Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma. 9 Ekim 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma.
9 Ekim 2012

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bu hafta sonunda Ankara’nın başkent oluşunun 89.yıldönümünü kutlayacağız ve bu gurur gününü hep birlikte anacağız.

13 Ekim 1923 tarihi Türk milleti için bir karar ve kader anına işaret etmektedir.

Milli mücadeleyi binbir zahmet ve fedakârlıkla kazanan Türk milleti, son yurdundaki varlığını Ankara mührüyle perçinlemiştir.

Ankara bağımsız yaşamaya duyulan sevdanın eseridir.

Yılgınlığa,  yorgunluğa ve geri çekilmeye dur diyen iradenin hareket merkezidir.

Ankara Cumhuriyet’in onuru, teminatı ve geleceğe taşıma heyecanının adıdır.

Ankara varlığımızın garantisi, geleceğimizin hazırlayıcısı ve milletimizin birlik ve bütünlük şemsiyesidir.

İçte ve dışta ihanete sırnaşan, işgal ve sömürüye meydan açan kim varsa Ankara’dan yükselen bağımsızlık çığlığıyla yerle bir olmuşlardır.

Bu aziz şehrimizin başkent olmasında karar, fikir ve söz sahibi olan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,  tüm kurucu kahramanlara Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, hepsini hürmetle yâd ediyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan tarafından gündeme taşınan seçilme yaşının 18’e indirilme düşüncesi tartışmaların seyrini bir hayli yönlendirmiştir.

En başta, bu görüşte iyi niyet ve samimi bir arayış söz konusu olmadığı nettir.

İç ve dış politika alanında yoğun bir trafiğin yaşandığı bugünlerde, seçilme yaşının 18’e indirilmesi hedef ve gündem saptırmasından başka bir anlama gelmemiştir.

Başbakan Erdoğan Türk gençliğini istismar etmek ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy deposu kullanmak için kendince taktik adımlar atmaktadır.

18 yaşını doldurmuş gençlerimiz seçme hakkını kullanmaktadır. Buna bir diyeceğimiz yoktur.

Bunun yanında AKP hükümeti döneminde seçilme yaşı da 25’e çekilmiştir ki, bu da yerindedir.

Ancak 18 yaşını doldurmuş genç kardeşimin, henüz hayatın en kritik zamanında; eğitim ve askerlik meselelerini halletmeden seçilme derdine düşmesi hem madden hem de manen çok zordur.

İlave olarak halen seçilme şartları arasında askerlik görevini ifa yükümlülüğü bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan zorunlu askerlik görevini kaldırmayı planlamıyorsa 18 yaşındaki bir genç kardeşimin hukuken seçilme şansı olmayacaktır.

Kimse kimseyi kandırmamalıdır.

Türk gençliğinin her şeyden önce işe, aşa ve yuvaya ihtiyacı vardır.

AKP hükümeti bütün bunları halletmiş gibi, 18 yaşını doldurmuş Türk gençliğine seçilme vaadi vermesi ve akılları çelmesi garabet bir durumdur.

Başbakan Erdoğan’daki bu zihin bulanıklığı ve kafa karışıklığı hayra alamet değildir.

Olgunluk çağlarının kapısında duran, eğitim ve hayat kurma mücadelesinin en taze zamanlarında bulunan evlatlarımız Meclis’e girmeyi değil, AKP hükümetinden geleceklerini güvenceye alacak çalışma ve reformları istemektedirler.

Bu aşamada şu kadarını söylemeliyim ki, Milliyetçi Hareket Partisi seçilme yaşının 18’e indirilmesine ilkesel bazda mesafeli ve soğuk durmaktadır.

Diğer taraftan askerlik görevini ifa eden kardeşlerimizin oy kullanmalarının önündeki yasal engellerin kaldırılacağı da Başbakan tarafından duyurulmuştur.

Parti olarak, prensipte 18 yaşını doldurmuş her Türk vatandaşının oy kullanmasının gerekli olduğuna inanıyoruz.

Buna rağmen, yürürlükteki mevzuata göre silah altında bulunan er ve erbaşlarla, askeri öğrenciler ve ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanlar oy kullanamamaktadır.

Er ve erbaşlarımıza seçme hakkının verilmesi eşitlik açısından makuldür.

Ancak seçim dönemlerinde oy kullanma ve siyasal faaliyetlerin askeri kışlalarda nasıl bir ortama zemin hazırlayacağı ise muammadır.

Türkiye’nin bugüne kadar böylesi bir tecrübesi görülmemiştir.

Demokratik katılımı sağlarken, kışlaya siyasetin sokulma riski üzerinde dikkat ve titizlikle durulmalı ve sağlıklı bir değerlendirme yapılmalıdır.

Er ve abraşlarımızın oy kullanması hakkında en başta Genel Kurmay Başkanlığı’nın görüşü alınmalı; sivil toplum kuruluşları, siyaset kurumu, üniversiteler ve konuyla ilgili kanaat sahipleri enine boyuna tartışmalıdır.

Bize göre, oluşacak görüşün belirli bir kıvama ve olgunluk düzeyine getirildikten sonra Meclis’te ele alınması yerinde ve faydalı olacaktır.

Suriye meselesine geçmeden önce, son olarak şu konunun altını çizmek istiyorum:

TBMM’nde, mahalli idareler seçimlerinin 27 Ekim 2013 tarihine alınmasını düzenleyen anayasa teklifi görüşülecektir.

Partimiz buna sıcak baktığından destek verecek ve yasalaşması için üzerine düşeni yapacaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,

3 Ekim günü Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine Suriye tarafından atılan top mermisi bir anda ülke gündemini tesiri altına almış ve dikkatleri hudutlarımızdaki kontrol dışı gelişmelere çevirmiştir.

Akçakale’ye düşen top mermisi masum vatandaşlarımızın canını almış ve tabii olarak hepimizi üzüntüye sevk etmiştir.

12 yaşındaki Ayşegül, 8 yaşındaki Zeynep, 14 yaşındaki Fatoş anneleri Zeliha Timuçin’le birlikte düşen bombanın suçsuz günahsız kurbanları olmuştur.

Ayrıca Gülşen Özer isimli hanım kardeşimiz de 16 aylık yavrusunu kurtarma pahasına kendisini feda etmiştir.

Beş kardeşimizin bu şekilde katledilmesi şüphesiz bir cinayettir.

Suriye’nin sınır ve haddi aşan kanlı oyunları kentlerimizi, bölge insanımızı vahim boyutta tehdit etmektedir.

Akçakale’de şehit olan beş evladımıza Cenab-ı Allah’tan bir kez daha rahmet, ailelerine ve milletimize sabır ve metanet diliyorum.

Bu elim hadisede yaralanan vatandaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimle birlikte acil şifa temennilerimi iletiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Suriye’den sınır bölgelerimize düşen top mermileri milletimizin can güvenliğini, devletimizin egemenlik haklarını ve hudut emniyetini olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

Suriye yönetiminin kaza diyerek geçiştirdiği ve özür dilemekten bile imtina ettiği bu mütecaviz hareketler dur durak bilmeksizin devam etmektedir.

Türkiye’ye çevrili bulunan top bataryalarından devamlı surette taciz ve tahrik atışları yapılmaktadır.

Geçtiğimiz birkaç gün içinde, Rakka kentinden ateşlenen yeni bir top mermisi Türkiye-Suriye sınırındaki Toprak Mahsulleri Ofisi’ne ait depoların yakınına isabet etmiştir.

Hatay’ın Yayladağ ve Altınözü ilçelerine de top mermisi gelmiş ve Allah’tan can kaybı yaşanmamıştır.

Değişen angajman kurallarınca Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesinden Suriye bataryalarını radarla tespit ederek yapılan taciz ateşlerine anında karşılık vermiş ve uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkımızın gereğini orantılı şekilde yerine getirmiştir.

Görülmektedir ki, Suriye’deki kaos bulutu milli güvenliğimize ciddi tehdit ve riskler oluşturmaya başlamıştır.

20 Eylül tarihinden beridir, vatan topraklarına yönelen saldırgan tavırlar artık bardağı taşırma noktasına kadar gelmiştir.

Akçakale hadisesi bunun için bir kavşak ve nirengi noktası olmuştur.

Bu kapsamda 4 Ekim tarihinde hükümet tarafından; ülkemize yönelebilecek ilave risk ve tehditlere zamanında ve süratle hareket etmek, aynı zamanda gerekli tedbirleri almak için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi amacıyla hazırlanan tezkere TBMM’nde görüşülmüş ve kabul edilmiştir.

Biz parti olarak bu tezkereye ilkelerimiz gereğince ve milli güvenliğimizi korumak maksadıyla tereddütsüz evet dedik ve destek verdik.

Komşu coğrafyalardan kaynaklanan saldırgan tutumlara, vatanımızın ve vatandaşlarımızın varlığına yönelecek her neviden tertiplere karşı Türkiye’nin menfaatlerini savunduk, caydırıcılık vasfının idrak edilmesini arzuladık.

Ayrıca tezkere kararına verdiğimiz onay; Suriye topraklarında mevzilenme arayışında olan PKK-PYD varlığına, Şam yönetiminin ani ve kontrolsüz saldırgan niyetlerine en kati ve keskin uyarı niteliği taşımaktadır.

Bundan dolayı tezkerenin TBMM’den geçmesi ve Türkiye’nin elinin güçlendirilmesi bizim için vazgeçilmez önemde olduğundan bu bilinçle üzerimize düşeni yerine getirdik.

Bizim isteğimiz ve temennimiz kuşkusuz savaş değildir.

Savaşın afet olduğunu, yakıcı ve yıkıcı neticelere ardına kadar kapı araladığını biliyor ve aklımızdan bir an olsun çıkarmıyoruz.

Bundan dolayı, Türk milletini sonu ve dibi görünmeyen bir karanlığa götürme konusunda en ufak bir düşüncemiz dahi söz konusu olamayacaktır.

Son yurdumuzda var olmak, insanımızın nefes almasını garanti altına almak için gerekiyorsa ve şartlar başka bir seçeneği göstermiyorsa her fedakârlığı yapmaktan çekinmeyeceğimizi de cümle âlemin bilmesinde yarar vardır.

Barışı korumak, hakkımızı muhafaza etmek ve mukadderatımıza kalkan olmak için ne gerekiyorsa yapılacağından, bu konuda tereddüt gösterilmeyeceğinden dost ve düşman herkes emin olmalıdır.

Varlığımızı sakatlayacak, insanımızı hedef alacak ve topraklarımızı aşındıracak her tür tecavüzkâr emellere değil tezkereyle karşı durmak, gerekirse bedenimizi siper eder tıpkı ecdadımızın yaptığı gibi kendimizi feda etmekten çekinmeyiz.

Yeri gelir Yunus yeri gelir Yavuz oluruz ve bundan da asla taviz vermeyiz.

Bu itibarla TBMM’nde kabul edilen tezkere kararındaki tercihimizi sorgulayarak bizi zan ve töhmet altında bırakmaya çalışan çevreler ilk önce kendilerini gözden geçirmeli, kimlerin çıkarına hizmet ettiklerini netleştirmelidirler.

Biz Baas rejiminin yanında değil, Türk milletinin tarafındayız.

Biz Türkiye’ye kin ve garez besleyen mihrakların değil, devlet ve millet bekasının ardındayız.

Biz yoldaşların, yanaşmaların ve yandaşların değil, vatandaşlarımızın derdindeyiz.

Bizi AKP’ye destek vermekle itham edenler, kritik zamanlarda yanında durduğumuz iddiasına soyunanlar önce izan ve ahlak ölçülerine sahip olacaklar, sonra da yüzleri kalırsa konuşmayı kendilerinde hak göreceklerdir.

Şu kadarını söylemeliyim ki, Milliyetçi Hareket Partisi’ni sürekli olarak birilerinin yanında tanımlama ve gösterme hastalığı tedavisi olmayan bir aşamaya gelmiştir.

AKP’ye bastonluğumuzla CHP’ye vagonluğumuz farklı zamanlarda siyaset pazarına çıkarılmakta ve bu hayâsız iftiraları atanlar hiç rahatsızlık veya utanma emaresi göstermemektedir.

Bunlar akıllarınca bizi fikirsiz, hedefsiz, kararsız ve yönsüz bir parti kalıbına sokmak için adeta birbirleriyle rekabete girmişlerdir.

Bunu hem içimizden görünen bazı gafiller hem de haricimizdeki edepsizler fazlasıyla gündemde tutmaya gayret etmektedir.

Son tezkere kararı münasebetiyle verdiğimiz evet oyu bir kez daha bu çevreleri telaşlandırmış ve atağa geçirmiştir.

Bizi sürekli birilerinin peşinden giden bir parti olarak takdim etme yüzsüzlüğüyle avunanlar, önce kendilerinin hangi küresel projelerin ara elemanı ve hangi oyunların kılık değiştirmiş figüranı olduklarını görmeli ve mümkünse de kendi dertlerine yanmalıdırlar.

Manşetlerden MHP’ye saldıranlar, milli şeref dersinden sınıfta kalmak istemiyorlarsa Türk milletine çevrilen namlulara karşı da söz söyleyebilmelidirler.

ÖDP, TKP, Halkevleriyle beraber olmayı sineye çekenler, bize görevli benzetmesi yaparak bühtanda sınır tanımayan başı yeni, ortası aydınlık ve sonu da karanlık olan simalar önce kendi niyetlerindeki çürüklüğü ve nimet bilmezliği görmelidirler.

Bilinsin ki Milliyetçi Hareket Partisi yalnızca büyük Türk milletiyle bir, beraber ve yana yanadır.

Bunun dışında ne CHP ve ne de yıkım müttefiki AKP bizim umurumuzda değildir.

Gece ile gündüz gibi farklı olduğumuz bu iki siyasi zihniyet aynı dağın yeli, aynı adanın gülü ve aynı filmin uzun metrajlı aktörleridir.

Savaş tezkeresi diyerek Türkiye’nin hak ve hukukunu savunmaktan aciz ve bihaber olan, top mermisine karşı elimizin ve kolumuzun bağlı olmasını dileyen CHP’yle, Suriye sorununu kanatan AKP kader ortaklığında çoktan buluşmuşlardır.

Bu gerçeği görmeden, 43 yılın gururuyla bezenmiş bir mazinin ve millet hizmetine vakfedilmiş hayatların toplamı olan Milliyetçi Hareket Partisi’ne; baston, kuyruk, vagon gibi ucube sıfatları layık görenler fitne ve münafıklıkta rekor üstüne rekor kırdıklarını çok yakında inşallah anlamak zorunda kalacaklardır.

Muhterem Milletvekilleri,

Akçakale’ye düşen top mermisinden sonra bu ilçemize anında bölge milletvekillerimizden teşekkül ettirilen bir heyeti gönderdik.

Bu sınır ilçemizde yaşanan dramı, vatandaşlarımızın acısını ve iç çekişini değerli arkadaşlarım yerinde müşahede etmişler ve gerekli çalışmalarını yapmışlardır.

Kendilerine buradan teşekkür ediyorum.

Bu sınır ilçemizdeki esnafımızın hali tam anlamıyla perişanlıktır. İşler durmuş, gelirler kurumuş ve hayaller kararmıştır.

12 binden fazla sığınmacının olduğu Akçakale’de 3 haftadan beri eğitim yapılamamakta, sağlık kuruluşları düzenli hizmet verememekte, kadın, yaşlı ve çocuklar ağırlıklı olarak Harran ve Şanlıurfa merkezdeki akrabalarının yanına gönderilmektedir.

İlçede can güvenliği endişesi zirveye çıkmış, patlayan bombalar neticesinde halk ne yapacağını bilemez hale gelmiştir.

Bölgedeki çiftçilerimiz, tarlalarındaki mahsullerini toplamaktan bile mahrum bir haldedir.

Zira her an hayatları risk altındadır ve Suriye tarafından gelebilecek bir merminin kimi nerede bulacağı ise belirsizliğini korumaktadır.

Bu arada çıkan tezkere kararıyla, dövizin ve faizin ne olacağının derdine düşenler, bugüne kadar sınır hattımızdaki ekonomik çöküşten nedense hiç bahsetmemişlerdir.

Mardin’den Hatay’a kadar olan şehir ve kasabalarımızdaki yokluk ve ekonomik açmazlar faiz ve döviz merakında olanların aklına hiç gelmemiştir.

 

 

 

İstanbul’da keyif, Ankara’da hüküm sürenler Akçakale’yi umursamamakta, Nusaybin’in sorunlarına duyarsız kalmakta, Yayladağ’ın biriken meselelerine yüz çevirmektedir.

Suriyeli muhaliflere gösterilen yakınlığın ve sıcaklığın yarısı bile kendi vatandaşlarımıza çok görülmektedir.

Sultanahmet’de dilenip Ayasofya’da sadaka vermeye kalkışanlar sınır bölgelerimizdeki vatandaşlarımızın çağrılarına kulaklarını tıkamaktadır.

Elbette Suriye’yle ters düşülmesi, ilişkilerin kopması sınırlarımızdaki huzursuzluğu hızlandırmış ve taşınması güç bir noktaya sürüklemiştir.

Kabul edilmelidir ki, AKP’nin dış politikası Ortadoğu’da ağır bir yara almış ve her anlamda Türk milletinin aleyhine sonuçlar vermeye başlamıştır.

İhtiyattan, dengeden ve derinlikten mahrum politikalar Türkiye’yi bölgede zor duruma sokmuştur.

Özensiz, şuursuz ve çapsız dış politika adımları; ihtilaf, istikrarsızlık ve kamplaşma üretmiştir.

Tahlil ve tefekkür adesesi kaybolmuş, direnme ve dayanma özellikleri çatırdamış savruk politika tercihleri, bölgesel düzlemde bir çuval inciri berbat etmiştir.

AKP’nin başarı diye pompaladığı dış politika konsepti kısırlık ve sığlıktan sabıka yemiştir.

Türk dış politikası maceraperest bir bakanın elinde neredeyse oyuncağa dönmüş, ahenk ve uygunluğunu kaybetmiş, Türk milletinin akıbeti bu zihniyetin dürtülerine teslim edilmiştir.

Bu kapsamda Suriye politikası çürümüş ve savaş sınırına dayanmıştır.

Zaman zaman nereden nereye geldik diyerek övünen Başbakan Erdoğan, etrafımızın düşman kamplarla örüldüğünü görecek yeterli basirete ümit ederim ki sahiptir.

Çünkü kendisi “Düşman değil dost ürettik” sözleriyle avunduğu gecenin şafağı sökmüş, “Diklenmeden dik durduk” aldatmasının sonu görünmüştür.

Komşu ülkelerle kurulan dostluk köprüsü çökerek hasım ve keskin cepheler kurulmuştur.

AKP’nin ‘Sıfır sorun’ diye girdiği yolun sonu; sıfır huzura, sıfır ilkeye, sıfır dosta, sıfır menfaate ve sıfır geleceğe açılmaktadır.

İktidarın ihtiraslarıyla sahip olduğu imkânları arasındaki çelişki, Türkiye’nin altını oymakta, gücünü zayıflatmakta ve yörüngesini kaydırmaktadır.

Üzülerek görüyorum ki bölgesel ve küresel ölçekte prestij kaybımız ileri düzeye çıkmıştır.

Türkiye’nin milli politikalarını okyanus ötesinin limanına paketleyip bırakan hükümet, iyiyi ve kötüyü ayırt edecek temyiz melekesini de yitirmiştir.

Başbakan Erdoğan Ortadoğu romantizminin tılsımına kapılarak gölgesinden büyük laflar etmiş, Dışişleri Bakanı da batının kartvizitinde yazılı olan sömürge işlerine gönüllü olarak acentelik yapacağını hevesle bildirmiştir.

Türkiye müflis iktidar sayesinde çok konuşan, ama hiçbir icraatı olmayan kuru gürültü bir ülke konumuna düşmüştür.

Bin yıldır bizi bu coğrafyada tutan politikaların tağyir, tahdit ve tahrip edilmesi bugün içinde bulunduğumuz çıkmazın bize göre başlıca sebebi olmuştur.

Ahlaki ve milli kaynaklarla rabıtası körelen Türk dış politikasının laf cambazlarının, hayal tacirlerinin ve BOP eşbaşkanlarının elinde bir hiçe döndüğü artık inkâr edilemez bir gerçek halini almıştır.

Türkiye’nin seken, aksayan ve sendeleyen dış politikası tüm denge ve ayarlarını maalesef yitirmiş durumdadır.

AKP’nin en başta Suriye, İran ve Irak’ta takip ettiği politikalar Türk milletine büyük yükler ve ek külfetler getirmiştir.

Kaldı ki Ortadoğu’nun çatışma alanlarına Türkiye’nin düşüncesizce sokulması telafisi olmayan bir öngörüsüzlük olarak değerlendirilmelidir.

Bugün daha net olarak görüyoruz ki, Türkiye’yi edilgen ülke konumundan çıkarma iddiaları ham bir hayalden ibaret kalmış, milli menfaatler dâhilinde cesur kararlar alabilen bir ülke amaçları fos çıkmıştır.

Bölgesel barış, istikrar ve demokrasi taleplerinin BOP barajına su taşıyan emperyalist kanal inşasındaki malzemeler olduğu gelişmelerle sabitlenmiştir.

Türkiye’nin boğazına düğümlenen dış politikanın; dinamik, çok faktörlü, değişimci, ön alan, tabuları yıkan, hamle üstünlüğü olan, öncü, yumuşak güç, çok odaklı proaktif güç, erdemli, esnek, hızlı ve yeni şartlara uyum sağlayabilen yanları olduğu sıklıkla vurgulanmıştır.

Anlaşılmaktadır ki bunların hepsi havada kalmış ve hükümet tarafından 360 dereceye çıktığı ileri sürülen uluslararası görüş açısı sıfırı tüketmiştir.

Ortadoğu’da izlenen güdümlü ve ısmarlama politikalar, medeniyetler ittifakı ve BOP eşbaşkanlığı paralelinde yürüyen temas ve irtibatlar bize bunları göstermektedir.

AKP hükümeti milli gerçek ve zeminden koptukça milletimiz sorun kuşağının içine yuvarlanmış ve zorluklara katlanmak durumunda bırakılmıştır.

AKP zihniyeti geçmişimize ve milli politikalarımıza sırt çevirerek karanlığa kürek çekmekten hiç yorulmamış ve vazgeçmemiştir.

Düştüğü stratejik türbülansın içinde yolunu kaybeden ve dümenini kıran bu şuursuzluk ne yazık ki ülkemizi kısa zaman içinde tesadüflerin himmetine terk etmiştir.

Türkiye Ortadoğu’daki gelişmelere eşit mesafede durması gerekirken bunu yapmamıştır.

Sınırları iyi çizilmeyen; ekonomik, beşeri, askeri ve tarihsel birikimlerle takviyesi yapılmayan dış politika Türkiye’yi bölgesinde yalnızlığa itmiş ve şu işe bakınız ki PKK destekçisi Barzani AKP’nin gurur duyduğu birisi konumuna yükselmiştir.

Hedeflerle sahip olunan güç kaynakları arasında sağlıklı bağ tesis edilemediğinden ortaya küresel projelere kayıkçılık yapmaktan ibaret anormal bir uygulama çıkmıştır.

AKP’nin dış politikası bunlardan dolayıdır ki iflas etmiş ve ülkemizi uçurumun kıyısına savurmuştur.

Arap Baharı vadisinde, emperyalist nefesle şişirilen ve yerel dinamiklerden kaynaklanmayan değişim ve özgürlük çağrılarına doğrudan müdahale tercihleri acı meyvelerini birer birer vermeye başlamıştır.

Hükümetin yakın coğrafyalarda etkili ve nüfus sahibi olma iddiaları, isyancılara kol kanat geren pervasızlıkları sınırsız özgüven, belirsiz yöntem ve nafile vasıtalarla duvara toslamıştır.

Bu aslına bakarsanız Türk dış politikasının başına geçirilen yeni bir çuvaldır ki, eğer böyle giderse etnik bölücülük sorunu uluslararası bir mesele haline gelecek ve Türkiye ortadan ikiye ayrılmanın tuzağına düşecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Bugün Türkiye Suriye ile sıcak çatışmanın sınırına gelmiştir.

Öncelikle diyebiliriz ki, AKP’nin bu ülkeyle ilgili hiçbir öngörüsü tutmamış, yapılan hesap ve planlamalar bütünüyle sarpa sarmıştır.

İhtimaller düşünülememiş, atılacak adımların nereye ulaşacağı kestirilememiştir.

Suriye ve bölge ülkelerine yönelik sözler tamamen tükenmiştir.

Suriye’yi iç sorun olarak lanse eden Başbakan Erdoğan’ın Emevi Camisinde namaz kılma ideali, Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbeleriyle Süleymaniye Külliyesinde dua isteği Suriye politikalarındaki moral ve motivasyon kısmını da ayakta tutamamıştır.

  ‘Men dakka dukka’ deyişi şimdiye kadar karşılığını bulmamıştır.

‘Sabrın sonlarına geldik’ diklenmelerinin bir sonucu çıkmamıştır.

  ‘Suriye’ye daha fazla seyirci kalamayız’ mesajlarının bir anlamı olmamıştır.

‘Bu düzene dur demenin vakti geldi’ resti amacına ulaşmamıştır.

Başbakan Erdoğan zulümle ne kadar payidar olunur dedikçe Esad güç toplamış ve kıyımlarını sürdürmüştür.

Suriye’de 2.Kerbela yaşanıyor demesine rağmen, kendisine Muaviye zihniyetinin esin kaynağı olduğunu fark edememiştir.

Esad yönetiminin açık ve yakın tehlike olduğuna dair sözleri ise İran-Rusya mihverini iknada başarılı olamamıştır.

AKP hükümeti düzen kurma iddiasıyla aldığı izin ve icazet doğrultusunda varlığını Suriye mimarisine memur etmiştir.

Dışişleri Bakanı’nın “Irak’ta masada yoktuk, Suriye’de varız” çıkışları bu amaca hizmet etmenin şifresi olarak görülmüştür.

Suriye dostları toplantılarının, muhaliflerin barınma ve lojistik ihtiyaçlarını giderme çabalarının Türkiye’yi sonu meçhul bir yöne sevk ettiği de ortaya çıkmıştır.

Sınırlarımıza yığılan yüzbine yaklaşan mülteci sayısı Türkiye için bir endişe kaynağı haline gelmiştir.

Gelgelelim akıntıya karşı kürek çekmekle vakit geçiren iktidar partisi, mülteci akınının sınır kentlerimizde neden olduğu vahim sorunları bertaraf edecek feraseti gösterememiştir.

Biliyoruz ki Suriye’deki hadiselerin hem stratejik hem de insani boyutları bulunmaktadır.

Şayet Türkiye çok değişkenli bir dış politikaya gerçekten sahip olsaydı, seçeneksizliğe mahkûm kalmayacak ve Ortadoğu’da çaresiz ve atıl bir hale düşmeyecekti.

Suriye en uzun kara sınırına sahip olduğumuz ve yüzyıllarca hâkimiyetimiz altında bulunmuş komşu bir ülkedir.

Ortadoğu’nun tüm gerilimleri, etnik ve mezhep duyarlılıkları bu ülkede toplanmış durumdadır.

Suriye-İran ekseni Hizbullah üzerinden Lübnan’a uzanmakta; bu durum beraberinde bilhassa mezhep ikiliğiyle beslenmektedir.

Diğer taraftan Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD-peşmerge ortaklığı zehir saçmakta, büyük Kürdistan için âdeta gün saymaktadır.

Geçtiğimiz günlerde, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin içinde bulunduğu 16 Kürt oluşumunu barındıran Kürt Ulusal Konseyince oluşturulan Halk Savunma Birlikleri,  Afrin’den sonra Kamışlı’da da sözde ikinci milis tugayını oluşturmuşlardır.

Bu adım ise devletleşme yolundaki ilk hamle olarak ifadelendirilmiştir.

19 aydır Esad’ı indirme kampanyasına ve Şam’daki muhtemel rejim değişikliğine önayak olan AKP zihniyeti, bu olumsuzlukları okuyamamış ve önceden tahmin edememiştir.

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz Temmuz ayında sarfettiği “Terör örgütünün Suriye’de konuşlandığı illerden Türkiye’ye taciz olursa sıcak takibi bile konuşmaya gerek kalmaz” sözlerinin sağlaması da önümüzdeki süreçte kuvvetle muhtemeldir ki yapılmış olacaktır.

Suriye kaynaklı tehdit dalgası artık çok boyutlu, çok yönlü risk ve kaygıları içinde barındırmaktadır.

Bu aşamada Suriye özelinde daha önceki önerilerimize de bağlı kalarak şu tekliflerimizi kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum:

1- Suriye’nin sınır hattımızı ihlal etmesi bundan sonra da karşılıksız bırakılmamalı, yaptığı saldırılardan dolayı özür ve tazminat çağrısı tekrarlanmalı ve bu ülkeyle savaş son seçenek olmalıdır.

 

2- Esad yönetiminin muhaliflerle uzlaşması için bölgesel ve küresel aktörler derhal harekete geçmeli ve 2014 yılında çok adaylı ve çok partili demokratik sürece geçilmesi konusunda AKP hükümeti taraf tutmadan tavsiyeci olmalıdır.

3- Suriye’nin toprak bütünlüğü savunulmalı, uluslararası müdahaleye karşı çıkılmalıdır.

4- Dışarıdan dayatılan adaylarla Suriye’de yönetimin el değiştirilmesi niyetlerinden vazgeçilmeli ve ilişkileri normalleştirme yolu bulunmalıdır.

5- Suriye’deki iç savaşa taraf olmaktansa uzlaştırıcı ve yatıştırıcı bir inisiyatif alınmalıdır.

6- PKK’ya sağlanan yardım ve imkanların azaltılması amacıyla, muhalifleri destekleme kararından kademeli olarak vazgeçilmeli ve Suriye’nin terör ihraç eden potansiyelinin önüne geçilmelidir.

7- Mülteci akını kontrol altına alınmalı ve Suriye’nin kuzeyinde yeni bir peşmerge yönetimi veya Kandil yapılanmasına asla müsaade edilmemelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüşleri şimdilik bunlardan ibarettir.

AKP hükümeti bilmelidir ki, Suriye’nin istikrar ve bütünlüğü birinci derecede Türkiye’nin çıkarınadır.

Ezbere dayalı politikalarla daha fazla oyalanmadan, her şeyi sil baştan yaparak Suriye’nin ateş ve kavga çekiminden çıkmak için daha önümüzde zamanımız vardır.

AKP yanlışta ısrarını sürdürürse, sel ile gelip yel ile gideceğini de görmekten bu gidişle kurtulamayacaktır.

Muhterem Milletvekilleri,

Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Recep Güven’in akılları durduran ve vicdanları kanatan açıklamaları gazete ve ekranlarda fazlasıyla yer bulmuştur.

Bu zatın, “Dağda ölen teröristlere ağlamıyorsanız insan değilsiniz” sözleri gündemin baş köşesine oturmuştur

Mademki teröristlere ağlamayan insan değildir, o halde bu salonda insan da bulunmamaktadır.

Şehit anaları, şehit babaları ve Türk milleti bu bakışa göre insan değildir.

Böylesi bir insanlık bize uzak dursun, bu insanlık tanımı bize yabancı olsun.

Merak buyurmayınız, Allah’a şükürler olsun ki, biz bugünlerde sürüsüne bereket olan bu şahısların anladığı gibi insan olmayız, olamayız ve olmayacağız.

Sormak isterim ki, bu şuursuz polis müdürü kendisini ne zannetmektedir?

Elinde PKK patentli insanlığı ölçüm cihazı mı vardır?

Kimin insan olup olmadığını hangi vasıf ve yetkiyle dile getirmektedir?

Emniyet mensuplarımızın kanına giren canilere ağlamayanları insan olmamakla itham eden bir insanlık fukarası kime yaranmaya ve kimlere mesaj vermeye çalışmaktadır?

Böylesi rezil düşüncelerle şeref ve şehit yuvası olan Türk Polis Teşkilatı’nda, bundan böyle nasıl görev yapmayı düşünmektedir?

Herhalde Diyarbakır Polis Müdürü’nün kararnamesini Kandil ve İmralı müştereken imzalamış ve kahraman polislerimizin arasına sızdırmıştır.

İnsanlığın bu kadar ucuzlatıldığı ve satılık bir meta haline getirildiği her halde rastlanır bir şey değildir.

Bu şahsiyet Türk Polisini mi temsil etmektedir, yoksa Kandil’in bir piyonu mudur?

İçişleri Bakanı nerede, Başbakan neden sessizdir?

Dün konuyla ilgili şahsi düşüncelerini beyan ederken söz konusu polis müdürünü takdirle karşıladığını pervasızca dile getiren ağlamadan sorumlu başbakan yardımcısı yine kendisinden beklendiği gibi hareket etmiştir.

Meğerse gurup toplantılarında, değişik platform ve ortamlarda gözyaşlarını dökerken aklına PKK’lı caniler geliyormuş da kimsenin bundan haberi olmamıştır.

Kendisini tutamayarak iki göz iki çeşme ağlayan sulu göz başbakan yardımcısı PKK’nın ağıt kadrosuna gönüllü olarak girdiğini böylelikle itiraf etmiş durumdadır.

Merak etmekteyiz ki, teröristlere ağlamayanlara insan demeyen blokta yer alan bu siyaset üslubuna AKP hükümeti katılmak mıdır? Bu kepazeliğe onay vermekte midir?

İnsanlık bu kadar basit ve kof bir değer ise her onurlu Türk vatandaşı böylesi bir insanlığı bedduayla anacaktır.

Üstelik bu polis müdürü, “İnsan katleden canavarlaşmış bir teröristi de entegre edemiyorsanız devlet değilsiniz” diyerek küstahlıkta tez yazmıştır.

O zaman bizatihi kendisi böylesi bir devlette görev almayacak ve hemen istifa edecektir.

Aksi halde devletten aldığı para kendisine haram lokma olacak ve boğazına duracaktır.

Teröriste içi ezilen, ama şehitlerimizi hatırlamaktan bihaber olan bu içimizdeki PKK uzantısı görevinden süratle alınmalıdır.

Eminim ki Türk Polis Teşkilatı’nın düşünceleri ve beklentisi de bu yönde olacaktır.

Peşmergeyle gurur duyan AKP zihniyeti, şimdi de PKK’ya ağıt korosu oluşturmakla mı meşguldür?

Uyarmak isterim ki, kaynayan kazanın kapak tutmayacağını anlayamayacak idrak zaafına düşen iktidar, milletimizin kahır ve hiddetinin taşma noktasına geldiğini göremeyecek kadar da basiretini bağlatmıştır.

Atanamayan öğretmenleri yem bekleyen güvercinlere benzeten bu iktidar temsilcilerinin, insana ve insanlığa bakışları, üstelik insandan ne anladıkları oldukça manidar ve sallantılı duruma gelmiştir.

Kötü söz sahibine, kem göz muhatabına aittir.

Biz insan suretinde gezen PKK uşaklarına, komşuda pişer bize de düşer diyen akbabalara direneceğiz ve milletimizin desteğiyle de bunlara Allah’ın izniyle soluk aldırmayacağız.

Bu duygularla konuşmama son verirken muhterem heyetinizi tekrar sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun, var olun.