Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Muhterem Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Sözlerime yüksek heyetinizi en iyi dileklerimle selamlayarak başlıyorum. Son günlerde Kasım ve Şubat aylarında ortaya çıkan ekonomik krizlerin yol açtığı sorunların değişik toplumsal tezahürleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. Kriz ortamının yarattığı sıkıntılar ve belirsizlikler, toplumumuzda haklı olarak çeşitli tepkilerin doğmasına yol açmaktadır. Güvensizlik ve tepkilerin dozajını ekonomik sorunların ulaştığı boyutların algılanmasında ortaya çıkan farklılıklar da etkilemektedir. Bu süreci, itidalli hareket etmesi gereken çevrelerin yangına körükle gitme alışkanlıklarını sürdürmesi de beslemektedir. Tabi bütün bu olumsuzlukların varlığı, ülke olarak ciddi sorunlarımızın bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Hem dar gelirli toplum kesimleri, hem de gerçek yatırımcı ve üretici kesimler, kriz ortamının şartlarından ağır bir şekilde etkilenmektedir. Gerçekten de asıl önemli meselemizi, çeşitli toplum kesimlerinin zaten uzun süredir yaşadığı sıkıntılarının üzerine kriz dalgalarının eklenmesi oluşturmaktadır. Orta vadede kalıcı çözümler arayışı ve çabası içinde olan, 57. Hükümet, bugün, ekonomiyi en kısa sürede tekrar işler hale getirmek ve toplumu rahatlatmak gerçeğiyle karşı karşıyadır. Ülkemizin ve siyasetin en önemli ve acil gündem maddesi budur. İkinci gündem maddesi ise, krizin siyasi veçhesinin taşınmak istendiği boyutlarla ilgilidir. Ekonomik kriz ile birlikte siyaset kurumuyla ilgili çok yönlü bir tartışma sürecinin başlatıldığı hepinizin malûmudur. Krizin arkası ve önü ile buna ilişkin politikaların ve siyasi aktörlerin tartışılması gerekirken, meselenin bütünüyle bir siyaset ve rejim sorununa taşınmaya çalışıldığı göze çarpmaktadır. Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Yaşanan kriz ve tartışmalardan, en başta 22 aydır işbaşında olan 57. Hükümetin ve onu oluşturan siyasi partilerin çıkarması gereken önemli sonuçlar olduğu açıktır. Milletine ve ülkesine karşı sorumlulukların idraki içinde olan yönetimlerin ve partilerin bundan kaçması mümkün değildir. Ama bunun kadar önemli olan başka bir husus daha vardır. Ülkemizin ve özellikle ekonomimizin bu noktaya gelmesinde yıllardır doğrudan ya da dolaylı olarak rolü bulunanların da benzer bir özeleştiri yapma gereği çok açıktır. Bilinmelidir ki, ister siyaset, ister ticaret, isterse medya mensubu olsun, bunu samimiyetle ve ciddiyetle yapamayanların başkalarını karalama ve suçlama hakları hiç yoktur. Türkiye'de, özellikle son 10-15 yıldır ekonomimizin nasıl yönetildiği, ülke kaynaklarının nasıl çarçur edildiği, az çok duyarlı her insanın bilgisi dahilindedir. Bugün bütün bunları yok farzedenlerin ya da sorumluluk duygularını kaybetmiş olanların apacakları şeyler bellidir. Bu da dün yaptıklarından farklı olmayacaktır. Onlar, yine ucuz siyasi polemiklerle, kriz tacirliğiyle siyaset ve menfaat gemilerini yürütmeye gayret edeceklerdir. Şurası açık bir gerçektir ki, bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde yatan sorun ile ekonomimizin esas sorunu aynıdır. Bu sorun konjonktürel olmaktan çok yapısaldır. Türk ekonomisinin temel açmazını, mevcut finans sistemi ile borç stokunun artık sürdürülemez bir duruma gelmesi oluşturmaktadır. Bunun anlamı, son birkaç yıldır denizin bitmesi ve ekonomik gidişatın kırmızı alarm düzeyinde tehlike sinyalleri vermeye başlamasıdır. Bu temel faktörü derinleştiren nedenler ise birden fazladır ve uzun yılların ihmaline ve savurganlığına dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, bankacılık sisteminin ve kamu maliyesinin sağlıklı bir alt yapıya kavuşturulamamış olmasından, israf ve yolsuzlukların had safhaya ulaşmasına kadar bir çok neden, krizi derinleştiren ve hızlandıran bir rol oynamıştır. Unutulmamalı ki, ekonomik krize acil müdahalenin yapılmasıyla birlikte, her alanda yapısal ve zihinsel bir dönüşümün yaşanması gerekmektedir. Bu gerçekleşmediği takdirde benzeri krizlerle karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. Başka bir deyişle, ekonomik sıkıntılara neden olan yapısal sorunlar ile ahlakî zaaflar giderilemediği ölçüde krizler kaderimiz olmaya devam edecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, işte böyle bir sorumluluk anlayışı ve görev bilinciyle siyasi bir yaklaşım ve uslûp geliştirmeye özen göstermiştir. Bu zaman zarfında birçok haksız eleştiriye konu edilmek istenmesinin temelinde de maalesef bu yatmaktadır. Partimizin milli sorumluluk anlayışı, duyarlı ve uzun soluklu yaklaşımları kasıtlı olarak siyaset bezirganları ile toplumsal gerilimden beslenenler tarafından yanlış takdim edilmeye çalışılmıştır. Medya dünyasının çeşitli kompartımanlarında ikamet eden bazı kalemler de bu sürece sürekli lojistik destek sağlamışlardır. Ancak, her türlü çarpıtma ve kışkırtmaya rağmen bu çevreler amaçlarına ulaşamamışlardır. Bundan sonra da ulaşamayacaklardır. Milliyetçi Hareket Partisi, anlık ve dar siyasi hesapların partisi olmadığı içindir ki, bu hesapları çok sevenler tarafından boy hedefi haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bizler günübirlik yaşayan, hem iktidar ortağı olan hem de halkımızın çektiği sıkıntıları istismar eden bir parti olamayız. Bizim için önemli olan, kaş yaparken göz çıkarmamaktır. Zaten sorumlu ve duyarlı siyasetin de gereği budur. Bunun aksini iddia edenler, bu iki kavramı sadece sözlüklerde gördüğünde hatırlayanlardan başkası değildir. Aziz Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Huzurlarınızda bir kez daha vurgulamak isterim ki, bugün parti, meclis ve hükümet olarak öncelikli görevimiz, ülkemizin ve insanımızın girdiği cendereden biran önce kurtulmasını temin etmektir. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaktan kaçınmayacağımız açıktır. Ekonomimizin tekrar dinamizmine kavuşması, topluma güven ve huzur verici tedbirlerin hayata geçirilmesi gerektiği, tartışma götürmez bir gerçektir. Esnaflarımız, çiftçilerimiz ve memurlarımız başta olmak üzere, geniş toplum kesimlerinin haklı taleplerinin vakit geçirilmeden karşılanması gerekmektedir. Bu gelişme, aynı zamanda ekonomik canlılığı da beraberinde getireceği için piyasaların ve morallerin normale dönmesini de kolaylaştıracaktır. Türkiye, bir taraftan ekonomik ve sosyal yaralarını süratle sararken, diğer taraftan da yolsuzluk bataklığını kurutmaya devam etmek zorundadır. Bu mücadeleler, eş zamanlı ve kararlı bir şekilde yürütüldüğünde, toplumsal tepkinin ve güvensizliğin yerini sağduyunun ve dayanışmanın alması çabuklaşacaktır. Görüldüğü üzere, ülkemiz açısından öncelikli olan ekonomimizin toparlanma sürecinin başarıyla tamamlanmasıdır. Yine, hangi siyasi görüşten ve kesimden olursa olsun, milletin kaynaklarını ve geleceğini kemirenlerin üzerine kararlılıkla gidilmesi mecburiyetimiz vardır. Bunun için her kurum ve kişi, payına düşen her türlü görevi layıkıyla yerine getirmekle mükelleftir. Bu görev ve sorumluluğun, sadece siyasetçilere değil, ekonomik aktörlere, medyaya, sivil toplum kuruluşlarına ve aydınlara ait olduğu bir gerçektir. Meclisten ve hükümetten şikayet etmenin haklılık derecesinin bunun gerçekleşme düzeyine bağlı olarak değişeceği unutulmamalıdır. Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Üç aydır iç içe yaşadığımız ekonomik krizlerin bizlere hatırlattığı hususlar özetle bunlardır. Zaten bunları değişik vesilelerle sizlerle ve milletimizle paylaşmaktayız. Fakat, huzurlarınızda bir kez daha altını çizmek isterim ki, ister muhalefette, isterse iktidarda olsun ülke yönetiminde söz sahibi olanların hem duyarlı hem de soğukkanlı olma mecburiyetleri vardır. Bu mecburiyeti ihmal etmenin maliyeti zannedilenden çok daha ağırdır. Böyle bir süreçte siyaset kurumunu gelişi güzel bir şekilde tartışmaya açanlara karşı da aynı duyarlılıkla yaklaşmak şarttır. Çünkü ülkemizin yaşadığı badireleri atlatmanın en sağlıklı yolu bu tür bir anlayış birliğinden geçmektedir. Kritik anlarda sadece siyasete ve siyasetçiye yüklenmek en kolay yollardan birisidir. Bunun yanında, Türkiye'nin son iki yıldır iç ve dış sorunların ağırlığı ve gündem yoğunluğu bakımından en zorlu dönemlerinden birini yaşadığını yok farzederek bir yere varmak mümkün değildir. Aynı şekilde son dönemlerin en fazla çalışan meclisinin işbaşında bulunduğunun gözardı edilmemesi gerekmektedir. Özellikle 1990'lı yıllar boyunca yeterli çalışma performansına ulaşamayan meclisler ile ortalama ömrü 8-9 ay olan hükümetlerin ülkemizin acı gerçekleri olduğu unutulmamalıdır. 10 yıl boyunca 11 kez hükümet değiştiren Türkiye, temel sorunlarına çare bulamamış, bilakis derinleştirmiştir. Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken nokta, sorunların üzerine kararlılıkla gidebilecek ve halkımızın derdine derman olabilecek hükümetlerin oluşumu ve yaşaması meselesidir. Bu mesele, siyasi istikrar ile toplumsal istikrarın birbiriyle kesiştiği ve bütünleştiği en hayati alanı ifade etmektedir. Bunun dışındaki niyet ve çabalar ülke sorunlarına çare olmaktan çok, daha fazla yük olmaktadır. Dolayısıyla, tartışma ve eleştirilerin bu noktaları hesaba katmaması durumunda varılacak yer, sadece ülkemizin değil, demokrasimizin de yararına olmayacaktır. Son zamanlarda ortalığı kaplayan "siyaset dışı siyaset önerileri"nin bu tür duyarlılıktan yoksun olduğu, iyi düşünülüp tartışılmadan gündeme getirildiği görülmektedir. Bunları, tabii olarak, makûl bulup dikkate almak mümkün olmamaktadır. Ülkemize yarardan çok zarar verecek olan bu ve benzeri arayışların geçmişteki maceraları da zihnimizde canlılığını korumaktadır. Siyaset dışı yaklaşımlar, bir taraftan demokrasiye olan inancın ne kadar çarpık ve zayıf olduğunu ortaya koymakta, diğer taraftan da ekonomik krizin olduğundan çok daha büyük boyutlarda algılanmasına yol açmaktadır. Gerçekten de, "teknokratlar hükümeti" ya da "milli koalisyon" gibi hükümet önerileri, olağan dışı formüllerdir. Ayrıca hayata geçme ve başarılı olma şansları oldukça zayıftır. Siyasetin alternatifi yine siyasetin kendisi olmak durumundadır. Meclis ya da hükümetlerin tıkandığı noktada çözümü, yine siyasetin kendi tabii yöntemleriyle aramak gerekir. Bilinmelidir ki, Türk demokrasisine kendi kendini yenileyebilme gücünü kazandırmanın ve rüştünü ispat etme yeteneğini geliştirmenin başka bir makûl ve mümkün yolu yoktur. Ülkemizin her krizle karşılaştığı dönemde, bu yöntemleri gündeme getirme alışkanlığının demokrasi kültürünün gelişimine engel oluşturacağı açıktır. Kıymetli Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Huzurlarınızda son olarak bir hususa daha kısa da olsa tekrar temas etmek istiyorum. Hiç şüphe yok ki, bir ülke de sağlıklı bir demokratik hayatın ve toplumsal ahengin ön şartını, sorumluluk ahlâkının yerleşmişlik düzeyi oluşturur. Suçu ve sorumluluğu sürekli başkasında arama gibi, eleştiri ve tartışma kültürünün çarpıklığı da, sosyo-politik sistemin manevi iklimindeki kirlenme sürecine işaret eder. Bu temizlenmediği sürece de, toplumsal ve siyasi yapıların sağlığına kavuşması, siyasi ilişkilerin belirli bir ahenge ve fonksiyonelliğe sahip olması mümkün değildir. Ülkemizin uzun yıllardır yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunların temelinde yatan yapısal yetersizliklerin yanı sıra, böyle bir sorumluluk ahlâkının kök salamamış olması da çok önem taşımaktadır. Bu mesele, sadece siyasi partilerin ve siyasetçilerin meselesi de değildir. Toplumu oluşturan her sosyal kesimin ve meslek grubunun sahiplenmesi ve yaşatması gereken hayati bir konudur. Her şeyden önce, temiz siyaseti, yalnız siyasetçilerin sahip çıkmasıyla var olacak bir temel değer olarak görmemek gerekir. Unutulmamalı ki, temiz siyaset, siyasetle içli dışlı olan her grubun ve unsurun samimiyetle yaşaması ve yaşatması durumunda mümkün olabilecek bir değerdir. Aksi takdirde zaman zaman hatırlanan, bazen de siyasi manipülasyon aracı olarak kullanılan bir slogan olmaktan öteye geçemeyecektir. Bugün, temiz ve ilkeli siyaseti arkası boş bir slogan olmaktan kurtarma görevimiz daha çok önem kazanmış bulunmaktadır. Bu görev, hepimizin, herkesin görevidir. Türk ekonomisini, yıllardır büyütülen borç ve yolsuzluk bataklığından kurtarma çabalarımız yoğunlaşırken, Türk demokrasisini de daha temiz bir atmosfere kavuşturmamız şarttır. Bu zannedildiği kadar da zor değildir. Biraz samimiyet ve iyi niyet, biraz da gayret, sorunların çözüm yoluna girmesi için yeterlidir. Milletimizin özlemini çektiği ekonomik ve siyasi ortamı tesis etmek için çok geç kalınmış değildir. Sürekli karamsarlık güvensizlik havası yaymak ise hiçbir şeyin çaresi değildir. Unutulmasın ki, iyi niyetle ve elbirliğiyle aşılamayacak hiçbir kriz, çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunun için varız, bunun için var olmaya da devam edeceğiz. Çünkü biz, milletimizin kara gün dostu olmak için, kriz ve çöküş edebiyatı yerine, çözüm yolunda gayret sarfetmek gerektiğine yürekten inanıyoruz. Yüce Allah'ın izniyle, bu zorlu günleri de el birliğiyle aşacak, hep birlikte daha iyi günlere kavuşacağız. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Dr. Devlet Bahçeli |