23.04.2001 - TBMM'nin 81. Kuruluş Yıldönümü Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM'nin 81. Kuruluş Yıldönümü münasebetiyle
Genel Kurulda yaptığı konuşma
23 Nisan 2001

 

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Konuşmama başlarken, yüksek heyetinizi ve temsilcisi olduğumuz yüce milletimizi en içten dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 81. kuruluş yıldönümünü kutluyoruz. Millet egemenliğine dayalı bir rejim kurmanın heyecanını ve anlamını 81 yıl sonra tekrar yaşıyoruz. Başta çocuklarımız olmak üzere, bütün milletimize kutlu olsun.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bilindiği gibi, milletlerin tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları, o milletin, tarihin akışı içerisinde katettikleri merhalelere işaret eder.

Bu bakımdan, hem tarihteki sürekliliği sağlamak, hem de insanlık tarihinin gelişme seyrinden kopmamak için, bu dönüşümleri ya bizatihi gerçekleştirmek, yani bir çağ açmak; ya da açılmış olan bu yeni dönemleri yakalamak, takip etmek mecburiyeti vardır.

Milletimizin büyük bir imparatorluk geleneğinden, geçtiğimiz yüzyılın başında şekillenen milli devletler çağına girişi de böyle bir dönüşümü ifade etmektedir. Bizim "hakimiyet-i milliye" prensibine dayalı milli devlet aşamasına geçişimizin aynı zamanda Kurtuluş Savaşı sürecine tekâbül etmesinin, bu gelişmeyi daha da anlamlı bir hale getirdiğine şüphe yoktur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının milli mücadele şartları içerisinde geliştirdikleri metod, savaşın ancak milletle beraber kazanılacağı inancıyla, onları milli mücadeleyi örgütleyen meşru bir güç olarak kongrelere ve Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşuna götürmüştür.

Böylece millet ile Kurtuluş Savaşı'nın önder kadrosu arasında bir düşünce ve inanç birliği oluşmuş, bu ise, 1920'de millet iradesinin örgütlenmesi şeklinde tecelli etmiştir.

Siyasi tarihimiz açısından olduğu kadar, siyasi krizlerin aşılması bakımından bugün de çok önemli olan bu olay, esaslı bir ilkeyi belirlemiştir. Millete dayanan, meşruiyetini milletten alan bir güç merkezi, en zor şartlarda bile hem bir uzlaşmayı, hem de bir dinamizmi yaratmıştır.

1920'de milletin ortaya koyduğu bu güç, Kurtuluş Savaşı'nı kazanmıştır. En zor şartlar altında oluşan bu ittifak zemini, Büyük Millet Meclisi'nin iradesi ve desteğiyle zorlu Milli Mücadele'yi başarmıştır. Yani Milli Mücadelenin arkasındaki Kuvva-i Milliye ruhu milletin ruhudur. Mücadeleyi kazanan ordular, hiç şüphesiz Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin orduları, yani milletin kendisidir.

Kısacası, bu Yüce Meclis'in temel harcını oluşturan "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, Kuvva-i Milliye Ruhu"nun ifadesi olarak bu topraklar üzerinde Türkiye'nin bağımsızlığının vazgeçilmezliğini vurgular. İkinci olarak da, bu ülkede millet egemenliğine dayalı bir yönetim şeklinin yegâne meşru yönetim tarzı olduğunu açıkça ortaya koyar.

Bugün bir kavram ve ilke olarak milli devlet ve milli hakimiyet prensibini daha da hayatî hale getiren olaylar ve süreçler yaşanmaktadır.

21. yüzyılın özellikle küreselleşme tartışmalarıyla gündemine oturan en önemli konulardan birisi milli devletlerin "varlık" meselesidir. Bildiğiniz gibi ortaya atılan bir teze göre küreselleşme, artık milli devletlerin yaşama imkânını ortadan kaldıran bir süreci ifade etmektedir. Ancak, bu süreçte milli devletlere varolma hakkı görmeyenlerin, milli hakimiyet yerine hangi hakimiyetlerin ikâme edileceğini de ciddi olarak tartışması kaçınılmazdır.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bizler, 21. yüzyılın imkân ve risklerini, siyasi ve ekonomik problem olarak önümüze koyduklarını değerlendirirken; yeni dinamikleri çok iyi kavramak durumundayız. Bugün, bizim, bu dinamiklerin yarattığı doğal gelişme ve süreçler ile; bu çağı kendi çıkar ve egemenliklerini pekiştirmek için kullanmak isteyen güçlerin politikalarını birbirinden ayırmak mecburiyetimiz vardır.

Dikkatle bakıldığında, küreselleşme denilen sürecin milli devletleri değil, bazı milli devletlerin hakimiyet sahası lehine diğerlerinin varlığını tehdit eden bir eğilimi güçlendirdiği de görülecektir. Küresel sürecin belli başlı aktörleri, kendi milli devlet yapılarından vazgeçmeden, diğer toplumların bu yapılarını olumsuz etkileyecek bir yaklaşımı uluslararası ilişkiler sisteminin aracı olacak bir şekilde kullanabilmektedir.

Bu aşamada ortaya çıkan diğer bir sorun ise, milli hakimiyet ilkesine yöneliktir. Milli egemenlik ilkesinin artık sonunun geldiğini iddia etmeye çalışanlar, onu başka yapılarla ikâme etmeye çalıştıklarını gizleyememektedirler. Özellikle, küresel süreçte uluslararası şirketlerin egemenliğinin yerleştirilmesi için millet egemenliğinin tamamen tasfiye edilmesi ya da sınırlandırılması gerektiği yönündeki çabalar, bu çerçevede sorunun daha iyi görülmesini sağlayacak kritiklere ihtiyaç doğurmaktadır.

Oysa bizim insanoğlu olarak temel görevimiz, küreselleşme sürecini bütün insanlığın ortak yararına hizmet edecek bir niteliğe dönüştürmektir. Bu sebeple de, bütün ülkelerin tarihi ve beşeri sorumluluklarının idraki içinde olması gerekmektedir.

Sayın Başkan,

Sayın Milletvekilleri,

Bu tartışmaların yapıldığı ve yoğunlaştığı bir dönemde Türkiye'de önemli sorunlar ve gelişmeler yaşanmaktadır.

Bunlardan birincisi, Türkiye küresel sürecin dışında kalmamak için, bu dinamikleri dikkate alacak bir şekilde kendisini yenilemek amacıyla bir "milli politika ve proje" oluşturup onu tarihe mâl etmek istemektedir.

Bizler çok iyi biliyoruz ki, yeni çağın dinamiklerini, yani dışa açık uluslararası yapılarla yoğun ilişkilerimizi, milli varlığımızın gelişmesi yönünde kullanamadığımız takdirde, ülkemiz için risklerin artması kaçınılmazdır.

Yine bilinmelidir ki, sürecin dışında kalan ülkeler açısından, çağın etkin güçlerinin yönlendirdiği bir ilişki biçimi belirleyici olacaktır. Bu bakımdan, Türkiye yeni çağın yarattığı fırsat ve sorunları değerlendirerek, dolayısıyla gelişmeleri ülkemizin çıkarlarına uygun bir yaklaşımla yönetmeye hazırlanmalıdır.

İkinci husus, özellikle son zamanlarda yaşadığımız ekonomik krizle birlikte açıkça ortaya çıktığı gibi, eğer Türkiye siyasi ve ekonomik yapısını çağın değişmelerini kuşatıp kavrayacak bir dönüşümü başaramazsa, kapalı-rekabet etkisinden uzak verimsiz bir ekonomik yapıyla ortaya çıkan gelişmelere cevap vermekte zorlanacaktır.

Çağımızda ekonomik gelişme, küresel süreçte ortaya çıkan yeniliklere karşı içine kapanmaktan veya küresel aktörlerin belirleyiciliklerine teslimiyetten değil; sürecin ortaya koyduğu araç ve yöntemleri, milli imkânlarla bütünleştirmekten geçmektedir.

Bunun ilk şartı, ülkemizin bütün ekonomik potansiyelini etkisizleştiren bürokratik ve hantal yapıyı köklü bir dönüşüme uğratmaktır. İkinci şartı ise, verimliliği ve mukayeseli üstünlükleri esas alan dışa yönelik bir büyüme stratejisini benimsemekten geçmektedir.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bugün, Türkiye, yaşadığımız krizden Yüce Meclis'in ortaya koyduğu irade ve azimle çıkma mücadelesi vermektedir. Kim ne derse desin, egemenliğin millete ait olduğuna inananlar, her zaman milletine gönülden bağlı olanlar bu sınavdan da başarıyla çıkılacağından asla şüphe duymamaktadır.

Türkiye'nin problemi, yakın tarihimizde ülkenin karşılaştığı önemli ekonomik bunalım dönemlerinin siyasi krize dönüştürülmesi olmuştur. Bu alışkanlıklardan kurtulamayanlar, ülkemizin demokratikleşme yolunda sağlıklı bir şekilde ilerlemesini istemeyenler, Türkiye'yi baskıcı anti-demokratik ülkeler arasında görmeyi arzulayanlar, demokratik siyaset içerisinde çözüm üretme ısrarımızdan elbette rahatsız olacaklardır.

Bizim bu çabamız ve kararlılığımız, şüphesiz Türkiye'nin tarihinde yaşadığı en karanlık ve bunalımlı günlerde "hakimiyet-i milliye" ilkesiyle büyük başarıya imza atmış olanların mücadelesine duyduğumuz saygıya ve inanca dayanmaktadır.

Huzurlarınızda şunu tekrar ifade ediyorum ki, milletimizin temel değer, talep ve beklentileri her şartta aslî referansımız olmaya devam edecektir.

Türkiye'de bütün bu konuların hâlâ tartışılmasının esas sebebi, ekonomik ve toplumsal gelişmesini tamamlayamamış olmasının yanı sıra, siyasi modernleşme konusunda da önemli eksikliklerin varlığıdır.

Türkiye, 81 yıl sonra hâlâ demokratikleşme meselesini halledemediği için, siyasi olarak problem çözme gücü zaafa uğramaktadır. Bugün, Yüce Meclis'in önünde duran en önemli meselelerden birisi de, hiç şüphesiz bu konuda köklü adımların atılmasıdır.

Sayın Başkan,

Sayın Milletvekilleri,

Bizler, gelişme ve kalkınma sancıları çeken büyük Türk Milleti'nin temsilcileri olarak, 21. Yüzyıl'da küresel sürecin ortaya koyduğu gelişmeleri kavradıkça, bunu mümkün kılacak ekonomik ve siyasi yapı değişimlerini gerçekleştirdikçe, bu çağı, yeni bir "yükselme çağı" olarak yaşayabiliriz.

Özellikle, demokratikleşme ve kalkınma sürecinin gerisinde kalmış toplumlar için küreselleşmenin yol açtığı bazı gelişmeler, o ülkelerin siyasi egemenliklerini ve hatta milli varlıklarını tehdit eder boyutlardadır. Bu bakımından milli hakimiyet prensibini demokratik meşruiyet felsefesi haline getirerek, toplum ile devlet arasındaki ilişkilerin yarattığı sorunların çözümünde en etkin ve yaratıcı senteze dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemek zorunluluğu vardır.

Bu bağlamda, Türkiye, 81 yıl önce attığı büyük adımla bu sürecin anlamlı bir başlangıcını yapmıştır. Bu başlangıcın, içine girdiğimiz yeni yüzyılın sorunlarını ve potansiyelini taşıyacak yeni bir yapıyla sürdürülmesini sağlayacak, ülkemizi küresel sürecin dikkate değer aktörlerinden birisi haline getirecek, tamamlayıcı bir dinamizme ve ufka ihtiyacı vardır.

Bugün, Yüce Meclis'in önünde duran görev bu bakımdan zor, ama üstesinden gelinmesi kaçınılmaz olan bir görevdir. Türkiye hem bir çağ değişiminin getirdiği sorunları kavrayıp o dinamikleri yakalayacak bir başarıyı ortaya koymak, hem de yetersiz yapılarını köklü bir değişime uğratarak reformları başarmak zorundadır.

Bunu gerçekleştirdiğimiz ölçüde de, gelecek kuşaklara hem kalkınmasını tamamlamış, hem de milli kimliği ve kişiliği kaybolmamış bir Türkiye'yi bırakma görevimizi yerine getirmiş olacağız.

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Huzurlarınızda son olarak, 81 yıl önce millet iradesiyle yola çıkan, bu ülkeyi ve meclisi emanet eden Mustafa Kemal Paşa'yı ve O'nun dava arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Onların zoru başarma azmi ve kabiliyeti, milletlerine olan derin bağlılıkları, bugün yeni bir yüzyılın başında karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşmamızda en büyük ilham kaynağımız olacaktır.

Bu vesileyle milletimizin ve bütün dünya çocuklarının bayramını canı gönülden tebrik ediyorum.

Yüce heyetinize bir kez daha sevgiler ve saygılar sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı