08.03.2002 - "Geleneksel Başarılı Sanayiceler Ödül Töreni" nde Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
"Geleneksel Başarılı Sanayiceler Ödül Töreni" nde Yapmış Oldukları Konuşma
8 Mart 2002

 

Sayın Bakanlar,

Sayın Vali,

Sayın Milletvekilleri,

Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın Değerli Meclis Başkanı ve Üyeleri,

Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın Değerli Yönetim Kurulu Başkanı ve Üyeleri,

Kıymetli Sanayiciler,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın "Geleneksel Başarılı Sanayiciler Ödül Töreni"'nde siz değerli sanayicilerimiz ile bir arada bulunmaktan büyük memnuniyet duyuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın himayesi ve öncülüğünde yapılan ödül törenleri, birkaç açıdan önem taşımaktadır. Bunlardan belki de en önemlisi, "teşvik" ile ilgili olanıdır. Düzenlenen bu törenler, hiç şüphe yok ki firmalarımızı daha fazla üretmeye, daha verimli ve kârlı çalışmaya ve ihracatlarını artırmaya teşvik etmektedir. İkinci bir unsur ise "rekabet" unsurudur.  Üretici ve ihracatçı firmalarımız, öncelikle birbirleri ile rekabet içerisine girmekte ve bu şekilde, uluslararası rekabete daha hazır hale gelmektedirler.

Başka bir unsur ise, "sahiplenme" ve "kadirşinaslık" ile ilgilidir. Ege'nin çalışkan sanayicisine, her yılki emeğinin, mücadelesinin karşılığında sanayi odası tarafından sahip çıkılmakta, başarısı için ödüllendirilmektedir.

İnanıyorum ki, Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın geleneksel ödül törenleri, teşvik ve rekabet gibi unsurların yanısıra, bölgedeki köklü sanayi kültürünü de gözler önüne sermektedir. Bu törenler vasıtasıyla, bir kısmı eski tarihlerde kurulmuş ve çeşitli sanayi kollarına mensup irili ufaklı yüzlerce sanayici bir araya gelmekte, bölgenin sanayi çeşitliliği, girişimci ruhu ve dinamizmi daha da belirginleşmektedir. 

Sözkonusu törenler, aynı zamanda, bölge ve ülke sanayii ile ilgili politika ve stratejileri,  genel gidişatı, mevcut birtakım sıkıntıları ve gelecekle ilgili muhtemel senaryoları da bir defa daha gözden geçirmek için bir fırsattır.

Dolayısıyla, bu güzide ödül törenindeki konuşmamda, ülkemizle de alâkalı olmasından dolayı, öncelikle dünya konjonktüründeki önemli gelişmelere değinmek, ardından ülke ve bölge gündemindeki bazı meseleleri sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Değerli Misafirler,

Kıymetli Sanayiciler,

Bilindiği gibi, dünyamız 21. Yüzyıl'a takvim değişikliğini esas aldığımızda yeni adım atmıştır. Ancak, hem küresel düzen arayışları, hem de teknolojik ve ekonomik dinamiklerin yolaçtığı başdöndürücü gelişmeler açısından yeni yüzyılın başlangıcı 1990'lı yıllara uzanmaktadır.

Zaten küreselleşme sürecinin, bütün bu dinamik ve değişimleri karşılayan bir kavram olarak ön plana çıkması da aynı döneme denk gelmektedir.

Küreselleşme süreci, sadece ekonomi ile teknolojinin giderek daha çok içiçe geçmesiyle sınırlı kalmamış, medeniyetler ve kültürler arası etkileşimi de hızlandırmıştır.

İşte, hayatın hemen her alanında gözlenen yoğunluk, farklılık ve hız, beşeriyetin doğasını da zorlayan potansiyel tehdit ve riskleri de beraberinde getirmiştir. Diğer bir deyişle, gelişmeler yalnızca ekonomik ve teknolojik rekabetin yeni bir boyut kazanmasını ve refah artışını ifade etmemektedir.

Bu sürece paralel biçimde, sorun ve riskler de küresel bir gerçeklik, insanlığın geleceğine yönelik bir tehdit niteliği kazanmaya başlamıştır.

Bölge ve ülke bazında şekillenen ekonomik veya mali bir krizin, kısa zamanda küresel bir nitelik kazanma eğilimi içine girmesi yeni çağa özgü bir gerçek olarak önem kazanmış bulunmaktadır. Benzer şekilde, terörizm, mafya, salgın hastalıklar ve çevre sorunları artık yerel olduğu kadar küresel bir kabusa da dönüşebilmektedir.

İnsanlığın ortak sorunlarına ortak çözümler üretmesi gerektiği, artık ihmal edilemez bir görev halini almıştır.

Ekonomiden biyoteknolojiye kadar geniş bir alanda zenginliklerin ve dengelerin gözetildiği yeni bir küresel sorumluluk ahlakının gelişimi ve kurumlaşması zorunludur. Bu açıdan bakıldığında, ileri sanayi toplumlarının yükü ve sorumlulukları çok daha fazla ve önemlidir. BM, IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere, belli başlı bütün uluslararası kuruluşların böyle bir sorumluluk yaklaşımı içinde yeniden kurgulanması ve yapılanması hayatiyet arzetmektedir.

Saygıdeğer Sanayiciler,

Böyle bir perspektiften ülkemize ve geleceğimize baktığımızda da önümüzde duran tablo çok farklı değildir. Bugün, güçlü bir ekonomiye, etkin bir devlete, saygın ve çok yönlü bir dış politikaya sahip olmak her zamankinden daha fazla gündemdedir. Bu süreçte ülkemizin önündeki en büyük engel, milli duruş ve çıkarlarımızda gerekli dayanışmayı ve müşterek bir dili geliştiremeyişimizdir. İkinci olarak da istikrarlı bir ekonomik büyümeye, dolayısıyla önemli bir ekonomik güce kavuşmakta geç kalışımızdır.

Dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durum ile ekonomimizin yapısal yetersizliklerini yeni yeni tamamlamaya çalışmamız, hepimizin daha dikkatli ve gayretli olmasını zorunlu kılmaktadır. 2001 yılında geniş çaplı bir durgunluğa giren dünya ekonomisindeki genel sıkıntının, içinde bulunduğumuz 2002 yılının ilk çeyreğinde de devam etmekte olduğu görülmektedir. 

Nitekim, dünyanın belli başlı ekonomileri olan Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Avrupa Birliği'ndeki durgunluk büyük ölçüde  sürmektedir. Dünya ekonomisinin, birtakım verilere göre iyileşmeye başladığı düşünülse de, riskler devam etmektedir. 

Amerikan ekonomisinin 11 Eylül saldırısı neticesinde sarsıntı geçirdiği ve faiz indirimlerine rağmen arzu edildiği şekilde toparlanamadığı bilinmektedir. Hâlâ durgunluk içerisinde olan ekonominin, uygulamaya konulan vergi indirimi planı sayesinde toparlanma belirtileri göstermesi ümit edilmektedir. Nitekim Amerikan ekonomisi, 2001'in son çeyreğinde binde 2 oranında büyümeyi başarmış, Ocak ayında ise işsizlik oranı yüzde 5.6 oranında gerilemiştir.

Diğer yandan, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japon ekonomisinde 12 yıldır süregelen ve giderek ağırlaşan açmazlar, gerek Japonya gerekse global istikrar açısından problem olmayı sürdürmektedir.

Euro Bölgesi olarak da adlandırabileceğimiz Avrupa Birliği ekonomisindeki genel durgunluk da devam etmektedir. Alman ekonomisinde yaşanan sıkıntılar, ortak para birimine geçiş, Avrupa ordusu, ortak merkez bankası ve genişlemeye ilişkin kaygı ve belirsizliklerin yanısıra Amerikan ekonomisindeki durgunluk da, Avrupa Birliği ekonomisindeki genel durağanlığı besleyen belli başlı unsurlardır. 

Dünyanın kısaca bahsettiğimiz üç büyük ekonomisindeki hassas dengeler, geri kalan bütün ekonomileri etkilemekte, durgunluk rüzgarlarından bütün ülkeler nasibini almaktadır. Günümüz dünyasında, dışarıya kapalı az sayıdaki küçük ekonomi dışında hiç bir ülke ekonomisinin, muhtemel krizlere karşı tam anlamıyla bağışıklık kazanabilmesi ve kendini tecrit edebilmesi mümkün değildir.

Tıpkı, güneydoğu Asya krizi, Rusya ve Arjantin krizlerinin tüm dünya coğrafyasına dalga dalga yayılan etkileri ve Afganistan savaşının negatif yansımaları bu durumun en önemli örneklerini oluşturmaktadır.

Değerli Misafirler, 

Kıymetli Sanayiciler,

Bilindiği üzere, Türkiye'miz, 1980'li yılların başlarındaki politika değişiklikleri sonucunda, dışa açık bir ekonomik yapının ifadesi olan ihracata dayalı büyüme modelini benimsemiştir. Neticede dış ticaret hacmi kısa zamanda hızlı bir artış göstermiş, ihracat ve ithalat sözcükleri, ülke genelinde sıkça telaffuz edilir kelimeler haline gelmişlerdir. Ancak bu gelişme, ülkemizin küresel dalgalanmalar karşısındaki hassasiyetini de artırmış, Türk ekonomisi dışsal şok şeklinde ifade edilebilecek gelişmelere karşı nisbeten daha savunmasız bir konuma geçmiştir. 

Dolayısıyla, ekonomimizin kuvvetli ve zayıf yönlerinin iyi analiz edilmesi ve muhtemel şoklara karşı mücadele yeteneğinin ve dayanıklılığının artırılması gerekmektedir.

Ekonomik durgunluk, kriz, yolsuzluk, enflasyon ve işsizlik gibi olgularla yeryüzünde karşılaşmayan ülke yok gibidir. Burada önemli olan husus, muhtemel problemlerin hızla teşhis edilerek kararlılıkla üzerine gidilmesi manasında toplumun göstereceği fikir birliği, inanç ve uyumdur. Pek alışık olunmasa da, ülke geleceğine yönelik alternatif senaryoların en sağlıklı bir şekilde ve yine fikir birliği içerisinde üretilebilmesidir.

Sayın Sanayiciler,

Ülkemizin ekonomik sorunları, hepimizin malumlarıdır. Bu sorunlarla ilgili çözüm önerileri ise çeşitlidir.

Ekonomik problemlere çözüm ararken, strateji ve politikalar oluşturulurken, ekonomi tarihimizin ve özellikle son 20-30 yıllık dönemin detaylı bir şekilde analizi faydalı olacaktır. Genç cumhuriyetimizin ekonomik açıdan nereden nereye geldiği, kalkınma yolunda hangi stratejiler izlendiği, öncelikler sıralaması, siyaset ile ekonomi arasında var olan ilişkinin boyutları ve diğer ülkelerin kaydettiği gelişmeler ve benzeri sorunların analizi, gerek bugün içerisinde bulunduğumuz durumun daha sağlıklı irdelenmesi, gerekse ileriye yönelik strateji üretiminde şüphesiz ki elzemdir.

Ülkemiz tarihî ve hayatî bir İstiklâl savaşından sonra zorlu bir ekonomik kalkınma ve demokratikleşme mücadelesine girmiştir. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca sosyo-ekonomik kalkınma sürecinde mesafeler kaydetmiş, sancılı coğrafyasının yol açtığı sıkıntılara rağmen millî bütünlüğünü korumasını bilmiştir. Bunun yanında, bugün gelinen seviye, arzu ettiğimiz ve hak ettiğimiz gelişmişlik düzeyinin gerisindedir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin hedefleri sürekli yüksek olmak durumundadır. Milli hedefler, çok zengin ve istisnai bir geçmişi olan Türk milletine yaraşır seviyede belirlenmek durumundadır. Ekonomik kalkınma ve gelişme mücadelesine ülkemiz ile aynı yerden başlayan nisbeten yakın coğrafyadaki bazı ülkeler, günümüzde kalkınma yönündeki o kritik eşiği aşmış durumda veya aşmak üzeredirler. Ancak ülkemiz, ne yazık ki dünya gelişme endekslerine göre arzu edilen seviyenin gerisinde bulunmaktadır.

Türkiye, maalesef, yıllardır potansiyelinin altında üretmektedir.  Üretim, kişi başına refah seviyesine ivme kazandıracak şekilde artırılamamıştır. Ülke nüfusu hızla büyürken üretim artışının sınırlı ölçülerde kalması, iktisadi ve sosyal dengesizliklere sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla, ihracata dayalı büyüme modelinin benimsendiği 80'li yıllardan sonraki ihracat artış hızı da, bir süre sonra ister istemez yavaşlamış; toplam ihracat hacmi 30 milyar dolar seviyesinde sıkışıp kalmıştır.

Bir ülkenin büyümesi, kalkınması ve gelişmesi, elbette ki önemlidir. Ancak, bir türlü kapanmayan bütçe açıkları ile mücadelede izlenen yol, bambaşka bir kısır döngüye saplanıp kalınmasına neden olmuştur. Açıklar yüksek faizli devlet iç borçlanma senetleri ile karşılanmaya çalışılınca, devletin iç borç stoğu bugün tüm vatandaşlarımızın geleceğini etkileyecek şekilde yükselmiştir. 

Faaliyet-dışı farklı bir gelir kaynağını keşfeden bankacılık sektöründe, yine bugün hepimizin bedelini acı bir şekilde ödediğimiz sağlıksız yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu arada, birbiri ardısıra, gerek ticari gerekse yatırım bankası olarak yeni banka oluşumlarına da izin verilmiş, ülkedeki banka sayısı 80'lere tırmanmış ancak bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünde ve rekabet gücünde önemli bir gelişme kaydedilememiştir. Günümüzde sanayicimizin, KOBİ'lerimizin ve ihracatçımızın karşılaştıkları finansman güçlüklerinin ilk tohumları, işte o tarihlerde atılmıştır. 

Zaman zaman ürkütücü boyutlara ulaşan yüksek reel faizler, enflasyon ile mücadeleyi hayli güçleştirmiştir. Enflasyon bir tarihte üç haneli rakamlara ulaşırken, toplum geneli üzerindeki etkisi yıkıcı olmuştur.  Gerçekten de, yüksek enflasyon neticesinde artan gelir dengesizliği, sürekli değer kaybeden Türk Lirası ve kan kaybeden milli sanayimiz; yeni nesillerin hayat mücadelesini zorlaştırmıştır.  

Herşeyden önemlisi, Türkiyemiz, gelişmiş ülkelere karşı önemli bir mukayeseli avantaj sayılabilecek "genç nüfus" faktöründen tam olarak faydalanamamış, geniş çaplı ve etkin bir eğitim seferberliği gerçekleştirememiş, yüksek öğretimdeki sorunların üstesinden gelinememiştir. 

Kıymetli Misafirler,

Değerli Sanayiciler,

Ülkemizin, özellikle ekonomi yönetimi açısından geçirdiği son 20-30 yıllık döneme burada daha fazla değinmek istemiyorum. Bu konuları, kısaca dikkatlerinize getirmemizin nedeni şudur. Ne yazık ki, biz, günlük hayat mücadelesi içerisinde, toplum olarak tarihini, yapılan birtakım hataları, olması gerektiği gibi analiz etmeyen ve bunlardan gerekli dersi yeterince çıkartmayan bir özelliğe sahibiz.

Özellikle ekonominin rehabilitasyonu amacıyla bugün verilen mücadelenin iyi tahlil edilebilmesi ve yapılan fedakarlıkların anlaşılabilmesi açısından, yakın geçmişin tahlilinin doğru ve objektif bir şekilde yapılması ve unutulmaması gereklidir. Gündemimiz ise, hatayı kimin yaptığı değil, hatanın telafisi olmalıdır. Nasıl geçmiş hataların faturası bugünkü iktidara katlanarak gelmişse, şimdiki yönetimin yapabileceği hatalar da ileriki iktidarlara yansıyacaktır. Dolayısıyla, bugünkü ekonomi yönetiminin başarılı olması şarttır. 

Bunun için, uygulanmakta olan ekonomi politikalarının daha gerçekçi ve rasyonel bir tarzda analizi faydalı olacaktır.  Yapılacak eleştiriler ise yanıltıcı mahiyette değil, yol gösterici tarzda olmalıdır. Yapıcı eleştiriler, makûl oranda fikir birliği ve paylaşım, uygulanacak politikaların başarı şansını da artıracaktır.

Sayın Sanayiciler,

Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, 2002 yılı global anlamda belirsizliğini korumaktadır.  11 Eylül terörist saldırısının dünya siyaseti ve ekonomisinde yarattığı tedirginlik ortamı, Afganistan müdahalesi ve diğer bölgesel çatışmalar içinde bulunduğumuz yılı, ister istemez küresel denge ve istikrar açısından riskli bir dönem haline getirmektedir.

Dünya ve Türkiye açısından da, muhtemelen, farklı dış politika senaryoları üzerine kurulmuş bir yıl olacaktır.

Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs meselesi ve Irak gibi konular, ülkemizi yakından etkileyebilecektir. Dolayısıyla, politika üretimi ve uygulamalarında, olumlu ve olumsuz muhtemel bütün senaryolar dahilinde hareket edilmesi ve meselelere temkinli bir mesafe dahilinde bakılması, faydalı olacaktır.

Dünya ekonomisinde  krizler meydana geldiğinde, Türkiye gibi dışa açık ve büyük hacimli bir ekonominin bu olumsuz gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir. Ancak hedef yine de, bu gibi olumsuz gelişmelerin muhtemel etkilerini mümkün olduğunca pasifize etmeye ve eritmeye yönelik olmalıdır. Böylesi bir önlemin temel şartı ise,  öncelikle ülkemizde makroekonomik istikrarın sağlanmasıdır.

İçeride güçlü, üreten, kendine yeten, fiyat istikrarını sağlamış, rekabetçi ve sosyal yönü güçlü bir Türkiye'nin, global haritanın herhangi bir yöresinde meydana gelebilecek her türlü şoka karşı daha kuvvetli bir konumda olacağı muhakkaktır. 

Hükümet olarak amacımız, öncelikle reel sektörün canlandırılması, üretim ekonomisine dönüşümün sağlanması ve yapısal reformların hızla tamamlanmasıdır. Ekonomik dengeler hızla iyileştirilmeli ve sosyal sıkıntılar asgariye indirilmelidir. Bu anlamda, yapısal reformlara verilecek destek çok önemlidir.

Takdir edileceği üzere, Hükümetimiz döneminde bu konuda önemli bir mesafe alınmış, ciddi bir dönüşümün alt yapısı büyük ölçüde tamamlanmış bulunmaktadır. Artık ileriye daha güvenle bakabilmemiz için önümüzde bir çok sebep vardır.

Son zamanlarda yaşanan gelişmeler ümidimizi arttırmakta, makroekonomik istikrarın yeniden tesis edilmesine yönelik olumlu sinyaller alınmaktadır.

Faiz hadlerinde 2001 Şubat krizi öncesi rakamlara dönülmüştür. Krizin faizler üzerindeki etkisi bir yıl aradan sonra kırılmış bulunmaktadır. Nitekim, geçen yıl Şubat ayında yüzde 200'lere doğru fırlayan bono bileşik faizleri, bu yıl Şubat ayında gerçekleştirilen 364 gün vadeli tahvil ihalesinde yüzde 69.54'e kadar inmiştir. 

Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yüzde 74.2'ye çıktığı açıklanan 2002 Ocak ayı kapasite kullanım oranı, Aralık 2000 tarihinden bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştır.

Ekonomik programın ağırlıklı amacı, enflasyonun düşürülmesi ve büyümenin sağlanmasıdır. Buna göre, mali sektör düzenlemeleri ve enflasyon hedeflemesi yöntemleriyle fiyat artış hızının düşürülmesi; tamamlanacak yapısal reformlar ve sağlanacak makroekonomik istikrar sayesinde de, sürdürülebilir ekonomik büyümenin oluşturulması hedeflenmektedir. 

Hem hükümet olarak, hem de sanayici ve iş adamları olarak bu ortak hedefimizi pekiştirmemiz, diyalog ve işbirliği zeminlerini güçlendirmemiz lazımdır.

İnanıyoruz ki, krizin ağırlığına ve zorluklarımıza rağmen önümüzdeki dönem, çok daha parlak olacaktır. Yaz aylarına kadar yaralarını sarmaya devam edecek olan ekonomimiz, inşallah yılın ikinci yarısından itibaren büyüme sürecine girecek ve böylece daha sağlıklı bir gelişme zemini ve iklimine kavuşmuş olacaktır.

Kıymetli Misafirler,

Değerli Sanayiciler,

Ege Bölgesi ve bölgenin merkezi konumundaki İzmir ilinin ülkemiz açısından önemi büyüktür. Ülkemizin, tarih içinde ve bugün, dışa açılan en önemli kapılarından sayılan, ilk uluslararası fuarı düzenleyen ve milli iktisat kongresini gerçekleştiren İzmir, mevcut ekonomik potansiyeli ve güçlü girişimcilik ruhuna sahip insanıyla, eskiden olduğu gibi günümüzde de önemini korumaktadır. Ege Bölgesi, düşük yatırım maliyetleri ve dünyaya açılan İzmir limanıyla ülke ekonomisi için stratejik öneme sahiptir.

Bölge, son dönemlerde, geleneksel olarak üstünlüğünü kanıtladığı tarım, ticaret ve turizm gibi alanlardaki gücünü pekiştirmenin yanısıra, hızlı bir sanayileşme hamlesi de başlatmıştır. Ülkemizin en modern organize sanayi bölgelerinden bir tanesi olan İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi'nin yanısıra, mevcut organize sanayi bölgelerinin  yaklaşık beşte biri bu bölgede bulunmaktadır. 

Ege Bölgesi, tarımsal ve sanayi üretimini başarıyla ihracata dönüştürmekte ve yüksek kaliteli, rekabet edebilir ve hatta markalı ürünleri ile, ülke ihracatının ortalama yüzde 16'lık bir kısmına imzasını atmaktadır.

Bugün ülkemizde "Anadolu Kaplanları" olarak adlandırılan firmalarımızın önemli bir kısmı faaliyetlerini İzmir, Denizli, Manisa, Uşak gibi illerimizde sürdürmektedirler. Ege'li sanayici ve ihracatçımız, son derece önemli bazı sektörlerde, dünya kalitesinde mal üreterek ülkemize önemli tutarda döviz girdisi sağlamaktadırlar. 

Ancak, yıllardır süregelen çeşitli birikimler neticesinde 2001 yılı başında meydana gelen ve ülke sanayiini önemli ölçüde etkileyen krizden, Ege'li sanayicimiz de nasibini almıştır. Bölgede büyüklü - küçüklü, eski - yeni pek çok müteşebbis, zor günler geçirmiş, bir kısmı işletmelerini devretmek, satmak veya kapatmak durumunda kalmışlardır. Özellikle işletme sermayesi teminine yönelik sıkıntılar, bankacılık sektöründeki yüksek maliyetli yeniden yapılanmanın henüz tamamlanmadığı günümüzde önemli bir sıkıntı olarak kendini göstermeye devam  etmektedir.

Değerli Misafirler,

Ege Bölgesi Sanayi Odası tarafından düzenlenen ödül törenleri, işte bu yüzden çok önemlidir.

Bu törenler, özellikle 2001 yılının tüm dünyayı etkisi altına alan büyük çaplı belirsizlik ortamında, içte ve dışta çetin rekabet şartlarında mücadelesine devam eden, gerektiğinde maliyetine ve hatta maliyet altı satış yapma pahasına üretimini sürdüren, rant ekonomisine geçmeyi ısrarla reddeden, çalışanlarını vardiya azaltmak zorunda kalsa bile bir şekilde muhafaza eden, zorlu şartlara rağmen marka yaratma mücadelesi veren, devletine döviz  kazandıran ve yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan Ege'nin çalışkan, azimli ve vefakâr müteşebbislerini bir araya getirmektedir. 

Ama bizim için, ödül kadar, bugün, bu değerli mecliste bir arada olmak da çok önemlidir.  Bugün burada, esas ödül bizlerindir. Sizlerle birlikte olmak, bu anı paylaşabilmek, bizim için en büyük onurdur.Sözlerime Sanayi Odamızın düzenlemiş olduğu bu güzel törenin tüm sanayici, ihracatçı ve müteşebbislerimize hayırlı olması dileğiyle son verirken; 2002'nin Ege'li sanayicilerimizin yanısıra, ülkemiz için de hayırlı ve başarılı sonuçlar getirmesini diliyor, yüksek heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı