Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Alparslan Türkeş Büyük Ödülü Töreninde yapmış oldukları konuşma. 13 Ekim 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Alparslan Türkeş Büyük Ödülü Töreninde yapmış oldukları konuşma.
13 Ekim 2012

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’in vefatının 15. yıldönümü münasebetiyle düzenlemiş olduğumuz “Alparslan Türkeş Büyük Ödülü” Töreninde sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Alparslan Türkeş Büyük Ödülü, siyaset bilimi alanında yapılacak çalışmaları kapsamakta olup; araştırma-inceleme eserleri dalında sahiplerini bulmuştur.

Hatırlayacağınız üzere, rahmetli Türkeş Bey’in 10. vefat yılı olan 4 Nisan 2007 tarihinde, aziz hatırasını yad etmek ve emanetlerini yaşatmak amacıyla bir yarışma tertiplemiştik.

Bu yarışmaya çok sayıda değerli arkadaşım güzide çalışmalarıyla iştirak etmişler, fikirlerini ve eserlerini bizlerle paylaşarak yüksek bir katılıma imza atmışlardı.

Gösterilen yoğun alaka bizleri çok memnun etmiş ve Alparslan Türkeş Büyük Ödülü’nü her beş yılda bir verme konusunda bizi hem cesaretlendirmiş hem de şevklendirmişti.

Arkasından da başarılı çalışmalarıyla ‘Seçici Kurul’umuzun takdir ve onayını alan eser sahiplerine törenle ödüllerini vermiş, başarılarını kutlamıştık.

Ebediyete intikalinin 15. yılı olan 4 Nisan 2012 tarihinde de; “Geçmişten Geleceğe; Türk Siyasal ve Fikir Hayatında Ülkücülüğün Misyonu ve Vizyonu” konu başlığıyla da ikinci Alparslan Türkeş Büyük Ödülü’nü ihdas ettik.

Bugün de, belirlenen konu çerçevesinde değerli çalışmaları “Seçici Kurul” tarafından başarılı bulunan arkadaşlarımızın hak ettikleri ödüllerini kendilerine takdim edeceğiz.

Eserlerin seçilmesinde katkıları olan ve mümtaz şahsiyetlerden oluşan “Seçici Kurul” üyelerine, ödül alsın veya almasın, yarışmaya heyecanla ve ilgiyle katılan bütün eser sahiplerine teşekkür ediyorum.

Merhum Türkeş Bey’in bir kez daha özlem ve rahmetle hatırlanmasına imkan sağlayan bu yarışmada, ödüle layık görülen eser sahipleri olan geçlerimizi ayrı ayrı tebrik ediyor ve başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.

Bugünkü törenimize katılarak, duygularımızı paylaşan muhterem dava arkadaşlarıma sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.

Hepiniz hoş geldiniz sefalar getirdiniz.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Misafirler,

İnsanın hayatını anlamlı kılan, fani hayatına ruh ve yön veren en başta sahip olduğu hedefleri ve ülküleridir.

Ülküsüz, idealsiz ve amaçsız bir insan tarihin nesnesi ve edilgen bir ferdidir.

Bundan dolayıdır ki, merhum Türkeş Bey; ülküsüz insanı dümensiz ve pusulasız bir gemiye benzeterek yıllar öncesinden çok isabetli ve bizim de feyizlendiğimiz bir tespit maharetinde bulunmuştur.

Ülküden mahrumiyet, bir yanda maneviyatta derin yaralar açma riski taşırken, diğer yanda kişiyi kendi geleceğinin belirleyeni olmaktan da dışlayacaktır.

Nitekim zaman nehrinde sürüklenen kuru bir dala veya her rüzgâra yelken açan metruk bir tekneye benzeyen mizaçlar hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları toplumu meçhulün bilinmezliklerine mahkûm edeceklerdir.

Ülküsüyle rabıtasını tam olarak kurmuş, nereye varmak istediğini berrak bir zihin kılavuzluğuyla tayin etmiş ve bu uğurda sahip olduğu vasıtaların envanterini çıkarmış bir ülkücü için tesadüflerin yokuşu ve zorluğu bir mana ifade etmeyecektir.

Ülküsünü rehber eden ülkücü, milletinin ruh izbesinde saklı iştiyakı, tertemiz hissiyatları, derin kültür birikimlerini, mana ve madde âleminin tüm bereketini bütün dolgunluğu ve cesametiyle kendinde duyan, fırlayıp haykırarak yığınların karanlık köşelerini aydınlatan şuur insanıdır.

Bundan dolayı ülkücü çağının yönlendirici vasfına sahip ve varlığıyla bütünleştirdiği değerleri zihin ve gönül kalibresiyle yarınların kucağına taşıma azmini hücrelerine kadar cem etmiş dava ve ruh insanıdır.

Ülkücü aynı zamanda; mukaddesatı uğruna candan da, serden de, yardan da gönül huzuruyla vazgeçmeyi göze almış, asırların mirasını Türkmen kilimi gibi yüreğine dokumuş ve her türlü tezat ve tereddüde kafa tutmuş iddia ve irfan zirvesidir.

Ülkücülük; geleceğin resmini bugünden çizmek, hiç bitmeyecek yolculuğa tutkulu bir şekilde koyulmaktır.

Ülkücülük; milletine kara sevdayla yazılmış bir destanın başı, ortası ve sonudur.

Ülkücülük bir tercihten öte; karar, kalp, iman ve inanmışlık meselesidir.

Dilde, işte ve fikirde birlik; varlıkta, yoklukta ve vicdanda beraberlik; sevgide, saygıda ve heyecanda bütünlük ülkücülüğün tebliği ve nasihatidir.

Bunun için Türk milletinin bekası, bölünmez varlığı mevcudiyetimizin yegâne gayelerindendir.

Merhum Türkeş Bey’in de işaret ettiği gibi, aziz milletimizin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması ve yaşaması; ilimde, teknikte, dünyanın en ileri gitmiş varlığı haline gelmesi idealimizdir, umudumuzdur ve beklentimizdir.

Ülkümüz, milletimizi ulaşmayla mutlu yapacak,  kavuşmayla kudretli kılacak, varmayla huzurlu edecek ufuk çizgisi ve güç merkezidir.

Bunun için ülkücülüğün vizyonu Türk milletinin her alanda sözü geçen, her durumda sözü dinlenen; Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada süper güç ve lider ülke seviyesine çıkarma kararlığının fikri altyapısı ve siyasallaşmış halidir.

Bin yıllık derin hukukumuz, milli ve manevi değerlerimiz, cumhuriyetin kazanımları, jeo-stratejik konumumuz ve jeopolitik avantajlarımız bizim vizyonumuzun vazgeçilmez unsurları olarak siyasetimize yol çizmektedir.

Biliyoruz ki, içinde bulunduğumuz yeniçağın dinamikleri hakkında söz sahibi olmanın yolu, güçlü milli kimliğe ve özgüvene haiz olmaktan geçmektedir.

Türk milletinin ve bütün insanlığın barış ve mutluluk içinde yaşayabileceği dünya ideali, her şeyden önce Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır.

Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis etme anlayışını kendisine siyasi misyon olarak kabul etmiştir.

Türk-cihan hâkimiyeti mefkûresi ismiyle formüle ettiğimiz bu muzafferiyet ve mutlak iddia her daim savunacağımız ve ulaşmayı hevesle isteyeceğimiz kızıl elmamızdır.

Bu yüksek hedeflere fazilet, ahlak ve adalet adımlarıyla; Türk ve Müslüman olmanın eşsiz nimetleriyle; çalışma, kaynaşma, kardeşlik ve özgürlük referanslarıyla yakın bir zamanda ulaşacağımızı düşünüyorum.

Hemen başlayarak yarınların yükünü hafifletebilir, milletimizin rafa kaldırılmış başarı umutlarına tekrar hayat ve nefes verebiliriz.

Aziz ceddimiz başardıysa biz de yapabiliriz, geçmişteki zafer, şan ve asaletle çevrili yılları bir kez daha yaşayabilir, yeniden yaşatabiliriz.

Bu zor ve imkânsız değildir.

21. yüzyılı Türk asrı yapabilmenin yolu en başta; çevremizdeki olaylara ülkücü bakıştan, ülkücü yorumdan ve ülkücü idrakten geçmektedir.

Bu itibarla önce milliyetçi-ülkücü hareketin sorumluluk üstlenmesi, siyasetimizin hayatı ve halkı tam olarak kavrayarak milletimizin tüm fertlerini ayrım gözetmeksizin kapsamına alması lazımdır.

Milliyetçiliği rakipsiz ve alternatifsiz birlikte yaşama projesi olarak sunmak; iş ve yatırım sağlayan, küreyi aklında daraltmış, geleneksel anlam kaynaklarına sadık kalarak milliyetçiliğin sınırlarını zorlamadan genişletmeye çok ihtiyaç vardır.

Elbette amaç milliyetçiliğin vazgeçilmez kabullerini çağa ve şartlara göre değiştirmek olmamalıdır.

Ancak içinde bulunduğumuz insanlık döneminin üslubuyla, arayış ve beklentisiyle milliyetçiliği anlatmak ve modern ihtiyaçların sözcüsü olmak dinamik ve dışa dönük milliyetçiliğin özellikleri arasındadır.

Milliyetçiliği ferdin, toplumun ve üzerinde yaşadığımız coğrafyanın gündemine tam olarak sokmak ancak bu sayede mümkün olabilecektir.

Savunmacı değil müdahaleci ve ön alan, içe kıvrılan değil dışa açılan, bölgesel değil küresel hedeflere de kilitlenen, kaygı ve gerilimlerini azaltmış, mensubiyet bilincini teşvik eden bir milliyetçiliğin son yurdumuzdaki stratejik bir gücümüz olacağı kesin bir husustur.

Gayemiz yaşadığımız ve soluk alıp verdiğimiz hayatın tüm imkan ve eğilimlerini, önce ülkemizden başlayarak milletimizin lehine çevirmek, yararına dönüştürmektir.

Önce “ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ilkesinin altında da bu yatmaktadır.

4 Kasım’da yapacağımız 10.Olağan Büyük Kurultayımız için belirlediğimiz “Türk Milleti Sensiz Asla” özlü sözünün dayanağı ve kaynağı da buradan ilhamını almaktadır.

Biz millet olmadan yürümeyiz, millet olmadan anlam ve ruh bulmayız.

Türk milleti olmazsa hiçbir şeyin karşılığı ve manası kalmayacaktır.

İşte bunun için “Türk milleti, sensiz asla”, diyerek bağlılığımızı, siyasetimizin öznesine duyduğumuz tarifsiz hayranlığı gösteriyoruz ve kanıtlıyoruz.

Türklüğe husumet duyanlar bu sözümüzden rahatsız olacaklardır.

Millet varlığından alerji duyanlar bu kabulümüzden hayal kırıklığına uğrayacaklardır.

Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukukundan bunalanlar bu yaklaşımımızdan daralacaklardır.

Sınırları, kuralları, hayalleri ve eşikleri olmayan kuru kalabalık yanlıları bu beyanımızdan sıkılacaklardır.

Başta Anayasa olmak üzere her alanda Türk ve Türk milleti gerçeğini görmek istemeyenler bu tercihimizden dolayı kıvranacaklardır.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, hangi iç ve dış tuzak vasıtalarıyla üzerimize gelirlerse gelsinler; hak bildiğimiz yoldan, doğru gördüğümüz konulardan, yeminlerimizden, ülkülerimizden, ülkücülüğümüzden ve millet sevdasından asla vazgeçmeyeceğiz.

Birileri istiyor diye boyun eğmeceğiz.

Birileri bekliyor diye dünümüze sırt çevirmeyeceğiz.

Birileri dayatıyor diye başkalaşmaya prim vermeyeceğiz.

Hele hele birileri değişim çığlığı atıyor diye, dönüp bunlara itibar dahi etmeyeceğiz.

Büyük Türk düşünürü Balasagunlu Yusuf Has Hacip’in şu sözlerini bir kez daha hatırlatıyor, herkese ders olmasını temenni ediyorum:

“Dayanağı düz duran bir şeyin bütünü de düzdür. Her iyi parçanın bütünü de düzgün olur. Hangi şey düz ve doğru ise düşmez, ayakta kalır.

Bütün eğriler kötülüğün dokusudur ve yamulduğu halde düşmeyen de yoktur.”

Biz kırılabiliriz, ama bükülmeyeceğiz.

Biz engellerle karşılabiliriz, ama asla eğilmeyeceğiz.

 

Muhterem Ülküdaşlarım,

Değerli Misafirler,

Biz 43 yılın hatıra ve emanetleriyle, mazisi bir asrı geçen milliyetçilik fikriyatının ışığıyla misyonumuzun ve vizyonumuzun peşindeyiz ve bunları gerçekleştirmek için fedakârca mücadele gösteriyoruz.

Merhum Türkeş Bey’in 1969 yılında yaktığı üç hilalli meşale bugün milletimizi güvenli ve istikrarlı bir şekilde geleceğe taşıma ve geleceğini aydınlatma iddiasındadır.

Ülkücülüğün hem siyasetteki hem de Türk fikir hayatımızdaki varoluş sırrı ve esası buna dayanmaktadır.

Dün, bugün ve yarın arasında kurduğumuz sağlıklı, sarsılmaz ve sağlam irtibat ve geçiş noktaları fikriyatımızın geniş bir vahadan beslendiğini de açıklıkla kanıtlamaktadır.

Şimdiye kadar irade mukavemetiyle, bezginliğin ve zorluğun karanlıklarını ümit, arzu ve akide parıltılarıyla benek benek delip varlığımızı tesis ettik ve alanımızı ezaları yenerek genişlettik.

Dile kolay, yarım asra yaklaşan vatan ve millet mücadelesinin her bölümünde hile ve hıyanete gösterdiğimiz tavizsiz duruşun, yanlış ve yozlaşmaya sergilediğimiz karşı koyuşun muhterem sonuçları yer almaktadır.

Saldırılar, tahrikler, iftiralar ve kurşunlar bu mücadelemizde sonuçsuz ve anlamsız kalmıştır.

Tıpkı Çanakkale’de iman çeliği, bağımsızlık aşkı silahı ve millet kalabalıkları nasıl alt etmişse, bizim kutlu geçmişimizde de bunların sayısız emsalleri vardır ve sımsıcak anıları hala içimizde yaşamaktadır.

Bir siyasi fikir düşününüz ki;  mensupları zindanlara ve darağaçlarına mahkûm edilsin, yokluk ve çaresizliklerle sınansın.

Bir siyasi fikir düşününüz ki; takipçileri ve taliplileri karşılık beklemeksizin vatan ve millet yolunda her fedakârlığı göstersin.

Bir siyasi parti düşününüz ki; ecdadımızdan miras aldığı üç hilalli bayrağa zalimlere, hainlere, küresel şebekeye ve her türlü mihnete katlanarak sahip çıksın.

Bir siyasi parti düşünün ki, millet desin, vatan diye seslensin, bayrağın dalgalanmasına ve ezanın sesine tahammülsüzlere dört on yıldır karşı dursun, meydan vermemek için her şeyi göze alsın.

İşte Milliyetçi Hareket Partisi’nin, işte milliyetçi-ülkücü hareketin tarihin dizelerinden taşan asil nitelikleri bunlardır.

Milliyetçi Hareket Türk siyasetinin şah damarı, Türk milletinin son kalesidir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün Türk siyasetinde milliyetçilik, yalnızca hissiyat ve heyecan boyutunda kalmadan, gerçekçi ve uygulanabilir bir siyaset ve yönetim projesi haline gelmişse, bunda merhum Başbuğumuzun yeri, önemi ve emeği çok büyüktür.

O, önce ülkemizi kurtaran, daha sonra Cumhuriyetimizi kuran en dinamik güç olan Türk milliyetçiliğinin sonraki yıllarda hiç de hak etmediği muamelelerle dışlanmasını asla kabullenmemiştir.

Milletçilik eksenli bu toplum ve siyaset projesi süresince, milletimizin değerleri, inançlarımızın gerekleri ve çağın gerçeklerini mükemmel bir sentezle bir araya getirmeyi hedeflemiş, hayatın her alanını, sorunların tamamını kapsayan formüle edilmiş çözümler önermiştir.

Bu doktriner yaklaşım ile Türk milliyetçiliği düşüncesi; bugün ülkemizin en çok ihtiyacı olan geçmişle geleceği, gelenekle çağdaşlığı, devletle milleti, inançlarla laikliği birbirine bir terkip oluşturarak bağlayan bir anlayışın da temsilci olmuştur.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan, Atatürk’ün ölümüne kadar siyasetin merkezinde bulunan Türk milliyetçiliğinin, dayatmalarla değişen toplumsal algıdaki yerini yeniden merkeze çekebilmek için, bugün verdiğimiz mücadeleyi, merhum Türkeş Bey o dönemlerde başlatmıştır.

Elbette ki bu mücadelesi öyle çok kolay gerçekleşmemiş, topluma yön veren mihraklar tarafından milliyetçiliğin merkez değer olarak kabulünde bağnazlıklar ve dirençler yaşanmıştır.

Milliyetçiliğin hor ve hakir görüldüğü, hatta suç kabul edildiği dönemlerde, karalamaları ortadan kaldırmak, faşist, nazi, kafatasçı, ırkçı gibi ağır suçlamaları bertaraf etmek için, etrafına topladığı yürekli ve kültürlü Türk aydınları ve kendi eli ile yetiştirdiği ülkücü gençlikle adım adım mesafe almıştır.

Bugün de aynı irade güçlenerek devam etmekte, dündeki tehdit ve risklerin şekil değiştiren biçimlerine karşı onurluca mücadele verilmektedir.

Çok yönlü ve çok merkezli yoğun mücadele alanında, her birine ayrı ayrı zaman ve enerji ayıran merhum Başbuğumuz, milliyetçilik karşıtı önyargıların ve bir tortu haline gelmiş yanlış kanaatlerin aşılması için, siyasi duruşumuzu aziz milletimize doğrudan aktaracak bir ilişkiler yöntemi de takip etmiştir.

Milliyetçiliğin aziz milletimize bir siyasal disiplin içinde, önce ulaşması, sonra tanınması ve taraftar bulması, nihayetinde ise teşkilat kurulması başarılmış ve bu gelişmeler siyasette farklı bir mücadele alanını da ortaya çıkarmıştır.

Bununla birlikte gelişmelere damgasını vuracak iki muhteşem eser, Merhum Türkeş Bey’in emaneti ve mirası olarak bugüne kadar büyüyerek gelmiştir.

Bunlardan biri, gençliğin aydınlanma merkezi olarak iftihar ettiğimiz Ülkü Ocakları, diğeri ise, başlı başına bir siyaset ekolü haline gelmiş olan ve mensubu olmakla övündüğümüz Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Pek tabiidir ki, bunlar her açıdan şükran ve minnetle hatırlanacak bir millet hizmetidir.

Bu itibarla partimizin kurucu genel başkanı, Türk milliyetçiliğinin siyalaşarak ülkücülerin devlet ve millet hayatıyla buluşmasını temin eden merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’in her zaman anılması ve anılarının yad edilmesi lazımdır.

Fikirlerine sadakatle tutunmak ve sürekli gelişmesinin önünü açmak bizim amaçlarımız arasındadır.

Alparslan Türkeş Büyük Ödülü de bunun için çok önemli bir fırsat ve saygıdeğer siyasi ve kültür kazanımıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle merhum Başbuğumuzun düşüncelerini, tavsiyelerini ve hedeflerini canlı ve diri tutabileceğimizi düşünüyorum.

Ankara’nın başkent oluşunun 89. yıldönümünde ihdas ettiğimiz ödülü hak sahibi arkadaşlarımıza vermekten mutluluk duyuyorum.

Yapılan çalışmaların incelenmesinde ve seçilmesinde değerli katkıları olan “Seçici Kurul” üyesi arkadaşlarıma, tertip ettiğimiz yarışmaya heyecan ve ilgiyle katılan bütün eser sahiplerine bir kez daha teşekkür ediyor, sevgilerimi sunuyorum.

Merhum Türkeş Bey’in hürmetle hatırlanmasına vesile olan bu yarışmada, ödüle layık görülen eser sahipleri olan geçlerimizi tekrar ayrı ayrı tebrik ediyor ve bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum.

Siz muhterem misafirlerimizi ve aziz dava arkadaşlarımı saygılarımla selamlıyorum.

Ayrıca Siyaset ve Liderlik Okulu’nun yeni dönem çalışmalarının hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Konuşmama son verirken merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e, aziz dava şehitlerimize ve bugün hayatta olmayan muhterem ülküdaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.

Ruhları şad, mekânları cennet olsun.