23.04.2002 - TBMM'nin Açılışının 82.Yıldönümü Münasebetiyle TBMM'de Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM'nin Açılışının 82.Yıldönümü Münasebetiyle
TBMM'de Yapmış Oldukları Konuşma
23.04.2002

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Sözlerime başlarken, yüksek heyetinizi, temsilcisi olmakla iftihar ettiğimiz yüce milletimizi, varlığımızı ve çabalarımızı adadığımız sevgili çocuklarımızı, partim ve şahsım adına en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Bugün, muhteşem bir zafere imza atarak yeni bir tarih yazan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 82. yaşını kutluyoruz. Yine, milli devletimizin Ankara'da inşa edilişinin ilk büyük adımını ifade eden yüce meclisin kuruluşunun 82. yıldönümünü idrak ediyoruz.

Bugün, ilk önce bu kutsal vatanı kurtarıp bizlere emanet eden şehit ve gazilerimizin yavrularının milletimizin hissiyatına ve şefkatine bırakılışını sembolize eden, daha sonra bütün dünya çocuklarının ortak bayramına dönüşen 23 Nisan'ı kutluyoruz.

Böylesine güzel bir günü kutlarken bu yıl biraz buruk olduğumuzu ifade etmeden geçmek mümkün değildir. Filistin'de, Afganistan'da ve dünyanın dört bir tarafında bazen terörün, bazen yoksulluğun, bazen de uyuşturucu şebekelerinin ve sapkın eğilimlerin kurbanı olan çocukların varlığı, bütün insanlığın yakın ilgisini beklemektedir.

23 Nisan'ın bu açıdan bir vesile teşkil etmesini, başta UNICEF olmak üzere, bütün ilgili uluslararası kuruluşların daha aktif faaliyet içinde bulunmasını diliyor ve bekliyoruz.

Sayın Başkan,

Sayın Milletvekilleri,

Her kavramın, her kelimenin belirli bir anlamı vardır. Ama bazıları, diğerlerine göre daha fazla duygu ve tarih yüklüdür.

Şüphesiz, Türk Milleti'nin milli hafızasında ve kelime haznesinde, milli egemenliğin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Çünkü, milli egemenlik, sadece belirli bir siyasi ilkeye işaret edip, bir yönetim biçiminin ayırd edici vasfını ifade etmez.

Aynı zamanda, Türk Milleti'nin Anadolu da yeniden şahlanışının, İstiklâl savaşımızın anahtar sözcüklerinden biridir. Sözün kısası, milli egemenliğin bizim tarihimizdeki ve toplumsal bilinç altımızdaki karşılığı, millî direniştir, bağımsızlıktır, demokrasidir.

Bilindiği üzere, 19. yüzyıl, bir yönüyle klasik emperyalizmin altın çağını yaşadığı bir zaman dilimine işaret eder.

"Şark meselesi"nin çözümünü Anadolu'yu işgal ederek Türk Milleti'nin tarih sahnesinden silinmesi olarak algılayanlar planlarını uygulamaya koymuşlardır.

Ancak, karşılarında milletimizin, Gazi Mustafa Kemal'in komutasında şekillenen çelik gibi iradesini ve direncini bulmuşlardır.

Milli mücadelemiz, bunun için sadece Anadolu topraklarının işgalcilerden temizlenmesini değil, sömürgeciliğe karşı bir meydan okumayı da ifade etmektedir.

Gerek zorlu bir dönemde başarıya ulaşılmasında, gerekse İstiklal Savaşı'nın evrensel sonuçlar doğurmasında, Meclis'in 23 Nisan 1920 tarihinde, işgal şartlarının ağırlığının hissedildiği bir dönemde teşekkül etmesinin rolü çok büyüktür.

Geçen yüzyılın başında ortaya konan örnek davranışlar ve kararlılık, hiç şüphe yok ki günümüz açısından da çok yönlü bir öneme ve değere sahiptir.

Millî mücadele azmi ve metodu, bugün, hem ülke ve millet olarak, hem de insanlık olarak karşı karşıya bulunduğumuz sorunların aşılmasında emsalsiz bir örnek, tükenmez bir ilham kaynağı oluşturmaktadır.

Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki, böyle bir örneği küçümsemek gibi, ilham kaynağı olma vasfını yoketmeye çalışmak da her zaman beyhude bir çaba olarak kalacaktır.

Ülke ve millet olarak yaşadığımız zorlukları fırsat bilen bazı iç ve dış çevrelerin unutmaması gereken ilk gerçek budur.

Bilinmelidir ki, 23 Nisan'ın tarihî mânâsı ve mesajları, Türkiye üzerinde hesapları olanlardan daha çok, bizler için önemli ve önceliklidir.

Tarihimizin boşa yaşanmamış bir tecrübe birikimi olması, bizim ondan çıkardığımız olumlu derslere ve geleceğe uzanabilme irademize ve yeteneğimize bağlıdır. Aksi takdirde, tarih, ne güçlü bir ilham kaynağı, ne de geleceğe ışık tutan güçlü bir ayna olabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi tarihî ve ulvî bir mekânı, sadece milletimiz adına ve belirli bir süre için paylaşan bizlerin, bu anlayışın zihinlerimizdeki tazeliğini sürekli korumakla mükellef olduğumuz açıktır.

Çünkü, böyle bir zemin üzerinde ve manevi iklimde vatanımız ve milletimiz için varolmanın ve hizmet etmenin paha biçilmez bir şerefi ve değeri vardır.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bugün, yeni bir yüzyılın başında ve hatta yeni bir çağın içinde bulunmamıza rağmen, yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın temel sorunları geçen yüzyılın başındakilerden tamamen farklılaşmış değildir.

Teknolojik ve ekonomik gelişmelerin ilişkilerimizde ve tüketim alışkanlıklarında bir dizi değişikliği beraberinde getirdiği, devletler ve milletler arası etkileşimi hızlandırdığı bir gerçektir. Fakat, insanoğlunun karşı karşıya bulunduğu sorunların doğasının değişmediği de bir o kadar gerçektir.

Zaman, mekân ve mesafe algılamalarında ortaya çıkan farklılaşma, sorunların ve gelişmelerin de aynı ölçüde paylaşılmasını ve hissedilmesini beraberinde getirmektedir.

Özellikle, merkezinde yer aldığımız coğrafya iştah kabartmaya ve ilgi odağı olmaya devam etmekte, diğer yandan bu alanlara yenileri eklenmektedir.

Gerçekten de, iç ve dış sorun ve gelişmelerin iç içe geçme sürecindeki yoğunlaşmaya da işaret eden yeni dönemde, geleneksel duyarlılıklarımıza ve bilinen sorunlarımıza yenilerinin eklenmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Önce Bosna Hersek ve Kosova, daha sonra Afganistan ve Ortadoğu sorunları karşısında ister istenmez aldığımız konum, bu durumun en yeni ve çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır.

Diğer sıcak çatışma ve gerilim bölgelerini, istikrarsızlıklarını, yoksulluğun yaygınlığını, terörizmin etkinlik kapasitesinin genişlemesini, etnik ve dinî uyuşmazlık ve çatışmalar ile acımasız ekonomik rekabet ortamını göz önüne aldığımızda, bütün insanlığı ve tabii Türkiyemizi çok zorlu ve sorunlu bir dünyanın beklediği ortaya çıkmaktadır.

İşte bunun için, ülke sorunlarını süratle çözmek, daha donanımlı ve eğitimli nesiller yetiştirmek, siyasi uzlaşma ve dayanışma yöntemlerini önemsemek çok gerekli hale gelmektedir.

Ancak, buna rağmen, Türkiyemizin hem siyasi, hem de entelektüel zeminlerinde daha hâlâ temel politika ve hedeflerde bile asgarî uzlaşma sıkıntısı çekiyor olmamız, bir yandan sıkıntılarımızı arttırmakta, diğer yandan da zamanın akışına yetişme hızımızı düşürmektedir.

Küreselleşme sürecinin, günlük hayatımızın her anından uluslararası ilişkilerin her boyutuna kadar etkisini hissettirdiği bir dönemde, milli ve küresel ölçekli bakış açıları ve çözüm önerileri geliştirmemiz, giderek daha çok ihtiyaç haline gelmektedir. Bilgi ve teknoloji üretimi ve kullanımının stratejik bir faktör haline geldiği bir çağda, gerek siyasi partiler, gerekse ülke ve devlet olarak çok daha hazırlıklı ve donanımlı olmamız gerektiği açıktır.

Özellikle şu üç aslî faktörün böyle bir millî duyarlılığı ve atılımı zorlaştırdığını, dolayısıyla geciktirdiğini ifade etmek mümkündür.

Birincisi, uzun yıllardır ülke gündemini sürekli meşgul eden ve milli enerjimizi tüketen temel ekonomik ve sosyal sorunların tam anlamıyla çözülememiş olmasıdır.

İkincisi, uzlaşma ve rekabet arasındaki dengeyi, demokrasi ile düzen arasındaki ahengi bir türlü gözetemeyen, yine çözüm üretme yeteneğini geliştiremeyen siyaset etme pratiğimizin ve tartışma kültürümüzün olumsuz sonuçlarıdır.

Üçüncüsü ise, yaşadığımız coğrafyanın, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan ülkemize yüklediği maliyetlerin ve sorumlulukların ağırlığıdır.

Takdir edileceği üzere, son yıllarda dünyada en çok tartışılan ve derin felsefî boyutlara da sahip bulunan konuların başında, küresel kutuplaşmayı da beraberinde getiren yoksulluk sorunu ile medeniyetler ve kültürler arası çatışma riski yer almaktadır. Bunlara 11 Eylül trajedisinden sonra "güvenlik ve özgürlük" tartışması da eklenmiş bulunmaktadır.

İnsanlığın bugün geldiği noktada, "özgürlük ve güvenlik denklemi"yle boğuşmak değil, hem özgürlüklerimizi hem de güvenliğimizi olabildiğince geliştirmek ve teminat altına almak gerekir. Aksi takdirde, yüzyıllardır tartışılan "özgürlük ve eşitlik" örneğinde olduğu gibi, sorunu çözmek ve aşmak bir türlü mümkün olmayacaktır.

İşte, ülkemizin jeopolitik ve jeokültürel konumu ile devraldığı tarihsel miras, istesek de istemesek de bizi millet ve devlet olarak bütün bu sorunların ve tartışmaların tam merkezine oturtmaktadır.

Türkiyemiz, böyle bir dünyada ve süreçte milli varlığının paramparça olmasının yolunu açacak etnik tuzaklara ve ayrılıkçılık tohumlarının yeşermesine karşı her zamankinden daha fazla dikkatli olmak zorundadır.

Unutulmamalı ki, etnik farklılıkların ve mahallî kültürlerin millet olma irademizin yerini alması hali, demokratik hukuk devletimizi geliştirme kararlılığımızın göstergeleri değil, sadece ayak bağları olabilir.

Dünyanın yaşadığı büyük siyasi tecrübeler bize göstermiştir ki, güçlü ve istikrarlı demokrasilerin asgari müştereklerini kaybetmiş ve atomize olmuş toplumlarda hayat bulması mümkün değildir. Çünkü, güçlü ve istikrarlı demokrasiler, ancak milli ve demokratik yurttaşlık kültürünü geliştirebilen ve asgari müşterekleri üzerinde titizlenen ülkelerde yükselmektedir.

Dünyayı ve insanlık tarihini bu mânâda yeniden keşfetmek için uğraşmanın ya da küresel dinamikleri eksik ve yanlış okumanın hiç kimseye bir yararı yoktur. Zaten buna ayıracak zamanımız da, enerjimiz de yoktur.

Ülkemizi 1920 yılına getiren gelişmeler, "23 Nisan"ın uhdesinde barındırdığı değer ve mesajlar, yine 23 Nisan 1920 sonrasında yaşananlar, bizim açımızdan sadece bayram günlerinde hatırlanacak tarihî anılardan ibaret değildir.

Herşeyden önce, Türkiyemizin ve Türk Milleti'nin varlığının tesadüflerin eseri olmadığını bizlere ve dünyaya haykırmaktadır.

Bütün bunlar, vatanımızın, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin emsalsiz kıymetini ve bedelini bizlere hatırlatan, kısacası günümüze ve geleceğimize ışık tutan millî ve tarihî meşalelerimizdir.

Bu meşaleler, hiçbir zaman sönmeyecek, aziz milletimizin temsilcilerinin mekânı olan yüce meclis, bu ruh ve heyecanla Türkiyemizi daima ilerilere taşıyacaktır.

Cumhuriyetimizin 100. yıl dönümünde her açıdan lider bir Türkiye'ye kavuşmuş olmak için, aynı azim ve heyecanla çalışmalarına devam edecektir.

İşte o zaman şehitlerimize ve gazilerimize karşı olan sorumluluklarımızı, çocuklarımıza olan görevlerimizi tam mânâsıyla yerine getirmiş olacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Cumhuriyetimizin ve İstiklâl Savaşımızın baş mimarı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bütün şehitlerimizi ve gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnet duygularımızla anıyor, yüksek heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
GenelBaşkanı