve Hükümet, teslimiyetçilikte ve yanlışta ısrar etmenin hesabını millî vicdan ve tarih önünde veremeyecektir.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı