11.06.2002 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
11 Haziran 2002

 

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bu haftaki konuşmamızda, yüksek heyetinizi ve kamuoyunu, Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan ve mecliste grubu bulunan bütün siyasî partilerin genel başkanlarının davetli olduğu liderler zirvesi hakkında bilgilendirmek ve bu çerçevede görüşlerimizi bir kez daha açıklamak istiyorum.

Bilindiği üzere, 40 yılı aşkın bir süredir ülkemizin dış politikasında ve uluslararası işbirliği çabalarında önemli bir yer tutan Avrupa Birliği süreci, bugün kritik bir dönemeçte bulunmaktadır.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, zaman zaman gündemin alt sıralarına düşmüş olmasına rağmen, sürekli belirli bir ağırlığa sahip olmuştur. Ancak, yeterince açık ve sağlıklı bir zemine kavuşması bir türlü mümkün olamamıştır.

Tabi bunun en iyi farkında ve bilincinde olması gerekenler, günümüzde üyelik sürecini ölüm kalım meselesi haline getiren, ama bu ilişkilerin sürdürülmesinde uzun süre yetki ve sorumluluk üstlenenlerdir. Özellikle son bir yıldır gereksiz bir şekilde ve dönem dönem açılan kampanyalarda siyasî önderlik misyonuna soyunmak, bu gerçeği değiştirmemektedir.

Bu süreçte gözardı edilmek istenen bir başka gerçek de şudur: Türkiyemizin Birliğe üyelik sürecinin belirli ölçülerde de olsa açıklığa ve somut bir temele kavuşması, ancak 1999 Aralığında toplanan Helsinki Zirvesi’nde alınan kararlarla mümkün olabilmiştir.

Birlik yönetimi tarafından hazırlanan Türkiye İlerleme Raporlarında geçmiş örnekleriyle karşılaştırıldığında nispeten daha saygılı ve ölçülü ifadelerin yer alması, Katılım Ortaklığı Belgesi’nin yayınlanması, buna karşılık olarak “Ulusal Program”ın hazırlanması, Türkiye’nin Avrupa Konvansiyonu’na davet edilmesi ve terörizmle mücadele konusunda çok yetersiz olsa da bir başlangıcı ifade eden adımların atılması hep bu tarihten sonra olmuştur. Yani Aralık 1999 tarihinden itibaren, Milliyetçi Hareket Partisi’nin de içinde yer aldığı 57. Cumhuriyet Hükümeti döneminde gerçekleşmiştir.

Biz, bugün, hiçbir hafıza yoklaması ve muhasebe yapma ihtiyacı hissetmeden partimize yöneltilen seviyesiz ve mesnetsiz, dolayısıyla kasıtlı ve planlı eleştirilere çok daha ağır bir şekilde cevap verebiliriz. Bu çerçevede geçmişte yapılan hataları, Avrupa Birliği karşıtlığı bariz olan siyasî söylemleri tekrar tekrar hatırlatır, Gümrük Birliği anlaşmasının “yangından mal kaçırır gibi” aceleye getirildiğini ve bunun iç siyasette nasıl sıradan bir tüketim aracı olarak kullanıldığını sık sık vurgularız.

Ama biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak çok gerekli olmadıkça bu tür tartışmalara geri dönmeyi yararlı bulmuyoruz. Her şeyden önce, siyasî hayatımıza ve demokrasimize kazandırmayı içtenlikle arzu ettiğimiz ilkeli ve seviyeli siyaset anlayışımız buna engel teşkil etmektedir.

Yine, ülkemizin ve milletimizin geleceğini doğrudan ilgilendiren konularda, sağlıklı ve yararlı tartışma ortamı ve zemininin varlığına yürekten inanıyor ve diliyoruz. Çünkü böyle bir anlayış ve zeminin varlığı, sonuçta geniş bir mutabakatı beraberinde getirmese bile, ülke çıkarları ve demokratik hayatın gelişimi açısından paha biçilmez bir değer ve öneme sahiptir.

Bunun için diyoruz ki, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde elde edilen herhangi bir kazanım, katedilen bir mesafe var ise, bu Türk Milleti’nin ve devletinin bir başarısıdır.

Eğer ortada bir yanlışlık ve başarısızlık var ise, bunun vebali bu zamana kadar yetki ve sorumluluk üstlenen partilerin ve siyasetçilerindir.

Siyasî zihniyetlerinde “Hak” ile “batıl”a sürekli yer değiştirip birbirine karıştırmış olanların durumu ise, çok daha vahimdir. Neredeyse her Allah’ın günü farklı bir görüş ve iddia ile ortaya çıkanların Milliyetçi Hareket’e dil uzatmayı marifet zannetmelerini, aslında doğal karşılamak lazımdır. Çünkü dün niye yapmadınız diye çırpınıp durdukları tartışma konularını, bugün niye yapıyorsunuz diye sormaları sıradan vakalar haline gelmiş bulunmaktadır.

Bunun için, asgarî bir tutarlılık ve sorumluluk endişesi taşımayanları, önce Yüce Allah’a, daha sonra da tarihe ve milletimize havale etmek yeterlidir.

Bilinmelidir ki, yarın millet huzuruna çıktığında Milliyetçi Hareket’in veremeyeceği hiçbir hesabı yoktur.

Ama, Milliyetçi Hareket’i karalama yarışı içine girenlerin millet ve tarih karşısında vermesi gereken pek çok hesabı olacaktır.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda bu genel hatırlatmaları ve uyarıları yaptıktan sonra, bugün asıl üzerinde durmak istediğim konuya dönmek istiyorum.

Bilindiği üzere, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde kaydedilen ilerlemeye rağmen, başta Kıbrıs Sorunu olmak üzere, anadilde eğitim ve TV yayını, idam cezasının terörizm suçlarından da kaldırılması gibi dört temel ve kritik konu önemini korumaktadır.

Bunun yanında, AB yönetiminin Türkiye karşısındaki söylem ve politikalarının tutarsız ve belirsiz olma özelliğini sürdürüyor olması, yine bu zamana kadar ülkemize karşı yükümlülüklerini yerine getirmekten ısrarla kaçınması, altının çizilmesi ve hiçbir şekilde gözardı edilmemesi gereken diğer noktaları oluşturmaktadır.

İşte, Milliyetçi Hareket Partisi’ne bu hususlarda samimi görüş ve inançlarını açıkça ortaya koyduğu için saldırılmakta, aleyhinde yoğun kampanyalar düzenlenmektedir. Son bir-iki hafta içinde çok geniş bir cepheye yayılan ve neredeyse insanın aklına gelebilecek her türlü aracın kullanıldığı ve vaadin pazarlandığı kampanya, bu sürecin yeni bir aşamasını ifade etmektedir.

Hatırlanacağı üzere, 2001 yılının Kasım ve Aralık ayında Türkiye İlerleme Raporu üzerine yapılan değerlendirmelerle birlikte başlayan süreci, Kıbrıs ve 312. madde tartışmaları izlemiştir. Daha sonra Ulusal Programın yıldönümünde ve bu ayın sonunda toplanacak olan Seville Zirvesi’nde Birlik yönetiminden takvim alınacağı propagandasıyla idam cezasının tamamen kaldırılmasının ana temayı oluşturduğu bir kampanya organize edilmiştir.

En son olarak da, Mayıs ayının ortalarından itibaren başlayıp giderek akıl almaz boyutlar kazanan ve halen de devam eden yeni ve yoğun bir süreç yaşanmaya başlanmıştır.

Özellikle belirli medya, sivil toplum örgütleri ve siyaset çevreleri tarafından yönlendirilen bu kampanyanın iki temel strateji etrafında şekillendiği görülmektedir.

Birinci boyutunu, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ısrarla ve açıklıkla vurguladığı millî hassasiyetleri hafife alan ve dolayısıyla partimizi hedef yapan iddia ve yayınlar oluşturmaktadır.

İkinci ana boyutunda ise, Türk toplumunu çarpık ve yanlış bilgilendirmeye ve yönlendirmeye yönelik vaatler manzumesine yer verilmiştir. Hatta Avrupa Birliği trenini kaçırmama söylemi, “cennete yolculuk çağrışımı” yapan temel bir slogan haline getirilmiştir.

Bütün bunlar yapılırken, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin, ancak karşılıklı işbirliği ve anlayışın hakim olduğu takdirde en erken 2010-2013 yıllarında mümkün olabileceği ve bu tarihten itibaren de en az 8-10 yıl boyunca serbest dolaşım hakkının tanınmayacağı gerçeği Türk toplumunun bilgisinden ve dikkatinden ısrarla kaçırılmaya çalışılmıştır. Yine, 2005 yılından sonra üye ülkeler arasında varolan dengesizlikleri gidermek amacıyla kullanılan Avrupa Birliği fonlarının uygulamadan kalkacağı gözardı edilmiştir.

Bütün bu yoğun tartışma ve propaganda sürecinde, “Avrupa Birliği karşıtlığı” abartılarak “düşmanlık” gibi gösterilmiş ve suçlanmaya başlanmıştır. Özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi, Avrupa Birliği cennetine yolculuk yapan ve hedefine varması için de çok kısa mesafenin kaldığı imajı yaratılan bir “tren”in yolunu tıkayan parti konumuna sokulmak istenmiştir.

Ama yanlış hesap tutmamış, gerçeklerin basit yazı ve söz oyunlarıyla örtülemeyeceği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi, meselenin daha sağlıklı ve sağduyulu bir şekilde ele alınmasının gerekliliğini ve önemini hatırlatmış, millî hassasiyetlerimizin gözardı edilemeyeceğini bir kez daha haykırmıştır.

Kısacası, Milliyetçi Hareket, Avrupa Birliği yandaşlığı ve karşıtlığı oyununu bozmuştur.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

İşte Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan Liderler Zirvesi böylesine ağır bir atmosferde toplanmış ve sonuç itibariyle de yararlı olmuştur. Yayınlanan bildiride de toplantının anlam ve önemine değinilerek, sorunların ve tartışmaların çözüm yerinin meclis olduğunun altı çizilmiştir.

Hatırlanacağı üzere, bu toplantı siyasî partilerin iktidar ve muhalefet kimliklerine göre değil, partilerin mecliste grubu bulunması ve tüzel kişilikleri esas alınarak düzenlenmiştir. Ancak, ana muhalefet partisinin sayın genel başkanı, Başbakanın sağlık sorunları sebebiyle kendisi yerine partinin bir yetkilisini göndermesini bahane ederek katılmamıştır. Dolayısıyla liderler zirvesinin bir hükümet-muhalefet toplantısı olmaktan çok, siyasî partilerin görüş alışverişinde bulunduğu bir platform olduğu gizlenmeye çalışılmıştır.

Bu durumda, partisinin ülkemizi ve milletimizi yakından ilgilendiren kritik konularda görüş ve önerilerini açıkça ortaya koymaktan kaçınıp kaçınmadığı hususu yeterince anlaşılamamıştır.

Ancak, Milliyetçi Hareket Partisi’nin net bir şekilde ortaya koyduğu samimi görüş ve önerileri karşısında rahatsız olduğu görülmektedir.

Zirvenin ardından toplantıya katılan partilerin görüşlerini açıklamaya ve Milliyetçi Hareket’in duruşu hakkında ileri geri yorumların yapılmaya başlanması karşısında toplantının ilk bölümünde ifade ettiğimiz görüşler kamuoyuna açıklanmıştır.

Şimdi huzurlarınızda bunları bir kez daha sizlerle ve aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi, Avrupa Birliği yönetiminin Türkiye’nin bırakınız tam üyeliği, müzakere sürecine başlama tarihi vermek için dayattığı ve abarttığı ön şartları kabul etmeyeceğini bir kere daha deklare etmiştir.

Kıbrıs sorununda çözümünde Türkiye’den taviz bekleyen, ana dilde yayın ve eğitime başlanmasını isteyen ve idam cezasının terörizm suçlarını da kapsayacak şekilde biran önce ve tamamen kaldırılmasını ifade eden ön şartların yerine getirilmesini müzakere sürecinin başlaması için zorunlu gören siyasî partilerin bu konuda ortak hareket edebilecekleri ifade edilmiştir. Bununla birlikte, Milliyetçi Hareket Partisi’nin böyle bir oluşumun içinde hiçbir şekilde yer almayacağı vurgulanmıştır.

Buna ilave olarak, meclis bünyesinde hayatî ve önemli konularda ortak bir girişimin ve işbirliğinin başlatılması durumunda ise, böyle bir siyasî ittifaka paralel bir hükümet yapısının şekillenmesinin de zorunlu olacağına işaret edilmiştir.

Bu yaklaşım biçimimizde, ne şaşırılacak, ne abartılacak ne de farklı yorumlanacak bir yön bulunmaktadır.

Milliyetçi Hareket, yine ilkeli ve tutarlı siyaset anlayışına ve şanına yakışır bir tutum belirlemiş; bunu da hayata geçirmekten çekinmeyeceğini ilân etmiştir.

Huzurlarınızda, bu görüş ve inancımızı bir kez daha açıkça ifade etmekten onur duyduğumu bilmenizi istiyorum.

Bu tavrımızı anlamak istemeyenler için bir kez daha anlatmakta yarar vardır:

Bizim açımızdan, millî duyarlılıklar ve çıkarlar çerçevesinde hayatî öneme sahip konularda anlayış ve tavır birliği içinde bulunan siyasî partilerin hükümet oluşturması, hem gerekli, hem de doğru olanı ifade eder. Diğer bir deyişle, siyasî ahlâkın gereği ve hükümet etme prensipleri açısından söylenmesi ve yapılması gereken budur.

İkinci olarak da, Avrupa Birliği yönetiminin doğrudan muhatabının TBMM değil, hükümet olduğunu unutmamak gerekir. Bunun için de, AB yönetimiyle bu tür ilişkileri uyumlu olarak götürecek ve ön şartları kabul edecek bir hükümetin bulunması zorunludur.

Görüldüğü gibi, Milliyetçi Hareket Partisi’nin söyledikleri gayet sarih, samimi ve tutarlıdır. Bazı muhalefet partileri yetkililerinin tavrımız karşısında rahatsızlıklarını çarçabuk dışa vurdukları görülmektedir. Bu da, herhalde bu kadar açık ve samimi bir şekilde ifade edilen görüşlere aşina olmamalarından kaynaklanmaktadır.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Konuşmamın son bölümünde idam cezasının biran önce ve tamamen kaldırılması konusunda yapılan tartışmalara ve partimizin bu çerçevede takip ettiği siyasete değinmeyi gerekli görüyorum.

Zaman zaman, bu konunun terörist başına indirgenmesinin hatalı bir yaklaşım olduğu ve caninin Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğuna engel oluşturmaması gerektiği ifade edilmektedir.

Şimdi, partimizin, terörizm ile mücadele yöntemlerinden biri olarak gördüğü ve terörizm tehdidi devam ettiği sürece de kararlı ve tavizsiz bir politikanın uygulanmasıyla ilgili yaklaşımlarını bu şekilde yorumlayanlara ve hatta acımasızca eleştirmek isteyenlere sormak lazımdır:

Eğer, terörist başının hakettiği cezayı çekmesi gerektiğini vurgulamak, AB üyeliğimiz önündeki en büyük engel ise, bu caninin hak ettiği cezadan kurtulmasını Türkiye’nin önüne sürekli ön şart olarak getirip dayatanların tutumunu nasıl yorumlamak gerekir?

Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik müzakereleri sürecine başlayabilmesi için bir tarihin verilmesinin bile böyle bir caniyle ilişkilendirilmesi, ülkemize karşı yapılan bir haksızlık ve saygısızlık değil de nedir?

Evet, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde idam cezası uygulanmamakta ve bu husus üyeliğe girişte bir kriter olarak değerlendirilmektedir. Ancak, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında 15 yıl boyunca yıkıcı ve bölücü terör örgütleriyle mücadele etmiş olan ve Türkiye gibi zorlu bir jeopolitik coğrafyada bulunan bir başka ülke daha var mıdır?

Ayrıca, Türkiye’nin idam cezasını tamamen kaldırdığında yarın Birliğe üye olarak alınması sözkonusu değilken ve Avrupa Birliği’yle olan ilişkilerimizin geleceğini belirleyen temel belge mahiyetindeki Ulusal Program’da meselenin ele alınış zamanı ve biçimi açıkça düzenlenmiş iken, birkaç aydır kopartılan fırtınanın sebebi nedir?

Vahşi terör örgütünün siyasallaşma oyunlarıyla buna verilen desteklerin boyutlarını ve bunların gelecekte alacağı biçimleri farketmek çok mu zordur?

Milliyetçi Hareket Partisi’nin idam cezasının tamamen ve hemen kaldırılmasını isteyenlere söylediği ve hatırlattığı temel hususlar bunlardır. Yine, idam cezasının kaldırılmasının tartışma yerinin ve buna hukuken yetkili makamın Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu ifade edilmektedir.

Bu durumda çeşitli siyasî parti yöneticileri ve bazı medya mensupları, partimizin topu taca attığını veya hükümette kalma pahasına buna razı olduğunu söylemeye çalışmaktadır. Bu eleştiri sahipleri, aslında Ulusal Programı inceleme ihtiyacı hissetmedikleri için, ya bilgisizlikten ya da art niyetten kaynaklanan çarpık anlayışlarını dışa vurmaktadır.

İdam cezasının kapsam ve şeklinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından orta vadede belirleneceği Ulusal Program’da bir prensip olarak kabul edilmiştir. Bu belgenin altında da 57. Hükümeti oluşturan üç partinin genel başkanlarının imzası bulunmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin yaptığı, bu prensibi hatırlatmak ve herkesi imzasına sahip çıkmaya davet etmektir. Görüldüğü üzere, idam cezasının doğrudan ele alınacağı ve tartışılacağı mekânın yüce meclis olduğu hususu, daha önce varılmış bir mutabakatı ifade etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi de, her zaman olduğu gibi prensipler etrafında hareket etmekte ve sözünün arkasında durmaktadır.

Her partiyi ve siyasetçiyi de bu yöntemi benimsemeye davet etmektedir.

Bilinmelidir ki, böyle bir tutarlı ve dürüst yaklaşımın verdiği huzur ve güvenin değeri ve önemi çok büyüktür.

Sonuç olarak vurgulamak isterim ki, “Türk’e Türk propagandası” yapılmasından dem vurup rahatsız olanların “Türk’e yabancı propagandası” yapmaktan kaçınması asgarî bir ahlâkî tutarlılık için zorunludur.

Yine, Türk Milleti’ni eksik ya da abartılı bilgi ve vaat bombardımanı ile yanlış yönlendirmenin ve beklentilerini gereksiz yere arttırmanın üyelik sürecini zora sokacağı açıktır.

Unutulmamalı ki, üyelik sürecimizi tamamlamak, ancak Birlik yönetiminin ülkemize sürekli özel engeller çıkarmadığı ve karşılıklı işbirliği anlayışını benimsediği ölçüde mümkündür.

Bu süreçte “sanal trenler”le yol alınamayacağı iyi bilinmelidir.

Bunun için diyoruz ki, “ya kaos ya üyelik”, “ya cehennem ya Avrupa Birliği” gibi dayatmalar çözüm değildir. Çözüm olmadığı gibi, ahlâkî ve gerçekçi bir bakış açısı da değildir.

Doğru ve sağlıklı yol bellidir: Bu da, ancak adil, onurlu ve samimi işbirliği zemininde gelişecek bir müzakere sürecidir.

Hepinize bir kez daha saygılar sunuyorum, başarılar diliyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı